| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 28 .01.2015 |
BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Başkan, Değerli Bakanımız, değerli katılımcılar; tabii bugün yine bir torba yasa klasiği ve o torba yasayla ilgili, o içeriğini oluşturan maddeler... Ve aslında tabii ben öncelikle yine de her zaman olduğu gibi torba yasa uygulamasının genel bir değerlendirmesini yapmak ihtiyacı duyuyorum. Çünkü, önümüze gelen bu teklif... Geçtiğimiz hafta Sayın Başkan bize 20'si itibarıyla bir teklifler yumağı sundu ve onunla ilgili görüşmeye başladık. İçeriğiyle ilgili imzalar atılmıştı, teklifler verilmişti. Değerli milletvekili arkadaşlarımız da yasamaya katkı sunmak amacı ve hizmet amacıyla bu teklifleri hazırladılar inancındayım. Ama, maalesef, gördük ki tekliflerin içeriğinde bakanlıkların daha önceki süreçlerde ortaya koyduğu tasarılarda geçmeyen veyahut belli dönemlerde "Efendim, ben yasayı bir geçireyim de içeriğinden birkaç tanesini temizleyip kenarda bırakayım, sonrasında yine gündeme getiririm." diyen başlıkların olduğu veya Anayasa aykırılıkları söz konusu olan ve yüksek mahkeme tarafından anayasal aykırılığı tespit edilen bazı konularda yine bir ısrar, yine bir dayatma ve yine yasamanın bir tercihiyle ortaya çıkan tekliflerle karşı karşıyayız.
Tabii, bize bunu Meclis Başkanlığı yolluyor ve Sayın Komisyon Başkanımız da eleştiriler olduğu zaman bu dağıtımın Meclis Başkanlığı tarafından gerçekleştirildiğini, işleyen İç Tüzük'e uygun yönteme göre hareket ettiklerini söylüyor. Ama ne kadar enteresandır ki 2004 yılının Eylül ayında Sayın Meclis Başkanı Cemil Çiçek, yasamayla ilgili ve kendi dönemiyle ilgili bir değerlendirme toplantısı yapıyor ve bu toplantının dâhilinde de "Biz yasama faaliyetindeki kanun çıkarma işini verimli yapamadık. O yüzden de garip bir yola saparak torba yasa gibi bir uygulamayı gündeme getirdik." diye bir eleştiri ortaya koyuyor ve bu yolda da hukuki kalitenin, yasama kalitesinin ne derece zarar gördüğünü dile getiriyor. Şimdi, uygulamaya bakıyoruz ve dayanakları dinlediğinizde Meclis Başkanlığı böyle bir çalışmayı uygun görüp bizlere, çalışma ve tali komisyonlara yolladığını dile getiriyor.
Tabii, hukuki kesinlik, hukukun güvenilirliği ve güvenliği ve aynı zamanda hukuk sistemine inanç gibi çok önemli hususlar, bu yasa yapma mantığıyla ne yazık ki arka plana atılıyor ve torba yasa tekniği, sorunları aşmak yerine çok daha fazla sorunu beraberinde getiriyor. Bakın burada hepimizin farklı meslekleri var, mesleklerimize bağlı olarak o konulardaki bilgi, tecrübe ve yasayı da tepki yasası olarak değil önümüzde 21'inci yüzyılın bizden beklediği bir stratejiyi de ortaya koyacak sağlıklı yasa yapma mantığıyla bakmamız gerekirken her konudan karman çorman, çorba olan, hatta çuval olan birtakım yasa yapma tekniğiyle yola çıkıyoruz ve neticede bakıyoruz ki mevzuatımız bile karman çorman oluyor.
