| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 28 .01.2015 |
AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - Sayın Başkan, Komisyonumuzun değerli üyeleri, Sayın Bakanım, kamu kurum ve kuruluşlarımızın değerli temsilcileri, değerli basın mensupları; görüşmekte olduğumuz teklif üzerine kişisel görüşlerimi sizlerle paylaşmak üzere söz aldım. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlarım.
Geçen hafta komisyonumuzda gündeme alınan, 4 torba düzenlemenin birleştirilmiş ve de güncelleştirilmiş hâli olarak görünen bir diğer torba kanun teklifini görüşüyoruz şu anda. Geçen torbalarda bulunan ama bu torba teklifte yer verilmeyen hususlara baktığımızda haklılığımız ve de bu durumun AKP'li arkadaşlarımız tarafından da paylaşıldığı anlaşılmaktadır.
Her şeyden önce, Millî Eğitim Bakanlığındaki hukuksuz şube müdürü atamalarını ve de bundan sonraki torpilli atamaları kanunileştirmeyi öngören maddenin teklifte olmamasını son derece önemli buluyor, bu konuda hassasiyet gösteren herkese teşekkür ediyorum. Umarım bu doğru tavır Milli Eğitim Bakanlığına da bir mesaj verir ve hiç kimsenin hukuktan üstün olmadığı, yasamanın hukuksuzlukları aklama yeri olmadığı gibi temel gerçekler bazılarınca da anlaşılır.
Yine, Maden Kanunu'yla ilgili düzenlemeler bu hafta Genel Kurul gündemine gelecek gibi görünen Maden Tasarısı'nda da vardı ve doğal olarak bu torba teklifte yer verilmemiş. Ama, bu gibi düzenlemeler yerine yeni maddeler eklenmiş görünüyor bu torba teklife, uzman ebelik ihdası, otoyol ve köprü geçişlerinde ceza uygulaması, elektrikte kayıp kaçak, gençlik ve spor il müdürlüklerinin, kredi yurtlar müdürlüklerinin kurulması gibi.
Teklifin esaslarına ilişkin görüşlerime geçmeden önce ilginç bir duruma dikkat çekmek istiyorum. Kamuoyunda kayıp kaçak bedeli olarak bilinen ve elektrik faturalarında yer alan bu kalemle ilgili yargı kararları sonucu milyonlarca tüketicinin ödediği bedeli geri alması mümkün hâle gelmiş ve Enerji Bakanı Sayın Yıldız, bu bedelin yasal hâle getirilmesine ilişkin bazı açıklamalarda bulunmuştu. Nihayet, daha iki gün önce Sayın Bakan Yıldız "Kayıp kaçakla alakalı bir kanun tasarısı gündeme getireceğiz." ifadesini kullandı. Şimdi sormak istiyorum: Bu konu bir Hükûmet tasarısıyla mı gündeme gelecek, yoksa buradaki kanun teklifinin bir maddesiyle mi? Sanırım AKP Grubu, milletvekilleri ve Hükûmet, Bakanlar arasında bir kopukluk var. Sayın Bakanın bu sözleri ifade ettiği saatlerde bu kanun teklifi verilmiş ve hatta Plan Bütçe Komisyonunun gündemine alınmıştı. Dolayısıyla, buradaki dağınıklığa dikkat çekiyor, milyonlarca vatandaşımızı ilgilendiren bu kayıp kaçak bedeline ilişkin AKP'nin nihai çözümünü de merak ediyorum.
Teklif metninde Millî Eğitim mevzuatına ilişkin düzenleme, öğretmenlere ödenen hafta sonu kurs ücretlerinin artırılması... Bilindiği üzere "Çocuklarımızın hafta sonu ziyan oluyor." diye dershaneleri kapatan AKP Hükûmeti, dershanelerin yerini doldurması için okullarda ücretsiz kurslar açmakta. Hani kursa ihtiyaç yoktu, hani dershaneye ihtiyaç yoktu? Madem ihtiyaç yoktu şimdi neden bunu karşımıza getiriyorsunuz? Bu kurslarda görev yapan öğretmenlere de saat başı 9 Türk lirası civarında bir ücret ödenmektedir. İşin ilginç yanı ise Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu'nun 24 Kasım Öğretmenler Günü'nde takviye kurs ücretlerini 2 katına çıkardıklarını açıklamasıdır. İyi de eğer kurs ücretleri 2 katına çıktıysa bu maddeye ne gerek var burada? Eğer kurs ücretleri hâlâ artmadıysa ki gerçek olan budur demek ki Sayın Başbakan olmamış bir şeyi yapılmış gibi kamuoyuna sunmuştur. Başbakanın "Artırdık." açıklamasından iki ay sonra düzenleme Meclise geliyor. Ne diyelim, hızlı ve doğru bir yol, bravo(!) Bununla birlikte, öğretmenlerimizin alacağı kurs ücretinin artırılması tabii ki elzem ve doğrudur ama bu vesileyle eğitimde onca sorunumuz varken sınavlara dayalı eğitim sistemini düzeltmeden yani sebepten değil sonuçtan yola çıkarak dershanelerin kapatılmasını bir daha takdirlerinize sunuyorum.
