KOMİSYON KONUŞMASI

AYLİN CESUR (Isparta) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Beş dakikayı geçirmeyelim.

AYLİN CESUR (Isparta) - Müsaadenizle birkaç dakika geçirebilirim.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Başkanım, bir kısıtlama kararı yok ama zaten üyeler makul bir şey yapıyor. Sizin bu şekilde uyarmanız doğru değil; onu söyleyeyim.

AYLİN CESUR (Isparta) - Şimdi, dünden beri çok önemli bir şey konuşuyoruz. Dünkü konuşmamı yaparken burada değerli arkadaşlarım Barolar Birliğini bölmenin sonuçlarını paylaşınca çok tepki gösterdiler. Ben baktım ki durumu çok anlatabilecek gibi değiliz. Birkaç gündür çok önemli konuşmalar yapılıyor, her şey söyleniyor, çok değerli avukatlarımız var. Biz hekimler hadiseyi biraz daha köklü ele alırız, o zaman dedim ki yani hukuk devleti nedir, ben biraz bugün ondan bahsedeyim. Nasıl olmuş? Hani en baştan başlarsak... Çünkü biz en umutsuz hastayı bile en baştan alıp baştan değerlendiririz.

İnsanoğlu, insanlığın başlangıcından beri yönetme meselesine kafa yoruyor. Yönetenler var, yönetilenler olmuş ve yönetenler ile yönetilenler tarihin her devrinde mevcut. Bütün olay yönetenler ile yönetilenler arasındaki münasebette, bir de yönetilenlerin birbirleriyle olan münasebetinde. Dünya tarihine baktığımız zaman, geçen iki bin sene zarfında dünyanın her tarafında değil ama bilhassa uygarlıkların başladığı yerlerde devlet var. Yalnız, bu devlet, gücünü kendisinden alıyor yani yönetim hakkını ve yönetme iktidarını kendisinden alıyor. Kendisinden alınca yönetilenlere karşı kişisel merhametten öteye geçen bir mecburiyet de yok yani kişinin merhameti neye el veriyorsa yönetilenlere uyguladığı muamele de o oluyor. Tabii ki böyle olunca bu da keyfiyet demek oluyor, bir zulüm demek oluyor, haksızlık demek oluyor, angarya demek oluyor, beraberinde işkenceyi getiriyor. Aslına bakarsanız 2000 sene evvel Mısır'da piramitlerin nasıl yapıldığına akıl yeter mi? Ermiyor. Makine yok, şu yok, bu yok ama yapılmış insan gücüyle ve aslında kırbaç altında yapılmış. Şimdi, görülüyor ki semavi dinlerden de başlayarak aslında insanlığa bakınca idare edenle idare edilenin mücadelesine şahit olmuş geliyoruz. Halkın zaman zaman idare edene karşı ayağa kalktığı görülmüş ve çok kere halk ezilerek bu işin içinden çıkmış çünkü bütün güç idare edenin elinde aslında ama yine geriye baktığımız zaman görüyoruz ki idare edenle edilen arasındaki münasebetlerin gelişmesinde rol oynayan en önemli belgelerden bir tanesi Magna Carta. Magna Carta, İngiltere'de halkın krala karşı çıkma olayı. Kral idare eden yalnız halk burada krala vergi yüzünden karşı çıkıyor yani aslında "Seni istemiyoruz." demiyor, diyor ki "Vergilerin ağırlığından şikâyetçiyim, beni ezme." ve zaten her idarede halk vergiden şikâyetçi olmuş bugüne kadar ve halk da krala demiş ki: "Biz vergi verelim ama sen vergiyi nereye harcadığını söyle." İşte, bu da bütçe hakkını doğuruyor. Bugünkü dünyada mevcut olan halkların hemen hemen büyük bir kısmı bir binanın taşları gibi teker teker meydana çıkarak gelmiş. Netice itibarıyla insanlar hürriyet aramışlar ve hürriyetten evvel adalet aramışlar ve ben bunun altını çiziyorum hürriyetin olmadığı yerlerde dahi adalet aramışlar. Hürriyetin olmadığı yerde dahi adalet olabilir mi? İşte bu soru çok önemli, hürriyeti değil ama adaleti arıyor insanlar her şart altında. Semavi dinlerde adalet, bizim dinimizde de başka dinlerde de adalet her şeyin önünde yer alıyor ve Cenab-ı Allah'ın emri de "Adaletle hükmedin." Nihayet insanlar can güvenliği aramışlar, mal güvenliği aramışlar, ırz güvenliği aramışlar ve insanlar bu güvenlikle beraber barış aramışlar. 2000 senelik insanlık tarihini incelediğimizde görüyoruz ki aranan adalet, güvenlik, hürriyet ve barış. Eğer bugün hukuk devleti veya demokratik devlet diyorsak -devlet bir araç- ve amaç insanların hür, adil bir düzende, güvenlik içerisinde ve barış içerisinde yaşamalarında, devletin bunu sağlaması gerekiyor. Bunu sağlayacak da neyle sağlayacak? Devletin gelişiminde bilhassa demokratik devletin gelişiminde Felemenk Haklar Beyannamesi, Amerikan İstiklal Beyannamesi, Fransız İhtilali Yurttaşlık Beyannamesi. Bunları sayarak, Fransız İhtilal Beyannamesi, Yurttaşlık Beyannamesi Avrupa'yı çalkalamış, daha sonra bizimki dâhil imparatorlukların dünyadan silinmesine yol açmış yani Osmanlı İmparatorluğunu silen de aslında Fransız İhtilali Yurttaşlık Beyannamesi. Şimdi, burada kişinin hak bilincinin doğmasına sebep olmuş bu ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında Wilson Prensipleri, Cemiyeti Akvam.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sayın Cesur, toparlayalım.