Mevzuatı takip etmek isteyen, o oradan, bu buradan, hangi torba yasa, hangi torbadan ne çıkacak, bu torba hangisindeydi, o torbada vardı, bunda düzeldi, değişti; bir sürü karmaşanın içinde yaşıyor. Doğru yasamanın demokratik ciddiyetle yapıldığını ve bununla da doğru orantılı olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız ve bu ciddiyeti ancak da demokratik denetim mekanizmalarının iyi işlemesiyle ve doğru işlemesiyle gerçekleşebilir. Dünyanın ileri gelen birçok parlamentosunda da torba yasa uygulamasının neredeyse olmadığını görüyoruz ve biz, onlarda böyle çok istisnai durumda çıkan uygulamayı bizim yasama yapma sürecimizde geleneksel hâle getirmiş bulunuyoruz.
O yüzden, şimdi önümüzde yine bir teklif var. İçinde millî eğitim var, sağlık var, enerji var, bilişim var, her konu var, gençlik ve spor var. Biz de o kadar başarılı yasa yapıcılarız ki hepsini toplayıp son derece sağlıklı bir şekilde bir yasa çıkarırız ve teklif veren arkadaşlarım da gerçekten çok geniş bir yelpazede düşünebiliyorlar, her konuya o kadar derin bir bilgi ve birikimle yaklaşıp böyle bir teklifi ortaya koyuyorlar. Birbirimizi kandırmanın gereği yok ve biz eğer doğruyu yapacaksak bunun uzmanıyla, ihtisas komisyonlarıyla gerçekten her dakika değişecek, ne çıkacak diye beklemeyeceğimiz torbalarla değil doğru dürüst, bu işin ehilleriyle beraber bir yasama faaliyeti ortaya koymalıyız.
Bugünkü gördüğümüz tabloda ne yazık ki bunu gerçekleştiremiyoruz. Yani anayasal aykırılıklar olduğunu ben bir daha tekrarlamayacağım. Çünkü değerli milletvekili arkadaşlarım defalarca dayanaklarını da ortaya koyarak, hatta hatta yani Kanun Kararlardaki arkadaşların raporlarını da dikkate alarak anlatıyorlar. Ya niye biz beraber çalışmanın getirdiği anlayış ve doğruyu yapma hedefinde değil de dayatmanın hedefinde yasama yapmak ihtiyacındayız? Bunları neden bir doğrunun varlığını... Ki bu göreceli olan bir doğru değil, hukuki ve hukuki temelli bir doğru ama bundan ayrılarak bir yasa yapma mantığıyla gidiyoruz.
Bakın, herhâlde bundan birkaç gün önceydi, Freedom House diye bir bağımsız kuruluş var, Türkiye'yle ilgili değerlendirmelerini ve Türkiye'yle ilgili raporunu yayınladı ve Dünyada Özgürlük Raporu içeriğinde Türkiye'ye baktığımızda, maalesef, biz puan kaybetmeye devam ediyoruz. Bundan önce, 2006 yılında 65 puan, 2014 yılında 60 puan aldı, 2015'te bu sıralamada 55 puana kadar indi yani 65, 50, 60 ve 55 puan. Bizim beraberce, aynı kategoride değerlendirildiğimiz ülkelere baktığımızda ve vurgulanan başlıkları iyice okuduğumuzda karşımıza demokrasi eksikliğimiz, baskı ve medya üzerinden ortaya konan sansür kendini gösteriyor. Bunun ötesinde, yolsuzluklardan bahsediliyor ve bu yolsuzluklarla beraber, bunlarla mücadele yerine bu mücadelenin gerçekleştirilmeyip üzerinin kapatılmasının ortaya koyduğu tercihlerin ülke puanı açısından ne derece olumsuzluğa bizi taşıdığını ortaya koyuyor.
Bu kuruluşu da bıraktım, daha dün Sayın Bülent Arınç Birleşmiş Milletlerde İnsan Hakları Konseyinin Türkiye oturumuna katıldı ve Türkiye'yle ilgili -ki rekor sayıda yani- ortalamanın çok üzerinde ülkenin Türkiye'yle ilgili değerlendirmeleri ve soruları ortaya çıktı ve bunların içinde de sürekli tekrarlanan haber medyasının ve İnternetin sansürlenmesi, gösteri yapma özgürlüğünü kısıtlayan kanunlar dâhil olmak üzere ifade özgürlüğü üzerindeki baskılar, farklı kelimeler ve farklı konularla pek çok ülke tarafından paylaşıldı ve bizim Başbakan Yardımcımız da bu konuda cevap veren tarafta oldu.
