| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekilleri Denizli Milletvekili Cahit Özkan, Çanakkale Milletvekili Bülent Turan, Tokat Milletvekili Özlem Zengin, Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekilleri Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül, Manisa Milletvekili Erkan Akçay ile 182 Milletvekilinin, Avukatlık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2999) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 05 .07.2020 |
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Bugün, öncelikle bir anmayla başlamak istiyorum. Vedat Aydın, 1991'de 5 Temmuzda evinden kontrgerilla güçleri tarafından alındı, işkence edilmiş bedeni iki gün sonra Elâzığ'da bir köprü altında bulundu. 90'lar, faili meçhul cinayetlerin, kontrgerilla cinayetlerinin yoğun olarak yaşandığı yıllardı; birçok insan o dönemlerde kaçırıldı, bazılarının cesetleri bulundu...
Yani karşılıklı gülecekseniz ara verelim, siz rahat rahat gülün isterseniz iki taraflı, konuşuyoruz burada.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Ya, biz dinliyoruz ama bize haksızlık ediyorsunuz.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sayın Gülüm, kamerayı ayarlayamadı galiba.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Çünkü böyle bir ses ortamında benim konuşmam mümkün olmuyor.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Ama bize haksızlık ediyorsunuz.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Yok, şöyle...
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Size değil ama ikili, bu kadar gürültü olduğunda konuşmama imkân sağlamıyorsunuz.
DENİZ YAVUZYILMAZ (Zonguldak) - Hayır, komik bir şey varsa biz de gülelim!
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sayın Turan, Sayın Can. Siz de mi? B
u televizyon kimin? Sizin mi? Kim koydu?
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Aynı anda karşılıklı gülüşmeye başladınız.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Özgürlük alanımıza burada müdahale var.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sayın Gülüm, siz devam edin. Buyurun, tamam, on bir saniye ilave edeceğiz size.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Vedat Aydın'dan bahsediyordum ve tam da katledildiği faili meçhul cinayetlerden bahsediyorken gülünüyor olması gerçekten hoş olmadı.
Vedat Aydın, 1991'de 5 Temmuzda evinden kontrgerilla güçleri tarafından alınıp işkence edilerek -üstelik bu işkence çok ağır bir işkenceydi, vücudu neredeyse parçalanmıştı- öldürüldü. Cenaze töreni Diyarbakır'da yapıldı, yüz binlerin katıldığı bir cenazeydi çünkü Vedat Aydın, halkımız açısından insan haklarını savunan, bu ülkede eşitliği, özgürlüğü, barışı, adaleti getirmeye çalışan çok önemli bir siyasetçiydi, bir insan hakları savunucusuydu ama maalesef cenazesine de devlet güçleri tarafından saldırı gerçekleşti, orada da ölümler oldu, binlerce insan gözaltında işkenceye maruz kaldı.
90'lardaki tüm katliamlara ilişkin, gözaltında faili meçhul cinayetlere ilişkin anneler oturmaya devam ediyor, cumartesi insanları oturmaya devam ediyor; yıllardır bunun hesabını sormaya, bunların faillerinin yargılanması için mücadele etmeye devam ediyorlar. Her ne kadar sizin iktidarınız Cumartesi Annelerini yerlerde sürüklemiş olsa da onları gözaltına almış olsa da direnişleri sürüyor; devam ediyorlar, faili meçhul cinayetlerin hesabı soruluncaya kadar da devam edecekler.
Avukatlara ilişkin biraz önce örgütlenme hakkından bahsediyordunuz, hani örgütlenme hakkını bu kadar savunuyorsak acaba neden hukuk derneklerini, hukuk örgütlerini kapatıyorsunuz, herhâlde önce buradan sormak lazım. Çağdaş Hukukçular Derneğini OHAL sürecinde yine klasik darbeyi bahane ederek kapattınız, Özgürlük için Hukukçular Derneğini kapattınız. Madem bu kadar özgürlükten yanasınız, örgütlenmeden yanasınız, herhâlde önce bunu açıklarsınız, niye derneklerimizi kapatıyorsunuz?
