| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Tokat Milletvekili Özlem Zengin ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri Manisa Milletvekili Erkan Akçay, Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül ile 5 Milletvekilinin İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3050) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 23 .07.2020 |
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Şimdi, bu sosyal medya yasasının herhâlde öncelikle geliş biçimini konuşmak gerekiyor. Yani gerçekten ne aceleniz var, ne oluyor, nereye koşturuyorsunuz çok merak ediyoruz. Ön görüşmelerde ısrarla bu meselenin ayrıntılı olarak tartışılması gerektiğini, bu konunun farklı kesimlerle birlikte tartışılması gerektiğini, gençlerle tartışılması gerektiğini, gençlik dernekleriyle görüşmek gerektiğini, basının haber alma özgürlüğü çerçevesinde basın kuruluşlarıyla görüşmek gerektiğini, geniş bir çerçeveden aslında bir hazırlık süreci gerektirdiğini anlatmaya çalıştık. Ama maalesef o kadar hızlı getirmeye çalışıp ve geçirmeye çalışıyorsunuz ki hani sonrasında hedefiniz nedir acaba, bu kadar acelenin anlamı ne diye sormak gerekiyor. Çünkü bütün yasal düzenlemelerde maalesef aynı yöntemi uygulayarak hızlıca, aslında kendi içerisinde de bir sürü tutarsızlığı olan, sonuçları iyi öngörülmemiş olan bir düzenlemeyle sadece kendi ihtiyaçlarınıza göre düzenlemeler getiriyorsunuz ve bunun sonucunda da yasalar bir bütün olarak da zaten yazboz tahtasına dönmüş durumda. "Şurası eksik oldu, burasını düzeltelim." diye tekrar bir düzenlemeyle yeni bir şey getiriyorsunuz bu sefer ve böyle bir süreçte de yasal düzenlemeler çıkıyor. Şimdi, gerçekten kabul edilebilir bir durum değil. Bu usulle yapılan şeyde hiçbir demokratik usul yok, katılımcılık yok, gerçekten ihtiyaç nedir tespiti yok. "Neden buna ihtiyaç duyuldu, hangi yöntemlerle çözülebilir, hangi yasal düzenleme gerçekten ihtiyacı karşılar." üzerine aslında hiçbir tartışma süreci geçirilmeden yapılıyor. İşte, bir kırk sekiz saat kuralınız var, muhteşem kuralınız, ona da bazen uymuyorsunuz ama uyduğunuzda da belli ki kırk sekiz saatin son dakikasında getirip hani "Biz bunu aslında usulen yapıyoruz, işte size de veriyoruz, mecburen süreler var bu süre içerisinde de bildiriyoruz." yöntemini uyguluyorsunuz ama gerçek anlamda ne muhalefeti ne buna ilişkin sivil toplum örgütlerini, demokratik kitle örgütlerini, dernekleri katmak gibi, birlikte tartışmak gibi bir derdiniz yok. Gençlikle tartıştığınızı söylüyorsunuz, arkadaşımız burada konuştu. Evet, genç arkadaşların katılımı önemli ama isterdik ki sadece AKP'li gençler değil diğer siyasi partilerden de gençler ya da herhangi bir siyasi partiyle ilişkisi olmayan gençlerle de tartışabilseydiniz. Her zaman yaptığınız gibi yine sadece kendi sözünüzü, kendi sesinizi duymak istediniz, onun dışındakilere de kulaklarınızı tıkadınız ve bunun üzerinden bir düzenleme daha getirdiniz.