Türkiye'yle ilgili insan hakları değerlendirmesi bu noktadayken şimdi bu geçtiğimiz haftaki teklif içinde olmayan ama son bir yıldır sürekli olarak torbalara giren, torbasız çıkan veya kendine göre gelen bir teklifi de bir maddeyi de hep beraber burada görüşeceğiz, bu da İnternet içeriği ve yayın yapmayla ilgili olan yasa. İlki Şubat 2014'te çıkan ve o zaman gündeme gelen bir yasa bu ve burada "Mahkeme kararı olmaksızın İnternet erişiminin engellenmesi nasıl sağlanır kanunla?" diye bir arayış var. Bir kanun çıkıyor ve o zaman Sayın Abdullah Gül Bey Cumhurbaşkanı ve kendisi yasayı düzeltmeleri yapılması kaydıyla onaylıyor ve gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra bu kaydı dikkate alınıyor ama Abdullah Bey'in görev ömrü sonuçlanınca tekrar bir yasayla yine yargı denetimi, burada mahkeme kararı olmaksızın bir karar alma mekanizmasının önü açılıyor. Orada da biz Anayasa Mahkemesine başvurduk ve Anayasa Mahkemesi bu konuyla ilgili kararını verdi. Karar Ekim 2014'te veriliyor, nasıl oluyorsa Resmî Gazete'de Aralık 2014'te yayımlanıyor ve arkasından o günlerde ilgili Bakanımız bir açıklama yapıyor, bu açıklamanın içeriği de tabii, çok enteresan. Yeni bir değişiklik çalışması yürüttüğünü -yani Anayasa Mahkemesinin kararıyla paralel olarak- ve iptal edilen hükmün yerine daha kapsamlı bir çalışma olduğunu dile getiriyor. Demek ki bu çalışmayı değerli teklif veren arkadaşlarım da paylaştı ki bugünkü teklifin içine dâhil ederek yeniden bir yasama faaliyetinin gerçekleşmesi için ısrarla devam ediyorlar. Bu, tabii, var olanı veya daha önce yapılmışları daha da artıran ve yine, yargıyı hiçe sayarak belli sosyal paylaşım veyahut bilgi paylaşım noktalarında içerikle ilgili karar verme kapsamını çok genişleten bir başlıkta karşımıza geliyor. Yani yasa o kadar çok maddeyi içeriyor ki bunlardan birkaç tanesini sadece şimdi geneli üzerinde anlatmak istiyorum. Onun haricinde, tabii, maddelere geçildiği zaman tek tek onlarla ilgili detaylı görüşlerimizi dile getireceğiz.
Bunun ötesinde ben İstanbulluyum ve İstanbul doğal gazının bir kullanıcısıyım yani İGDAŞ'ın abonelerinden biriyim ve önümüzde İGDAŞ'ın özelleştirilmesiyle ilgili olan yine bir madde var. Şimdi, bunun yanında tabii ki "Özelleştirmelerin amacı, özelleştirmenin sonunda hedeflenen nedir?"i sorgulamak böyle bir işlemde çok önemli. Bunun için de tabii ki bir blok satış yöntemiyle bir İGDAŞ satışı... İGDAŞ'a baktığınızda İstanbul Büyükşehir Belediyesinin iştirakleri içerisinde 25 tanesinin en gözdelerinden bir tanesi, belki de altın yumurtlayan tavuğu ve bu, "Haydi artık hepsi de satıldı, biz İstanbul'dakini de satalım." düşüncesiyle gündeme getirilen bir konu. Şimdi, 2009'dan beri Büyükşehir Meclisi Büyükşehir Belediye Başkanına bu konuda yetkiyi veriyor, iki yıl geçiyor, süresi geçti diye bir daha yetki veriyor. 2009'dan beri işte, herhâlde beş, altı yıldır müşteri bekleniyor, müşteri geliyor, ortam sağlanıyor, "Özelleştirmeyi kim yapacak, nasıl yapacak?" sorgulamasıyla geçen süre.
