| Komisyon Adı | : | ÇEVRE KOMİSYONU |
| Konu | : | (2/3133) esas numaralı Türkiye Çevre Ajansının Kurulmasıyla İlgili Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 14 .10.2020 |
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim efendim.
Hepinizi selamlıyorum, emeklerinize sağlık.
Evet, gerçekten önemli bir konu, bunu belirtmeye de gerek yok. Murat Bakan zaten ayrıntılı olarak açıkladı, teklif sahipleri de öyle. Ben belirtildiği üzere, sadece teknik açıdan, anayasal açıdan konuya yaklaşacağım ve elden geldiğince toparlayıcı olacağım.
Gerekçede Avrupa Birliğine yollama yapılıyor. Türkiye, Avrupa Çevre Ajansına üye devlet fakat ondan öteye hiçbir şey yok, hiçbir bağlantı göremedim metinde. Gerekçede, madde gerekçelerinde Anayasa yok sayılmış ve tabii ki sadece Türkiye'nin taraf olduğu çevre sözleşmeleri değil, taraf olmadığı çevre sözleşmeleri de... Aslında, Avrupa Mahkemesinin kararlarında Türkiye için kullandığı sözleşmeler uluslararası hukukta yok yani uluslararası çevre hukuku ilkeleri de yok. Bunlar ön saptamalar.
Şimdi, Murat Bakan'ın giriş yaptığı konu, gerçekten, İç Tüzük madde 38. İç Tüzük madde 38'e göre bu yetki Komisyonun yetkisi. Nedir bu? Bildiğiniz gibi, Anayasa'ya uygunluk açısından incelenmesi ve eğer Anayasa'ya uygun değilse bunun ya reddedilmesi veyahut da Anayasa'ya uygun hâle getirilmesi. Bu bakımdan, öncelikle anayasal düzlemde bu konunun ele alınması gerekiyor. Tabii, anayasal düzlemde ele alırken, torba kanunun özellikle Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi adını verdiğiniz bu yeni dönemde artık olmaması gerektiğini Anayasa Mahkemesi de kararlarında ortaya koyuyor çünkü esasen, Cumhurbaşkanlığı kararnameleri söz konusu hızlı düzenlemeler için ve Cumhurbaşkanlığı kararnameleri öyle hızlı çıkıyor ki aslında bizim yaptığımız yasalardan hem sayı bakımından, madde sayısı bakımından hem de Cumhurbaşkanlığı kararnamesi sayısı bakımından çok fazla. O bakımdan, Anayasa Mahkemesinin denetimini torba kanun güçleştirdiği için, Anayasa'ya uygun denetimin amacına ulaşmasını engellediği için bu ciddi bir anayasallık sorunu yaratmaktadır. Gerçekten, çevreye ilişkin kanunların çoğu, bilindiği gibi, torba kanunlara konmuş bulunuyor 27'nci Dönemde ve söylediği üzere, 2'nci kez Çevre Komisyonu toplanıyor. Fakat burada ilginç olan bir husus var. Türkiye Çevre Ajansı kurulması 37 madde ama ajansla ilgili sadece ilk 10 madde var. Yani ya Türkiye Çevre Ajansı Kurulması Hakkında Kanun denir, bununla sınırlı tutulur veyahut da başlığı daha farklı olur. Bu bakımdan, başlık ile içerik arasında ciddi bir uyumsuzluk söz konusu. Bunları ben elden geldiğince özetle vurgulamaya ve belirtmeye çalışacağım.
Şimdi, bu o kadar önemli bir düzenleme ki esasen bu düzenlemenin, Türkiye Çevre Ajansının Türkiye'nin üyesi olduğu Avrupa Çevre Ajansıyla birinci olarak paralellik göstermesi gerekiyor. Türkiye'nin Avrupa Çevre Ajansına üye olması önemlidir ama tabii ki onun gereklerinin yerine getirilmesi, başta çevresel bilgilenme hakkı açısından ve bu çevresel bilgilenme hakkının güvence altına alınması bakımından temeldir diye düşünüyorum.
