KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli yöneticileri; hepinize iyi akşamlar diliyorum.

Salıdan beri konuyu tartışıyoruz enine boyuna. Ne çok değerli Hocamız Cevdet Erdöl bizi ikna edebildi ne de biz onu ikna edebiliyoruz ne yazık ki ama -bu konudaki düşüncelerimizi- yine de tarihe bir not düşmek açısından hem vicdani hem de ahlaki olarak üzerimize büyük bir sorumluluk ve görev düşüyor. Aytuğ Atıcı Hocam dünkü konuşmalarında, bugünkü konuşmalarında da söyledi. Genel Kurul aşamasında Sağlık Bakanlığının da onayını alarak ve onların da görüşleriyle birlikte bu madde geri çekildi ama bugün tekrar karşımıza geldi. Tabii, bu klasik bir uygulama. Dört yıllık AKP Hükûmeti döneminde bu geriye çekmeler, tekrar getirmeler; tekrar önergelerle, yönetmeliklerle değiştirmek gibi alışkanlıklar devam ediyor. Ümit ederiz ki önümüzdeki dönemde bu alışkanlıklar devam etmez.

Ben merak ettim, Genel Kurul aşamasındaki maddenin gerekçesine baktım. Maddenin gerekçesi aynen şöyle: "Madde ile sağlık bilimleri alanına odaklanmış Türkiye Sağlık Bilimleri Üniversitesi adıyla yeni bir devlet üniversitesi kurulması amaçlanmış, üniversitenin kurulan fakülte ve enstitülerine yer verilmiş, üniversitenin yönetim organı arasına mütevelli heyet eklenerek daha etkin bir şekilde çalışması amaçlanmıştır." diyor ve bir paragrafla birlikte devam ediyor ama oradan geri çekildikten sonra daha genişletilmiş bir hâliyle karşımıza çıktı. Bir önceki gelen teklifte tıp fakültesi, sağlık bilimleri fakültesi ve sağlık bilimleri enstitüsünden oluşmaktaydı ama yeni gelen bu teklifte hemşirelik fakültesi, yaşam bilimleri fakültesi, sağlık hizmetleri meslek yüksekokulu da buna ilave edilmiştir. Doğru mudur Hocam? Bunlar da ilave edilmiştir. Şimdi, neden ilave edildi, niçin ilave edildi? Tabii ki bunların gerekçelerini çok fazla bilemiyoruz ama genel anlamda, şu iki günlük konuşmalarda anladığımız şu: Sağlık Bakanlığı diyor ki: "Ülkemizde hem bir hekim açığı var, ikincisi, bir de biz üniversite öğretim üyelerine, profesör, doçent, yardımcı doçent, o birtakım unvanları alsalar bile o kadroları veremediğimiz için haklı olarak bir ekonomik mağduriyet söz konusu. Bu düzenlemeyle onlardan kurtulacağız ve hekim arkadaşların bu mağduriyeti giderilecektir." Aslında Aytuğ Atıcı Hocam çok açık ve net bir şekilde söyledi. "Bütün bu mağduriyetleri giderecek formül var ama bu düzenlemeye gerek yok." dedi ve formülünü de burada açıkladı ama her ne hikmetse hem Hükûmet hem de teklifi veren arkadaşlarımız bu ısrarlarına devam ediyorlar.

Şimdi, bir defa şunu söylemek gerekir: Türkiye'de hekim açığı var mıdır, yok mudur? Buna katılmıyorum, Türkiye'de hekim açığının olmadığını düşünüyorum. Çünkü, şuradan kaynaklanıyor: Türkiye'de hekim açığı varmış duygusu özellikle yaratılıyor. Zaman zaman Sağlık Bakanlığımızın Yunanistan'dan, Azerbaycan'dan ve çeşitli Türk cumhuriyetlerinden öğretim üyelerini ve akademisyenleri, hekimleri transfer edeceklerini ve getirdiklerini de görüyoruz ama Sağlık Bakanlığının sağlık alanını piyasalaştıran ve buna uygun olarak yurttaşlarımızın her geçen gün artan sayıda sağlık hizmetlerine başvurmasını kışkırtan Sağlıkta Dönüşüm Programı'dır esas olarak. Bugün sağlık göstergeleri açısından en iyi değerlere ve yaşlı bir nüfusa sahip olan İsveç'te insanlar yılda 3 kez hekime başvururken Türkiye'de sürekli bir salgın hastalık yaşanıyormuşçasına insanlarımız yılda 8, 9, 10 kez hekime başvurmaktadır.

