KOMİSYON KONUŞMASI

AYHAN ALTINTAŞ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Üniversite hocası olduğum için üniversite eğitiminden biraz bahsetmek istiyorum, oradan da hukuk eğitimine geçiş yapacağım. İlk olarak şu soruyu soralım: Neden ilk 100'e giren üniversitemiz yok? Şimdi, bu konuda söz söylemek için hakkım var mı? On yıl kadar dünyanın çeşitli ülkelerinde, Amerika, Almanya, Japonya ve Avusturalya'da ilk 100'e girmiş, bazen ilk 200'e girmiş üniversitelerde çalıştığım için burada birkaç cümle etmeyi kendimde hak görüyorum. Şimdi, Türkiye'deki üniversiteler nitelik odaklı değil, nicelik odaklı. İnsana yatırım az, binaya yatırım çok.

Rektörlerden başlayalım, rektörler sorumluluk almıyorlar. Ben, bir keresinde üniversitemi temsilen YÖK'e gittim, beklentim şuydu: Üniversite rektörleri YÖK Başkanlığını bayağı sıygaya çekecekler, "Niye bize yetki vermiyorsunuz, niye elimizi kolumuzu bağlıyorsunuz?" diyecekler sanıyordum, tam tersi oldu. Rektörler "Efendim, bunu niye bize soruyorsunuz? YÖK bize talimat versin, biz yapalım." hepsi bu hava içindeydi. Bu şekilde üniversiteler yönetilmez, dünyada da böyle bir yönetim yok maalesef. Dolayısıyla, bu birinci konu.

Amerika, kapitalist bir ülke ama orada hocalar özgür. Nereden biliyoruz hocaların özgür olduğunu? Çünkü "Tenure" sistemi var, "Tenure" ne demek, kalıcı iş taahhüdü. Yani, hocayı hiç kimse görevinden atamaz, hocanın işi garantidir. Kapitalist bir ülkede bu sağlanmıştır, hem eyalet üniversitelerinde hem de vakıf üniversitelerinde. Bunun sebebi nedir? Sebebi özgür düşüncedir. Özgür düşüncenin olmadığı yerde bilimsel gelişme olmaz, iyi üniversiteler de bulunamaz. Dolayısıyla, iyi üniversite sahibi olmak istiyorsak özgür düşünceyi desteklemeliyiz. Ama şunu da söyleyeyim burada bu kadar hukukçu var yanlış anlaşılmasın, ben demokrasiye çok bağlı bir insanım ama üniversitelerde demokrasi de iyi çalışmaz. Buradan şunu kastediyorum: Siz, bir hocayı profesör yapacaksınız, 5 tane değerlendirme mektubu aldınız, 4 tanesi çok iyi ama 1 tanesinde öyle bir şey söyleniyor ki hocanın yaptığı yanlışları ayan beyan söylüyor örneğin, o zaman siz o hocayı profesör yapmazsınız yani orada "4 olumlu, 1 olumsuz" demezsiniz. Maalesef hukukçularımız -üniversiteden ben bunu biliyorum- bunu böyle yorumlamıyorlar ama dünyada bu böyle değildir; kalite her şeyin üstünde gelir, nitelik, liyakat her şeyin üstünde gelir. Eğitimin niteliğini ölçmek çok zordur çünkü eğitimin sonucu üç beş yıldan önce alınmaz. Maalesef Türkiye'de, bu, çok dejenere edildi. Açılan üniversiteler, bir yıl içinde "Dünyanın şöyle en iyi üniversitesiyiz, böyle en iyi üniversitesiyiz." diye reklam yapmaya başladılar. Bunu ölçecek bir kriter yok. Üniversitenin en iyi ölçülmesi mezun verdikten sonra, en az üç yıl geçtikten sonradır, ondan önce o üniversiteyi ölçüp tartamazsınız.

Şimdi, biraz hukuk konusuna gelecek olursak, tıp, hukuk, mimarlık ve bazı mühendislikler esasen bir bilim dalı veya program değildir, onlar bir meslek eğitimidir. Meslek eğitimi dediğimiz zaman yani öğrenci bitirdiği zaman kendi başına iş kurabilecek bir imkâna sahiptir, bu, her bilim dalında yoktur. Sosyolojiyi bitirdikten sonra nasıl bir iş kuracaksınız, o bir programdır ama hukuku bitirdikten sonra avukatlık yapabilirsiniz. Mesleki ve profesyonel eğitimi en kolay veren ülkelerden birisi Türkiye'dir maalesef. Yani üniversiteden diplomayı aldıktan sonra neredeyse hemen duvara tabelayı asıp iş yeri açabiliyorsunuz. Bu, dünyada yok arkadaşlar, ayrıca süresi de kısa Türkiye'de. Amerika'da tıp eğitimi dört yıllık lisans eğitiminin üstünedir, bir dört yıl daha sekiz yıldır, hukuk keza öyle, mimarlık en az beş yıldır, beş yıldan az değildir ve bu okullardan mezun olunca mesleğe hemen giremezsiniz, meslek örgütleri kendi standartlarını kendileri belirlerler. Amerika'da yine her eyaletin kendi barosu vardır ve 1 tane barosu vardır, çoklu baro yoktur ama her eyalette farklı baro vardır ve her eyaletin barosu kendi sınavını kendisi yapar, avukatlık demek, baro sınavını geçmek demektir dolayısıyla barolar çok önemlidir. Sonuçta herkes bilir ki mesleğin bir imtiyazı vardır ve bu imtiyaz herkese kolayca verilmez.

OTURUM BAŞKANI GÜLAY SAMANCI - Ayhan Bey, toparlayabilirseniz artık yavaş yavaş...

AYHAN ALTINTAŞ (Ankara) - Toparlıyorum.

Bu mesleğe giriş sınavının hükûmetle, devletle de bir ilişkisi yoktur. Japonya'da belki barolar için bir merkezî sınav varmış ama bu sınav da mesleğe giriş sınavı değil, bu sınav mesleğe girmek için bir eğitim daha almak imkânını sağlayan bir sınavmış. Dolayısıyla o eğitimi aldıktan sonra tekrar sınava giriyorsunuz.

Şimdi bu yasaya ben iki sebepten karşıyım: Bir: Esastan karşıyım. Çünkü bu, açıkça baroları muhalif gördüğü için Hükûmetin bir müdahalesidir; bu esastan. Ama usulden de karşıyım çünkü usul olarak, siz bir kamu tüzel kişiliğine sahip bir kurumu bölüyorsunuz. Ya, kamu tüzel kişiliği farklı farklı bölünmez. Hep örnekler verildi.

OTURUM BAŞKANI GÜLAY SAMANCI - Ayhan Bey, rica ediyorum, lütfen...

AYHAN ALTINTAŞ (Ankara) - Tamamlıyorum.

Dolayısıyla bu yasayla bu sorunların hiçbiri çözülmez, sadece barolar sizin olur. Belki kaleyi fethedersiniz ama yanmış yıkılmış bir kale elde edersiniz, o da kısa vadede zafer gibi görünebilir ama çocuklarınız, torunlarınız hep kaybeder.

Saygılarımla.