| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekilleri Denizli Milletvekili Cahit Özkan, Çanakkale Milletvekili Bülent Turan, Tokat Milletvekili Özlem Zengin, Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekilleri Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül, Manisa Milletvekili Erkan Akçay ile 182 Milletvekilinin Avukatlık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2999) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 04 .07.2020 |
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Herkese iyi akşamlar diliyorum.
Üç gündüz üç gecedir Anayasa'ya ve uluslararası sözleşmelere aykırı olan bir kanun teklifini, Sağlık Bakanlığı tarafından Meclis pandemi açısından yüksek riskli alan ilan edilmişken ağır pandemi koşullarında görüşmeye devam ediyoruz. Halkın hiçbir yararına olmayan, toplumun hiçbir yararına olmayan ve hiçbir acelesi olmayan bu yasayı bu koşullarda görüşmemizin aslında iktidarın içerisinde olduğu yönetememe krizinin bir yansıması olarak da okuyabiliriz.
Evet, AKP, ülkeyi yönetemiyor; bu, çok açık ve net, bu bugüne dair bir şey de değil. Aslında 7 Haziran 2015 tarihinden beri ülkeyi yönetemiyor ve 7 Haziran 2015 tarihinden beri de sistematik olarak aslında bu ülkedeki temel hak ve özgürlükleri yok ederek iktidarda kalmaya, iktidarda tutunmaya çalışıyor. Bunu nasıl yapıyor? Çok çeşitli yöntemleri var. Artık bunları burada söylemekten gerçekten bıktık ama şunu çok iyi biliyoruz ki bu yönetememe krizinin en nihayetinde vardığı yerin sonucu aslında bir faşizm; evet, bu, çok açık ve net.
Bugün "tek adam rejimi" dediğimiz şeyin kendisi hiçbir demokratik teamülü dikkate almayan, demokratik kitle örgütlerini, toplumu, çoğulcu bir toplum yapısını istemeyen, bütün toplumsal kesimlerin kendisine biat etmesini isteyen tek sesli bir Türkiye yaratmak istiyor, bu çok açık ve net. Şimdi, bu tek sesli Türkiye'nin önünde engeller var, en büyük engel kim? Demokratik kitle örgütleri ve kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütleri. Yani barolar, yani Tabipler Birliği, yani mimar ve mühendis odalarının kendisi... Eğer bunları ortadan kaldırırsanız birkaç şeyi başarmış olacaksınız.
Birincisi, siz demokratik topluma karşı bir süreç yürütüyorsunuz ve bu demokratik topluma karşı yürüttüğünüz sürecin eleştirilmesini, bunun karşısında söz söylenmesini istemiyorsunuz. Şimdi, barolar bunu yapmıyorlar işte siz bir açıklama yapıyorsunuz, barolar çıkıyor bir açıklama yapıyor; hukuksuz bir iş yapıyorsunuz, barolar görüş belirtiyor; hukuksuz imar planı çıkarıyorsunuz, ÇED raporları düzenliyorsunuz, doğayı katlediyorsunuz, Salda Gölü'nü ortadan kaldırıyorsunuz, Hasankeyf'i sular altında bıraktınız, Karadeniz'de barajlar yapıp bütün dereleri kuruttunuz; e bunun karşısında odalar rapor hazırlıyorlar alternatif görüşler oluşturuyorlar ve sürece müdahil oluyorlar. E bunlar sizi rahatsız ediyor, niye? Çünkü siz arkanıza aldığınız bir avuç sermayeyle beraber halka sürekli ama sürekli olarak bir manipülasyon yapıyorsunuz. Örneğin dereleri kurutuyorsunuz can suyunu bile derelerden bırakmıyorsunuz, Karadeniz'in o canım derelerini mahvettiniz ama gidip ne diyorsunuz? "Biz istihdam alanı yaratacağız." diyorsunuz. Oysaki o köylü zaten o ormanda istihdam ediliyor, zaten orada yetiştirdiği hayvansal ürünle yaşamını idame ettiriyor ama sizin politikalarınız sonucunda ne oluyor? Sizin politikalarınız sonucunda, en nihayetinde bu insanlar topraklarından, köylerinden, yaşam alanlarından kopuyorlar ve ne oluyorlar? Ucuz işçi oluyorlar ve ucuz işçi olarak da gidiyorlar şehirlerde sizin o sırtınızı dayadığınız sermaye kesimlerine ücretli kölelik yapmak zorunda kalıyorlar.
