KOMİSYON KONUŞMASI

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Evet, Anayasa'nın yerinin neresi olduğu doğrusu bu yasa teklifinde...

BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - İlk madde Hocam, son madde değil ya.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Hayır, ben geneli üzerinde söz istedim ve tam sekiz saattir bekliyorum yani Türkiye'de Anayasa'nın yerinin nerede olduğunu göstermesi açısından bu anlatımım.

Şimdi zaman bakımından Sayın Başkan, tam üç hafta önce yine burada saat 16.00'da çoklu baro için toplanmıştık, temmuzun sonunda bu konuda toplanıyoruz. Ben tabii -iyi ki Sayın Özkaya var, bekliyor- Sayın Zengin'in de bulunmasını temenni ederdim.

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Sayın Hocam gitmeyin, biz sizi dinleriz, bekleriz.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Yok, beni dinlemeniz önemli değil çünkü o zaman da olmuştu, Cahit Özkan "Ortak akıl." demişti, Sayın Zengin de "Konuşa konuşa... Bu konuyu karşılıklı konuşacağız." demişti ama tek taraflı konuşmaya, sadece kayda dönüşüyor. O nedenle ben bu konuyu, bu öncelik sorununu İç Tüzük'e göre 38'inci madde açısından konunun değerlendirilmesini önemsemiştim ancak tabii ki burada esasen dile getirilmeyen bir konu var, ona değineceğim, etik açıdan konuya bakılmasına. Çünkü bu konu gerçekten sadece hukukla çözümlenebilecek bir konu değil fakat Adalet Komisyonunun sorunu değil. Sayın Özkaya siz de Anayasa Komisyonu Başkan Vekili olarak belki sizin sorununuz da değil ama çok merak ettim, heyet kurulda aşağıda oylandı. Bu konuyla ilgili bir Komisyon, neden ona değil de Adalet Komisyonuna, neden Anayasa Komisyonuna değil de Adalet Komisyonuna, neden İnsan Haklarını İnceleme Komisyonuna değil de Adalet Komisyonuna... Doğrusu üç ana konu var, bunun düzenleme konusu: Bir, özgürlükler, insan hakları; iki, ticaret; üç, ceza. Herhâlde ceza yönü ağır basıyor ki Adalet Komisyonuna getirilmiş.

SALİH CORA (Trabzon) - Plan ve Bütçe Komisyonuna da getirebilirlerdi.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Evet, Plan ve Bütçe Komisyonuna da getirebilirlerdi ve gerçekten ben tabii ki...

SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Plan ve Bütçe, çok uygun.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Evet, çok uygun çünkü öyle oldu.

Şimdi bakın, sayın üyeler, Sayın Başkanlar; Sayın Cora'nın bunu hatırlatması çok iyi oldu. Belki bu konudaki ortak temennimiz güvenlik soruşturmasının serüvenine bu da tabi olabilir, o zaman tabii ki çok daha sağlıklı oldu, şöyle oldu: Aralık ayında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması bir torba kanuna konmuştu, eleştirilerimiz üzerine alındı. Aradan altı ay geçti, ayrı bir yasayla düzenleme yapıldı ama çok şükür ekime ertelendi, gerçekten çok sorunlu bir alan. Şimdi bu ise torba kanuna konmuştu birkaç ay önce, 7244 sayılı Kanun'dan çıkarıldı ve tıpkı güvenlik soruşturması gibi ayrı bir yasayla düzenlendi. Temenni ederim ki dilerim ki bu da onun gibi ekime bırakılır ve soğukkanlı bir tartışma yaparız.

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Hocam "Torbayla getirmeyin." diyorsunuz da müstakil getiriyoruz işte, teşekkür etmeniz lazım.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Hayır, güvenlik soruşturması da öyle oldu ancak ekim ayına, daha serinkanlı tartışmaya bırakıldı, bunun da öyle olmasını temenni ederim.

