| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Tokat Milletvekili Özlem Zengin ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri Manisa Milletvekili Erkan Akçay, Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül ile 5 Milletvekilinin İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3050) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 23 .07.2020 |
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Aslında, bu, teklifin en önemli maddelerinden bir tanesi sanırım. Şimdi, nelerden bahsediliyor? Türkiye'de zorunlu olarak ofis açmaktan, gerçek kişi olması hâlinde Türk vatandaşı temsilcisi bulundurmaktan bahsediliyor. Kişisel verilerin Türkiye'de tutulmasından, dolayısıyla da bu resmî verilere istenildiği zaman erişilmesinden bahseden bir düzenleme. Sulh ceza hâkimliği tarafından alınan kararların aslında tamamen uygulanmasını sağlamaya yönelik bir düzenlemeden bahsediyorsunuz. Şimdi, gerçekten, Türkiye'deki uygulamalara bakmak gerekiyor. Bu meselede bunun sonuçlarının ne olacağı ve... Bir dizi de yaptırım getirilmiş, oldukça da yüksek para miktarlarıyla artırımların olduğu, yaptırımların da olduğu bir düzenleme. Şimdi, bu her ne kadar böyle bir kapatmaya yönelik ya da kullanımın tümden ortadan kaldırılmasına yönelik değilmiş gibi gözükse de aslında bugüne kadar Twitter ve diğer sosyal medya, sosyal ağ kullanıcılarına ilişkin uygulamaların toplamı düşünüldüğünde ve buraları toplamda bir özgürlük alanı olarak insanların düşüncelerini ifade ettiği, kendilerini ifade ettiği, haberleşme özgürlüğünü kullandığı alanlar olarak düşündüğümüzde, Türkiye'deki yasakçı durumun, Türkiye'deki her şeyi sansürlemeye çalışan iktidar olgusuyla birlikte düşünüldüğünde bunun aslında iki sonucunun olacağını çok yakından görebiliyoruz, bugün aslında uzun uzun da bunları konuştuk.
Bir tanesi: Gerçekten, bunun zorunluluk hâlinde olmasının sonuçları ne olabilir? Birinci durum şu: Bu sosyal ağ şirketlerinin bunu kabul etmemesi durumu var ki bunun daha önce örnekleri yaşanmış durumda, Çin'de benzer bir durum yaşanmış ve bunun sonucunda da bu firmalar bu ülkelerden çekilmiş durumda. Bunun olabileceğini hepimiz biliyoruz ve aslında bir tür, sosyal medyanın tümüyle kapatılması isteminin aslında dolaylı olarak belki de gerçekleşmesini sağlayacak maddelerden bir tanesinden bahsediyoruz. Bu ne demek? Böyle bir şey yaşanırsa işte para cezası, arkasından yaptırımlar, arkasından sınırlandırma getirilmesi demek yani fiilî olarak bunların kaldırılması anlamını da taşıyor. Dolayısıyla, aslında iktidarın istediği gibi, tam da sosyal medyadan kurtulma isteğinin sonucunu üretecek bir düzenlemeden bahsediyoruz.
Deminden beri anlatıyoruz, sosyal medya özellikle muhalefetin yer aldığı ve muhalefetin kendi sözünü kurabildiği yegâne alanlardan bir tanesi. Çünkü özgürlük alanlarının bu kadar kısıtlandığı, insanların toplantı, gösteri, yürüyüş hakkının kullanılmasının dahi engellendiğini hatta onu geçtim, partimiz açısından, parti binalarında, partinin ilçe binalarının önünde, il binalarının önünde dahi basın açıklaması yapma özgürlüğünün olmadığı yani düşünün bir alan, meydan değil... Artık öyle bir noktaya gelmiş durumdaki bu antidemokratik uygulamalar, bir parti olarak siyasi faaliyet yapamıyorsunuz, sürece ilişkin, politikalara ilişkin açıklama yapamıyorsunuz, dışarıda toplanma hakkınız engelleniyor, gösteri hakkınız engelleniyor. Yani, bir siyasi partinin bütün bu hakları engelleniyorsa zaten sıradan vatandaş için ya da daha demokratik kitle örgütlenmesi benzeri örgütlenmelerin yapılanabilmesinin hiç mümkün olmadığı gerçekliği gibi bir