KOMİSYON KONUŞMASI

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Evet, görüşmeler devam ediyorken aslında dışarıda da durum aynı şekilde devam ediyor. Baro başkanlarımız, savunmanın temsilcisi arkadaşlarımız maalesef hâlen duvar dibinde bekletilmeye devam ediliyor. Duvar dibinde bekletilme onlar açısından bir direniş, bir gurur kaynağı, arkadaşlarımız üç gündür gerçekten önemli bir direniş sergiliyor. Hem baro başkanlarımız hem avukat arkadaşlarımız Ankara'da ve diğer illerdeki eylemleriyle, gösterdikleri tepkilerle kendilerine düşen görevi, gerçekten savunmanın önemini, savunma hak mücadelesindeki yerini bir kez daha eylemsellikleriyle gösteriyorlar ama Komisyona düşen kısmıyla, Meclise düşen kısmıyla değerlendirdiğimizde aslında burası açısından bir utanç durumu. Çünkü savunmanın konuşulduğu bir yasa düzenlemesinde avukatlar yok, barolar yok, temsilcileri kabul edilmiyor. Cezaevlerine çevrilmiş bir görüşme odasında, komisyon görüşmeleri kimsenin alınmadığı -niye alınmadığının da açıklanmadığı, hiçbir gerekçe de sunulmadığı- kapalı kapılar ardında sürdürülüyor, tümüyle antidemokratik bir yöntemle bir yasa tartışması yapıyoruz. Gerçekten bu, tarihe bu şekilde, bir utanç vesikası olarak geçecek. Baroların alınmayışı ve kapıda bu şekilde bekletiliyor oluşu, aslında, herhâlde ileride çokça konuşulacak, çokça eleştirilecek bir gün olarak tartışılacak gibi gözüküyor. Bu nedenle, bir kez daha söyleyelim, söylemekten de vazgeçmeyeceğiz: Bu karardan bir an önce vazgeçin ve baro başkanlarımızı, savunmayı bu toplantıya alalım ve arkadaşlarımız sözlerini söylesinler, tartışmayı birlikte yürütelim. Sadece iktidarın istediği tartışmanın yürüdüğü bir ortamda gerçekten doğru kararların çıkması mümkün değil. Bu nedenle, bir kez daha sizden bu konuda talepte bulunuyoruz, baro başkanlarımıza ilişkin.

Şimdi, evet, bir teklif tartışması yürüyor ama bu teklif tartışması gerçekten o kadar çok yönlü bir meselenin parçası ki sadece barolara ilişkin bir hukuksal düzenleme tartışması değil bu aslında. İktidarın çok uzun bir süredir uyguladığı, aslında on sekiz yıldır bir kısmıyla ama özellikle son süreçlerde, 2015'ten sonra daha da yoğunlaşan, 2016'dan sonra OHAL süreciyle birlikte hızını daha da artırdığı baskıcı, otoriter bir sistemi kurma, faşizan bir yöntemle ülkeyi -topyekûn- yönetme mekanizmalarının ayaklarından bir tanesi aslında bu. Bunları diğer meselelerden hiç ayrı görmüyoruz. Hani, sadece bir baro meselesi, "Yargıyla ilgili sorunlar var, bunları düzenleyeceğiz." meselesi olmadığını hepimiz biliyoruz aslında.

Tam bu tartışma yapılırken mesela, neleri tartışıyorsunuz bir yandan? Kadınlar için hayati önemde olan, LGBTİ+'lar için hayati önemde olan, kız çocukları için hayati önemde olan İstanbul Sözleşmesi'nin imzasının geri çekilmesini tartışıyorsunuz. Bu, kadınlara yönelik bir saldırı dalgasının, kadın düşmanı politikaların diğer bir parçası. Zaten kadınlara yönelik tüm kazanımlara ilişkin uzun bir zamandır tırpanlama, geri çekme, yasal olarak geri çekmeye çalışma, mümkün olmadıysa, yasal olarak geri çekilemiyorsa fiilî olarak engellemelerle geri çekme üzerinden bir siyaset üretiyorsunuz. Erkek egemenliğini yücelten, erkek yargıyı daha da etkin hâle getiren, kadınların makbul kadınlar olarak dört duvar arasına sıkıştırıldığı bir toplumsal yapıyı uzun zamandır oluşturmaya çalışıyorsunuz. "Toplumsal cinsiyet" kelimesini ortadan kaldıran, bu yaklaşımı, bu perspektifi artık uygulamayacağını söyleyen bir yaklaşımla, aslında, kadınların hayatını yeniden daha fazla -elbette ki kadınların hayatları hiçbir zaman kolay olmadı ama- cehenneme çevirmeye çok gönüllüsünüz anlaşılan.