Hükûmet 2002'de -iktidara geldiğinizde Sayın Hocam- hekime gitme yılda ortalama 3 kez, 4 kez ve 5 kezdi. Başvuru sayısını 2 katından fazla artırmakla övünüyorsunuz sürekli Hocam, diyorsunuz ki: "Türkiye'de hekime gitme sayısı artmıştır." Ve bunu da büyük bir başarı öyküsü olarak anlatıyorsunuz."

AYTUĞ ATICI (Mersin) - Hasta etti milleti.

MUSA ÇAM (İzmir) - Milleti hasta ettiniz, hakikaten hasta ettiniz.

BAŞKAN - O zaman parasıyla gidiyordu, şimdi sosyal güvenlik şemsiyesinden gidiyor, ondan oluyor bu. Herkes biliyor bunu yani. Cebinden gidiyordu.

MUSA ÇAM (İzmir) - Dolayısıyla, insanlar bu rekor kırar düzeye geldiler ve siz de bununla övünüyorsunuz, diyorsunuz ki: "Hekime gitme sayısı arttı." Ama gelişmiş ülkelerde bunun 5, 6'yı geçmediği açık ve net bir şekilde, OECD verileri de, rakamları da önümüzde. İnsanlarımızın daha fazla hekime başvurma oranlarını da sanki daha sağlıklı bir alanmış gibi gösteriyorsunuz ve böyle sunuyorsunuz.

YÖK ve Bakanlık tarafından hazırlanan, Şubat 2014'te yayımlanan Türkiye'de Sağlık Eğitimi ve Sağlık İnsan Gücü Durum Raporu'na göre 2013 yılı içinde yeni kurulanlarla birlikte tıp fakültesi sayısı yaklaşık olarak 86'ya ulaşmış durumdadır. Bunların 73'ünde tıp doktorluğu, 60'ında tıpta uzmanlık eğitimi verilmekte, ayrıca Sağlık Bakanlığına bağlı 59 eğitim ve araştırma hastanesinde de tıpta uzmanlık eğitimi verilmektedir. Doğru mudur Hocam?

CEVDET ERDÖL (Ankara) - Doğru.

MUSA ÇAM (İzmir) - 59.

Ülkemizde 2014 yılı sonu itibarıyla 130 bin hekim bulunmaktadır. Türk Tabipleri Birliği temsilcisi, doğru mudur rakam? 130 bin civarında hekim bulunmakta. 2012-2013 eğitim ve öğretim yılında tıp fakültelerine ayrılan öğrenci kontenjanı 9.511 civarında. Toplam tıp öğrencisi sayısı ise 51.445 ve hatta 60 bine merdiven dayamış durumda. Üstelik tıp fakültesi öğrenci kontenjanı da her yıl için 9.500'den 2014 yılında 12.000'e yükseltildi Hocam. Hükûmetin bu politikasına göre, kaba bir hesapla, önümüzdeki on yıl içerisinde ülkemizdeki hekim sayısının 200 bini aşacağı ortadadır Hocam. Bu sorun hekim sayısındaki azlık değil, hekimlerin karşı karşıya kaldığı istihdam problemi ve işsizlik, hekim arkadaşlarımızı bekleyen en önemli sorun ve büyük bir problemdir Hocam. Yani, üniversite kurarak bu sorunları çözemiyorsunuz. Önümüzdeki on yıl içerisinde tıp fakültesinden mezun olan doktor arkadaşı bekleyen en büyük tehlikelerden bir tanesi işsizlik ve istihdam sorunudur. Türkiye'de tıp fakültesi sayısı var olan hâliyle bile OECD ülkelerinin ortalamasından fazladır. TTB'den arkadaşımız buradadır, ellerinde veriler vardır. Bir hekim olarak, Sağlık Komisyonu Başkanı olarak bu veriler sizin de elinizin altındadır. Sayın Kalkınma Bakanımız da burada. Rakamlar da onların elindedir. OECD ülkelerinin ortalamasından fazladır. Türkiye açısından asıl sorun yeni bir tıp fakültesi değil Hocam. Tıp fakültelerinin plansız açılması nedeniyle çoğu fakültelerde yeterli kalitede eğitimin olmamasıdır. Bizim buraya kafa yormamız gerekiyor. Bir eğitimci olarak, bir akademisyen olarak da sizin buraya daha çok kafa yormanız gerekiyor. Yeni açılan tıp fakültelerinin çoğunda yeterli sayıda ve nitelikte öğretim üyesi bulunmamaktadır. Özellikle temel bilimlerde belirgin bir açık söz konusudur. Bununla ilgili iki örneği konuşmamın sonunda vereceğim.