Şimdi, bu belirlemelerden sonra, burada -henüz burada değil ama- biraz önce teklif sahibi Sayın Vekil "Önce insan, sonra fauna, sonra flora." dedi. Hayır, önce flora, sonra fauna, sonra homo sapiens. Flora ve fauna olmaksızın homo sapiens zaten olamaz. Yani çevre dengesine, ekosisteme, madde 56'nın yaptığı tanıma bu açıdan bakmak gerekir. Tabii, bu da yazımı etkiliyor. Bu açıdan Anayasa'da bütünleşik çevre yaklaşımını kısmen de olsa yansıtıyor çünkü bütünleşik çevre yaklaşımında önce kırsal, kentsel ve kültürel çevre; bütünsel olarak ele alınması; ikinci olarak da doğal, tarihsel ve kültürel çevre; Anayasa madde 56, 63 ekseninde bu kavramlar kullanılabilir. Hâliyle bu teklif Anayasa'yı bir bakıma yok saydığından buralarda yer alan kavramları dikkate almadığı gibi sanki hukuk sistemimize de tümüyle yabancı bir maddeyle başlıyor. "Bu Kanunla verilen görevleri yerine getirmek üzere Bakanlıkla ilgili, tüzel kişiliği haiz..."
Şimdi, sayın üyeler, burada tüzel kişiliğin hukukumuzda iki kategoriye ayrıldığını, ya özel hukuk tüzel kişisi olduğunu ya kamu hukuku tüzel kişisi olduğunu bilmek için hukukçu olmaya gerek yok. Bu o kadar önemli ki bunu siz kamu tüzel kişisi olarak mı kuruyorsunuz yoksa özel hukuk tüzel kişisi olarak mı kuruyorsunuz? Çünkü ilerleyen maddelerde yazacağınız kavramlar, bu ajansa vereceğiniz yetkiler "görev, yetki ve sorumluluk" üçlüsünde cereyan eder kamu hukuk tüzel kişisiyse; hayır, özel hukuk tüzel kişisiyle o zaman "hak, özgürlük, ödev" çerçevesinde düzenlenir. Ancak görüyoruz ki ilerleyen maddelerde, kimi zaman kamu tüzel kişisi statüsü atfedilmeye çalışılmış, kimi zaman da özel hukuk tüzel kişisi olarak alınmış. Bu tamamen hukuk sistemimize yabancı bir düzenlemedir. Bu bir ticari şirket midir, yoksa ilgili maddelerde belirtildiği üzere, Anayasa madde 123 gereği bir kamu tüzel kişisi midir? Demek ki esasen anayasallık sorunu 1'inci maddeden başlıyor.
Şimdi, bu bakımdan, maddeler ilerledikçe bu sorunların çeşitli açılardan yönleriyle derinleştiğini görüyoruz. Demek ki ilk sorun tüzel kişilik ve Anayasa madde 123'e aykırılık bakımından karşımıza çıkmaktadır. İkinci sorun ise burada birçok maddede aslında böyle bir görev -biraz önce de belirtildiği üzere, sivil toplum temsilcileri tarafından da belirtildiği üzere- geri dönüşüm ya da depozito görevi belediyelere ait bir görev, yetki ve sorumluluktur ancak Bakanlık eş güdümünü sağlar, eş güdümünü sağlar. Ama Bakanlığa verildiği varsayımıyla hareket edildiğine göre, özel bir ajans kurulduğuna göre belediyeleri başat muhatap olarak almak gerekir. Örneğin madde 4, şimdi madde 4'te diyor ki: "Uygun görülmesi hâlinde belediyelere, il özel idarelerine, eğitim kurumlarına ve diğer kurum ve kuruluşlara mali ve teknik destek sağlamaktır." Peki, iyi de hangi belediyelere, hangi ölçüte göre, kim yapacak bunu? Bunların hepsi teker teker sorun oluşturuyor. Bugün Türkiye'de yönetim sorunları açısından en büyük sorunlardan birinin, anayasal sorunlardan birinin merkezî yönetim ve yerel yönetimler arasında ortaya çıktığını ve Anayasa madde 127'nin sürekli ihlal edilen maddelerin başında geldiğini görmekteyiz. Bu açıdan mali destek sorunsalı bağlamında böyle bir düzenlemenin ne kadar ciddi sonuçlar doğuracağını dikkate almak gerekir.