Sadece kadınlar meselesi değil, İnfaz Yasası çıkardınız, ayrımcı, eşitsiz bir İnfaz Yasası'ydı bu. Cezaevlerinde insanları siyasi görüşlerine göre ayırdınız. Anayasal temel ilkeleri çiğnediniz ve bu çiğnemeyle birlikte, bir kısım mahpusu ölümle baş başa bıraktınız; bir kısmını, kendi beğendiklerinizi, yandaş olduklarınızı, çıkmasında kendiniz açısından bir sakınca görmediklerinizi tahliye ettiniz ama siyasi mahpusları, siyasi rehineleri içeride ölümle karşı karşıya bırakmaya devam ettiniz. Hâlen cezaevlerinden ölüm haberleri geliyor ya da ölümü netleşince insanlar cezaevlerinden bırakılıyor. O ölüm gerçekleşmediği sürece ya da bunun netliği olmadığı sürece cezaevinde hasta mahpusları tutmaya devam ediyorsunuz. Kanser olan, çok ağır koşullarda tedavi görmesi gereken hastaları maalesef, cezaevlerinde ölümle karşı karşıya bırakıyorsunuz. Bu da yetmedi, bu yaptığınız İnfaz Yasası'yla birlikte cezaevlerini âdeta bir işkence merkezine dönüştürdünüz. Kötü muamelenin haddi hesabı yok, saldırının haddi hesabı yok. Getirdiğiniz keyfî disiplin cezalarıyla insanların şartlı salıverilmeleri yakılıyor ve insanların, çıkması gerektiği, tahliye olması gerektiği tarihte değil, çok daha sonra maalesef, tahliyeleri gerçekleşiyor; bu da eğer ölmedilerse tabii -bu arada cezaevlerinde ölümün yolunu açtığınız için de- ölüm gerçekleşmediyse ancak tahliye olabiliyor.

Somut sayılara göre -ki bu hızla artmaya devam ediyor- 400'e yakın mahpusun şartlı salıverilme koşulları disiplin cezaları nedeniyle kaldırılmış, aldıkları tüm cezaların şartlı salıverilmeyi yakması isteniyor. Neden? Çünkü cezaevlerinde haklarını uyguladıkları için. Cezaevi idaresinin uyguladığı baskı politikalarına karşı direndikleri için disiplin cezaları verildi ve bundan dolayı da şartlı salıverilme süreleri yakıldı. Cezaevlerine yönelik bir saldırı dalgasını politik olarak önünüze koyduğunuzu ve buradan yürüdüğünüzü biliyoruz.

İşçiler için kıdem tazminatını ortadan kaldırmaya çalışan bir yasal düzenleme getirmek istiyorsunuz. Sadece kıdem tazminatını kaldırmak değil, belirli iş sözleşmelerini getirerek yani belirsiz iş sözleşmelerini ortadan kaldırarak işçilerin iş güvencesini ortadan kaldırmaya çalışıyorsunuz. İşçileri esnek, güvencesiz ve düşük ücretlerde çalışmaya zorlayacak bir yasal düzenleme yapıyorsunuz. Zaten hep sermayeden yanaydınız, işçiden, emekçiden yana değildiniz. Pandemi günlerini fırsat bilerek uzun yıllardır uğraştığınız ama bir türlü kaldıramadığınız kıdem tazminatını şimdi, yeniden ortadan kaldırmanın yasal çalışmalarını yapmaya çalışıyorsunuz. Saldırı dalgalarınızın her birini bir yasal kılıfa büründürerek buradan halkı daha fazla yoksullaştırmaya çalışıyorsunuz. Yetmiyor, saldırı dalganızın bir başka parçası sosyal medyayı tümüyle ortadan kaldırma, denetlemeye çalışma hikâyeniz... İstediğiniz tabii ki şu: Sizin yandaş medyalarınız dışında, yandaş kanallarınızın dışında bir ses çıkmasın, muhalefetin sesi kesilsin, muhalefetin birbiriyle iletişim araçları olan sosyal medya dünyasını bile ortadan kaldırmaya çalışıyorsunuz çünkü çok uzun bir süredir basına yönelik baskılarınız hiç bitmedi, sürekli basına ilişkin gözaltılar, tutuklamalar, yayın kapatmalar, RTÜK tarafından verilen cezalar, para cezaları, ilan verme haklarının ortadan kaldırılması, basın kurumlarının, binaların basılması, talan edilmesi, işlerini yürütebilmek için gerekli olan bütün malzemeye el konulması gibi çeşitli yöntemlerle basını zaten susturmaya çalışıyordunuz ama bunda başarılı olamadınız. Ne yaparsınız yapın şu gerçeklik ortaya çıktı: İstediğiniz kadar yandaş medyaya kendi propagandanızı yapın, AKP'ye oy verenler bile sizin kanallarınızı değil, muhalif olanların kanallarını izliyor, zira sizin gerçeği söylemediğinizi aslında onlar da çok iyi biliyor. Bu da yetmedi, Bekçi Yasası'nı getirdiniz. Toplumu mahalle mahalle, ev ev kontrol etmek adına, toplumsal muhalefeti yaşadığı yerde önceden önünü kesmek adına, insanların hayat biçimlerine, kadınların, LGBT+'ların hayat biçimine müdahale etme hakkını kendinizde görerek bekçilerle, bunu da toplumsal olarak mahallelerden, evlerden başlayan bir denetim mekanizması kurdunuz.