Şimdi, bütün bunların karşısında tabii ki direnen bir toplum var. İşte Havva ana diyordu ya: "Devlet kimdir? Devlet benim." diyordu. Evet, işte siz bu sesi kısmak istiyorsunuz. Aslında devletin kendisi olduğunu fark eden toplumsal hayatı yok etmek istiyorsunuz, devletin kendisi üzerinden varlığının meşrulaştığını gören halkı yok etmek istiyorsunuz ve siz meşruiyetinizi halktan, demokratik bir hukuk sisteminden, evrensel hukuktan değil aslında yasalar eliyle çıkardığınız zordan devşirmek istiyorsunuz. Evet, çünkü artık bir rıza üretemiyorsunuz; rızayı zora dayandırdınız ve 7 Haziran 2015 tarihinden beri de bu rızayı üretmek için başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye'nin en temel sorunlarını manipüle ediyorsunuz, dezenforme ediyorsunuz ve bu sorunları aslında istismar ederek kullanıyorsunuz. Niçin? İktidarda kalmak için.
Bakın, 2013-2015 yılları arasında bu ülkede çözüm ve barış süreci oldu ve bu ülkede herkes umutluydu; Kürt sorunu çözülecekti, insanlar ölmeyecekti, kan akmayacaktı ve bu ülkenin kaynakları bu ülkenin çocuklarının geleceği için bu ülkenin yatırımına dönüşecekti. Ama siz şunu gördünüz; baktınız ki barış sürecinde sizin iktidarınız sallanıyor, siz barış söyleminin arkasında kitleleri konsolide edemiyorsunuz ve sizin politikalarınız kabul görmüyor, o zaman ne dediniz? "Savaş, savaş, savaş!" Ve o gün bugündür de toplumun bütün direnen kesimlerine karşı amansız bir savaş yürütüyorsunuz ve bu savaşı da durdurmaya niyetiniz yok. Neden? Çünkü durduğunuz gün iktidardan düştüğünüz gün olacak, durduğunuz gün bu halkın size destek vermediği gün olacak değerli arkadaşlar.
Şimdi, barolara gelecek olursak değerli arkadaşlar, ne diyorsunuz? "Biz baroları demokratikleştireceğiz, barolarda temsilde adalet yok." diyorsunuz. Çok iyi, kulağa da çok güzel geliyor, gerçekten insanın inanası geliyor ama hiç mi aynaya bakmıyorsunuz? Ya siz şu anda bizim 65 belediyemizin 45'ine kayyum atamış bir Hükûmetsiniz. Siz kim demokrasi kim! Siz kim insan hakları kim! Siz kim seçme seçilme hakkı kim! Siz kim yurttaşlık hakkı kim! Buna dönüp bakıyor musunuz? 45 belediyeye kayyum atayan bir Hükûmetin baroları demokratikleştirme ihtimali olabilir mi? Olamaz. Olsa olsa ne olur biliyor musunuz? Bakın, sizin bu söyleminiz neye benziyor? Saddam Hüseyin diktatördü, o, Amerika'nın bir oyunuydu, Amerika'nın oyuncağıydı, İran'a karşı kullanıldı, Kuveyt'in üzerine salındı, halkına yapmadığı zulüm kalmadı ama ne zamanki ABD'nin Orta Doğu'ya girmesi ve Orta Doğu'da savaş çıkarması gerekiyordu, düşman ilan edildi ve ABD ne dedi? "Ben Orta Doğu'ya demokrasi götüreceğim. Irak'ta demokrasi yok." dedi. Peki Irak'a demokrasi gitti mi? Hayır. Irak, o gündür bugündür kan içinde, gözyaşı içinde inim inim inliyor ama demokrasi götürüyorlardı.