Şimdi, bu düzenlemeyi getirirken de bir süredir aslında kullandığınız bir yöntemi yine kullandınız: Bir algı operasyonu yöntemi. Aslında gerçek niyetinden bağımsız olarak sanki gerçekten demokratik bir yasa teklifi getirmiş gibi, gerçekten özgürlükleri savunuyormuş gibi, gerçekten kişilerin haklarını, insanların haklarını savunuyormuş gibi birtakım gerekçeler de yazıyorsunuz. Gerçekten insan okuyunca hayrete düşüyor yani içerideki düzenleme getirdiğiniz düzenleme ile yazdığınız gerekçe o kadar bağlantısız, o kadar alakasız ki bu kopukluğu neyle izah edebilirsiniz anlaşılır gibi değil. Her şeyi yasaklayan bir zihniyetle davranıyorsunuz. "Yasaklarsak sorun olmaz, yok olur." diye varsayıyorsunuz. Hiçbir şey yasakladığınız için yok olmayacak. Hiçbir şey, hiçbir gerçek de siz yasaklıyorsunuz, siz görmek istemiyorsunuz, siz mekanizmaları kapatıyorsunuz diye ortadan yok olmuyor. Bunu hâlen anlamamış olmanız da ilginç tabii gerçekten. Şimdi, mesela, burada böyle çok fazla demokratik haklardan falan bahsediyorsunuz, kişilerin haklarından bahsediyorsunuz, işte, birtakım suçların ortaya çıkarılmasından bahsediyorsunuz ama Cumhurbaşkanının açıklamasını okuyayım. Ne demişti bununla ilgili? "Türkiye muz cumhuriyeti değildir. Yasama dönemi bitmeden bu meseleyi halletmeyi ümit ediyorum. Sosyal medya mecralarının tamamen kaldırılmasını, kontrol edilmesini istiyoruz." Bakın, niyet burada zaten açık aslında yani bunu böyle dolaylı yollarla "Yok, bizim niyetimiz bu değil, biz aslında düzenleme istiyoruz. Temel haklar meselesinde de çok dikkatliyiz." falan filan demenizin çok bir gerçekliği yok. Söylenen cümle tamamen bu: "Mecraların tamamen kaldırılmasını, kontrol edilmesini istiyoruz." Yani niyet bunun üzerine kurulu. Aslında, siz de getirdiğiniz düzenlemenin -öyle yaptırımlar uyguluyorsunuz ki, öyle kurallar getiriyorsunuz ki- kapatmaya yönelik olduğunu, şirketlerin bu ülkeden çekilmesine yönelik olduğunu çok iyi biliyorsunuz. Sadece kademe koymuşsunuz, sanki niyetiniz bu değilmiş gibi göstermek üzere. İşte "Bir seri yaptırımlar dizisi." falan diye tarif ediyorsunuz. Bunun sonucunun bu olduğunu yani gerçek niyetinizin Cumhurbaşkanı tarafından açıklanan niyete gideceğini de aslında hepimiz çok açık olarak biliyoruz. Şimdi, neden buraya gidiyorsunuz? Çünkü gerçekten özellikle toplumsal muhalefetin kendini ifade ettiği, gençlerin kendini ifade ettiği, sizin politikalarınızdan memnun olmayanların ifade ettiği alan uzun bir zamandır sosyal medya alanı ve internet siteleri, haber siteleri, buradan yapılan haberler, yayınlar. Çünkü burası aslında sizin yandaş medyanızda söylenmeyen, oralarda açık edilmeyen, sadece sizin haberlerinizi veren yandaş medyanızda kendisine yer bulamayanların kendini ifade ettiği ve gerçekleri deşifre ettiği, gerçekleri ortaya çıkardığı ve tabii sizin gerçeklerin ortaya çıkmasından dolayı zorlandığınız bir alanı ifade ediyor. Tam da bu nedenle aslında sosyal medyayı kapatmayı deniyorsunuz. Şunu yaptınız: Bütün medyayı ele geçirmeye çalıştınız, televizyon kanallarını ya kendi yanınıza çektiniz, çekemediklerinize mali yaptırımlar ya da gözaltı ve tutuklamalarla engellemeye çalıştınız ama ne kadar engellemeye çalışırsanız çalışın sonuçta şöyle bir gerçeklik oldu. Aslında iktidara oy verenler bile, iktidara yakın olanlar bile gerçeği yandaş medyadan izleyemeyeceklerini çok iyi gördüler, o yüzden sosyal medyadan izliyorlar; aslında gerçekleri oradan takip ediyorlar, oradan görüyorlar ve yandaş basında izlenme oranları inanılmaz düşmüş durumda çünkü tek sesli bir yayın yapan, sadece sizin propagandanızı yapan, sizin istediğiniz çizgide haber veren, bu çizgide habercilik yapan bir yandaş medya bıraktınız. Yani medyanın -televizyonun özellikle- yüzde 90'ını ele geçirmiş durumdasınız ama buna rağmen size yetmiyor çünkü aslında tüm bu sistemle de toplumu ikna edemiyorsunuz. Kendi söylediğiniz, gerçek olmayan şeylere bu halka ikna olmuyor. Bunun üzerinden diyorsunuz ki: "O zaman, geri kalan mecra olan sosyal medyayı da kapatalım."
