| Komisyon Adı | : | SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU |
| Konu | : | Sağlık Bakan Yardımcısı Emine Alp Meşe'nin, Türkiye'de Covid-19 pandemisi sürecinde gelinen nokta ve Bakanlığın çalışmaları hakkında sunumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 21 .07.2020 |
HABİP EKSİK (Iğdır) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Hazırunu saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakan yardımcılarının da yaptıkları sunumdan dolayı teşekkür ediyorum. Gecikmiş bir sunumdu ama yine de bugün olması önemlidir, kıymetlidir; bu konuda teşekkür ediyoruz.
Şimdi, şunu özellikle vurgulamak istiyorum: Bugün hâlâ bizim sağlık emekçilerine rutin test yapılmıyor yani sağlık çalışanlarına rutin test yapılmıyor. Belki taşıyıcıdır; hiçbir semptom göstermiyor ama evine gidebiliyor, toplumun içine girebiliyor, kahvehaneye gidebiliyor çünkü bilmiyor, normal olduğunu kabul ediyor ve böylelikle, belki de hastalığı biz hastanelerden, sağlık merkezlerinden yayıyoruzdur çünkü onlara rutin test yapılmadığını görüyoruz, biliyoruz.
Şu an Türkiye'de şöyle bir uygulama yapılıyor... Geçen gün bir doktor arkadaşımla da yine görüştüm, dedi ki: "Bize, acile gelen hastalara semptom varsa biz test yapıyoruz, semptom yoksa filyasyon yapmıyoruz." Artık siz "Ya, ben Covid pozitif birisiyle temas ettim, bundan dolayı da test yapılması lazım." diye gidip başvurduğunuzda "Ateşiniz var mı?" "Öksürüğünüz var mı?" işte "Hâlsizliğiniz var mı?" diye soruluyor ve ondan sonra da eve gönderiliyor ki biz çok iyi biliyoruz, bu hastalığın en tehlikeli yönü, en sıkıntılı yönü sessiz bulaşa sebep olmasıdır çünkü vakaların yüzde 15'i klinik bulgu verir, yüzde 80-85'e yakını klinik bulgu vermez, hatta bu hastalığın dünyada bu kadar büyük bir pandemiye dönüşmesinin temel sebeplerinden bir tanesinin de "süper taşıyıcı" dediklerinin olduğu söyleniyordu.
Şimdi, filyasyon yapmıyorsanız bu konuda vakaların veya bulaşın önüne nasıl geçeriz diye merak ediyorum; şimdi, bu bir.
İkincisi, şöyle bir durum söz konusu: Biz kontrollü sosyal yaşama döndük, değil mi? Böyle bir evreye geçtik, "maske" "hijyen" işte "sosyal mesafe" dedik. Peki, ben size bir şey söyleyeyim: Şimdi, kafeler açık; kahvehaneler açık; kamu kuruluşlarının hepsi artık normal, eski kapasitelerine geldiler, çalışıyorlar; bütün iş yerleri eski kapasitelerine gelecek şekilde çalışıyorlar. Sadece masa düzenlemesi, çevre düzenlemesi dediğimiz, ortam düzenlemesi dediğimiz o kuralları uyguluyorlar. Buralarda, yani az tehlikeli dediğimiz bu iş yerlerinde ki kafedir, restorandır, eczanesinden tutun da avukat bürolarına kadar, birçok yere kadar, aklınıza gelen hemen hemen her iş alanıyla -1 milyon 800 bin iş yerinden bahsediyorum- ilgili biz kontrollü sosyal yaşamı devreye soktuk ve çarkların dönmesi için kapıları açtık.
Şimdi, ben size şöyle söyleyeyim: Şu an, bugün Mecliste bir kanun teklifi görüşülecek; o kanun teklifinin içinde torba yasayla Bütçe Komisyonuna getirildi ve biz oraya gittik muhalefet partilerinin üyeleri olarak. Buraya gelmesi gerekirken, bu Komisyona gelmesi gerekirken biz oraya gidip önerilerimizi sıralamamıza rağmen, ikna edici öneriler sunmamıza rağmen sadece "Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir." şeklinde, kanun teklifi Plan ve Bütçe Komisyonundan geçirildi ve bugün Genel Kurula gelecek kanun teklifinde ne deniliyor biliyor musunuz? Kamu kurumları ve 50'den az işçi çalıştıran az tehlikeli iş yerleri için 2023'e kadar iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin alınmaması, mecburi kılınmaması, zorunlu kılınmaması durumu var.