Avukatlar açısından örgütlenme özgürlüğü elzemdir, tüm dünyada da elzemdir ama avukatların baroları kendi siyasi görüşlerine göre örgütlendikleri bir alan değil, mesleki faaliyeti, hak arama özgürlüğü, demokrasi, insan hakları bağlamında görev yaptıkları ve savunmayı temsil ettikleri bir noktadır ve buradaki bir araya gelme biçimi kamu hizmeti olması yanında aynı zamanda tüm bu savunuculuk görevidir; dolayısıyla örgütlenme özgürlüğü dediğimiz yerin tarifi buranın dışındaki kurumsal yapılarla gerçekleşir. Hani gerçekten çok savunuyorsanız o zaman bu kurumsal yapılara niye müdahale ediyorsunuz?
İstanbul Barosunu örnek veriyorsunuz sürekli, işte 8 bin oyla baronun yönetimini aldığını söylüyorsunuz, diğerleri, ona oy vermeyenlerin iradesi diyorsunuz. Oy vermeyenlerden biri de benim, bizim bulunduğumuz platformun kendisidir. Başka bir adayla, başka yönetim kurulu adaylarıyla seçime girdik, kaybettik ama şunu söylemiyorum: O zaman çoklu baro gelsin, işte, efendim, barolar çoklu baroyla işlerini yürütsün diye bir şey söylemiyorum çünkü bunun ne kadar antidemokratik olduğunu, aslında bunun nelere yol açacağını, özgürlükler alanını iyice daraltacağını, savunmayı yok edeceğini çok yakından bildiğim için sizin söylediğiniz gerekçeye hiç de onay vermiyorum ve ağırlıklı olarak da neredeyse yüzde 90'a varan oranda da avukatların böyle bir gerekçeyle -barodaki yönetime oy vermemiş olsak da- sizin söylediğiniz gerekçeyle bir karşı çıkış olmadığını da çok yakından biliyoruz zira "78 mi 80 mi?" tartışması yaparak komik bir tartışma yapıyorsunuz ama 78 de olsa 78 baronun bunu zaten bu şekilde...
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Espri yaptık Vekilim.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Müdahale etmeyin.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Çok sertsiniz.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Müdahale etmezseniz konuşacağım, sonra konuşursunuz.
Bu şekilde 78 veya 80 fark etmiyor; sonuçta barolar karşı, avukatlar karşı. Herhâlde sizin konuştuğunuz üç beş avukat arkadaşınız var, onlar da siz istediğiniz için kafa sallamış olabilir "Tabii, tabii, efendim, öyle olması gerekiyor." demiş olabilir, ondan yanlış bilgiye kapılmışsınız.
DENİZ YAVUZYILMAZ (Zonguldak) - O zaman avukatları da açıklayın, kim olduklarını.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Evet.
Şimdi, adli yardım hizmetlerinin sürdürülüşü, CMK hizmetlerinin sürdürülüşüyle ilgili bir madde var. Tabii, hiçbir açıklama yok aslında. Nasıl uygulanacak, bu çoklu baro sisteminde bu uygulamalarda nasıl bir adalet sağlanacak, sonuçları ne olacak; hiçbir şey aslında netleşmiyor, yönetmeliklere bırakılan bir durum. Herhâlde buna ilişkin de "Barolar Birliğini alırız, bu şekilde istediğimiz gibi de bir yönetmelik çıkarırız." diye düşünüyorsunuz diye düşünüyorum.