AYLİN CESUR (Isparta) - İkinci Dünya Savaşı sonunda İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Birleşmiş Milletler Şartı geliyor. Helsinki Şartı, Paris Şartı, bunlar devletlerin gelişiminde kilometre taşları. Bugün devlet evrensel ve aslında haklar da evrensel çünkü dünya üzerinde insanların bir kısmı bu haklara layık, bir kısmı değildir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bunu ortadan kaldırıyor işte. Bu, insanlık için çok büyük bir gelişme ve biz dâhil hiçbir ülke "Milletler, halklar yalnızdır, istediklerini yaparlar." diyemiyor. İşte, bu nedenle müteselsil kefalet hukukta -sizlerin de bildiği- herkes birbirine kefil oluyor yani "Halk benim, bu insanlar benim, bu ülke benim, siz neyi tartışıyorsunuz, her şeyi yaparım." diyemiyorsunuz. Demek istiyorum ki artık millî devletin işi zorlaşıyor ve aslında bunların hepsini siz de biliyorsunuz, bir millet üzerinde kullanılan her iktidarın bir başlangıcı olması gerekiyor. Yine yönetene geliyorum, yönetenin bir başlangıcı olması gerekiyor. İşte, iktidar ya millet tarafından verilmiş veyahut alınmış olması icap ediyor, başka kaynak yok. Amerikan İstiklal Beyannamesi'nde, Fransız İhtilal Beyannamesi'nde aslında Thomas Paine bunu söylüyor ve "Meşruiyet rızaya dayanacak..." Şimdi, yine buradan çıkarıyoruz ki yönetilen eğer beni "İdare et." diyorsa idare eden de meşru oluyor. "Halk da kim oluyor." deniyorsa bunun adı "gasp" oluyor ve bunda da meşruiyet yok oluyor yani bugünlerde olduğu gibi. Şimdi "meşruiyet" dediğimiz olay aslında bir kale, fethedilemeyen, yıkılamayan, hiçbir şekilde tahrip edilemeyen bir kale. Eğer zemin meşru, iddia edilen olay meşru ve takip edilen yol da meşruysa bunun başarıya ulaşmaması mümkün olmuyor. Şimdi, bu haklar: Hürriyet, güvenlik, zulme karşı mukavemet. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nden yüz elli sene sonra söylenmiş olan Thomas Paine'nin bu sözleri yavaş yavaş insanlık âleminin kendisine gelmesini sağlamış.