gerçeklik ortada duruyor. Tüm bunların kullanımının yasaklandığı bir ülkede yaşıyoruz. İnsanların örgütlenme özgürlüğünün elinden alındığı bir ülkede yaşıyoruz. Derneklerin kapatıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Siyasi partiler görünüşte kapatılmasa bile aslında bütün yapılan faaliyetlerle, engellemelerle, polisiye operasyonlarla, yargı mekanizmalarıyla aslında siyasi partilerin çalışamaz duruma getirildiği bir ülkede yaşıyoruz. Demokratik kitle örgütlerinin, halkın, platformların, kadın örgütlerinin yapmak istediği herhangi bir basın açıklamasına, toplantıya müdahalelerin olduğu, yasaklandığı bir ülkede yaşıyoruz. Öbür yandan, özellikle corona süreci bahanesiyle -tamamen bahanesiyle diyorum çünkü bunun bir bahane olarak kullanıldığı çok açık örneklerle ortada- toplanmak istediğinizde hemen yanı başınızda polisin gelip "İşte burada sağlık sorunu var, bu şekilde toplandırtmayız." deyip çok yakından müdahale edip, üstelik gazlarla müdahale edip, böyle bir sağlık sorununun yaşandığı bir dönemde, insanları yerlerde sürükleyerek gözaltına alması, yüzünü yere yatırarak, böyle bir corona sürecinin yaşanmasına rağmen insanları araçlarda tıka basa gözaltında tutması, saatlerce gözaltında tutması. En son örneğini vereyim size, Suruç Katliamı gibi bir katliamı anmak için toplanmak isteyenlere yapılan müdahale sonrasında gözaltına alınan insanlar yerlerde sürüklendi, ters kelepçeler takıldı, yüzleri yere yatırıldı. Hiçbir sağlık önlemi alınmadı, corona olmasına rağmen, bırakın onu sağlıkları ciddi tehlikeye atıldı, araçlara tıka basa dolduruldular ve bu şekilde sabaha kadar, gözaltına götürülene kadar ve işlemler yapılana kadar o araçta yakın temasta tutuldular ama eylemlerinin engellenme gerekçesi neydi? Sosyal mesafenin korunmaması, dolayısıyla da coronadan kaynaklı riskleri oluşturacağı gerekçesiyle engelleme yapan emniyet güçleri bütün bu tedbirleri nedense birden kaldırdı ve hastalığın yayılabileceği bütün organizasyonları orda yaptı ama gerekçesi, bahanesi corona oldu.
Şimdi, öyle bir ülkede yaşıyoruz ki her şeyi toplumsal örgütlenmenin, özgürlük alanlarının, demokratik hakların kullanımı alanlarının önüne geçmenin bir bahanesi yaratan bir iktidar hatta bu ülkedeki darbe girişimini bile Allah'ın bir lütfu olarak değerlendirip bunun üzerinden ülkedeki bütün özgürlükleri kısmayı, daha önce isteyip de yapamadığı birtakım düzenlemeleri kanun hükmünde kararnamelerle, Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle yapan bir iktidarla karşı karşıyayız. Şimdi, bu iktidar bu yasal düzenlemeyle diyor ki: Aslında muhalefetin...
Çok uğultu var da konuşamıyorum.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Evet.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Yani, tüm alanları kapatmaya çalışan bir iktidar var; işte, demokratik eylem hakkını da, toplanma özgürlüğünü de basına yaptığı baskılarla, basının haber verme, haber alma hakkını da engelleyen bir iktidar var. Neresine baksanız, neresinden tutsanız bir özgürlük alanının kırıntısına dahi tahammül edemeyen bir iktidar var ve şimdi, bu iktidar diyor ki: "Ben bu kırıntı olarak kalan ama bunun etkin kullanılan ve insanların hâlen buradan sesini, sözünü kurabildiği yer olan sosyal medyayı da aslında tümüyle kapatacağım." Çünkü biz şunu çok iyi biliyoruz: Temsilcilik muhtemelen açmayacaklar, bu sorumluluğuna uymayacaklar, kişisel verileri buraya getirmeyecekler çünkü şimdi, deminden beri anlatılıyor, mahkeme kararları uygulanmıyor diye. Neden uygulanmıyor? Belki bunu tartışmak ve bu konuda düzenleme yapmak gerekiyor. YouTube'un ya da diğer kanalların...