Bütün diktatörlükler, bütün faşist uygulamalara sahip ülkeler kafasının arkasında yeni bir nizam, yeni bir devlet, yeni bir sistem kurmak isteyen herkes, her yapı aslında en demokratik, en ilerici kavramların arkasına sığınır. Örneğin "barış" der ama aslında savaş çıkarır. "Demokrasi" der ama ülkedeki bütün demokratik olanakları, bütün demokratik mekanizmaları yok eder. "İnsan sevgisi" der ama o ülkede kadına yönelik şiddet, çocuğa yönelik şiddet, kadına ve çocuğa yönelik istismar alır başını gider. "En büyük yeşilliği biz yaptık, biz Türkiye'yi yemyeşil yaptık." der ama bu ülkede nereye baksanız sadece beton görürsünüz. O ülkede siz bunu, bu ülkeyi Türkiye diye de anlayın ve şu anda yaşadığımız da budur. Bütün kaynaklarımız, bizim ödediğimiz vergiler AKP iktidarı sayesinde bir belediyenin döktüğü öbür belediyenin kaldırdığı kaldırımlara gömülüyor, kaldırımlara. Bu ülkenin çocukları okula gidemiyor, bakın pandemi sürecinde bilgisayarı yok, ders çalışamıyor ama ne yapıyorsunuz? İtibardan tasarruf etmiyorsunuz, bir değil, yüzlerce saray yapıyorsunuz. Sizi taklit eden valileriniz de saraycıklar yapıyorlar milyon dolarlara; kendi bütçeleri yetmiyor gidip özel idarelerdeki köy bütçelerine el koyuyorlar ve onlarla saray inşa ediyorlar.
Şimdi, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu yasayla ne olacak biliyor musunuz? Cübbelere amblem basacaksınız A barosu, B barosu. Gidecek hâkimin karşısına. Hâkim zaten AKP'li, gençlik kollarından geliyor, hepsi 25-26 yaşında. "A, bu muhalif bir barodan geliyor, bas cezayı." diyecek. Bir, iki, üç, sonra ne olacak? Ya, müvekkil diyecek ki: "Arkadaşım, o avukata hiç gitme, vallahi onun kazandığı dava yoktur." Ve o avukat ekmeksiz kalacak. Bu sırada ne olacak? Sizin teşkilatlarınızla çalışan avukatlar basacaklar parayı, artık kutular da yetmeyecek nerede saklayacaklar onu da bilemiyorum.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sayın Koçyiğit, tamamlayalım. Süre doldu.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Sayın Başkan, son, toparlıyorum. Hemen bitireceğim.
Şimdi, bir husus daha var, altını çizmekte fayda var. Örneğin, niçin 2 bin rakamını tercih ettiniz? Niye 3 bin değil, niye 5 bin değil, niye 7 bin değil? Çünkü siz İstanbul Barosunda asgari 2 bin ve küsur oy alıyorsunuz. Ve sizin asıl amacınız İstanbul, Ankara ve İzmir Barolarını bölüp hiçbir zaman elde edemediğiniz o barolara bir alternatif ortaya çıkarmak. İkinci amacınız ne? Son olarak bunu söyleyip bitireyim Sayın Başkan. Hani, Sayın Tayyip Erdoğan hep ne diyordu? "Ya, şimdi ben belediyeye gelmişim ya da kabineye gelmişim. E, arkadaşım ekibimle gelip çalışacağım." diyordu değil mi? "Ekibimi getireceğim. Şimdi bürokrasi bana ayak bağı oluyor." diyordu. İyi, eyvallah. Peki, siz nispi temsille baro yönetimlerini birbirine benzemez 7 kişiden oluşturduğunuzda o baro nasıl karar alacak? Şu anda sizin İstanbul ve Ankara Belediye Meclislerindeki yaptığınız uygulamaların aynısı olmayacak mı? Belediye borçlanmak istiyor, sizin belediye meclis üyeleriniz ne diyor? "Yetki yok." diyor. Ya da halkın yararına bir şey yapmak istiyor. Sizin belediye meclis üyeleriniz "Hayır." diyor. Niye? Çünkü partizanca düşünüyor halkı düşünmüyor ki. Avukatlarınız da aynısını yapacaklar ve o baro yönetimleri karar alamayacak, avukatların sorununa çözüm oluşturamayacak ve ne yazık ki mesleğin itibarı düşecek, mesleki dezenformasyon artacak ve bu ülkede hukuk tarihi açısından bir garabet yaşanacak diyorum.
Teşekkür ediyorum.