| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekilleri Denizli Milletvekili Cahit Özkan, Çanakkale Milletvekili Bülent Turan, Tokat Milletvekili Özlem Zengin, Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekilleri Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül, Manisa Milletvekili Erkan Akçay ile 182 Milletvekilinin Avukatlık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2999) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 03 .07.2020 |
MURAT ÇEPNİ (İzmir) - Teşekkür ederim Başkan.
Tüm arkadaşları da selamlıyorum.
Evet, baro düzenlemesinin neden gerekli olduğuna dair epeyce soru soruldu. Doğal olarak bir ihtiyaç tarifi yapmak gerekiyor. Kuşkusuz, iktidar cephesinden yapılan tariflere dair çokça söz söylemiş olduk ancak içinde bulunduğumuz siyasal süreçten hareketle biz başkaca ajandaların olduğunu ve başkaca niyetlerin bu düzenlemeyi gerekli kıldığını biliyoruz.
Şimdi, öncelikle hangi koşullarda biz bu yasayı tartışıyoruz, ona bakmak lazım. Hâlen bir pandemi sürecindeyiz ve binlerce insanımız hayatını kaybetti; tüm dünyada milyonlarca insan pandemi koşullarında yaşama tutunmaya çalışıyor ve henüz daha bunun sonucunun ne olacağı belli değil. Türkiye açısından da ölen 3 insandan 2'sinin işçi olduğu yani ezilenlerin, emekçilerin hayatlarını kaybettiği pandemi sürecinde iktidar "Evde kal." çağrısı yaparken, işçilere, emekçilere çalışma talimatı verdi. Çarklar dönsün diye, sermaye şirketleri ayakta kalsın diye, kâr kaybetmesinler diye işçiler çalışmaya zorlandılar. Tabii, bu çok büyük bir ikiyüzlülüktü ve bunun sonuçları hâlen yaşanıyor.
Yine bu süreçte gördük ki iktidar bütün çalışmalarını da sermayenin ve çarkların dönmesi üzerine kurdu, açıkladığı bütün paketler de buna göreydi ve bu süreçte, düşünün ki iktidar, örneğin, teşvik vermekten vazgeçmedi, doğa katliamlarından, cinayetlerinden de vazgeçmedi. Şimdi böylesi bir dönemdeyiz. Yine nasıl bir dönemdeyiz? İşsizliğin on binleri aştığı koşullardayız yani insanların işsizlikten intihar ettiği günler çok da yakın günlerdi, hemen her gün insanlar "Açım." diye intihar ediyorlardı. Dolayısıyla işsizlik çok fazla yükseliyor, milyonlarca insan açlık sınırında, yoksulluk sınırı 70 milyona yaklaşıyor. Şimdi, tabii bu koşullarda büyüyen, gelişenler de var yani AKP etrafında, saray etrafında kümelenmiş sermaye çevreleri bu dönem büyüyor. Dünya sıralamasına giren Türkiyeli iş şirketlerinin sayısı da artıyor, milyonerlerin sayısı da artıyor fakat tüm dünyada olduğu gibi yoksullarla varsıllar arasındaki makas açılıyor fakat Türkiye'de bu çok daha fazla açılıyor.
Şimdi, yine hangi koşullarda giriyoruz? Her ay ortalama 150 işçinin iş cinayetlerinde yaşamını kaybettiği koşullarda giriyoruz çünkü sermayeye ve onun iktidarı saraya... Hızlı para kazanma ihtiyacı var yani çok daha fazla çalışma, çok daha güvencesiz çalışma ve çok daha kâr üzerine kurulu, beton ekonomisi üzerine kurulu bir sermaye birikim modelinin doğal olarak işçilerin ölümü, onlardan elde edilecek kâra bağlı olarak değersizleşiyor.