Güvenlik soruşturmasını yeniden getirdiniz, komisyonlardan geçirdiniz; insanları açlığa, ölüme işsizlik yoluyla mahkûm etmeye devam ediyorsunuz.

Yine, kayyumlarla, kayyum politikalarınız devam ediyor. Halkın iradesine, seçilmişleri görevden alarak el koyuyorsunuz, "Ben seçim falan takmam, eğer ben seçilmediysem o seçimi tanımam. Yerine atarım kayyumları ve istediğim gibi yönetirim." diyorsunuz ve siyasilere yönelik, toplumsal muhalefete yönelik siyasi rehin alma operasyonlarınız devam ediyor. Ağzını açanı, siyasete ilişkin görüş bildireni ya da işkence sorunlarını dile getiren her insanı siyasi rehin operasyonlarıyla gözaltına alıyorsunuz, tutukluyorsunuz ve diyorsunuz ki "Konuşan olursa sizi de aynı şekilde cezaevlerine tıkarım." KHK'yle binlerce insanı sessiz bir ölüme mahkûm ettiniz. Yıllarca eğitim almış, çalışmış, çok fazla deneyimden geçen birçok insanın mesleğini elinden aldınız, işten attınız, aç sefil koşullarda yaşamak zorunda bıraktınız ve onları aslında ölüme mahkûm ettiniz; hiçbir yargı yolu falan da açmadınız, tam tersine yargı yolunu kesmek için "soruşturma komisyonları" adı altında bir kurum açıp aslında etkili bir yargıya ulaşma mekanizmasının önünü de kestiniz.

İnsan hakları örgütlerine müdahale ediyorsunuz, onlara gözdağı veriyorsunuz. İnsan hakları örgütlerine yönelik operasyonlar yaparak seslerini çıkarmamasını sağlamaya çalışıyorsunuz. Aslında tüm bunlara bütünlüklü olarak baktığınızda, tek adam rejiminizin oturması için, tek adam rejiminizin kurumsallaşması için önümüze getirdiğiniz yasal düzenlemelerinin ayrı ayrı parçaları; kimisini fiilî olarak uyguladığınız, kimisini yargı eliyle, yargıyı kontrol ederek uyguladığınız, kimisini de yasal düzenlemelerle uyguladığınız, tek tek gibi gözüken aslında bütünlüklü siyasetinizin sonuçları olan uygulamalar. Bugün getirdiğiniz avukatlara ve barolara ilişkin yasa da aslında yargıyı sessizleştirme operasyonunun avukatlara yönelik ayağını oluşturan kısmı oluyor. Ne kadar güzel sözlerle açıklasanız da "Avukatların sorunları..." deseniz de "Barolarda yaşanan sıkıntılar..." deseniz de -ki biz, evet, barolarda birçok sorun olduğunu da biliyoruz, avukatların sıkıntılarını da biliyoruz, yargıdaki sorunları da biliyoruz ama sizin derdinizin bu olmadığını da biliyoruz- sizin derdiniz bu sorunları çözmek değil, kendinize itaat eden bir avukat ve savunma yaratmak istiyorsunuz, barolar yaratmak istiyorsunuz. Bu nedenle de bu yasal düzenlemeyi önümüze getirdiniz. İtaat edecek bir yapı çünkü zaten yargının iki ayağını maalesef talimatlarınızla yürütüyorsunuz. Bütün ülkenin baskı altına alınmasının en büyük aracı mahkemeler oldu, savcılıklar oldu. Operasyonel işlerinizle insanları bu şekilde susturuyorsunuz, şimdi sıra avukatlarda. Diyorsunuz ki: "Bu avukatların sesi çok fazla çıkıyor. Benim, hukuka, yasaya, demokrasiye aykırı bütün işlerimi teşhir ediyorlar, bunun önünde duruyorlar, halkın yanında duruyorlar, haklının yanında duruyorlar. İşkenceye karşı duruyorlar, katliamlara karşı duruyorlar. Beni teşhir ediyorlar, yaptıklarımı deşifre ediyorlar. O zaman, benim, avukatları savunmayı susturmam gerekiyor." ve buna bağlı olarak da bu yasal düzenlemeyi getiriyorsunuz.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Teşekkür ediyoruz.

ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Son cümlemi de bağlayacağım.

Bütün bunları -dediğim gibi- bunlar için yapıyorsunuz ama gerçekten ülkeyi bir karanlığa sürüklüyorsunuz. Kendi iktidarınız için bunu yapıyorsunuz, geri dönülmez bir noktaya götürüyorsunuz bu ülkeyi. Birazcık bile gerçekten bu ülkeyi düşünüyorsanız -birazcık bile diyorum, çok fazla da demiyorum- bir miktar bile eğer bu halkı düşünüyorsanız, bu ülkeyi düşünüyorsanız bunlardan artık vazgeçin. Bu ülkede gerçekten barışın, demokrasinin, özgürlüklerin olduğu bir ülke yaratalım. Hep birlikte yeniden, bu düzenlemeleri geri çekerek yeni, gerçekten haklının yanında olan yasal düzenlemelerle yeni bir sistem yaratılması gerekir diyorum.