Gerçekten konuşmak mümkün olmuyor yani.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Arkadaşlar, sessiz olalım.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Şimdi, biz eğer gerçekten demokratik usullere uygun olarak; temel hak ve özgürlükleri koruyan bir yerden, ifade özgürlüğünü koruyan bir yerden, düşünceyi açıklama özgürlüğünü koruyan bir yerden, basının haber alma hakkını koruyan bir yerden yargı kararları oluşturabilsek, bu yargı kararları gerçekten kılı kırk yararak verilebilse, bu kadar keyfî kararlar verilmiyor olsaydı, yine yargı kararları iktidarın politikalarıyla değil gerçekten hukukla, adaletle, uluslararası sözleşmelerle kendini bağlı görebilseydi acaba yine aynı derecede taleplerde aynı miktarda mı uygulama olurdu, yoksa gerçekten bunlar daha yüksek oranda değerlendirilebilir miydi? Evet, sosyal medyada gerçekten bizim de onay vermediğimiz çok çeşitli...
Simidin dağıtılmasını bekleyeceğim galiba.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Karpuzdan sonra simidi de tutanaklara geçirdiniz.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Çok sık dağıtım oluyor.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Arkadaşlar, sessiz olalım yani çıtır çıtır yapmayın. Simitler de çok sıcak.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - On dakika simit yeme arası ver istiyorsan.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Yani gerçekten...
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Buyurun Sayın Gülüm, toparlayalım.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Şimdi, başa aldım toparlamıyorum, simitten sonra toparlamam mümkün olmadı. Şimdi, gerçekten biz burada dönüp eğer kendi ülkemizdeki işleyişe demokratik haklar meselesine bakmazsak suçu oraya atıp şuraya atıp meseleyi oradan tartışmaya bakacaksak doğru bir tartışma yapmış olmuyoruz. Önce biz, bence bir kendi yasalarımıza bakalım; insanların haklarını kısıtlıyor muyuz, temel haklarını kısıtlıyor muyuz, özgürlüklerini kısıtlıyor muyuz, burada düzeltilmesi gereken yasal düzenlemeler var mı, acaba daha demokratik bir ülkeyi nasıl yaratabiliriz meselesine bakalım, kendi yasal düzenlemelerimizi ona göre uyarlayalım; bu tek adam rejiminden, bu diktatörlük rejiminden, bu otoriter rejimden vazgeçelim; gerçekten insan haklarını temel alan yasal düzenlemeler çıkaralım; yargı kararlarımızı uluslararası sözleşmelere, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına ve diğer sözleşmelere uygun olarak düzenleyelim; ondan sonra, dönelim, diyelim ki: "Bu yargı kararlarını niye uygulamıyorsunuz? O zaman gerçekten bu soruyu belki de sorma hakkımız olabilir ama bugünkü koşullarda ne yapıyor bu sosyal ağ sağlayıcıları? Kendi iç politikalarına bakıyor, temel ilkelere bakıyor, uluslararası hukuka bakıyor ve diyor ki: "Talepleriniz kabul edilebilir değil." Şimdi, o yüzden bunu düzeltmenin yolu belki kendimize dönmekten geçiyor, kontrol etmekten geçiyor.
Şimdi, diğer bir mesele, Türkiye'de verileri tutmaktan bahsediyor. Şimdi, aslında Türkiye'de verileri tutmanın ne demek olduğunu hepimiz biliyoruz. Şimdi, "Sulh ceza hâkimlikleri." diyoruz, bir yargı makamı olduğundan bahsediyoruz ama gerçekte bir yargı makamı gibi değil, aslında iktidarın onay makamı gibi çalışan bir mekanizma. Sulh ceza mahkemesi, yukarıdan gelen talimat... Hatırlarsınız, bir konuda "Şu çevrelerde zaten yakında operasyon olacak." gibi cümlelere benzer cümleler iktidardan kullanılınca bir bakıyorsunuz o akşam, üç gün sonra, beş gün sonra bir çevreye operasyon yapılmış, hop, onlar gözaltına alınmış. Yani talimatla işleyen bir yargı mekanizmasının olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunu kimsenin böyle değilmiş gibi yapmasının bir