Tasarıda, söz konusu üniversitenin kurulmasıyla ilgili bir diğer gerekçe de "Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumuna bağlı eğitim ve araştırma hastanelerine birlikte kullanım ve iş birliği protokolleri yoluyla akademik destek sağlamaktır." deniyor. Eğitim ve araştırma hastanelerinin büyük bir çoğunluğunda bugün ne nitelikli eğitimden ne de araştırmadan söz etmek mümkün değildir. Buralardan mezun olan uzman hekimlerin yetkinliği konusunda ciddi endişeler söz konusudur. Birazdan o iki örneği vereceğim size. Ayrıca eğitim ve araştırma hastanelerinde var olan şef ve şef yardımcılığı kadrolarının ortadan kaldırılması hem bu hastanelerde söz konusu kadrolarda istihdam edilenlerde büyük bir hoşnutsuzluğa hem de eğitimin niteliksiz olarak verilmesine ayrıca yol açmıştır, bunun da altını çizmek isterim. Bunlara yandaşlar için kullanılan uçan akademisyen kadrolarının yarattığı sıkıntıları da eklemek uygun olacaktır Hocam. Eğitim ve araştırma hastanelerinde uzmanlık eğitiminin niteliğini yükseltmek için hastanesi olmayan bir tıp fakültesi kurmak ve 59 eğitim ve araştırma hastanesini bu tıp fakültesine bağlamak çözüm getirmeyecektir Hocam, getirmeyecektir. Böyle bir modelin ne fiilen işlemesi olanaklıdır ne de bu model verimlilik ve kalite sağlayabilir. Tıpta bir üstünlük sağlamayacaktır.

Eğitim ve araştırma hastanelerini verimli ve kaliteli kılmak için yapılması gereken temel müdahale, bu hastanelerin nitelikli tıp fakülteleriyle gerçek bir afiliasyonun sağlanmasıdır. Bu hastanelerin kadroları ve yapıları uygun olan tıp fakülteleriyle afiliasyonu hem ikinci/üçüncü basamak tedavi edici hizmetin sunulması hem de tıp ve uzmanlık eğitiminin niteliğinin yükseltilmesi için önemli bir işlev üstlenebilir.

Yetkin olmayan kişilerin evrensel normlara uygun olmaksızın yapılan akademik yükseltmeleri ile doldurulacak kadrolardan oluşmuş bir üniversite ve tıp fakültesinin Türkiye sağlık ortamına katkı sunmasını asla beklemiyoruz ve beklenmemelidir Hocam.

Sağlık Bakanlığı son on yılda çok sayıda eğitim ve araştırma hastanesi açarak tıpta uzmanlık eğitiminde söz sahibi olma çabası içindedir. Bu kabul edilebilir. Bu tasarı ile birlikte bu çabaya tıp eğitimi de eklenmekte, tüm ülkeye yayılan dev bir organizasyon kurulmak istenmektedir. Bunun perde arkasındaki hesapların ne olduğu da önümüzdeki günlerde ortaya çıkacaktır.

Bu yaklaşım birçok açıdan sorunludur, birçok açıdan problemlidir, birçok açıdan da hastadır ve engellidir çünkü evrensel üniversite kavramına son derece uzak bir örgütlenme modeli önermektesiniz. Üniversiteler, tarihi ve doğası gereğince özerk olması gereken kurumlardır. Akademik özgürlük ve özerklik üniversitelerin ruhunu oluşturur ve oluşturmaktadır. Bu düzenlemeyle üniversitelerin özerklik kavramına tam bir bomba, saatli bir bomba koyulmaktadır.