Bakın, ben size bir şey söyleyeyim: Bu iş yerlerinde iş yeri hekiminin gidip eğitim vermesi lazım, normalde öyledir. Bu kamu kurumlarında ki bunların çoğunun içinde çok tehlikeli iş yapan insanlar var; veterineri var, doktoru var, mühendisi var, mimarı var; değil mi? Çok tehlikeli işler yaparlar ama ona rağmen bu hizmeti, bu eğitimlerin hiçbirini alamayacaklar. Alamayacaklar çünkü bilmiyorlar. Bugün birçok yere, kamu kuruluşundan tutun da 50'den az işçi çalıştıran az tehlikeli iş yerlerine kadar girdiğiniz zaman bu Covid'le ilgili sıkıntı başta olmak üzere tüm meslek hastalıklarıyla ilgili, tüm kazalarla ilgili bir eğitimsizliğin olduğunu hemen görürsünüz, gözünüze çarpar, ben yıllarca iş yeri hekimliği yaptım, oradan biliyorum. O açıdan ben size şöyle söyleyeyim: Eğer biz kontrollü bir sosyal yaşama döneceksek o zaman biz kendi toplumumuzu, kendi iş yerlerimizi, kendi çalışanlarımızı eğiteceğiz, o konuda uyaracağız, önlemlerini alacağız. Yok, sadece bazı giderleri kısmaya çalışacaksak o zaman emin olun, sadece buz dağının görünen kısmını görürüz, görünmeyen kısmı da sessizden devam eder; bu, ikinci konu.
Üçüncü konu, şöyle söyleyeyim: Şimdi, bizler çıktık, sağlık çalışanlarını alkışladık, dedik ki: "Ya, çok büyük işler yapıyorlar." Gerçekten de bizim sağlık çalışanlarımız, doktorlarımız, hemşirelerimiz, orada temizlik yapan çalışanlarımıza kadar hepsi çok büyük bir performans gösterdiler, hepsine minnettarız ve teşekkür ediyoruz. Yani sadece birkaç defa değil, sürekli alkışlanmaları gereken insanlardır çünkü hayatlarını ortaya koyuyorlar.
Size bir şey söyleyeyim: Yoğun bakıma giren doktor risk alıyor, yoğun bakım giren hemşire risk alıyor, yoğun bakıma giren tekniker risk alıyor ama yoğun bakıma giren taşerondan kadroya geçirilmiş, adı kadrolu olan personel risk almıyor; değil mi? Çünkü siz diğerlerine "Ek ücretle ilgili moral verici bir ücret vereceğiz." dediniz ama kadroya geçirilmeyen insanlar bu ücreti almıyorlar, yine asgari ücretle çalışıyorlar, yine asgari ücretle bu risklerle karşı karşıyalar. Bununla ilgili, sağlık merkezlerinde şunu gördüm: Bu insanların gerçekten çok büyük bir riskle karşı karşıya olduklarını ama bir yandan da kafalarının geçim sıkıntısıyla alakalı olduğunu görünce geldim, kanun teklifi verdim; umarım bu kanun teklifi sırf muhalefet olduğumuz için geri çevrilmez, umarız bu kanun teklifini Sayın Başkanın bu döneminde geçiririz ve o insanların da adil, eşit, insanca bir yaşam sürmeleri için emeklerinin karşılığını, risklerinin karşılığını tam alabilmeleri için gereken yapılır ve onlar da bu durumdan yararlanırlar.
Bir diğer konu: Hıfzıssıhha Merkezine gittim, Halk Sağlığı ve Hıfzıssıhha Merkezinde gerçekten arkadaşlar çok çalışıyorlar yani Sayın Başkandan tutun da oradaki ekibin hepsi mükemmel çalışıyor diyebilirim. Ama şöyle bir şey söyleyeyim: Bu Hıfzıssıhha Merkezi, Halk Sağlığı Merkezi eskiden enstitüymüş; çok büyük imza atabilecek bir yerken bugün sadece rutin işler yaptırılıyor. "TÜSEB" diye bir yer kuruldu, iktidarın arka bahçesine dönüştürüldü. Belki çok şey değil, şu an TÜSEB'in aşıyla ilgili, tedaviyle ilgili bir çalışması var mı, bu konuyla ilgili bir yeterliliği var mı yok mu bilmiyorum ama bence Hıfzıssıhhayla ilgili tekrar bir düzenleme yapılması lazım. Hıfzıssıhhanın enstitüye dönüştürülmesi konusunda bir adım atılabilir çünkü biliyorsunuz birçok ülkede, Almanya'da da Amerika'da da bu şekilde enstitüler, merkezler vardır arkadaşlar ve bu şekilde bir yol alınabilir.