gerçekliği yok. Gidin, yoldan geçen sıradan herhangi bir insana sorun; bunun böyle olduğunu, bu işin talimatla işlediğini çok iyi biliyor. Dolayısıyla ne kadar adına "sulh ceza hâkimlikleri" deseniz de aslında iktidarın bir birimi, bu birim üzerinden çalışan bir mekanizma. Şimdi diyorsunuz ki: "Bu veriler buraya getirilecek, sulh ceza hâkimliğinin bir alt birimi olarak da biz bunları oluşturacağız, buna bu görevi vereceğiz. İstediğimiz bilgileri verecek, biz de insanları gözaltına alacağız, tutuklayacağız, içeri atacağız. Ya seslerini kesecekler ya da içeri alınmayı, gözaltına alınmayı, hayatlarının karartılmasını göze alacaklar." Çünkü öyle bir hâle geldi ki eskiden insanlar gözaltına alınsa dahi en azından işlerini kaybetmezdi, mahalleyi terk etmek zorunda kalmazdı ama şimdi -gözaltına alınma hikâyesi, özellikle sosyal medya olmasına rağmen- evler basılıyor, yığınla polisle gidiliyor, Özel Harekât timleriyle gidiliyor, köpeklerle gidiliyor, köpeklerle evin içerisinde insana işkence yapılıyor ve bu işkence görüntüleri hiçbir şey yokmuş gibi normalleştiriliyor, savunuluyor. Bu koşullarda insanlar gözaltına alınıyor. Tüm medyaya, basına veriliyor. Basında fotoğraflar boy boy yayınlanıyor ve o saatten sonra insanların ne mahallelerinde oturma şansları kalıyor ne iş yerlerinde işlerine devam etme şansları kalıyor ne de ileride bir iş bulma şansları kalıyor. Yani siz, aslında, sosyal medyadan bir insanı gözaltına alırken bütün hayatını karartan bir karar vermiş oluyorsunuz ve şimdi diyorsunuz ki: "Bize bütün bilgileri verin, biz yine eskisi gibi, iktidarımızın istemediği insanları gözaltına alalım, tutuklayalım, propagandasını yapalım, o insanlara "terörist" diye manşetler atalım. Gizli olan dosyalar -nasıl oluyorsa- avukatın ulaşamadığı gizli dosyalar basına ulaşsın." Yandaş medyanızda boy boy manşetler yapılsın, fotoğraflar basılsın. Ha, sonradan, ceza almış mı, almamış mı, o da çok önemli değil çünkü siz zaten bir kere bu karalama kampanyasına maruz kaldıysanız, sonunda beraat de etseniz asla o haber olmuyor, asla gündem olmuyor ama sizin üzerinize -tırnak içerisinde- bir "terörist" kavramını yapıştırmış oluyor. Şimdi diyorsunuz ki: "Gelin, bunun da bir aracı, bir kolu siz olun, bize yardımcı olun; bize bütün bilgilerinizi verin, biz de bu tür uygulamalarımıza devam edelim." Niye gelsin, niye böyle bir şey versin? Çünkü bu, bir firmanın meselesi olmanın ötesinde kullanıcıları bağlayan bir şey. Kullanıcıların güven duymadığı bir yerde niye o kullanıma devam etsin? Diyelim ki firma bütün bunları kabul etti, temsilciyi de getirdi, bilgileri de getirdi. Ne olacak? Siz başlayacaksanız takır takır gözaltı, susturma, operasyon, operasyon, operasyon... Bir süre sonra insanlar zaten otosansürü kendisi uygulamaya başlayacak. "İktidara laf söylemeyeyim." "Aman, iktidarın yolsuzluklarını açığa çıkarmayayım." "Aman, polis şiddetini yazmayayım." "Aman, iktidarın kadını korumadığını yazmayayım. Kadınların nasıl katledildiğini ve bu yargının nasıl sessiz kaldığını yazmayayım." "Aman, Cumhurbaşkanını eleştirmeyeyim çünkü yarın gelecekler, evimi basacaklar ve beni alıp götürecekler." noktasında zaten bir otosansüre götürmeye çalışıyorsunuz. Aslında yöntemlerin bir tanesi de bu, bugün söylediğiniz bu yasal düzenlemenin yöntemlerinden biri bu. Bu şekilde, aslında bu medyayı da sessizleştirmeye, politik alana hiç girmeyen bir mecraya dönüştürmeye çalışıyorsunuz. Mesela, olasılıklardan bir tanesi de bu olacak, bu da sizin açınızdan tatmin eden bir şey çünkü zaten hedefiniz aslında bu; ya "Kapatsın gitsinler, böylece tümden kurtulalım." diyorsunuz ya da böylece, otosansür yöntemiyle insanlar düşündüklerini, fikirlerini yazamasınlar istiyorsunuz.