Şimdi, aynı zamanda ortalama günde 5 kadının en yakınındakiler tarafından katledildiği bir dönemdeyiz. Yine, gençliğin geleceksizliğinin, gelecekten kaygısının belki de en yüksek olduğu dönemlerdeyiz. Şimdi bu koşullarda biz baroları tartışıyoruz, dün bekçi yasasını tartışmıştık örneğin. Şimdi, yine bugün örneğin biz Sivas katliamının yıl dönümündeyiz yani katliamlarla hesaplaşmayı tartışıyor toplum. İşte, Suruç katliamının yine beşinci yıl dönümündeyiz, yine Ankara gar katliamı gibi... Yani katliamlar siyasetiyle her gün baş başa olduğumuz bir coğrafyadayız. Şimdi, biz daha dün Sivas katliamını anmak için Ankara'da demokratik kitle örgütlerinin örgütlediği, düzenlediği bir basın açıklaması yapmaya çalıştık, biz de açıklamaya katıldık ve orada bir polis saldırısıyla karşı karşıya kaldık. Yani bize şu söylendi bugün: "Sivas katliamı gerçekleşti ama siz 33 canınızı anamazsınız yani siz aslında yaşadığınıza şükredin." Yani "Orada yanabilirdiniz fakat yanmadınız, şansınız var, dolayısıyla buna şükredin, neyin anmasını yapıyorsunuz?" demeye getirildi. Dolayısıyla Sivas katliamı böyle. Örneğin Suruç katliamının beşinci yıl dönümü, aynı cezasızlıkla karşı karşıyayız. Şimdi böylesi koşullarda iktidar hangi ihtiyaçtan yasa yapar? Halkın ihtiyaçlarından yapmadığı kesin. Peki, neyin ihtiyacına binaen yapıyor? Sarayın ihtiyaçlarına yani sarayın "beka" dediği şey sarayın sürgit devamı, saraydaki o saadet zincirinin sürgit devamı için yasa yapar dolayısıyla bu yasanın bilinmez bir tarafı yok. Aslında çok net olarak bu yasalar sarayın istikbali için çıkan yasalardır.
Şimdi, barolara neden saldırılıyor? Çünkü bu iktidar, halkın her türden örgütüne karşı, her türden örgütlülüğüne karşı yani demokrasisine karşı bir savaş başlatmış durumda. Şimdi böylesi bir faşizm ancak halkın söz, eylem ve örgütlenme özgürlüğüne ancak saldırabilirse, yok edebilirse ayakta kalabilir çünkü bu iktidar en çok neyden korkar? Sesten korkar, en çok sözden korkar, en çok eylemden korkar. Şimdi, siz barolara niye saldırıyorsunuz? İşte, halkın savunmasını ortadan kaldırıyorsunuz yani halkı savunmasız hâle getirmeye çalışıyorsunuz, halkın savunmasını yok etmeye çalışıyorsunuz. Bakın, avukatlar niye en çok güvenilir? Yani hukuk sistemine güven yüzde 20'lere düşmüş olmasına rağmen avukatlar neden bugün yine toplumda en çok güvenilenler içerisinde? E, çünkü halkın güvenebildiği, halka sahip çıkabilen ya da halkın taleplerini, hak savunma mücadelesini yürütebilen tek kurum neredeyse. Şimdi, ne yapmış avukatlar? İşte, diyelim ki Sivas katliamını savunmaya kalkmışlar, Suruç katliamını savunmaya kalkmışlar, gar katliamını savunmaya kalkmışlar, Kürt halkına karşı geliştirilen savaş siyasetinde halkın haklarını savunmaya kalkmışlar. Peki daha fazla ne yapmışlar? Örneğin, düşünün, pandemi sürecinde bile doğaya dönük suç işlemekten vazgeçmeyen bir iktidar söz konusu. Karadeniz'de derelerimize, Ege'de tarım alanlarımıza, ormanlara, işte meralara, nehirlere yani ne varsa, havadan helikopterlerle, uçakla beton olmayan ne görüyorlarsa, ne varsa, nerede bir yeşil varsa oraya bir bina dikme, bir işletme dikme, bir enerji tesisi koyma konusunda peşkeş çekme konusunda, rant konusunda asla ve asla geri adım atmadı, pandemi sürecinde dahi. İşte avukatlar, örneğin Karadeniz'de derelerine sahip çıkan köylünün savunmasını yaptı, Ege'de tarım alanlarına enerji yatırımları yapanlara, oraları katledenlere karşı köylülerin savunmasını yaptı, ormanların yakılmasına karşı halkın savunmasını yaptı. Dolayısıyla bu anlamda avukata saldırı, avukatlık kurumuna saldırı halkın yaşam alanlarına yani canına dönük, hayatına dönük saldırılarda halkı tümüyle savunmasız bırakma sebebidir.