Tasarıya göre üniversite bir mütevelli heyet tarafından yönetilecektir. Mütevelli heyet Sağlık Bakanlığı müsteşarı başkanlığında, rektör ve Bakanın seçeceği 2 üye ile Yükseköğretim Kurulunun seçeceği 1 üye olmak üzere 5 kişiden oluşmaktadır. Üniversitede tüm yetkiler mütevelli heyette toplanmıştır. Bu yapının özerklikle ilgisinin olmadığı açık ve nettir. Bu yapının aynı zamanda evrensel üniversite kavramıyla da yakından ve uzaktan hiçbir ilişkisi yoktur. Tasarı ile Sağlık Bakanlığına bağlı bir yüksek lise oluşturulmaktadır. Bunun da altını çizmek istiyorum Sayın Hocam, yüksek bir lise oluşturulmaktadır. Yani üniversitelerden falan vazgeçtik, yüksek bir lise oluşturulmaktadır. Bunu da önümüzdeki günlerde göreceğiz.

AYTUĞ ATICI (Mersin) - Bakanlığa bağlı şube müdürlüğü bence.

MUSA ÇAM (İzmir) - Evet, yani şube müdürlüğü de denilebilir.

Sağlık bilimleri üniversitesi tasarısı ile üniversitelere "mütevelli heyet" kavramını getirerek yükseköğretimde kamu üniversitelerini korporatif bir yapıya sürüklemektedir âdeta. Bu yapının yükseköğretimi kâr maksimizasyonunun yeni bir alanına dönüştürmeyi amaçladığı açık ve nettir.

Tasarı ile üniversiteye 650 profesör, 1.400 doçent olmak üzere toplam 2.450 akademik kadro tahsis edilmektedir. Ayrıca 270 idari kadro verilmektedir. Tüm atamalar rektör tarafından önerilecek ve mütevelli heyet tarafından yapılacaktır. Bu yöntem siyasal kayırmalara ve kadrolaşmalara yol açacaktır. Tıpkı on iki yıllık Hükûmetiniz ve iktidarınız döneminde nasıl tüm kurumları ve kuruluşları arka bahçe yaptıysanız burayı da ona dönüştüreceğinizden hiçbir endişemiz ve hiçbir kuşkumuz bulunmamaktadır. Sizin bu masum talebiniz... Sizin ne kadar naif bir öğretim üyesi ve parlamenter olduğunuzu biliyoruz ama o naifliğin altında nelerin gizli olduğunu da burada görüyoruz Değerli Hocam. Bunu da burada görüyoruz, bunları söylemek bizim de görevimiz.

Bu girişimin sistemi destekleyecek eğitim kurumu işlevini önümüzdeki yıllarda sağlık alanındaki emeği ucuzlatmaya yönelik hekim yardımcısı ve uygulayıcı hemşire gibi ara eleman kadrolarının yetiştirilmesi bağlamında görmek şaşırtıcı olmayacaktır Hocam.

Tıp fakültesi dışındaki diğer fakültenin temel işlevlerinden birisinin bu elemanları kısa sürede yetiştirmek olacağı öngörülebilir. Yapı değişikliği iki temel düzenlemeyi içermektedir görüldüğü gibi: Mütevelli heyet oluşturulması ve uygulama araştırma merkezi açılmaması, bunun yerine eğitim araştırma hastanelerinin kullanılması. Mütevelli heyet oluşturulması, üniversitenin doğrudan Bakana, Hükûmete bağlı duruma getirilmesi anlamını taşımaktadır. Üniversite kavramı üzerinden kabul edilemez bir durum olduğu açık ve nettir.

Bu tutum giderek içi boşaltılan ve değersizleştirilen üniversite kavramının daha da değersizleştirilmesine yol açacaktır. Bu değişikliğin önümüzdeki yıllarda kamu üniversitelerinin tümümü kapsaması söz konusudur. Bu düzenleme onun ipuçlarını bize vermektedir.

Tıp fakültelerinde eğitim programlarının karşılaması beklenen ulusal ve uluslararası standartlara baktığımızda entegrasyonun hem öğrenmeyi kolaylaştırmak hem de hekimlik uygulamalarına uyum sağlamak açısından büyük önem taşıdığının vurgulandığını görüyoruz. Entegrasyon hem aynı uygulama dilimi içinde farklı disiplin ve kavramların entegrasyonu yatay olarak hem de önceki ve sonraki uygulama dilimlerinin, örneğin normal yapı ve fonksiyonunun hastalık nedenleri, mekanizmaları ya da başvuru nedenleriyle entegrasyonu şeklinde tanımlanmaktadır.