Diğer bir mesele: Türkiye'deki uygulamaları düşününce... Mesela, hangi Türk vatandaşı -gerçek kişi olursa "Türk vatandaşı" diyorsunuz ya- hangi Türkiye vatandaşı böyle bir sorumluluğu alır, merak ediyorum; burada ikamet eder, merak ediyorum. Bu kadar basıncın olduğu, her an gözaltına alınıp tutuklanma olasılıklarının olduğu, hatta insanların size saldırı potansiyelinin olduğu, sosyal medyada kalkıp "Ben komşularımı tanıyorum, bu sefer şansı, fırsatı kaçırdım ama bir dahaki sefere her türlü şiddeti uygularım." anlamında cümleler kullananların olduğu ve buna hiçbir yaptırımın olmadığı, insanları ölümle tehdit eden, "Kan deryasında yüzdüreceğiz." diyenlere "düşünce özgürlüğü" adı altında hiçbir yaptırım uygulamayan bir yargı kararının ve bir güvenlik sisteminin olduğu bir yerde, mesela...
İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Yirmi dakika oldu.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Toparlayalım Sayın Gülüm.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - ...böyle bir ülkede bu insan kendini güvende nasıl hisseder?
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Başkanım, oradan her "yirmi dakika" denilince siz "toparlayalım" diyorsunuz.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Hayır, bazen ben önce söylüyorum.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Neyse, ben başa aldığım için uzun olacak gibi.
Dolayısıyla herhâlde kimse bu görevi almak istemez. Kapısının taşlanabileceği, öldürülme tehdidiyle tehdit edilebileceği bir yerde herhâlde hiçbir Türkiye vatandaşının "Ya, ben görevi alayım, hele de Türkiye'de yaşarken alayım." demeyeceği de kesin. Şimdi, o yüzden bunun, gerçekten bu hikâyelerin gerçekliğinin olmadığını da hepimiz çok yakından görebiliyoruz.
Şimdi, ne olacak? Dediğim gibi, eğer kabul ederlerse Türkiye'de polis teşkilatının aslında "sulh ceza hâkimlikleri" adı verilen ama aslında, gerçek bir yargılama yapmayan mekanizmanın bir alt birimi. Hakikaten, arkadaşların dediği gibi, yeri de bari açacağı mekândan çok uzak olmasın, adliyede bir yer verin, oradan dosyaları hemen getirsinler, götürsünler, gecikme de olmasın, evleri basma da gecikmesin, gözaltına alma da gecikmesin, hızlı olsun bari, oralara alın bari diye önereceğiz artık bu hâliyle. Yani sonuçta bu düzenleme gerçekten, özellikle cezalar, yaptırımlar, en son bağlanan noktanın kendisi, aslında olayın nereye götürülmek istediğinin çok açık göstergesi. Biz bunu Türkiye'de yaşamadık mı? Yaşadık. Özellikle, önemli kritik dönemlerde ne yaptınız? Sosyal medyayı yavaşlattınız, kullanımını engellediniz. Bu şekilde, istemediğiniz meselelerin yayılmasının, bunlardan bir şekilde haberdar olunmasının önüne geçmeye çalıştınız. Şimdi de o geçmiş dönemlerden elde ettiğiniz sonuçları yasal düzenleme hâline getirmeye çalışıyorsunuz. Özellikle bu madde kesinlikle geri çekilmesi gereken bir madde.
Evet, sıkıntıları konuşalım ama sıkıntıları konuşmak için gerçek bir konuşma yapmak lazım, gerçek bir niyet taşımak lazım. Görünüşte başka niyetler varmış gibi gösterip arka planda başka niyetlerle geldiğiniz zaman buraya gerçek tartışma yapamıyoruz. Zaten, hiçbir zaman burada bir tartışma da yapmıyoruz aslına bakarsanız. Arkadaşların dediği gibi, güya bir tartışma yapılıyormuş gibi yapılıyor; aslında virgülüne dokunmadan, noktasına dokunmadan, hiçbir şey değişmeden, getirilen ve aynı hâliyle de Genel Kurula indirilen, Genel Kuruldan da aynı biçimde geçirilen yasal düzenlemeler serisinin içerisinde gidiyoruz. Samimiyseniz, gerçekten samimiyseniz, gerçekten asıl olarak internet dünyasında kadınlara, çocuklara karşı işlenen suçlar başta olmak üzere nefret suçları, halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden suçlar gibi özellikle önemsememiz gereken meselelere ilişkin, gelin, hem yasal düzenlemeler konusunda hem internet üzerinde hem diğer konularda ortak bir çalışma yapılsın; bu ülkede gerçekten mesele nedir tespit edilsin, bunun üzerinden ona göre de kafa yorulup bir çalışma yapılsın; iki güne sıkıştırılmış, iktidarın ihtiyaçları üzerinden susturma operasyonları üzerinden yasal düzenlemeleri önümüze getirmeyin.