Şimdi, merak ettiğim bir diğer konu: Bizim ülkemizde çalışmalar yapılıyor, bir doktor arkadaş bu dönemde bir tedavi uyguluyor ve başarılı oluyor. O tedavi hiç uygulanmasa bile belki başarılı olunabilir yani sağlığına kavuşabilir o kişiler. Oluyor, bununla ilgili çalışmalar yürütülebilir ama şöyle bir şey söyleyeyim: Biz işin magazin kısmını çok abartıyoruz ve Sağlık Bakanlığı da buna göz yumuyor gibi geliyor bana çünkü bu tür magazinsel haberler ortaya çıktığı zaman insanlar rehavete kapılır ve sanki ülkede hiçbir şey yokmuş gibi, on numara, süper tedaviler geliştirilmiş gibi durumlar ortaya çıkar. Bunu niçin söylüyorum biliyor musunuz? Diyarbakır'da bir doktor arkadaş çıktı, Sağlık Müdürü, oradaki devlet erkânıyla beraber bir basın açıklaması yaptı: "Ultraviyole ışın tedavisi... Damardan verdik, şöyle oldu, böyle oldu." Bir de öyle bir anlatıyor ki yani ben dedim ki: "Bu hangi dergide yayımlanmış?" Bir tedavinin uluslararası bir alanda kabul görmesi için, benim bildiğim, tıp alanında belli dergiler var, belli yayın kuruluşları var, orada yayımlanması lazım, kabul görmesi lazım ve bunun sonraki süreçte komplikasyonları var mı, tedavi süreci gerçekten başarılı mı değil mi bunun kontrolünün yapılması lazım. Yani bu şekilde magazinsel şeylere izin verilmesi dahi çok sıkıntılı bir durumdur. Gerçekten, halk bu defa "Zaten bir şey yok, çok basit bir şey ya, ben temas etsem ne olacak?" diyor "Hastalık kapsam daha iyi olur, bir an önce atlatırım." mantığı gelişiyor ve doğal olarak da bu sürecin başarıya ulaşması biraz daha zor oluyor diyebiliriz.
Şimdi, bir diğer merak ettiğim, en önemli konulardan bir tanesi: Açıkçasını söyleyeyim, biz, Bakanlığın bununla ilgili çalışmalarını sürekli takip de ediyoruz, başarılı olmaları için bizler de elimizden geleni yapmak istiyoruz, yapıyoruz da ama eksikleri de görüp, buz dağının gerçek boyutunu görüp ona göre de hareket etmemiz gerektiğine inanıyorum. Bakın, bana şöyle raporlar geldi: On gün boyunca Covid'den tedavi görmüş, Covid'le ilgili tanısı konmuş ama defnedilirken "Covid" diye değil "viral pnömoni" olarak defnedilmiş. Yani bu şunu gösterir: Biz, acaba verilerimizi sağlıklı vermiyor muyuz? Bugün bakıyoruz, Avrupa ülkeleri bizim turizmle ilgili verilerimize güvenmiyorlarmış. Bakın, ben muhalefet partisinin bir üyesi olarak şunu söyleyebilirim: Bizim ülkemizdeki sağlık çalışanları dünya sıralamasında bence en üst sıralardadır yani doktoru, hemşiresi mükemmel bir performans da gösterdiler ama biz aynı zamanda bu verileri, gerçek verileri paylaşmazsak dünya kamuoyuyla ve Türkiye kamuoyuyla, o zaman bu arkadaşlarımızın da emeğini hiçleştirmiş oluruz. 5 bin değil 10 bin olsun, 15 bin olsun ama gerçek olsun çünkü 85 milyon Türkiye'de elbette ki ölümler gerçekleşecek; dünyada 400 binden fazla insan ölmüş, yaşamını yitirmiş, elbette ki olabilir ama bu verileri biz sağlıklı bir şekilde, doğru bir şeklide paylaşmazsak o zaman durum farklı algılanır, o zaman dünya kamuoyu da Türkiye kamuoyu da bizim verdiğimiz verileri, emin olun doğru görmez, inandırıcı bulmaz.
Net söylüyorum, bana gelen 2 tane raporu gördüm ve şunu gözlemledim: Orada Covid tedavisi görmüş, PCR'ı pozitif veya negatif çıkmış çünkü bazen bakıyorsunuz, PCR'ı negatif çıkabiliyor, PCR'ın yüzde 60-70 civarında bir sensitivitesi var. Covid'den tedavi almasına rağmen, Covid'den dolayı vefat etmesine rağmen ölüm raporu viral pnömoni olarak giriliyor ve bu kişi sağlık emekçisi olan birisi. Bir bakıyorsunuz, Mersin'de doktor arkadaş Covid'den vefat ediyor, sonrasında İl Sağlık ilk başta "Covid" diye girmiyor, sonra "Biz güncelledik." diyor, sonra veriyi Covid olarak giriyor. Benim söylediğim sağlık emekçisi de Diyarbakır'da.
Yine geçenlerde bana bir video geldi. Siirt ilinde Covid nedenli vefat eden kişiyi Covid şeklinde gömüyorlar, hat safhada güvenlik önlemleri var orada, işte özel elbiseler falan. Sonra bir bakıyorsunuz, önümüze ölüm raporu geldi, viral pnömoni.