Şimdi, "eşitlik" dendiği zaman herkesin her konumda durumu ve eşitliği söz konusu ve "hürriyet" "adalet" "güvenlik" "barış" kavramı dediğiniz zaman da hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve izmihlal vardır. "Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir." diyen Büyük Atatürk'ün sözü 1922'de söylenmiş, Büyük Atatürk'ün ağzından nasıl intikal ettiğinin altını çizmek isterim.

Şimdi, buraya kadar devlet, kavramlar üzerine oturuyor değerli arkadaşlar ve devleti güçlü yapan evvela kendisi, sonra da devletin halkı tarafından kavramlar iyice belirlenmiş, meşru hususta geliştirilmiş olması, gönüllere ve birimlere yerleşmesi. Şimdi, burada hürriyete çok önem veriyoruz ama hürriyeti her şeyden değerli sayarken bunun en önemli parçasının adalet olduğunu bilmeliyiz, bunun ayrılmaz bir parçası da güvenlik; bunları özellikle belirtmek istiyorum. Bir ülkenin güvenlik içinde olması gerekiyor. Herkesin rahat rahat istediği yere gitmesi, istediği işi yapabilmesi ve kendini güvenlik içinde hissetmesi gerekiyor.

Montesquieu diyor ki: "İngiltere'de başınızdaki saç telleri kadar düşmanınız olsa yine güvenlik içinde olursunuz." Nasıl olursunuz? Çünkü kurallar var burada, kurallar cari. Uygarlık işte buradan geliyor.

Korkudan uzak yaşama, biraz önce de korkudan bahsedildi. Kimden korkacak kişi? Kişi devletinden korkar ve devlet zorba devletse eğer evet kişi devletten korkuyor. Peki, niçin hukuk devleti aranıyor? Çünkü zorba devletten, zorbalıktan kurtulup, halkın, adaletin, hukukun mevcut olduğu, her şeyin herkesin gözünün önünde cereyan ettiği, hiç kimsenin haksızlığa maruz kalmadığı bir yeri eğer arıyorsak işte gerçek doğru idare de o oluyor. Kimden korkuyor? Zorbadan korkuyor. Peki, zorbalığı kim ortadan kaldıracak? Halkın kendisi kaldıracak. İyi ama nasıl olacak? Bir haksızlık varsa kişinin bunu kendisinin ayağı kalkıp kaldırması doğru değil. O zaman nasıl olacak? Devletin o kişi adına bunu yapması gerekecek.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sayın Cesur, toparlayalım.

AYLİN CESUR (Isparta) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Temel Haklar ve Hürriyetler kısmına geliniyor. Yaşama hakkı, Tanzimat Fermanı aslında 1839'da Osmanlı Devleti'nin halkına karşı taahhüdü. Yaşam hakkı, can ve mal güvenliği ve insan gibi yaşama hakkıyla beraber gelir.

Yönetim hakkı, hesaplaşma hakkı ve yargı hakkı. Şimdi, yargı hakkı dediğimiz yerde, sonuna kadar savunma hakkının açık olduğu, hiçbir tesirin altında kalmayan hâkimlerin bulunduğu mahkemede oluyor bu. Eğitim hakkı, sağlık hakkı ve geleceği güvenle bakma hakkı. Bunlar haklar, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bunları belirlemiş ama 29 tane maddeyi sıraladıktan sonra 30'uncu madde diyor ki: "Başka hak ve hürriyetleri tahrip için bunları kullanamazsın." Dün hakkın özünden bahsetmiştim, bugün orayı biraz hızlı geçeceğim. "Hakkın özüne dokunamazsın." diyor, 1953'ten sonra bu kavram geliyor. Bağımsız yargı hâkimin kürsüsüdür, vicdanının hür olması gerekiyor.

Kurumlar, Parlamentonun güvenoyuna dayanan hükûmettir. Özgür medyası, özgür üniversitesi, özgür sendikası ve çok partisi. Bunların hangisi işliyor bugün? Hiçbiri, Baroları hallediyorsunuz, parçalıyorsunuz, bunların hepsini işlemez hâle getirdik çok şükür. Demokratik hukuk devleti ve anayasal devlet.