Şimdi, adli yardım hizmetleriyle ilgili neler olacak mesela? Olası çoklu baro sisteminde adli yardım hizmetlerinin sağlanışı ne şekilde yapılacak? Adli yardım hizmetlerini hangi baro ve barolar hangi kritere göre sağlayacaklar? Adli yardım hizmeti konusunda birden fazla adli yardım bürosu kurulması, dolayısıyla adli yardım hizmeti almak isteyenlere birden fazla büroya başvurma seçeneği mi tanıyacak? Yani bu konuda yeni bir çıkar, rant, piyasa rekabet alanı mı oluşturmaya çalışırsınız? Avukatlık mesleğinin kamu niteliğiyle açık bir biçimde çelişmiyor mu bu piyasacı anlayışınız? Bu maddede yapılacak değişiklikle adli yardım bürolarının gelir ve giderleri bürolar arasında adaletli bir dağılım esasına göre mi yoksa sizin siyasi çıkarlarınıza göre mi şekillenecek? CMK hizmetleri nasıl sürdürülecek mesela? Olası çoklu baro sisteminde CMK hizmetleri birden fazla baro tarafından ne şekilde yapılacak? Müdafi ataması yapılmak istenen durumlarda muhatap hangi baroya başvuracak, hangi baronun CMK hizmetini sunacak? Acaba yürütmenin ya da yargının ya da iki sacayağının takdirine mi bırakılacak? Birden fazla baronun varlığı hâlinde müdafi ataması hususlarında soruşturma ve kovuşturma makamlarının keyfiyeti, takdir yetkileri mi söz konusu olacak? Atama hususu konusunda hangi baronun hangi sıraya göre tercih edileceği yahut tercih edilip edilmeyeceği konularında takdir yetkisi ve takdir kıstasları nasıl olacak? CMK görevlendirmesinde yalnızca uygun görülen barolar mı görevlendirilecek? Bu şekilde bir uygulama neticesinde CMK görevlendirmesi verilmeyen bir baroya avukatların, avukat adaylarının istese bile ekonomik kaygılar neticesinde üye olmasını nasıl bekleyebileceğiz? CMK hizmetlerinin ödemesi hususu bugün bile birçok karışıklığa ve aslında birçok soruna yol açmışken çoklu baroyla birlikte bu sistemi nasıl yürütmeye çalışacaksınız, nasıl yürüteceksiniz?
Şimdi, bu kadar çok soru varken, bunların hiçbiri aslında deneyimlerden yola çıkarak tartışılmamışken, konuşulmamışken sadece kendi barolarınızı yaratmak için yeni bir sistem kurdunuz ama biz bugüne kadar olan işleyişinizden, iktidarınızın yaklaşımından şunu çok iyi biliyoruz, sonuç olarak şunu yapmaya çalışacaksınız: Kendi barolarınızı oluşturmaya çalışacaksınız, bu barolar üzerinden diğer baroları işlemez hâle getirmeye, etkisiz kılmaya, ekonomik zorun aygıtlarını kullanarak bu barolardan üyelikten istifa ettirip, üyelikten vazgeçirip kendi baronuza üye olmaya zorlayacaksınız. Bunun deneyimlerini sendikalardan çok iyi biliyoruz. KESK'e nasıl bir baskı uyguladığınızı, insanları KESK'in üyeliğinden nasıl vazgeçirmeye çalıştığınızı, kendi sarı sendikalarınıza nasıl üye yapmaya çalıştığınızı çok yakından biliyoruz. O nedenle, bu soruları soruyor olsak da aslında sonucu baştan belli bir düzenlemeyle karşı karşıyayız. Zaten niyet de bu olunca mesele de bu oluyor.
Şimdi, bunun dışında, bugün İstanbul Sözleşmesi'ne yönelik yine bir kadın düşmanı politikanızla karşı karşıyayız. Kadınlar ayakta, kadınlar birçok yerde İstanbul Sözleşmesi'nde imzanın geri çekilmesi meselesine karşı duruyorlar, sözlerini söylüyorlar, meydanlardalar; kadın hareketi, feminist hareket sokaklarda.
Şimdi, siz neyi kaldırmak istiyorsunuz? Kadına yönelik şiddette, ev içi şiddette kadın ile erkeğin hukuki, fiilî eşitliğini gerçekleştirmeye çalışan, kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmayı hedefleyen, şiddeti önlemeyi, korumayı ve yaptırımlar uygulamayı içeren ve bütün bu kadın-erkek eşitsizliği meselesini toplumsal cinsiyet ayrımcılığından kaynak aldığını söyleyen çok önemli bir sözleşmeyi ortadan kaldıracağınızı söylüyorsunuz.
Peki, şunları unutuyorsunuz galiba: Sadece 2020'nin ilk altı ayında -Bianet'ten Evrim Kepenek'in hazırladığı çalışmaya göre- 123 kadın erkekler tarafından öldürüldü, 61 kadın tacize uğradı, 134 çocuk istismara uğradı, 31 kadına tecavüz edildi, en az 444 kadın seks işçiliğine zorlandı, en az 291 kadın şiddet gördü. Tabii, bütün bunlar ulaşabildiğimiz rakamlar çünkü bu konuda iktidarınız uzun zamandır ne bir çalışma yapıyor ne bir istatistiki çalışması var ne de bir açıklaması var belki kendi yapıyordur bilemiyoruz ama kamuoyuna kaç kadın şiddete uğruyor, kaç kadın tecavüze uğruyor, bunların sayıları nedir yönünde -özellikle en son bu şiddet vakalarının yüksek çıktığı dönemden itibaren- hiçbir açıklama yapmamaya başladı.