Şimdi, bir diğer konu, basından 3 arkadaş İstanbul'daki Covid mezarlıklarını merak etmiş gitmişler. Pandeminin Türkiye'de başlangıcından bir ay sonra İstanbul'daki Covid mezarlıklarını ziyaret etmeye -Kilyos'a ve diğer yerlere- merak edip gitmişler. Oradaki mezar sayılarını saymışlar, 3 tane basın emekçisi. Getirdiler bu verileri benimle de paylaştılar. 3.144 tane mezarlık saymışlar, 3.144 tane mezarlık... Bakın, o sırada bizim ülkemizde toplamda kaç tane Covid nedenli yaşamını yitiren insan vardı biliyor musunuz, ölüm sayısını kaç vermiştiniz biliyor musunuz? 3.200 tane. Yani, İstanbul bütün Türkiye'yi kaplamış gibi öyle bir rakam vardı ki kesinlikle böyle bir durum da söz konusu değil.
Şimdi, merak ettiğim şeylerden bir tanesi de yani öğrenmek istediğim, bağışıklık düzeyiyle ilgili binde 0,89 diye bir çalışma olduğunu, binde 0,89 çıktığını. Ben, şunu özellikle merak ediyorum: Bu coronavirüsle ilgili, Covid hastalığıyla ilgili, bir humoral bir de hücresel bağışıklık diye iki tarz şey verebilir. Bununla ilgili antikor düzeyi ne kadar süre pozitif kalabiliyor? Yani kimi kaynaklar 4 ila 6 diyor, kimi kaynaklar 6-8 diyor, kimi kaynaklar 6 aya kadar çıkarabiliyor ve şöyle bir durum da söz konusu "Pnömoni oranları düşmüş." diyorsunuz, acaba bir mutasyon gerçekleşmiş mi gerçekleşmemiş mi? Yani virüsün özellikle yapışma oranıyla ilgili, noktasıyla ilgili bir mutasyon gerçekleşmiş mi gerçekleşmemiş mi? Bu çok önemli.
Bir diğer konu, Türkiye'de bir sessiz sürü bağışıklığı sistemi uygulanıyor mu? Yani verdiğiniz rakamlara göre binde 0,86, hadi yüzde 1 diyelim buna. Üç ay içerisinde yüzde 1 bağışıklık durumu oluştuğuna göre sürü bağışıklığı için toplumun üçte 2'sinin olması lazım, mantıken öyle olması lazım, öyle söylenirdi. Şimdi, sizin hazırladığınız şöyle bir kaynak var, Türkiye'nin Koronavirüs Hastalığıyla Mücadelesi. Ben de bunu araştırabildiğim kadar, inceleyebildiğim kadar inceledim ama orada şöyle diyor: "Tüm bu ülke örnekleri -Türkiye ve Almanya örnekleri- ve tecrübeleri incelendiğinde ve salgının bugüne kadar ki seyir karakteri değerlendirildiğinde en doğru mücadele yönetiminin Türkiye ve Almanya örnekleri olduğu ortaya çıkmaktadır. Almanya'nın salgınla mücadelesinin, sağlık altyapısının ve sağlık iş gücünün Türkiye'ye benzediği söylenebilir. Türkiye ve Almanya bir yandan salgını bastırmaya, sindirmeye ve asgari düzeylerde tutmaya çalışırken diğer yandan bu süreçte zaman kazanarak toplumun krize girmeden sürü bağışıklığı kazanmasını, aşı ya da tedavi geliştirmesini beklemektedir, bu konularda da çalışma yapılmaktadır." Yani orada siz de çalışmanızda...
BAŞKAN RECEP AKDAĞ - Habip Bey, değerli milletvekilim, bağışlayın.
HABİP EKSİK (Iğdır) - Estağfurullah Hocam.
BAŞKAN RECEP AKDAĞ - Hiç süre kısıtlaması yapmayı düşünmüyorum.
HABİP EKSİK (Iğdır) - Bitirecektim zaten Sayın Başkanım.
BAŞKAN RECEP AKDAĞ - Ama arkadaşlarım zannediyorum bu şartlarda konuşamayabilirler. Onun için bitirirseniz memnun olurum.
HABİP EKSİK (Iğdır) - Değerli Başkanım, tam ben de zaten konuşmamın sonuna gelmiştim.
BAŞKAN RECEP AKDAĞ - Eyvallah.
HABİP EKSİK (Iğdır) - Böyle bir sürü bağışıklığı kazanmasıyla ilgili bir hedef de konduğunu görüyoruz. Şimdi, böyle bir durum varsa toplumun da bundan haberdar olma hakkı olmalıdır diye düşünüyorum.
Değerli Başkanımı da çok yormadan teşekkür ediyorum, çalışmalarınızda da başarılar diliyorum.
Teşekkürler.