Yine, örnek olarak belirtiyorum, madde 5'te yönetim kurulu, başkan ve danışma kurulu düzenlenmiş. Yönetim kurulu üyeleri ve başkanlık görevini yürütecek kişilerin sahip olması gereken özelliklere yer verilmemiştir. Peki, bu kamu kuruluşu ise o zaman bunların statüleri, görevleri, konumları belirlenmeli çünkü Anayasa madde 70 "liyakat" diyor, Anayasa madde 128 "yasal düzenleme" diyor. Demek ki bu açıdan da her 2 maddeye aykırılık söz konusu.
Yine devam edecek olursak -hepsini aktarmayacağım- tabii, 5'inci maddede denetim sorunu... Kendi bütçesini yapan bir kuruluşu kimin denetleyeceği belli değil. Kendi kuruluş bütçesini yapan... O zaman ne oldu? Kamu tüzel kişisi bütçesini yapar ama görev, yetki ve sorumluluk üçlüsünde bunu denetleyen kim? Eğer bunu Bakanlık denetleyecekse o zaman bir hiyerarşik ilişki söz konusudur. Murat Bakan'ın değindiği bağımsız idari kuruluş değildir. Oysa Avrupa örneğinde, Avrupa Çevre Ajansı başta olmak üzere bağımsız idari kuruluş şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Şimdi, bu çerçevede, Anayasa madde 123 ve 128'le yeniden karşılaşmaktayız. Teklifin 7'nci maddesi hakeza yine Ajans Başkanına, Başkan Yardımcısına ve personele yapılan ödemeler bakımından Anayasa Mahkemesi kararları ve madde 128 fıkra iki karşımıza çıkıyor. Bu konuda Anayasa Mahkemesi kararları çok sayıda ve özellikle iptal etmeye başladığı Cumhurbaşkanlığı kararnameleri çerçevesinde de madde 128'e aykırılık biçiminde bir gerekçe kullanıyor çünkü "Bu konu sadece yasayla düzenlenebilir dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı kararnamesi düzenleyemez." diyor. Evet, doğru, bu konunun burada yasayla düzenlenmesi gerekir ama görev tanımının yapılması kaydıyla. Bu itibarla tabii ki Anayasa Mahkemesinin 128'inci maddeyi dayanak alarak verdiği iptal kararları dikkate alındığı zaman ciddi bir biçimde Anayasa madde 153 son yani Anayasa Mahkemesi kararlarına uygun düzenleme kuralı karşımıza çıkmaktadır. Birkaç örnekle bu kısmı kapatmak istiyorum. Örneğin, madde 30 kamu ihalesi konusu. Kamu İhale Kanunu, İhale Kanunu'ndan muaf, istisna tutuluyor. Peki, o zaman bu bir kamu kuruluşu ise, bu Ajansın yapacağı ihale işlemlerinde Kamu İhale Kanunu uygulanmayacaksa o zaman bu, Anayasa madde 48'e aykırı olmuyor mu? Anayasa madde 48'le biz özel girişim özgürlüğünü güvence altına aldığımıza göre, Kamu İhale Kanunu'na getirilen istisnayla bu Ajans iş yaptıracağı firmaları kendisi belirleyecekse o zaman bu madde ihlal edilmiyor mu bu açıdan ciddi bir biçimde? Zaten, bilindiği gibi, Türkiye'de piyasa ekonomisi neden kaptı kaçtı ekonomisine dönmüş bulunuyor? Çünkü Anayasa madde 48 sürekli ihlal ediliyor. Kamu İhale Kanunu son on sekiz yılda her ay değiştirilmek suretiyle gerçekten birbirimizi kandırdığımız bir piyasa ekonomisine dönüşmüş bulunuyor. Burada da kamu, statüsü belirsiz Türkiye Çevre Ajansıyla, işimiz elverdiği şekilde ya şirket statüsü ya kamu tüzel kişiliği statüsü vermek suretiyle, bunu gerçekten hukuk dışı bir düzenlemeye dönüştürmüş bulunuyoruz.