Şimdi, bütün bunların yaşandığı bir yerde siz "Biz, İstanbul Sözleşmesi'ni yani kadınların şiddetten korunmasına yönelik çok önemli sözleşmeyi ortadan kaldıracağız, buradaki imzayı geri çekeceğiz." diyorsunuz. O zaman ne demiş oluyorsunuz? "Yani kadınlar şiddet görsün, şiddeti engelleme gibi bir derdimiz yok." demiş oluyorsunuz, "Çocuklar şiddet görsün, cinsel istismar görsün; buna dair de engelleme gibi bir derdimiz yok." demiş oluyorsunuz. Bu sözleşmenin kaldırılmasının anlamı budur.
Şimdi, size muhteşem yargıdan bir örnek vermek istiyorum, çok yeni bir örnek: İstanbul'da bir soruşturma dosyasında, üç buçuk yaşındaki torununa tecavüz eden bir dede tutuklanmadı. Dosyada deliller bile toplanmıyor ve bu kişi daha önce kızlarına yönelik de cinsel saldırıda bulunmuş ve bu suçlardan dolayı ceza almıştı. Avukat arkadaşlarımız konunun önemine binaen savcıyla görüşmeye gidiyorlar. Diyorlar ki: "Bakın hiçbir delil toplamıyorsunuz bu soruşturmaya ilişkin; çocuğa ilişkin Cerrahpaşa'dan alınmış bir rapor var, çocuğun görüşmeciyle görüşme sırasında beyanları var, buna ilişkin farklı deliller var, bunları toparlamanız gerekiyor." Ve hakkında tutuklama talebinde bulunuyorlar "Tutuklanması gerekir." diyorlar. Savcılığın beyanı ne? "Ben bu işe bakamam, Emniyete gidin; ben bir şey yapamam, gidin ne istiyorsanız oradan talep edin." diyor. Avukat arkadaşlarımız meselenin üç buçuk yaşındaki bir çocuk olduğunu ve dedesi tarafından tecavüz meselesi olduğunu, bir baskı ortamı olduğunu, dedenin aile üzerinde baskı oluşturduğunu, yurt dışına kaçma olasılığını vesaire anlatıp bir an önce, acil soruşturmanın genişletilmesi gerektiğini söylüyorlar. Bu sefer savcı bağırarak avukat arkadaşlarımızı odasından atıyor.
Şimdi, böyle bir meselede bile -yani herkes için herhâlde çok önemlidir, kimse için önemsiz olacak bir mesele değildir- bir savcı gerekli hassasiyeti göstermeyip gerekli hassasiyeti gösteren avukat arkadaşlarımızı odasından kovuyor. Söyleniyor, deniliyor ki: "Bakın, rapor var, bunu isteyin." "Ben böyle bir rapor tanımam, kendi kafalarına göre gidip rapor mu almışlar?" diyor. Rapor alınan yer Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi ama sözü, cümleyi böyle kuruyor ve bu kişi hâlen tutuklanmış değil maalesef, böyle bir durum var. Şimdi, yargının geldiği durum bu, yargının avukata yönelik tavrı bu.
Bakın, buradan şuna gelmek istiyorum. Siz avukatlardan bahsediyorsunuz, yasalardan bahsediyoruz falan da bir avukat bir soruşturma dosyasında işlem yapabilmek için gittiği savcının odasından kovuluyor; önce buradan bir başlayın. Biz acaba savcılarla ne zaman avukatlar olarak, gerçekten kurucu unsur olarak, eşit unsur olarak, silahların eşitliği ilkesi olarak uygulamaya geçeceğiz ve biz de müdahale edebileceğiz? E, görünen bu. Buna rağmen, siz hâlen diyorsunuz ki: "Çoklu baro, çoklu baro, yeter ki barolar benim elimde olsun, gerisinin bir önemi yok." Oralarda ne yaşanıyor? Adalet sistemi gerçekten var mı? Avukatların başka sorunları var mı? Bunlar derdiniz olmadığı için de konuyla ilgilenmiyorsunuz.
Sanırım sürem doldu.
Teşekkür ederim.