Şimdi, ben hemen iki konuya değineceğim Sayın Başkanlar, sayın üyeler; bu konu, sosyal medya konusunu sadece hukukla düzenleyemeyiz. Bu, aynı zamanda bir etik sorun, bir ahlaki sorun. Diyebilirsiniz ki "Biz acaba yasama etiğini ne kadar gerçekleştirebiliyoruz?" Tabii ki bu sormaya değer bir sorun ama sonuna doğru o konuya da değineceğim.

Şimdi, burada, Fransız hukukundan, Alman hukukundan çok söz edildi, Alman hukuku ayrıntılı olarak anlatıldı. Ben Fransız hukukunu anlatacak değilim fakat Fransız Anayasa Konseyinin konuyla ilgili olarak bir ay önce verdiği karardan bazı alıntılar yapacağım çünkü tam bizim şu anda yapmakta olduğumuz düzenlemenin daha dar kapsamlı bir düzenlemesi. Şöyle oldu: Düzenleme Fransız Millet Meclisine Mart 2019'da geliyor, Senato ve Meclis Karma Komisyonu anlaşamayınca Millet Meclisine geliyor ve Millet Meclisi bunu oyluyor, kabul ediyor fakat Senato 13 Mayıs günü kabul etmiyor, onun yerine Anayasa Konseyine götürüyor. Fransa'da Anayasa Konseyi önceden denetliyor yani yürürlüğe girmeden önce. Şimdi, bakın, benzer içerikler var, buradan birkaç alıntıyla bu konuya yaklaşımını -muhtemelen bizim Anayasa Mahkemesinin de ele alacağı eğer bu şekilde geçerse- dikkate alarak belirtiyorum.

Fakat öncelikle Sayın Özkaya, bu teklifi hazırlayanların bir artısı var; tabii, artı dile getirildi. İlk kez bir yasa önerisinde hak ve özgürlüklerle bezeli bir gerekçe gördüm ama metinde sadece kurallar var -önemli bir eksik, büyük eksik- kurum yok. Yani böyle bir düzenlemenin mutlaka kurumsal ayağı olmalıydı, ona da biz Türkçede "bağımsız idari otorite" adını veriyoruz.

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Hocam, BTK Başkanımız burada.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - BTK Başkanı burada ama BTK bağımsız değil ki.

BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - BTK bağımsız Hocam.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - BTK'nin Başkanı ve Başkan Vekili Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor, geri kalan 5 üyesi de Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor.

BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Bağımsız Hocam, anayasal bir kuruluş.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Parti genel başkanı atıyor ama.

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Almanya'da memur arkadaşlar.

BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Sayın Özkaya...

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Ülkemize güvenin.

BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Sayın Özkaya, müdahale etmeyelim.

CAVİT ARI (Antalya) - Ülkemize güveniyoruz, size güvenmiyoruz.

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Güvenmezsen güvenme, ne yapalım?

CAVİT ARI (Antalya) - Güvenilmez adamlarsınız. İşte, bu anlayışla, bu zihniyetle getiriyorsunuz: "Güvenmezsen güvenme, ne yapalım."

BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Sayın Kaboğlu, toparlayın.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Tabii, tabii.

BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Arkadaşlar, Sayın Kaboğlu konuşuyor.

NİLGÜN ÖK (Denizli) - Sayın Başkan, yani o kurumda çalışan bir çok arkadaşımız var, hepsi etkili ve yetkili yani.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sayın üyeler, ben sekiz saattir hiç kimse konuşurken tek bir sözcük telaffuz etmedim.

BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Devam edin Hocam.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sekiz saattir buradayım hiç konuştum mu?

BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Evet, tabii, konuşmadınız, buyurun.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Şimdi, bu konunun gereği bağımsız idari otoriteler özerk ve ihtisas kuruluşları bunlar.