Şimdi, iktidar ne diyor bunu yaparken? Şunu söylüyor: Evet, avukatlar yine yapacaklarını yapabilirler, biz avukatların karakterini değiştirmiyoruz, sarayın mantığı bu. Evet, avukatlar elbette ki halkın haklarını savunmaya devam edecekler fakat biz meseleye sarayın baktığı gibi bakmıyoruz. Saray şöyle bakıyor: Bize ne lazım? Mutlak bir lider lazım. Bir başkası da şöyle diyor: Ulu lider lazım. Onun altında ne lazım? İşte, biri danışma kurulu, diyebilir, bir başkası da temsilciler meclisi diyebilir. Yani biz sizin adınıza düşünebiliriz, biz sizin haklarınızı pekâlâ savunabiliriz. İşte, Yaradan'dan aldığımız güçle biz zaten dürüstüz, hakkınızı zaten savunuyoruz. Sizin başkaca bir emek harcamanıza, başka bir mücadele vermenize gerek yok. Oysa biz bunu temelden reddediyoruz, temelden karşı çıkıyoruz. Biz hiç kimsenin iyi niyetine, şusuna busuna bağlı bir mücadele yürütmeyiz, hak mücadelesi bu değildir. Biz bu anlamda kurumların öneminin altını çizeriz. İşte baro, bu anlamda, avukatların işini, görevini yapmasının sistemleşmiş halidir yani sistemidir. Dolayısıyla baroya dönük saldırı, baroyu itibarsızlaştırma, avukatları bir teknik aparata dönüştürme doğal olarak sistemin çökmesine sebep olacaktır. Bu anlamda bütün hak arama mücadelelerini, bütün demokrasi taleplerini doğrudan saraya bağlama, sarayın iyi niyetine, sarayın insafına bırakma meselesidir. Dolayısıyla biz, bizim adımıza düşünen, bizim adımıza karar verenlerin değil, halkın karar vereceği, halkın kendisi için neyin önemli olduğunu, halkın kendisini nasıl yönetileceğine kendisinin karar verdiği bir düzeni sağlıyoruz. Biz buna demokratik, halkçı, sosyalist bir sistem diyoruz tam olarak.
Evet, bu ülkede, bakın, bir sendikaya üye olmak en büyük suçlardan bir tanesi. Son dönemde ülkenin dört bir tarafında patlak veren hemen hemen bütün işçi direnişlerinin en büyük sebebi sendikalı olmaktır. Mesela önceden diyelim ki işçiler ücret için greve çıkardı, ekonomik, demokratik talepler için greve çıkarlardı fakat bugün işçi sınıfı bir sendikaya üye oldu diye işten atılıyor. Yani sendika kurmanın, sendikalı olmanın, tabii muhalif bir sendikalı olmanın işsiz kalmakla eş değer olduğu koşullardayız.
Şimdi, hemen şöyle denecek: Barolar da siyaset yapıyor, sendikalar da siyaset yapıyor, siyaset yapmasınlar. Ya, böyle bir şey olabilir mi! Yani insanlar, topluluklar, halklar niye örgütlenirler, niye sendika kurarlar, niye dernek kurarlar, niye parti kurarlar? Gücü elinde tutandan haklarını almak için, daha iyi yaşamak için talepler ortaya koyarlar, bunun da adı demokrasi ve mücadeledir yani siyasetin ta kendisi budur. Yani siyaseti sadece saray ve başındakiler yapmazlar, halkın kendisi de yapar. Biz sarayın yaptığı siyasete antidemokratik, faşist bir siyaset deriz; halk karşıtı, halk düşmanı bir siyaset diyebiliriz. Ama halkın demokratik anlamda yürüttüğü siyasete de, demokratik halkçı siyaset deriz. Dolayısıyla, bugün, AKP iktidarının örgütlülüğe dönük saldırınızı sadece barolarla başlamıyor. Fakat barolar bu konuda çok kritik öneme sahip. Neredeyse diyelim ki son kale diye tabir edilebilir, eden arkadaşlar da oldu. Bu anlamda bu düzenleme tümüyle, teknik olarak tartışılabilir. Anayasa'ya