O beş yıla baktığınız zaman da dünya ekonomisinde öyle gelişmeler var ki bugün İstanbul'da İGDAŞ gibi abone sayısı, sattığı metreküp miktarıyla baktığınızda böyle bir kurumun blok olarak özel sektörden bir yatırımcıya geçmesi yani kamusal bir tek gücün direkt belli bir yatırımcıya geçmesi, sonrasındaki dönemlerde neler oluşabileceğinin sorgusunu yapmamız gerektirdiğini de düşündürüyor bana. Yani bugün Amerika gibi liberal ekonominin en yaygın olduğu ve en popüler olduğu bir ülkede artık kamunun verdiği hizmetlerle ilgili kuruluşların devletin denetimi ve en azından devletin kontrolünde süregitmesi kararlaştırılırken bizde böyle devasa bir İGDAŞ kime ve nasıl satılacak, hangi zaman diliminde ne olacak, hep beraber göreceğiz. Bunu sorgularken, blok satışlarını...
Ben sermaye piyasasına çok inanan bir kişiyim çünkü orada yıllarca görev yaptım. Neden İstanbulluya satmayı, neden hisselerinin işlem göreceği bir piyasasının olmasını istemezler? Neden o şirket halka açıldığı zaman denetiminin ve mali tablolarının ve mali işleyişinin kamu tarafından paylaşılması öngörülmez? Hayır, illa birilerine satılacak ve satılırken de -çok enteresan, burada bakıyorsunuz, bunu BAŞKENTGAZ'da da gördük- taşıma bedeli ve diğer kullanım bedelleri Türk lirasından dolara endeksli hâle getiriliyor ve sürekli olarak fiyat dolar endeksli olarak her ay neredeyse değişecek noktada. Bunu niye yapıyoruz? "Yani efendim, işte, EPDK bunu denetleyecek, bunun fiyatıyla ilgili herhangi bir tekel olduğu zaman değiştiremez." avuntusunun yanında, taşıma bedeliyle ilgili değişken dolar endeksli bir fiyatın aboneye veya kullanıcıya neler ve nasıl bir artış yaşattığını herhâlde başkentte oturup orada abone olan birçok arkadaşımız da görüyor ve biliyordur. O yüzden bütün bunları yaparken... Sanırım o maddeye geldiğimizde İGDAŞ'tan olan arkadaşlarımız da bize İGDAŞ'ın şu anki mali performansını, hizmet performansını, yöntemle ilgili düşüncelerini ve dayanaklarını açıklayacaklardır. Çünkü ben Sayın Topbaş'ı hatırlıyorum -bu İstanbul Deniz Otobüsleri (İDO) özelleştirilmesi, her ikisi aynı döneme gelmişti- her ikisinden 7-7,5 milyar dolar hedefi olduğunu ve beklentisi olduğunu söylüyordu ama neticede baktığımızda 2-2,5 milyar dolar denilen İstanbul Deniz Otobüsleri sanırım, hafızam da yanıltmıyorsa 850-860 milyon dolar civarında bir rakama satıldı ve sonrasındaki uygulamalar çok açık. Şimdi, bu satıştan sonra borçlarıyla olan... Yine, bildiğim kadarıyla hazine onun garantili olan borçlarını da buradan alacak. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İstanbul halkı bu satıştan ne görecek, ne kazanacak, İstanbul'a ne hizmet dönecek bununla iddia edilen bazı yatırım veya binaların dışında?