Şimdi, efendim, buradaki sorun, Anayasa Konseyi tarafından denetlenen bir maddede, idari otoritenin sunuculardan ve internet üzerindeki iletişim servislerinin editörlerinden terör içerikli ya da çocuk pornografisi içeren içeriklerin kaldırılmasını isteyebileceği ve yirmi dört saat içinde içeriğin kaldırılmaması hâlinde ilgili içeriklerin adreslerini hemen erişimi engellemeleri için internet servis sağlayıcılarına bildirmelerini öngören maddede yapılan değişiklik. Şimdi, buradaki duruma göre, buna göre editörlerin ve sunucuların ilgili içerikleri kaldırmak için sahip oldukları süre yirmi dört saatten bir saate indirilmiş, bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi hâlinde ise bir yıl hapis, 250 bin avro para cezası öngörülmüştür. Anayasa Konseyi diyor ki: "Müdahale edebilirsiniz; bir başkasına zarar verici, bir özgürlüğün kötüye kullanımı söz konusu olursa müdahale edebilirsiniz." Fakat ifade ve iletişim özgürlüğü ile müdahale arasındaki amaç ve araç ilişkisine değiniyor ve bu bakımdan bir test uygulaması yapıyor. "Söz konusu içeriklerin hukuka aykırı niteliklerinin belirlenmesi bu niteliğin açık oluşuna dayanmamaktadır." diyor. "Bu niteliğin değerlendirilmesi yalnızca idareye verilmiş durumdadır, yalnızca idareye. Ayrıca kaldırma istemine karşı başvuru yapılması yürütmenin durdurulmasını sağlamamaktadır. Editöre veya sunucuya içeriğin kaldırılması veya ulaşılamaz hâle getirilmesi için bırakılan bir saatlik süre kaldırmadan önce bir hâkim kararı almaya olanak tanımamaktadır." diyor. "Nihayet söz konusu isteği karşılamayan sunucu veya editör bir yıl hapis veya para cezasına çarptırılmaktadır." diyor ve "Bunun ifade ve iletişim özgürlüğüne uygun, gerekli ve ölçülü olmayan bir müdahale olması nedeniyle iptal edilmesine." diyor, "Anayasa'ya aykırı olmasına." diyor. Şimdi bununla bağlantılı maddeyi de aykırı buluyor.

İkincisiyse biraz farklı. Bu düzenleme bazı internet platformu operatörlerine cezai müeyyide tehdidi altında nefret ya da cinsellikle ilgili hukuka aykırı bazı içeriklerin yirmi dört saat içerisinde kaldırılması ya da erişilemez hâle getirilmesi yükümlülüğünü getirmektedir. Anlatıyor, değerlendirme yapıyor, buna karşın kaldırma yükümlülüğü herhangi bir kişinin kimliğini, içeriğin bulunduğu yeri ve açık şekilde hukuka aykırılığın yasal dayanağını bildirmesi hâlinde doğmaktadır. Bu yükümlülük ne bir hâkimin müdahalesine ne de başka bir koşula bağlıdır.

İkinci olarak, internet platformu operatörleri yalnızca açık şekilde hukuka aykırı içerikleri kaldırma yükümlülüğüne sahiptir ancak kaldırmayı gerektiren içeriklerle ilgili olarak yasa koyucu çok sayıda suçu listelemiştir. Öte yandan, kaldırmanın gerekli olup olmadığına ilişkin inceleme, bildirimde ifade edilen hukuki gerekçeyle sınırlı da olmamak gerekmektedir. Bu durumda operatörün, bildirilen içeriği kaldırmayı gerektiren bütün suçlar açısından incelemesi gerekmektedir. İçeriğin açıkça hukuka aykırılığının tespitinin değerlendirilmesinin zorluğu ve vuku bulabilecek bildirimlerin çokluğu yirmi dört saatlik sürenin son derece kısa olduğunu göstermektedir. Her ne kadar yasa koyucu, suç kastının, bildirilen içeriğin orantılı ve gerekli incelemesinin yokluğundan çıkarılabileceğine ilişkin bir kayıt koymuşsa da bunun kapsamı belirlenebilir şekilde yazılmamıştır. Ayrıca, örneğin, bildirim sayısının çokluğunun dikkate alınması gibi cezai sorumluluğu kaldıran başka herhangi bir hüküm getirilmemiştir.