Bir diğer husus ise İnternet yasakları. AKP'yi azminden dolayı tebrik ediyorum öncelikle. Çünkü Anayasa Mahkemesi iptal ediyor, siz yılmıyor bir daha yasalaştırıyor, yasalaştırmak istiyorsunuz. En son 2014 Eylülde yasalaşan 6552 sayılı torba Yasa'yla TİB Başkanına millî güvenlik, kamu düzeninin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi gibi nedenlerle ve gecikmesinde sakıncalı bulunan hâllerde bir İnternet sitesini dört saat içinde kapatma yetkisi verilmişti. TİB'e verilen bu yetki Anayasa Mahkemesince iptal edildi. "İnternet sitesi kapatmak ya da erişimi engellemek ancak mahkeme kararıyla mümkündür." deniliyor Anayasa Mahkemesi kararında. Ancak bugün Konya Milletvekili Sayın Kerim Özkul ve arkadaşlarının teklifine göre TİB, yargı kararı olmaksızın İnternet ortamında yer alan yayınlarla ilgili içeriğin çıkarılması veya erişimin engellenmesi kararı verebilecek. Bunun için Başbakanlık veya bakanlıkların talebi yeterli olacak. TİB'in bu kararı, derhâl, en geç dört saat içinde yerine getirilecek, mahkeme safhası ise daha sonra başlayacak. Peki, Anayasa Mahkemesinin bu olmaz dediği kararı ne yapacaksınız?
Bu çağda iletişim özgürlüğünün son derece geniş ve soyut ifadeler gerekçe gösterilerek kısıtlanabilmesi demokratik evrensel değerlere aykırı olup, hele de yasaklama yetkisinin yürütmeye tanınması kabul edilemez. Elbette ki İnternet kuralsız, kanunsuz bir suç mecrası değildir ve olmamalıdır da ancak bunu sağlamanın yolu, iletişim özgürlüğünü yürütmenin çıkar ve keyfine bırakmak değil, güçlü bir teknolojik altyapı ve hızlı bir yargısal mekanizma oluşturmaktır.
Tekliflerin ana maddesi olan Kızılay ve Yeşilayla ilgi maddelerden ise bu kurumlara ilave bazı olanak ve ayrıcalıkların verildiği anlaşılıyor. Kızılay ile Maliye arasındaki vergi ihtilafının çözülmesi gerekiyordu zaten çünkü bu konuda çok dava var yargıda devam eden. Anladığım kadarıyla, Maliye, Kızılay'ın iktisadi işletmelerinden kurumlar vergisi ve KDV almamayı kabul ederken Kızılay da faiz gelirlerinden yüzde 15 oranındaki vergi kesintisini ödemeyi kabul ediyor. Önemli bir işlev ve görevi olan Kızılayın gözetilmesi elbette gereklidir. Burada sorun, bu durumun yaratacağı rekabet eşitsizliği olacaktır. Örneğin, Kızılay üretip sattığı maden suyu için vergi ödemeyecek, özel bir firmaya göre daha avantajlı olacaktır.
Benzer bir durumu Yeşilay için de görmekteyiz. Zararlı alışkanlıklarla mücadele eden Yeşilay Derneğinin yanında bir de Yeşilay Vakfının kurulması ve Sağlık Bakanlığı bütçesinden desteklenmesi 2013'de 6487 sayılı Kanun'la yasalaştırılmıştı. Şimdi ise bu destek tutarı 2015 yılı için 15 milyon Türk lirası olarak somutlaştırılmaktadır.