Sosyal medyanın diğer bir alanı, bir tür örgütlenmenin de zemini aslında sosyal medya. Burada, sizin politikalarınıza karşı söz söyleme, yan yana gelme, protesto hakkını kullanma, demokratik haklarını kullanmanın da bir zemini. Buradan insanlar birbirleriyle irtibat kurabiliyorlar. Sizin bir türlü kabul etmediğiniz örgütlenme hakkı, ifade özgürlüğü, demokratik hakkın kullanımı, toplantı ve gösteri yürüyüş hakkı dâhil buralardan örgütlenebiliyor; buna da tahammül edemiyorsunuz, diyorsunuz ki: "Biz bu iletişimin de bu insanların yan yana gelip sözünü söyleme isteğinin de temel haklarını kullanma isteğinin de önüne geçmek istiyoruz. Bu zemini buradan doğru da yok etmek istiyoruz." Ve şunu da çok iyi biliyorsunuz, bu ülkede sürekli bir yargıdan bahsediyorsunuz, bağımsız bir yargıdan bahsediyorsunuz ama bağımsız bir yargının olmadığını siz de kendi uygulamalarınızla aslında çok yakından biliyorsunuz. Beğenmediğiniz mahkeme kararını gördüğünüzde bu kararı hemen geri aldıracak yöntemler uyguluyorsunuz. Yine, o mahkeme heyetini görevden alıyorsunuz, hızla sürgün cezaları veriyorsunuz. Dolayısıyla, aslında sizin kendiniz bile eğer istediğiniz gibi bir yargı kararı çıkmazsa hukuk falan tanımıyorsunuz, yargı kararı falan tanımıyorsunuz, direkt müdahaleyle, kendi istediğiniz yöntemlerle yargı kararları çıkarıyorsunuz. Şimdi, siz güvenmiyorsunuz da bu toplum hiç güvenmiyor çünkü bu toplumun sürekli aleyhine kararlar veren bir yargılama sisteminden bahsediyoruz. Kamuoyu araştırmaları şunu gösteriyor: Bu ülkede yüzde 70 oranında insan yargıya güvenmiyor, yargının kararlarının adaletli olduğuna güvenmiyor, yargıya başvurduklarında kendileriyle ilgili doğru karar vereceğine güvenmiyor. Ve insanlar yargıya gitmeden önce "Bir tanıdık hâkim var mı, tanıdık savcı var mı?" sorularıyla geliyorlar insanlara; adaletin başka türlü tesis edilemeyeceğini düşündükleri için, ancak bu şekilde çözebileceklerini düşündükleri için de böyle sorularla muhatap olmak zorunda kalınıyor.
Şimdi, yargıya güvenin olmadığı bir ortamdan bahsederken yani Türkiye'de adaletli bir yargının olmadığı, sadece iktidar lehine kurulan bir yargı sisteminin olduğu, bağımsız yargının olmadığı, bir hâkim istese de iktidarın isteğinin dışında bir karar verebilecek bir pozisyonda olmadığı bir yargı varken nasıl gerçekten adaletli bir karardan bahsedebileceğiz? Hele iktidarın istemediği bir kararı veren bir hâkim olsun ya da bir heyet olsun, sonlarının ne olacağını çok iyi biliyorlar. Bu koşullarda, yargı bağımsızlığının, hâkim bağımsızlığının olmadığı bir ortamda bir mahkeme nasıl olacak da sizin aleyhinize bir karar verecek? Ertesi gün sürgün edilmeyeceğinin garantisi var mı? Yok. Bunun örnekleri de dünya kadar var.
Şimdi, böyle bir ortamda siz diyorsunuz ki: "Bizim yargı kararlarımızı uygulamayan sosyal ağ şirketleri var." Şimdi, bir yargılarınıza bakalım: Kendinizi başka ülkelerle karşılaştırıyorsunuz "Oradakileri şu kadar uygulamış, Türkiye'dekilerini uygulamıyor." diyorsunuz. Yani bu kadar hukuk dışı, kendi koyduğunuz kuralları bile tanımayan bir yargı sistemi varken, uluslararası sözleşmelerle ilan edilmiş temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan bir yargı kararı varken nasıl olur da uymasını bekliyorsunuz? Öncelikle şunlara bir bakmanız gerekmiyor mu: "Bizde durum nedir? Acaba nereyi düzeltmemiz gerekir, hangi sorunları çözmemiz gerekir?" meselesine bakmak gerekmiyor mu gerçekten? İnsan, bir döner, herhâlde, öncelikle kendine bakar diye düşünüyorum.
Şimdi, yargıdaki duruma ilişkin, yargının ne kadar vahim durumda olduğuna ilişkin aslında arkadaşlarımız çok örnek anlattılar ama en çarpıcı örnekler herhâlde bu, 2011-2012 yıllarında atılan "tweet"lerin alınıp yargı konusu yapılması; buradan, örgüt propagandası suçu çıkarılması; hatta buradan, üyeliğe varan cezaların verilmesi meselesi aslında yargının durumunu çok açık gösteren bir durum.