Son olarak, ilgili hükümlülüğün yerine getirilmemesinin cezası 250 bin avro para cezasıdır, üstelik her kaldırma yükümlülüğü ihlali için ayrı bir ceza öngörülmüştür. Anayasa Konseyi, açık hukuka aykırılığın öngörülen sürede değerlendirilmesinin güçlüğünün ilk ihlal ve cezanın öngörülmesinin ve cezai sorumluluğu ortadan kaldıran özel hükümlerin bulunmamasının, operatörleri açıkça hukuka aykırı olsunlar ya da olmasınlar, kendilerine bildirilen içerikleri kaldırmaya teşvik edebileceğini ifade etmiştir. Bu durum ise ifade ve iletişim özgürlüğünün icrasına gerekli, uygun ve ölçülü olmayan bir müdahale oluşturmaktadır ve Anayasa'ya aykırıdır. Bunları iptal ediyor ve hâliyle ön denetim söz konusu olduğu için iptal edilen maddeler yürürlüğe girmiyor ve diğer iptal edilmeyen maddeler yürürlüğe giriyor. Dolayısıyla, bu esasen çok daha kapsamlı düzenleme olan bizim düzenleme için ipuçları sağlamaktadır, önemli öğeler sağlamaktadır. Tabii, Avrupa Mahkemesinin öğelerini de kullanıyor. Şimdi buradaki ana sorun, ikinci büyük sorun -her ne kadar Sayın Özkaya burada yoksa da- bu konuda gerek Almanya'da Avrupa devletleri, gerek Fransa'da mesela genel olarak bir özgürlükler, ulusal özerk ve ihtisas komisyonu olarak mevcut olsa da ayrıca internet konusunda internete ilişkin hakların korunması ve ürünlerin yayımına ilişkin bir yüksek özerk ve uzman kuruluş da kuruluyor. Bununla yetinmiyor, biraz önce okuduğum ve nefret söyleminin internette yayılmasına ilişkin bu söylemleri izlemek için de bir gözlemci heyet oluşturuyor ayrı olarak. Şimdi, müdahale eden arkadaşlar açısından söylüyorum; bu yeni gelişen alanlar kendine özgü alanlar olduğu için bu konularda "bağımsız idari otorite" adı verilen özerk ve uzman birimlerin kullanılması ve kurulması çok farklı sektörlerde, Avrupa'da bir bakıma sektörün vazgeçilmez ortak paydasını oluşturmaktadır. Şimdi, bu konu, tabii bu medya özgürlüğü; sanal medya, sosyal medya ya da sanal medya özgürlüğü esasen daha önceki sayın vekillerin konuşmalarında değindikleri gibi Anayasa'nın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin düşünce ve ifade özgürlüğüne ilişkin hükümleri çerçevesinde yorumlamamızı gerekli kılıyor. Şimdi, böyle olunca tabii ki, mesela Avrupa ülkeleriyle karşılaştırırken; Fransa'yla, Almanya'yla, İspanya'yla o zaman oradaki erkler ayrılığıyla hâliyle bağımsız idari otoriteler de birer denge ve denetim düzeneğiydi erkler ayrılığı ve bağımsız yargı ile bu konuya ilişkin hükümlerin uygulanabilirliği testinden geçirmemiz gerekir. Bu bakımdan bizim Anayasa'da... Arkadaşlar değindi, 13'üncü maddeye değindiler; 25, 26, 28 ve devamı maddelerine değindiler ve ayrıca Cumhurbaşkanının konumuna değindiler. Mesela, verilen sayı Sayın Cumhurbaşkanının 2014'te halk tarafından seçilmesinden sonra değil de daha çok parti başkanlığına seçilmesinden sonra yaygınlaştı. Parti başkanlığına seçilmesinden çok sonra, 9 Temmuzda, iki yıl önce yürürlüğe giren "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" adı verilen parti