Bu teklifte tanımlanan, Sağlık Bakanlığına bağlı olarak kurulacak üniversite bünyesindeki tıp fakültesinin bu entegrasyonu sağlaması mümkün gözükmemektedir. Temel bilimlerin klinik bilimlerle eşgüdüm içinde olması öğrencinin bilgi gereksinim düzeyinin belirlenmesi ve bilimler müfredatının oluşması bakımından önemlidir. Performans uygulaması ile disiplinlerin gelir getiren ve getirmeyen şeklinde ayrılması bile temel bilimler fakültesinin bir birleşeni olmaktan uzaklaştırmaya başlamıştır.

Son olarak şöyle tamamlamak istiyorum: Bu uygulama tıp fakültesi mezunlarını temel bilimlerde akademisyen olmaktan uzaklaştırmaktadır. Oysa tıp fakültesinde temel bilim eğitiminde tıp fakültesi kökenli eğiticilerin yeri önemlidir.

Eğitim programının amaçlandığı gibi uygulanabilmesi için eğitim ortamı hem öğretim elemanları hem de öğrenciler için yeterli olacak biçimde planlanmalıdır. Bu ortamlar zaman içinde ortaya çıkacak gereksinimlere uygun hâle getirilebilir olarak planlanmalı ve gerektiğinde ihtiyaca yanıt verecek şekilde geliştirilebilmelidir.

Her bir birim hem öğrenci ve öğretim elemanı sayısı hem de eğitim modelinin özellikleri dikkate alınarak planlanmalıdır.

Sağlık Bakanlığı eğitim hastaneleri uzmanlık eğitimi vermek üzere organize olmuştur. Tıp eğitiminin gereksinimlerini karşılayacak şekilde her bir eğitim hastanesinde düzenleme yapmak mümkün değildir, akılcı da değildir. Tıp eğitimi, temel bilimlerin daha da- değersizleştirilmesi ve klinik bilimlerdeki öğretim elemanlarının sağlık hizmeti sunumuna daha da fazla odaklanmak zorunda kalmaları nedeniyle olumsuz etkilenecektir.

Bir kez daha belirtmek gerekir ki bir bakanlığın üniversite açması, üniversitelerin özerk olması gerekliliğine aykırıdır ve kabul edilemez. Böyle bir durumun yürürlüğe girmesi durumunda tıp eğitiminde tam bir kaos yaşanacağı açık ve nettir.

Konuşmamın içinde dedim ki: İki örnek vereceğim. Geçtiğimiz günlerde, Hocam, İzmir Urla'da 7 yaşındaki bir kız çocuğu Esma Meriç bademcik ameliyatı için Urla Devlet Hastanesine gider. Operasyonu yapacak olan hekim daha iyi operasyon yapabilmesi için öndeki iki kalıcı dişi süt dişi diye çekiyor ve çocuğu öyle bademcik ameliyatı yapıyor Hocam. Geldiğimiz nokta.

Geçtiğimiz yıl şubat ayında İzmir Dokuz Eylül Üniversitesinde anjiyo oldum. İki damarıma üç stand taktılar. Anjiyodan çıktım, bir kavga gürültünün olduğunu duydum. "Ne oluyor?" dedim. Yine bir yanlış ameliyat, yanlış bir operasyon sonucunda aile isyan ediyor. Hocaya sordum, "Nedir Hocam bu?" dedim. "Sayın Vekilim, hayvanınıza nal çaktırmayacağınız insanlara profesörlük unvanları veriliyor. Olacağı budur." dedi.

Şimdi, endişemiz, kaygımız, üç gündür bu salonda milletvekili arkadaşlarımızın çırpınmasının nedeni önümüzdeki dönemde sağlıkta yaşanacak olan bu dramatik tabloların her geçen gün artacak olmasıdır. Yoksa bizler üniversitelerin açılmasına karşı değiliz ama bu şekilde manav açar gibi, bakkal açar gibi, kasap açar gibi açılacak olan tıp fakültelerinde yaşanacak faciaların önüne geçmek bizim en büyük hedeflerimizden bir tanesidir. Yoksa üniversitelerin açılmasına karşı değiliz. Hele hele özellikle tıp fakültelerine, insanı hayata döndürecek olan fakültenin açılmasına hiç karşı değiliz. Yapılan bu yanlış düzenlemedir, biz üniversitenin açılmasına karşı değiliz.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.