Otoparklar konusuna da 127'nci madde açısından kısaca değineceğim. Bu konular belediyelerin işi, ilke olarak belediyelerin görevi ama buna siz Çevre Ajansıyla bir eş güdüm sağlayıcı kurallar koyabilirsiniz ama nasılsa "Bunu böyle bir düzenleme yapıyorum." diye büyükşehir belediyelerinin görev ve yetki alanını aşıcı, zedeleyici, öğütücü düzenlemeye gitmeye çalışırsanız o zaman bağış alma yetkisini de tanırsınız. Belediyelerin bağış alma yetkisi olduğu hâlde Covid ortamında bile belediyelere bağış toplatmayan bir merkezî yönetim bu yolla belediyelerin yapabileceği bir faaliyeti aşma açısından Anayasa madde 127 çerçevesinde Anayasa'ya ciddi bir aykırılık sorunu yaratmaktadır.
Bu çerçevede şunu belirtmem gerekir: Türkiye'nin Avrupa Çevre Ajansına üye olması çok önemlidir çünkü Avrupa devletlerinde bu tür yetkiler, özellikle çevre yetkileri yerel yönetimlerin görev, yetki ve sorumluluk alanına girmektedir. Şimdi, biz Avrupa Çevre Ajansına üyeyiz diye, Avrupa Birliğine üye adayıyız diye övünen ve her gün bunun gereklerini yerine getireceğiz diyen en üst düzeyden açıklamalarda bulunan bir devlet olarak sanki onu referans alıyormuşuz ama esasen bu konuda yapacağımız düzenlemenin tamamen merkezî yönetimin denetiminde, gözetiminde bir idari birimle yapabileceğimiz izlenimini uyandırmak açısından da ciddi bir sorun yaratmaktadır.
Şimdi, son olarak geçici 1'inci maddeye de baktığımız zaman yine bu maddenin bu görevlendirmenin ne şekilde yapılacağına ilişkin herhangi bir ölçüt bulunmaması gerekçesiyle Ajans personelinin görevlendirilmesi bakımından yine Anayasa madde 128'e ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda belirlediği ölçütlere o da açıkça aykırıdır, hâliyle 153'üncü maddenin son fıkrasına.
Son olarak, Çevre Kanunu'na bence gerekmediği hâlde birçok yönden el atmış bulunuyorsunuz. Evet, Türkiye Çevre Ajansının kuşkusuz Çevre Kanunu'yla ilişkisi, doğrudan bağlantısı var ama Türkiye Çevre Ajansı Türkiye'de, tıpkı Kamu İhale Kanunu'nda olduğu gibi, çok oynanan, çevresel yatırımları, biraz önce Murat Bakan'ın resimlerle gösterdiği bütün Türkiye'yi kapsamına alan ve çevresel alanları zedeleyici faaliyetlere olanak tanımak amacıyla oynanan alan. Çevresel etki değerlendirmesini bu vesileyle yeniden ele alıyorsunuz ve çevresel etki değerlendirmesinin görebileceği işlevi de son derece azaltıyorsunuz. Şimdi, bu bakımdan şu ilkeyi mutlaka belirtmemiz gerekir: Geriye götürülmezlik ilkesi. Evet, Çevre Kanunu'nda değişiklik yapabilirsiniz -torba kanununa yönelik olarak öne sürdüğüm gerekçelerim saklı- ama Çevre Kanunu'nda yapılacak değişiklikler, dikkat edin, Anayasa'dan önce, Çevre Kanunu'nun kazanımlarına aykırı olmamak kaydıyla... Nasıl ki sunumunda Sayın Bakan Yardımcısı iki yıl önceki yasaya yollama yaparak Çevre Kanunu'nu övücü sözler söylemişse o zaman biz ancak bugüne kadar Çevre Kanunu yoluyla edindiğimiz kazanımlara dokunmamak kaydıyla Çevre Kanunu'yla oynayabiliriz ama burada görüyorum ki Çevre Kanunu kazanımlarında ciddi gerilemeler var. Bu geriye götürülmezlik ilkesi, çevre hukukunun insan hakları hukukuna bir armağanıdır ama o kadar önemlidir ki artık anayasalara girmeye başlamıştır, 2014 Tunus Anayasası açıkça bunu öngörmüştür. Bu bakımdan, bu ilke zedelenmektedir. Bu ilkenin yanında, belirtiğim gibi, Anayasa'nın birçok hükmüne aykırıdır. Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler açısından değerlendirildiğinde birçok yönden aykırılık söz konusudur ama başta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Öner Yıldız kararında olduğu gibi, Türkiye'nin taraf olmadığı uluslararası çevre sözleşmelerini de referans aldığından bu bize şunu göstermektedir: Türkiye, ait olduğu uluslararası toplum dikkate alındığı zaman -Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği- oralarda hazırlanan ve yürürlüğe konulan ama Türkiye'nin henüz onaylamış olmadığı uluslararası anlaşmalara uymak durumundadır, bunların başında da Aarhus Sözleşmesi gelmektedir; çevresel bilgilere giriş hakkı, çevre yönetimine katılma hakkı ve çevre alanında yargısal başvuru hakkı. Bu açıdan da baktığımız zaman burada sonuç olarak böyle bir Ajansın kurulması merkezî yönetimin bir organı olarak -bağımsız idari otoriteler- değil ve merkezî yönetimin son iki yılda gördüğümüz akçasal, çevresel yetkileri merkezîleştirme politikasına paralel olarak Türkiye'nin çevresel sorunlarına ilişkin bir merkezîleştirme de söz konusu. Tabii, burada, akçasal müdahaleler başta gelmek üzere, bırakın sorunlu Anayasa'mızın hükümlerine aykırılığı, tüzel kişilik örneğinde olduğu gibi en basit hukuk kategorilerinin bile dışında kalmaktadır.
Sayın Bakan Yardımcısı çok isabetli olarak "Bunu genişletmeliydik." dedi. Tabii, o zaman niçin genişletmiyoruz, neden şimdi geri dönüşüm alanını biz burada genel kategori olarak kalem kalem saymıyoruz da belirli alanla sınırlı tutuyoruz? Hani Çevre Kanunu'na, Belediye Kanunu'na, birçok kanuna el altmış bulunuyoruz bu Ajansı tahkim etmek için. "Bu Ajansı merkeziyetin güdümüne nasıl koyabiliriz?" kaygısıyla bu kadar çaba gösterdiğimiz hâlde ve birçok kanunda düzenleme yaptığımız hâlde neden bunu öne çıkarmak yerine birçok farklı kanuna, çevresel etki değerlendirmesine kadar el atıyoruz?
Sayın Başkanlar, o bakımdan, sonuç olarak benim söyleyeceğim daha çok şey var ama -kuşkusuz diğer konuşmacılar da söz alacaklar- benim önerim... Sayın Bakanın, Çevre Komisyonu sözcüsü arkadaşımızın da dile getirdiği üzere hepimizin kalbi Türkiye için atıyor, hepimiz yurtseveriz, hiç kimsenin "Ben senden daha çok yurtseverim." deme hakkı yoktur ve bir maddeyle izninizle -ben pozitivist anayasacı değilim ama- bu konuda bizim açımızdan çok önemli olduğu için bunu belirterek sözlerime son veriyorum. Anayasa madde 3: "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür." İşte buradaki "ülkesi" Türkiye ülkesidir ve bu bölünmezlik çevreyi kültürel, tarihî, doğal çevreyi kapsamına alıyor, bu bölünmezlik kentsel, kültürel ve kırsal çevreyi kapsamına alıyor. Hepsini bütünleşik olarak değerlendirdiğimiz zaman -Anayasa'nın ülkemize ilişkin hükümleri 169'a, ormanlara kadar- Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeleri dikkate aldığımız zaman bu 3'üncü madde gerçekten saygı gören bir madde olacaksa bütün bu değerleri kapsamına alan bir Türkiye kanununu düzenlememiz gerekir bizim ama bu şekilde bölük pörçük kanunlar yoluyla var olan kazanımları da geriye alırsak o zaman bu emekler boşa gider. O nedenle, lütfen, önerimizi kabul edin, bunu ya anayasallık açısından ciddi biçimde ele alalım veyahut da bir alt komisyonda bu konuda uzlaşma sağlayıcı, katkı verici bir emek harcayalım diyorum. Dikkatiniz için teşekkür ederim.