başkanı sıfatıyla ülkeyi yönetmeye başladıktan sonra yaygınlaştı çünkü yurttaş parti başkanı sıfatıyla konuşması vesilesiyle bir eleştiri yöneltiyor. "Cumhurbaşkanına nasıl eleştiri yönetirsiniz?" diyerek savcılık zaten hemen Külliye'deki Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri savcılara hemen bildirimde bulunuyor ve savcılar da harekete geçiyorlar, suç duyurusunda bulunuyorlar. Şimdi, sayın vekiller, hangi partiden olursak olalım, biraz önce bir kadın vekil siyasetçiliğinden söz etti. Hayır, şu anda ben uzman olarak konuşuyorum, hangi partiden olursak olalım bu, bizim geleceğimiz, bizim çocuklarımızın geleceği, Türkiye'nin geleceği bu konu. O bakımdan şunu teslim edelim: Biraz sonra değineceğim, Sayın Cumhurbaşkanı önemli bir öz eleştiri yaptı, zira 2019 bütçesini konuşurken yardımcısı demişti ki: "Bir sene sonra bile bu sistem tartışılmayacak, tartışma yok." Ama yine Sayın Cumhurbaşkanı iki gün önce bunu tartışmaya açtı. Bu bakımdan anayasacı olarak baktığım zaman Anayasa'nın 104'üncü maddesinin öngördüğü "Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir." biçimindeki bir hükümle Cumhurbaşkanlığı ve yürütmeyi tümüyle bir kişide birleştiren bir başka Anayasa örneği yoktur. Bunun örneği, bizim tarihimizde de yoktur. Bu, sadece Cumhuriyet Dönemi'nde değil, Osmanlı'da da yoktur ve bu açıdan baktığımız zaman, mesela "partiyle ilişiği kesilir" hükmü kaldırıldı ama "Parti genel başkanı olur." demiyor. 103'üncü madde tarafsızlık yeminini öngörüyor. Şimdi, böyle olunca tabii, biz 125'inci madde dururken 299'uncu maddeyi de, Cumhurbaşkanı için düzenlenen bir maddeyi uygulamaya devam ettiğimiz sürece bu yasa kabul edilirse o zaman yüz binleri bulabilir. Bu nedenle, bizdeki konu, Türkiye'deki ifade özgürlüğü; madde 2 açısından hukuk devleti; yöneticiler ve yönetilenlerin hukuk önünde eşit işleme tabi tutulması biçiminde tanımlanırsa şöyle bir ters tablo karşımıza çıkıyor: Şimdi, yurttaşlar ifade özgürlüğünü en geniş biçimde kullanırlar. Kimin karşısında? Beni -İbrahim Kaboğlu- eğer siyasetçi olarak kabul ederseniz benim karşımda en geniş özgürlüğe sahiptirler. Ben, eğer Bakansam özgürlük alanları daha genişler çünkü Bakan olarak tasarrufta bulunuyorum. Ben Başbakansam çok daha genişler, ben Cumhurbaşkanıysam yurttaşların beni eleştirme özgürlüğü çok çok daha genişler; bu, Avrupa hukukunun ortak kuralıdır. Çünkü ben Cumhurbaşkanı olarak bütün ülkeye ilişkin ve bütün ülkenin geleceğine ilişkin olarak tasarrufta bulunuyorum, ona yönelik olarak konuşmada bulunuyorum. Şimdi bu açıdan bizdeki uygulama ise şöyle tersine dönmüş bulunuyor -hemen tamamlayayım, o şekilde belirteyim- İbrahim Kaboğlu olarak ben milletvekiliysem, sözleşmenin 10'uncu maddesine göre, benim ifade özgürlüğüm görev ve sorumlulukları da tazammun eder -çeviri deyişiyle kullanıyorum- Bakan olursam görev ve sorumluluğum artar. Başbakan olursam daha da artar, Cumhurbaşkanı olursam zirveye çıkar. Yani benim ağzımdan çıkan her söz toplumda yankı yaratır, etki uyandırır.

BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Hocam toparlayabilir miyiz.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Tabii, toparlıyorum.

Dolayısıyla benim sözüm görev ve sorumluluğu ihtiva etmelidir Cumhurbaşkanı olarak. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı olarak sarf edilen sözlerin, hele hele "Başbakanlık" unvanını aynı kişide toplaması söz konusuysa çok daha geniştir.

Sayın vekiller, değerli üyeler, Başkanlar; şimdi buradaki çok kritik sorun şu...

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Hocamı dinlemediğiniz için AİHM'e mahkûm oluyorlar. Biraz dinlesek Hocamı.

BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Dinliyoruz.

ALİ ŞEKER (İstanbul) - Anayasa Mahkemesinden dönmez her şey.

BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Hayır, dinliyoruz.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Anayasa Mahkemesinden dönmez en azından.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Buradaki kritik sorun şu sayın vekiller: Kimimiz çok eleştirebiliriz, kimimiz hayranı olabiliriz, alkışlayabiliriz fakat bir örnekle bunu dikkatlerinize sunmak istiyorum: Sayın Cumhurbaşkanı üniversiteye giriş tarihine ilişkin bir açıklama -düşünün, milyonlarca genç onu dinliyor- açıklama yapıyor ve bir anda cümle değişiyor, Cumhuriyet Halk Partisi eleştirilmeye başlanıyor. Şimdi düşünün, bir Cumhurbaşkanı üniversiteye giriş sınav tarihini açıklayacak -tarih verilmiş, milyonlarca insan, genç, 17-18 yaşında onu bekliyor- ve o kişi, bir anda Cumhurbaşkanlığı statüsünü parti başkanlığına dönüştürüyor ve "Cumhuriyet Halk Partisi illet, zillet..." diye başlıyor ve o milyonlarca gencin gözünde, o kişi -düşünün, hani muhalefet partisinin, 2'nci partinin konumunu düşünün siz- Cumhurbaşkanı sıfatıyla konuşuyor, Başbakan sıfatıyla konuşuyor, çok unvanlı bir kişi konuşuyor... Şimdi, bu açıdan bakıldığı zaman, tabii ki bunun biz sürdürülmez olduğunu söylerken Sayın Cumhurbaşkanı bunun farkına varmış olmalı ki "Eleştirebiliriz." diyor, "Düzeltebiliriz." diyor. Sürdürülemez olduğunu söylerken biz, Anayasa'mızda yazılı olan hukuk devletini, Cumhurbaşkanının tarafsızlık yeminini muhafaza edecek miyiz, etmeyecek miyiz? Sevgili Başkan, Sayın Tunç ve diğer Başkanlar -gerçi, tabii, Sayın Özkaya yok ama neyse, Halil Bey, Sayın Öztürk gelmiş, hoş geldiniz- şimdi öyle olunca -Mecliste 5 partinin grubu var- 1'inci partinin başkanı hem Cumhurbaşkanı hem Başbakan, bütün medyayı elinde tutuyor. Şimdi kendimizi aldatmayalım. 68'inci ve 69'uncu maddenin öngördüğü, partilerin serbest yarışma ilkesi yok çünkü biri bütün devlet olanaklarıyla parti başkanlığı yapıyor, diğerleri ise bundan yararlanamıyor. Üçüncü olarak tabii ki hâliyle bu politika siyasal münavebenin yollarını giderek tıkıyor. Böyle olunca... Hani, biz, tabii ki burada konuşuruz, atışırız; evet, demokrasi var, kanun koyuyoruz filan deriz ama 2 Temmuz Perşembe akşamı burada çoklu baro için, baroları bölmek için toplandık, şimdi ise sosyal medyaya ilişkin bir düzeltme yapacağımız varsayımıyla burada bir araya geliyoruz. Ama ben çok üzgünüm. Konunun teknik yönlerinden çok, belki de ülkemizin bu gidişatı nedeniyle politikadan söz ediyoruz. Ama tabii ki Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık bir kişide birleştirilmiş ise eğer, Osmanlı'nın başından bu yana var olan kolektif siyasal karar mekanizması tümüyle lağvedilmişse, bir kişiye verilmişse ve o kişi aynı zamanda parti başkanıysa o zaman ister istemez sayın teklif sahipleri bu metnin teknik boyutlarının ötesinde siyasal yönleriyle de tartışma gereği, zorunluğu karşımıza çıkıyor, birbirinden ayırmak mümkün olmaz.