aykırılığı zaten söylendi. Fakat bu düzenleme tümüyle halk karşıtı bir düzenlemedir. Bu düzenleme sarayın kendi bekasını kurmak için toplumu tümüyle susturma, örgütsüzleştirme, zapturapt altına alma düzenlemesidir. O anlamda baroların çoğunun karşı çıkması çok önemli, çok kıymetli çünkü kendi meseleleri. Ama bu, aynı zamanda tüm toplumun meseledir. Yani, biz, tekrar tekrar söyleyelim; ekoloji açısından da yani, herkesin kendi bulunduğu yaşam alanına sahip çıkması ne kadar kıymetliyse örneğin, Hasankeyf'e sahip çıkmasının da önemli olduğu söyledik mesela biz. Yani, bu, bir demokrasi mücadelesidir. Örneğin, baroların böylesine baypas edilmesine, bir aparata dönüştürülmesine karşı çıktığımız gibi, aynı zamanda demokrasi mücadelesinin gereği olarak, tüm demokrasi taleplerini de sahipleniyoruz. Bu anlamda buradan tüm topluma, tüm halklarımıza çağrı yapıyoruz. Buradaki arkadaşlarımıza da çağrı yapıyoruz. Halka karşı geliştirilen bu düzenleme, kimseye bir başarı getirmez, zafer getirmez. Bu, sizin iktidarınızın sonunu hızlandıran bir düzenlemedir. Yani, bir iktidar halka karşı açtığı savaşı kazanamaz, er ya da geç kazanamaz. Bugün kazandığınızı düşünebilirsiniz. Bugün aldığınız oy oranları size cûşa getirebilir. Elinizdeki devlet kuvveti; topu, tankı, polisi, askeri, jandarması, bekçisi, paramiliter kuvvetleri, kontrgerillası, bütün bunlar size yenilmezliğinizi gösterebilir. Ama tarih yenilen diktatörlerle doludur. Tarih faşizme karşı halkların kazandığı devrim ve demokrasi mücadelesiyle doludur. O anlamda bu çağrıyı bir kez daha burada yapıyoruz: Bu yasadan vazgeçilmelidir, halkın taleplerine halkın itirazlarına ses verilmelidir. Halka rağmen bir yasa çıkartmak, halka karşı açılan antidemokratik bir tutumun, savaşın ifadesidir.
Bu anlamda son olarak şunu söyleyeyim: Örneğin, son günlerde sosyal medya da gündemimize geldi. Şimdi, sosyal medyayı iktidar bloğu kapatmakla tehdit ediyor. Gerçekten, insan bir taraftan gülüyor, bir taraftan da öfkeleniyor. Ya, bu sosyal medyayı siz halkın üzerine bir karabasan gibi çöktürdünüz. Yirmi dört saat, tuttuğunuz binlerce trolle muhaliflere saldırttınız, küfrettirdiniz. Bunun üzerinden siyaset örgütlemeye çalıştınız, sosyal medya üzerinden fakat ne zaman ki başaramadınız, kapatıyorsunuz; ne zaman ki baroları teslim alamadınız, kapatıyorsunuz; ne zaman ki cezaevine artarak dahi susturamadıklarınızı tümüyle imha etmeye çalışıyorsunuz. İşte, HDP'ye dönük saldırının da bir boyutu budur. Kayyum atadınız olmadı, cezaevlerine attınız olmadı. Şimdi, artık başka ne yapamaya çalışacaksınız bekliyoruz, görmek istiyoruz. Dolayısıyla iktidarın bu anlamda susturamadığını, ikna edemediğini, tasfiye edemediğini tümden ortadan kaldırma siyasetinin bir örneğiyle karşı karşıyayız. Söylediğim gibi, son söz olarak söylüyorum: Bu, halkın dünden bugüne geliştirdiği, devraldığı demokrasi mücadelesi geleneğinin karşında başarısız olmaya mahkûm bir siyasettir ve bugün bu kararları verenler, yarın emin olsunlar bin pişman olacaklar. Yani, çok yakın örneklerde de görüldüğü üzere ama o zamanda işte, yine demokrasiye, insan haklarına ihtiyaç duyacaklar. Umarım erkenken bu yoldan dönülür.
Teşekkür ediyorum.