Şimdi, bir konu da tabii, Yeşilay, dernek, cemiyet ve vakıf. Dün Sayın Erdöl açıkladı, işte, cemiyeti de vakfı da çalışma hedeflerini de Sayın Bakan da açıkladı da yani böyle bir vakfın kurulması açısından baktığınızda ben ihtiyaca ve o ihtiyacın vazgeçilmezliğine dayanak olan temel nedenleri gerçekten çözmüş noktada değilim. Yani Yeşilayla niye çalışılmıyor? Yeşilay cumhuriyet zamanında kurulduğu için mi Yeşilay gibi bir dernekle devam etmek zor geliyor da onun yerine yine devletimizin en üst makamında, konumunda bulunan Sayın Cumhurbaşkanının kızının da olduğu mütevelli heyetiyle bir vakıf oluşturuluyor ve bu vakfa hazine elinden geleni yapıyor, bu vakfa Bakanlık elinden geleni yapıyor? Yeşilayın suçu neydi? Yeşilayın yetersiz çalıştığı gibi bir eleştiri de gelmişti dün. Farklı ne yapacak yani nedir bu vakıfla beraber ortaya çıkacak olan katkı ve sonuçlar? Bunlar soru işaretleri olarak da var olan konular.
Ben, tabii, bir konuya daha değinip tamamlamak istiyorum, o da bu teklifin son maddesinde olan ve yeni teklifte gördüğümüz bir madde. Yani yine, dikkatimi çeken... Bu sefer, tabii, o kanun hükmünde kararname içerisinde belirlenen maddeleri de tek tek inceledim. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 21'inci maddesinin (3)'üncü fıkrasından sonra yeni bir bölüm ihdas ediyoruz. Şimdi, bu bölümü inceleyebildiyseniz -ki bütün arkadaşlarım yüzde yüz inceledi- tabii, burada hayatını kaybeden şoförler, onlarla ilgili tazmin, tamam, bunlar doğru, yapılması gereken, en azından mağduriyetler için yapılacak sosyal devlet mantığında bir uygulamadır ama burada çok dikkatimi çeken -döner sermayenin gelirleri belli, tanımı da belli- Karayolları yatırım projelerine Bakanlık döner sermayesinden Bakana yetki verilerek ödeme yapılacak. Yani bu yollar öyle yollar ki Karayolları projeleri, deprem için vergi topladık, Karayollarına gitti. Şimdi, bu Bakanlığın döner sermaye gelirlerine baktığınız zaman sadece Karayolları yok. Haydi, onların da yatırım projelerinin ödentileri kendini gösteriyor.
Bir de yine bir enteresan olay: Burada yaş mevzusu var taşıtların yani otobüs, minibüs, kamyonet, tanker, neyse, bunların hepsinin. Mevzuatın getirdiği yaş sınırının üstünde olanlar için de yine bu döner sermayeli yapıya devir alma ve devir alınan taşıtların sahiplerine para ödeme -ondan sonra da 5'inci maddeye geçiliyor- buradan alınanların yurt içi veya yurt dışında satışı gibi bir yetki veriyor. Yani Bakanlık döner sermayesi bu tür hurda araç veya yaşın üzerindekilerle ilgili bir oto komisyonculuğu noktasında mı ve kimlere nasıl, ne için verilecek veya hangi dayanaklarla verilecek?
Ben bu maddelerin de sanırım dikkat çekilerek cevaplanacağı ve amaçlarının net olarak ortaya konulacağını düşünüyorum çünkü gerekçeyi okuduğumda bu maddelerin hiçbiriyle alakası olmayan bir gerekçe, farklı bir gerekçe yer alıyor. Ben bu torba yasadaki gerçekten önemli maddelerin daha detaylı ve yine anayasal uygunluğunu da dikkate alarak Plan ve Bütçe Komisyonunun çalışma ilke ve kalitesinin ve çıkarttığı yasaların, Genel Kurula götürdüğü yasaların gerçekten Anayasa'ya uygunluğunun tartışılmayacağı noktada olmasını diliyorum ve çalışmalarda başarılar diliyorum.