Bakın, 2011'de bir "tweet" atıyorsunuz; hiçbir suça konu olmuyor, hiçbir soruşturmaya konu olmuyor, gözaltına sebep olmuyor. 2011'de attığınız bir "tweet" dönüyor dolaşıyor, dokuz yıl sonra sizin evinizin basılarak gözaltına alınmanıza neden oluyor. Şimdi, nasıl bir hukuk ki, nasıl bir adalet sistemi ki dokuz yıldır görülmemiş bir suç var ortada, bu suç yeni görülüyor ve bunun üzerinden siz gözaltına alınıyorsunuz? Yani bu da aslında cezaların da yargılamanın da ne kadar keyfî olduğunun bir göstergesi. 2011 ortamında suç olmayan bir mevzu, bir "tweet", bir sosyal medya paylaşımı, bir Facebook paylaşımı bugün, getiriliyor, önümüze suç olarak konuluyor. Yargı kararları, 2011'de, 2012'de 2013'de verilen yargı kararları bugün bambaşka kararlar hâline gelmiş durumda. Bugün, Yargıtay kendisinin geçmişte verdiği kararları ters yüz edip başka kararlar vermeye başladı. Bir dönem örgüt propagandası suçunda çok ciddi kriterler -yakın, açık tehlike, şiddet, işte, şiddete çağrı vesaire gibi kriterler- arayan mahkemeler ve Yargıtay, bugün, şiddetle, içeriğiyle hiç ilgisi olmayan, çok basit, iktidarı eleştiren ya da iktidarın politikasını eleştiren herhangi bir "tweet"i örgüt propagandası sayarak cezalar yağdırıyor. Şimdi, bu ikisinin arasındaki farkı nasıl açıklıyorsunuz, çok merak ediyoruz. Yani bir dönem suç olmayan şeyler, üstelik yargı kararlarıyla da aslında netleşmiş olan meseleler, bugün, dönüyor, nasıl oluyor da suç hâline geliyor? Şimdi, bağımsız yargıdan bahsedecekseniz, vallahi, özgürlükler alanında geriye gidiş değil, tam tersine ileriye gidiş yaşanması gerekir, değil mi? Ama bizim ülkede ne oluyor? Özgürlükler konusunda geriye gidiş. Sebebi ne? Çünkü iktidarın müdahalesinde, iktidarın denetiminde bir yargı var maalesef ve bunun sonuçları da bu.
Şimdi, sosyal medyayla ilgili neler var? Hani, böyle çok vahim meselelerden bahsedip cımbızlayarak çektiğiniz bazı meseleler üzerinden sosyal medyaya yaptırım uygulamaya çalışıyorsunuz ama sizin uygulamalarınız öyle falan değil. Mesela, ekonomik krizle ilgili "tweet" attı diye insanları gözaltına aldınız. Sendika.org'u -bir haber sitesidir- 60'ın üstünde engellediniz, ulaşım engeli getirdiniz ve her seferinde başka bir numarayla; hatta, biz her gün şey diyorduk: "Acaba bugün hangi numarayı aldı?" Çünkü her gün bir yasaklama kararı verdiniz. Jin News, kadın sitesi; yine aynı şekilde kararlar verdiniz. Bir çok insanı "tweet"leri nedeniyle gözaltına aldınız. Şimdi, bakın, şuradan birkaç örnek vermek istiyorum: Mesela, Afrin Operasyonu'nu eleştirdiği için "Savaşa hayır!" dediği için insanları gözaltına aldınız. İnsanların sizin politikalarınızı eleştirme hakkı yok mu? Savaşa karşı durma, barış talep etme hakları yok mu? Şimdi, sizin tam da işte "suç" dediğiniz şeyler bunlar. Yani sizin suç diye düzenlediğiniz yasal düzenlemeleri aslında nasıl uyguladığınızın çok açık göstergeleri var. Şimdi, buralardan yola çıkarak diyorsunuz ki: "Biz bunu daha da derinleştireceğiz, daha fazla karar vereceğiz, sosyal medya da bunların hepsini kapatsın, engellemeler oluştursun."
Şimdi, İçişleri Bakanlığının 5 Mart-27 Nisan corona dönemindeki bu, sosyal medyayla ilgili verdiği bilgiler var. 5 Mart ile 27 Nisan; bakın, ne kadar kısa bir süreden bahsediyorum. Bu süreçte tam 402 kişiyi gözaltına almışsınız. Gerekçeniz ne? Asılsız ve provokatif paylaşımlarda bulunması. Ne kadar keyfî cümleler farkında mısınız? "Asılsız, provokatif." Kime göre asılsız, nasıl provokatif? Çünkü size göre her şey provokatif; zaten düşüncesini açıklayan, sizin politikalarınızı eleştiren herkes aslında provokatif bir eylemde bulunuyor. 855 şüpheli tespit edilmiş bu dönemde, bu kadar kısacık dönemde, sosyal medyada, sadece bu gerekçeyle; bunun dışındakilerin de sayılarını bilmiyoruz.
Mesela Aziz Oruç -bir gazeteci- sosyal medya paylaşımlarından dolayı on iki yıl bir ay hapis cezası aldı; zincirleme sosyal medya paylaşımları, işte, 1'den fazla sosyal medya paylaşımı gerekçe gösterilerek. Bakın, bu insan bir gazeteci, bir gazeteci yaptığı sosyal medya paylaşımından bu ülkede on iki yıl ceza alıyorsa nerede kaldı basın özgürlüğü, nerede kaldı haber alma özgürlüğü? Hiçbir özgürlükten bahsetmemiz mümkün değil.
Yine, aynı şekilde, Barış Pınarı Harekâtı sürecinde "Savaşa hayır!" dedikleri için 186 kişi gözaltına alındı ve sosyal medyadan dolayı bunlar, burada yazdıklarından dolayı.
Yine, Antep'te, Elâzığ depremi nedeniyle yaptıkları paylaşımdan dolayı -bakın, bir depremden dolayı sizi eleştiriyorlar; eleştiremezler mi- 2 kişi gözaltına alındı.
Yine, Grup Yorum üyeleri ölüm orucu sürecinde "Yaşasın!" dediği için, bakın, Grup Yorum üyeleri "Ölmesin, yaşasın!" dediği için 2 hâkim hakkında soruşturma başlattınız.
Şimdi, sizin suç dedikleriniz bunlar ve diyorsunuz ki: "Ben bunları suç olarak göreceğim, bu kararları alacağım; bu sosyal medya şeyleri de bunlara engelleme getirsin, yasaklama getirsin." Ne dediğinizin farkında mısınız, bilmiyoruz yani.
Yine, Adana'da polisin öldürdüğü Aras'la ilgili bir "tweet" atıyor emekli bir öğretmen; yazdığı şu -bakın, bir polis bir insanı öldürüyor; vahim bir olay- diyor ki "tweet"inde: "Adana Emniyet Müdürü, devletin görevi Arasları öldürmekse o devlet başına yıkılsın, sen de altında kal." Şimdi, bu "tweet"ten dolayı dava açıyorsunuz. Eleştirme hakkı yok mu, bir polis bir insanı öldürdüğünde bu vahamete ilişkin bir söz söyleme şansı yok mu? Bundan dolayı insana dava açma hakkını kendinizde görüyorsunuz.
Şimdi, yine, 17 yaşında bir çocuk -bakın, çocuk- Cumhurbaşkanına hakaret ettiği gerekçesiyle yaka paça gözaltına alınıyor; tebligat bile yapılmıyor, gözaltına alınıyor ve kendisiyle ilgili dava açılıyor; 17 yaşındaki bir çocuğun attığı bir "tweet" Cumhurbaşkanına hakaret sayılarak yapılıyor bu.
Yine, referandum döneminde referandumla ilgili paylaşımlar nedeniyle, işte, "hayır" dedikleri için, "buna dair" sözünü kurdukları için, 7 ayrı paylaşımdan dolayı, Cumhurbaşkanına hakaretten dolayı on iki yıl üç ay ceza veriliyor sadece bir kişiye; Cumhurbaşkanına ilişkin attığı 7 tane "tweet"ten dolayı.
Ve bunların dışında da -demin arkadaşlarımız söyledi- 500 binin üzerinde insanın hakkında, sosyal medya paylaşımlarında Cumhurbaşkanına hakaret ettikleri gerekçesiyle cezalar veriyorsunuz, davalar açıyorsunuz, yağdırıyorsunuz ve üstelik de bu...
ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Biriniz 100 bin, biriniz 500 bin dedi; bir anlaşın da ona göre...
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Anlaşırız, merak etmeyin, sorun yok o konuda.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Vahameti ortada, sayı önemli değil.
ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Yani, bu kadar büyük rakamlar arasında bu kadar fark olunca...
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Rakamları alamıyoruz.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Rakamlar önemli değil. Bakın...
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Adalet Bakanlığı internet sitelerinden rakamları alamıyoruz, onlar hep kapatılıyor.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - 100 bin olsa önemsiz mi olacak? Mesela, 100 bin olsa önemsiz mi olacak?
ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Soruşturma o, soruşturma.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Tamam, olabilir, teknik bir hata yapmış olabilirim.
PAKİZE MUTLU AYDEMİR (Balıkesir) - Kendi kendinizle çeliştiğinizi gösteriyor.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - 100 bin olsa önemsizse söyleyin "100 bin insan bizim için önemsiz." deyin.
ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Almanya'da en son 1,5 milyonu geçti.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - "100 bin insan önemsiz." deyin, biz de "Tamam, eyvallah." diyelim, sorun olmasın.
PAKİZE MUTLU AYDEMİR (Balıkesir) - Hiç öyle bir şey denmedi.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Kurduğunuz cümleden bu anlaşılıyor.
PAKİZE MUTLU AYDEMİR (Balıkesir) - Sizin cümleniz yanlış.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Allah'ım, Ya Rabb'im...
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Şeffaflık olmayınca yargıda, biz de zaten öğrenemiyoruz yani.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Sayın Bülbül, bakın, müdahale etmeyin, biraz sonra siz konuşacaksınız, size de müdahale ederler.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Müdahale yok, şeffaflık olması lazım yargıda; rakamları, Adalet Bakanlığının istatistiklerini bilemiyoruz.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Buyurun Sayın Gülüm.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Şimdi, dolayısıyla her insanın fikrini söylediği, düşüncesini ifade ettiği bir kanalı, bir mekanizmayı da aslında siz kapatmak istiyorsunuz.
ALİ ŞEKER (İstanbul) - Onlar bile inanamıyorlar, gerçek rakamlara onlar bile inanamıyorlar.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Sayın Şeker, müdahale etmeyin, konuşmacının insicamını bozuyorsunuz.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Zaten bu arada yemek yeniyor, vesaire oluyor yeterince; karpuzlar gelmiş.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Tutanaklara geçirdiniz karpuz servisini.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Gelmiş, yiyorsunuz, ne yapayım?
Şimdi, gerçekten, Twitter ve sosyal medya ağlarının asıl güvenilirliğinin... Aslında, biz çok konuşmuyoruz ama bu yasal düzenleme, iletişim kanalları olan WhatsApp'ın, Telegram'ın, vesairenin de içine dâhil edildiği bir yasal düzenleme gibi duruyor, buna dair de bir açıklık yok, bunu da içine dâhil etmek lazım. Tüm bu meselelerde asıl hikâye insanların kendini güvende hissedeceği mecralardır ve Twitter, Facebook gibi paylaşım araçlarının da asıl hikâyesi güvende hissetmekten dolayı insanlar bu kadar rahat kullanabilirler ama şimdi siz diyorsunuz ki: "Biz herkesin peşine takılacağız, ne paylaştığına bakacağız, iktidarı eleştiren herhangi bir şey olduğunda da gözaltı operasyonlarıyla insanları içeri tıkacağız. Bu ne demek aslında? Bu "Biz bu mecraları bizi eleştirme zeminleri olmaktan çıkaracağız, bizimle ilgili hiçbir konuşulmasına izin vermeyeceğiz." anlamına geliyor. Oysaki bu mecraların asıl işlevi zaten biraz da böyle yerler olmaları yani özgürlük alanları olmaları bir yandan ama siz hiçbir özgürlük alanından hoşlanmadığınız için, doğal olarak, tabii, bu özgürlük alanlarına da müdahale etmek istiyorsunuz ve yok etmek istiyorsunuz.
Şimdi, burada, gerçekten, bu yasal düzenlemedeki niyetinizi istediğiniz gibi açıklayın. Aslında halk da, toplum da bunun neyin yasası olduğunu biliyor. Kapatmaya niyetli olduğunuz sosyal medyayı takip ediyor musunuz bilmiyorum ama kaç gündür açık olarak tartışılıyor "Sansür yasası." diye konuşuluyor, sosyal medyanın açık cezaevine dönüştürüleceği meselesi konuşuluyor ve buradan, gerçekten çok fazla sayıda insan buna tepki gösteriyor. "Bizi bu yöntemlerle susturacağınızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz." diyorlar ve gerçekten öyledir. İstediğiniz kadar engellemeye çalışın, özellikle gençlik başta olmak üzere, gençlik ve toplumsal muhalefetin de içinde yer alanlar, özgürlük talep edenler, demokrasi talep edenler muhakkak bir kanal bulurlar, bir araç bulurlar, bir yöntem bulur kendilerine. Bunu şurayı yasaklayarak, burayı yasaklayarak bir çözüm üretemeyeceğinizi yandaş medyayı kendi noktanıza çekmenin bir fayda getirmediğini görerek anlamış olmanız gerekiyordu ama anlayamadınız, herhâlde buradan da pek bir ders çıkarmaya niyetiniz yok gibi gözüküyor. Son çıkardığınız yasaların tamamı aslında toplumu susturmaya yönelik hamleler. Bir yandan Bekçiler Yasası, bir yandan avukatlara ilişkin yasal düzenlemeler, bir yandan bu, bir yandan güvenlik soruşturmasıyla ilgili Komisyondan geçen ve Meclise getirmeye çalıştığınız düzenleme, İstanbul Sözleşmesi'ne ilişkin düzenleme, imzanın geri çekilmesi tartışmaları gibi tartışmaların hepsi aslında çok açık şunun göstergesi: Siz toplumu bir zapturapt altına almak istiyorsunuz, otoriter rejiminizi kurumsallaştırmak istiyorsunuz, bunun üzerinden susan bir toplum, size muhalefet etmeyen bir toplum yaratmaya çalışıyorsunuz ve seslerini kesmek istiyorsunuz. Yani bu niyet açık bir niyet, bunun üstünü neyle örtmeye çalışırsanız çalışın, örtülmüyor.
Diğer bir yandan, kadınların en çok kullandığı mecralar aslında sosyal medya mecraları. Çünkü bu ülkede maalesef kadınlar için adalet yok, erkek adaleti işliyor, gerçek adalet işlemiyor ve kadınlar oluşturdukları toplumsal muhalefetle, örgütlülükleriyle, sosyal medyadaki paylaşımlarıyla maalesef yargıda çözüm bulmaya çalışıyorlar. İşte, en son örnek, çok önemli bir örnek: Bir kadın arkadaşımız birkaç yıl boyunca sürekli tacizine, tehdidine maruz kaldığı bir kişiyi birçok kez yargıya başvurmasına rağmen, birçok kez bu konuda talepte bulunmasına rağmen hiçbir çözüm üretmeyen yargıdan sonra çözümü sosyal medya üzerinden buldu. Nasıl oldu? Arkadaşımız en son dayanamadı "Ben yazacağım." dedi sosyal medyada "Şu adam beni şu kadar süredir tehdit ediyor, ailemi tehdit ediyor." dedi ve kişinin sürekli benim "ısrarlı takip" dediğim, aslında İstanbul Sözleşmesi'nde yer alan, aslında 1284 sayılı Kanun'un içinde de olan "ısrarlı takip" suçunu işlediğini söyledi. Bu, yayıldı, paylaştı herkes, bütün kadınlar destek oldu, kamuoyu destek oldu ve bunun arkasından erkek tutuklandı. İki yıldır neden tutuklanmıyordu da bugün tutuklandı? İki yıldır yargıya mı başvurmamıştı? Bu konuda her türlü delili mi sunmamıştı? Ne oldu da iki yıldır tutuklanmayan kişi bugün tutuklandı? Çünkü toplumsal muhalefet, kadın hareketi, kadın mücadelesi harekete geçti ve kadın öldürülmeden o kişinin tutuklanması sağlandı. İşte, aslında, sosyal medya bir yanıyla da sizin sağlamadığınız adaleti kadınlar açısından, çocuklar açısından, bazen de daha farklı kesimler açısından sağlayan bir yer maalesef. Böyle olmaması gerekirken, aslında yargının kendiliğinden bu kararları çok hızlıca verip kadınların hayatını, çocukların hayatını koruması gerekirken yargı uygulamadığı için insanlar çözümleri sosyal medyada aramak zorunda kalıyorlar ve etkili oluyor mu? Evet, etkili oluyor çünkü kamuoyu baskısı sizin üzerinizde de mecburen, istemeseniz de bir etki yaratıyor ve bunun üzerine harekete geçmek zorunda kalıyorsunuz.
Şimdi, mesela, bu sosyal medya olmasaydı bu kadın arkadaşımızın sonu ne olacaktı acaba? Öldürülecekti. Zaten adam açık açık uzun bir süredir kadını bu şekilde tehdit ediyor ve biz bir kadın arkadaşımızı daha kaybedecektik ve maalesef onun cansız bedeniyle karşılaşacaktık.
Şimdi, sosyal medyayı yok ettiğinizde ne olacak? Yani kadın cinayetlerinin önünü açmak gibi mi bir derdiniz var bu durumda? Hani, gerçekten, buradan da sormak istiyorum. Birçok olayda böyle. Yani çocuğa yönelik... En son yaşanan bu köpek meselesindeki, bir hayvana tecavüz meselesindeki hikâye bile benzer bir durum. Ne zaman ki sosyal medyaya düştü, ne zaman ki o kişiyle ilgili bir şeyler oldu, şimdi de duyduk ki işte, bir gözaltı falan işlemi yapılmış. Ondan önce nerede yargı? Ondan önce ne yapıyor bu yargı? Harekete geçmiyor. İşte, sosyal medya aynı zamanda böyle bir araç, böyle bir kanal ve siz aynı zamanda böyle bir yeri kapatmak istiyorsunuz.
Özetle söylemek istiyorum, şunu biliyoruz: Gerçekten, bu toplumu ikna edemiyorsunuz, bu yöntemi de kullanmıyorsunuz. Bu toplumu yaptığınız siyasetle ikna edin, bu toplumu kendi politikalarınızla ikna edin; bu toplum bu politikalarınızı beğenmiyorsa değiştirin, bu toplumun ihtiyacı bu değilse politikalarınızı değiştirin ama siz bunu yapmak yerine "Ben ikna edemiyorum, öyleyse yasaklayarak yönetmeye çalışacağım." diyorsunuz. Aslında kuramadığınız otoriteyi yasakçı bir zihniyetle kurmaya çalışıyorsunuz, ikna edemediğiniz toplumu bu yöntemle ikna etmeye çalışıyorsunuz. Acaba sosyal medyadaki bu kadar düşmanlaştırıcı, bu kadar kin, nefret kusan hikâyede sizin payınız yok mu? Niye insanlar bu kadar birbirlerine düşman bir şekilde paylaşımlar yapıyor? Gerçekten, iktidarınızın payı yok mu? Mesela, bir barış, sükûnet dönemi olduğunda bu kadar hikâye bu kadar nefrete dönüşüyor muydu gerçekten? Yani bizim yaşadığımız bir barış süreci dönemi var, bir çözüm süreci dönemi var, oradaki sürece bakın, birbirlerine bu kadar düşman bir toplum var mıydı ortalıkta, sosyal medyadan birbirlerini ölümle tehdit eden, birbirlerine tecavüz tehdidinde bulunan bir toplumsal yapı var mıydı? Acaba bunlar sizin, bu savaş politikalarınızın, bu halklar arasında düşmanlık yaratan politikalarınızın, birbirine kin ve nefret kusmaya yönelik uyguladığınız politikaların, erkek egemenliğini büyüten politikalarınızın bir sonucu değil mi? Hiçbiri kendiliğinden olmuyor bu hikâyelerin. Yani bir toplum durup dururken birbirine falan düşmanlaşmıyor. Bu, birtakım politik hatların sonucu gerçekleşiyor.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Toparlayalım Sayın Gülüm.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Aynı toplum bir zamanlar barış içinde yaşamaya daha sıcak bakarken ne oldu da insanlar birdenbire, birkaç yıl içerisinde düşmanlaştı, başka bir zemine çekildi? Çünkü politikalarınızı değiştirdiniz çünkü artık sizin ihtiyacınız barış değil, sizin ihtiyacınız artık kutuplaşmış bir toplum, birbirine düşmanlaşmış bir toplum; savaş politikalarıyla yürümek istiyorsunuz. İçeride, dışarıda savaş politikalarınızla yürümek istediğiniz için de içeriyi de geren, içeriyi de birbirine karşı kutuplaştıran bir toplum yaratmaya çalışıyorsunuz ve aslında bunun sonucu olarak da sosyal medya da bu hâle geliyor. Yani sizin dediğiniz o birbirlerine nefret kusan tartışmaların, sosyal medyanın politik bir mecra olarak eleştirildiği bir mekanizmanın dışındaki bu öfke kusan, kin kusan hikâyelerin gerekçesi aslında biraz da yarattığınız toplumsal yapı. Yani mesela biraz burayı düzeltmeyi çalışın. "Bu toplumsal yapı nereye gidiyor? Böyle insanlar birbirine nasıl düşmanlaşıyor?" deyin, buna dair bir çözüm üretmeye çalışın. Düşmanlaştıran bir yapı yerine, barış içerisinde yaşayacak bir toplum, ekonomik olarak insanların geçinebildiği, kendisini yoksulluk altında, açlık sınırı altında yaşamak zorunda bırakmadığınız bir toplumsal yapı yaratmaya çalışın. O zaman bir bakın bakalım, siz sosyal medyada gerçekten kin ve nefret kusmazsanız, sosyal medyada kin ve nefret kusuluyor mu acaba? Oralarda ne kadar azalma olduğunu göreceksiniz. Bakın, bazı şeyleri yasaklayarak çözemezsiniz, istediğiniz kadar yasaklayın. Bu kin ve nefretin kendisi de toplumda bu şekilde ilerletildiği sürece, buradan yasaklarsınız, kin ve nefret başka mekanizmalardan kendine yol bulur. Çünkü bu politikayı ürettiğiniz sürece, bunu da yok edemezsiniz. O zaman, bir şeyi yasaklamak üzerine düşünmekten önce "Bunun zemini nedir, bunu nasıl düzeltebiliriz?"i konuşmak gerekir. Yoksa "Onu da yasaklayalım, bunu da yasaklayalım; e orada bir sorun var, onu da kapatalım, bunu da kapatalım"la izlediğiniz politikanın kendisi hiçbir yere götürmeyecek bu toplumu, aslında çok daha fazla sorun ağını oluşturacak bir toplumsal yapıya doğru götürüyorsunuz.
Yani şunu biliyoruz ama yine de söylüyoruz. Evet, yani, gerçekten iktidar kaygınız var, iktidar kaygınızdan dolayı bunu yapıyorsunuz ama artık şu iktidar kaygınızı değil, bu toplumu düşünün biraz. Bu toplumun geleceğini, bu çocukların geleceğini, bu ülkenin geleceğini düşünün. Beka meselenizden vazgeçin, kendi bekanızı bu toplumun bekasıymış gibi göstermeye çalışmayın.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Tamamlayalım Sayın Gülüm.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Tamamlıyorum.
Son olarak diyorum ki bu yasal düzenleme hazır Komisyondayken geri çekin, bunu Genel Kurula falan getirmeyin.