Şimdi, bu açıdan mesela, Sayın Zengin, çok övünerek "unutulma hakkı"ndan söz etti. Ama ben, burada olsaydı ona soracaktım, acaba resmen lekelenen kişilerin unutulma hakkı var mı? Yani, devlet terörü demiyorum çünkü bunu devlet yapmadı. Resmî işlemlerle yapıldı ve bu işlemlerin kanun hükmünde kararname ek listelerinde adları yer alan kişilerin adlarının yanlışlıkla yazıldığını, MİT tarafından sağlandığını Başbakan ve Yardımcısı itiraf etti. Ama onların yapmadığı, "Geri alacağız." deyip de geri almadılar, düzeltmediler onun yerine kanuna çevirdiler. Şimdi, ben soruyorum teklif sahiplerine, unutulmama hakkı bu kanun hükmünde kararnamelerin ek listelerinde yer alan kişiler kanunlara geçen, kanunların ek listelerinde adları yer alan kişiler açısından da geçerli olacak mı?

BAŞKAN YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Unutulma hakkı.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - "Unutulma hakkı" evet. Pardon "unutulma hakkı" onların açısından da geçerli olacak mı? Eğer biz "unutulma hakkını" düzenliyorsak o zaman biz bir dizi kanunun burada gündeme getirilmesini ve ek listelerinde adları yer alan kişilerin, yargısız infaza tabi tutulan kişilerin adlarında çıkarılması durumunda ancak "unutulma hakkı" konusunda tutarlı olabiliriz. Yoksa "Burada ne güzel medyadan biz unutulma hakkını da güvence altına alıyoruz, ne istiyorsunuz daha." biçiminde kuşkusuz özgürlükler hukukunun teknik şeylerini getirebiliriz, burada tartışabiliriz ama açıkçası bu kavramları konuşurken yasa yapma tekniği açısından biz acaba gündemimize ne kadar hâkimiz? Biz Anayasa madde 81 çerçevesinde yaptığımız, içtiğimiz andın gereklerini ne kadar yerine getirebiliyoruz? Ben bir daha üniversiteye dönmeyeceğim için kırk yıl süreyle, kırk olmasa da en az 20-25, üniversitede verdiğim dersi, anayasa hukuku dersini artık verdiğim gibi veremeyeceğimi burada iki yıllık deneyimle gördüm. Ama tabii ki sevinmeyin "Nasılsa Kaboğlu üniversiteye dönemeyecek ve yasamanın nasıl olmaması gerektiğini orada anlatamayacak." diye. Neyse ki tutanak sisteminde unutulma hakkını koymayacaksınız da, koyamazsınız da en azından şu anda gücünüz yetmez. Dolayısıyla tutanaklar burada yapılan konuşmaları genç araştırmacılara giriş hakkı tanındığı sürece onlar ulaşırlar ve bir yasa nasıl yapılmaz ve bir yasa yapılırken ne tür sanal medya için etik ilkeleri geliştirme önerisinde bulunan yasama üyeleri; yasama ahlakı bakımından, yasama etiği bakımından nasıl sınıfta kalıyorlar, bunları zannediyorum isterler.

Ve Sayın Başkan, bana maddelere geçtikten sonra söz verdiniz. Ama bu itibarla ben İç Tüzük 38 gereği Anayasa'ya uygunluğu açısından bunun -sevgili Zeynel Emre'nin belirttiği gibi, diğer konuşmacıların belirttikleri gibi- aslında tıpkı "güvenlik soruşturması"nda olduğu gibi geri alınması ve hatta bir alt komisyon tarafından üzerinde çalışılması, ekim ayında gerçekten -ben biraz önce örnek verdim Fransa'dan, bir yıl geçmiş, tam bir yıllık süreyle bunu, süreyle Senatoda var üstelik- bunu biz iki ayda pekâlâ yapabiliriz, ekim ayında iyi bir yasayla Türkiye toplumunun önüne çıkabiliriz. Bu şekilde olmamasını temenni ederim.

Teşekkür ederim hepinize; dikkatiniz için, dinlediğiniz için.