Şimdi, Tanzimat Fermanı'ndan sonra bizim Anayasa tecrübemiz yüz yıldan fazla, bugün gelinen noktada maalesef çöküşe gittiğimizin de hep beraber bugünkü Barolar Birliği'nin bölünmesiyle görüyoruz. Magna Carta'dan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ne kadar olan gelişmelerde, işte bize intikal eden devlette Anayasa'nın 2'nci maddesi devletin niteliği "Türkiye Cumhuriyeti devleti demokrat, laik, sosyal hukuk devletidir." Türkiye Cumhuriyeti, sadece bir hukuk devleti değil, aynı zamanda büyük bir transformasyon ve içinden Osmanlı'dan sonra çıkan -27 tane- bir Türkiye Cumhuriyeti var. Bunun eski devletin devamı olduğunu unutmamak gerekiyor, halk aynı, ülke o devletten kalan ülke ama kurtarılmış bir ülke ve cumhuriyetin getirdiği çağdaş nitelik kadını toplum içerisine sokuyor. İşte bu da cumhuriyete, hukuk devletine çağdaş nitelik kazandırıyor. Hukuk devleti demokrasinin ileri bir safhası, hukuk devletinin zıttı da kaba kuvvet oluyor. Demokrasi çoğunluğun değil, hukukun hakimiyeti demek oluyor ve hukukun üstünlüğünü sağlayan, kanun hakimiyetini tesis eden demokratik bir düzenin varlığı. Hukuk devleti, milletin temsilcileri vasıtasıyla ortaya koyduğu iradenin başka zorluklarla dengelendiği belirli bir demokrasi anlayışını gerektiriyor. Ve işte, hukuk devleti ulusal egemenliğe dayanacak ama devlet biraz önce izah ettiğim halkın özünü tahrip etmeyecek. İşte, bu da eğer hukuk devletidir hâkimler yapsın dediğiniz zaman o zaman hâkimler iktidarı oluyor. İşte doğru yönetimde bu dengeyi kurması gerekiyor.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Evet Sayın Cesur toparlayalım. Son cümleyi alalım.

AYLİN CESUR (Isparta) - Kanunlar yazmışsınız, Anayasa yazmışsınız, kitaplar yazmışsınız, kurumlar kurmuşsunuz yetmiyor. Eğer bu ülkenin insanları kâfi yurttaşlık bilgisine sahip değillerse o zaman işlemiyor. Biz, işte, o bilince sahip olan insanları ve o insanları temsil eden milletvekilleri olarak burada artık bu düzeni sizin bozmanızı durmak için ve o bilinci burada anlatmak için hukuk devletini bir kere daha ben size tekrar etmek istedim.

Son cümlelerim Sayın Başkan. Eğer hukuk devletinin işlemesi isteniyorsa, o ülkenin vatandaşlarının hukuk devletine sahip çıkması gerekiyor. Hukuk devletine sahip çıkma olayında da cumhuriyetin kanunlarının devlete, topluma gelecek bilecek her türlü tehditti göğüsleyecek güçte olduğuna inanmak gerekiyor. Barolar işte bunların iyi işlemesini sağlıyor. Sizin bozmak istediğiniz bu yapı, az önce anlattığım hadise sizin idrak etmediğinizi gösteriyor. İdrak etmemiş ve yönetilemeyen bir Türkiye'de artık insanların kurumlarıyla, sivil toplum örgütleriyle, basınıyla, sendikasıyla, üniversitesiyle özgürleşmesinin sesi olarak biz de burada gecenin bu saatinde size taleplerimizi söylüyoruz.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Teşekkür ediyoruz.

AYLİN CESUR (Isparta) - Ve yarın bu bozmaya çalıştığınız hukuk en çok size lazım olacak diyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Teşekkür ederiz.

Şimdi, İYİ PARTİ'nin 4 ve 5'inci madde ki söz haklarını da bu şeklide kullanmış oldu.

Teşekkür ediyoruz.

AYLİN CESUR (Isparta) - Gasp mı ediyorsunuz Sayın Başkan?

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Gasp değil hakkınızı kullandınız.

AYLİN CESUR (Isparta) - Peki, Teşekkür ederim.