Yine, aynı mantık çerçevesinde, teklifle, Kızılay ve Yeşilay için kamu taşınmazları üzerinde bedelsiz irtifak hakkı tesisi olanağını getirilmekte, önceki bedelli irtifak hakkı tesislerinin de bedelsiz hâle getirilebilmesine imkân sağlanmaktadır.
Tabii ki gerek Kızılayın ve gerekse de Yeşilayın yaptıkları, onlardan beklenenler ve işlevleri son derece önemlidir, olumlu ve desteklenmesi gereken bir husustur ama bu kurumlarımıza böylesi kolaylıklar sağlarken ülkemizde benzer amaç ve misyonlarla kurulmuş pek çok kurumun da düşünülmesi hem adalet ve tutarlılık hem de etkinlik ve eşitlik gereğidir. Örneğin Darüşşafaka Cemiyeti, bir başkası Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği. Kökleri 1863'e kadar uzanan ve eğitim olanağından yoksun çocuklara, bu hakkı tanımak amacıyla yola çıkan tarihimizin eğitim alanındaki ilk sivil toplum örgütüne uzanan Darüşşafaka Cemiyeti de mesela vergisel alanda Kızılayla benzer sıkıntıları çekmektedir. Neden Kızılaya bu teklif ile getirilen avantajlar bu cemiyete de tanınmıyor hele de eğitim alanına yapılan her adımın desteklenmesi gerekirken? Eminim ki Darüşşafaka Cemiyeti de vergi olarak, irtifak tesis bedeli olarak devlete ödediği paraları ihtiyaç sahibi çocuklarımızın eğitimine en iyi şekilde harcamayı bilecektir.
Bir başka konu sağlık bilimleri üniversitesi. Sağlık bilimleri üniversitesi bir devlet üniversitesi oluyor ama devlet üniversitelerinde hem yönetim tarzı hem rektörün atama biçimi bu şekilde değildir. Diğer üniversitelerin rektörleri nasıl atanıyor? Üniversitelerde görevli öğretim üyeleri kendi aralarında bir seçim yapıyor ve seçimde ilk 6'ya giren adayların isimleri Yükseköğretim Kuruluna bildiriliyor. Yükseköğretim Kurulu bu 6 aday arasından 3'ünü Cumhurbaşkanlığına gönderiyor ve Cumhurbaşkanlığı bu 3 adaydan 1'ini rektör olarak atıyor. Şimdi, bu yeni kurulacak olan üniversitede rektör ataması mütevelli heyetin onayıyla oluyor. Şimdi, eğer mütevelli heyeti onaylıyorsa... Öbür devlet üniversitelerinden bunun ne farkı vardır? Bu da devlet üniversitesi o da devlet üniversitesi. Devlet üniversitelerine eğer bu değişikliği getireceksek bütün üniversitelere bu sistemi getirelim. Sadece sağlık bilimleri üniversitelerine bunun getirilmesi Anayasa'nın 132'nci ve 130'uncu maddelerine kesinlikle aykırıdır ve bu Anayasa Mahkemesinden yüzde yüz dönecektir. Anayasa Mahkemesinden döneceğine bu kadar emin olduğumuz bir şeyi yasama organı olarak neden burada koyuyoruz? Gelin, burada birlikte yapalım-güzel bir üniversite- görüş son derece makul, ben de katılıyorum, bizler de katılıyoruz ama diğer devlet üniversitelerinde olduğu gibi bir sistemi buna da getirelim. Bunun rektörü de yine Yükseköğretim Kurulu tarafından getirilsin çünkü mütevelli heyetin başkanı Sağlık Bakanlığı Müsteşarı yani siyasi otoritenin emrinde olan bir bürokrat. Diğer 2 mütevelli heyeti üyesi ise yine Sağlık Bakanının atamış olduğu kişiler. Dolayısıyla, Sağlık Bakanı ne derse yani siyasi otorite ne derse, kimi işaret ederse rektör o olacaktır. Bu, doğru bir yaklaşım değildir. Gelin bunu, burada, iktidarıyla muhalefetiyle bu üniversiteyi bizler de destekleyelim, güzel bir fikirdir, buna destek verelim ama rektörün atama biçimi ve mütevelli heyetinin bu şekilde yön vermesi mevcut olan sistemimize ve Anayasa'mıza uygun değildir.
Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum.