| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi (1/281 ) ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Teklifi (1/280) ve Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 27 .10.2020 |
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, sayın vekiller, sayın bürokratlar ve basının değerli mensupları; hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Efendim bu yirmi dakikalık sürem içinde Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısının geçenlerde bize sunduğu 2021 bütçesi üzerine konuşacağım fakat ondan önce genel olarak bu Hükûmetin yaptıkları ve yapmadıkları üzerine bazı düşüncelerimi de ifade etmek istiyorum. Bir kere on sekiz yıl az bir zaman değil, dolayısıyla da bu iktidarın on sekiz yıl önceki yaptıkları ve uyguladıkları ile bugünkü arasında önemli farklar var diye düşünüyorum. Bu kopuş yani bu farklılaşma diyelim benim görebildiğim kadarıyla 2008 krizinden sonra ortaya çıktı. 2008'e kadar, 2002-2008 arasında büyük ölçüde Avrupa Birliği uyum sürecinin ima ettiği reformların yapılmış olması, belli ölçülerde demokratik açılımlara yönelinmiş olması kurumlara olan güveni tazeledi ve 2008 krizi bizi 2009'da vurdu, her ne kadar bir sene veya dokuz aylık bir gecikmeyle de olsa. O dönem gerçekten mali disipline uyan bir iktidar görüyorduk, ekonomiyi de belli ölçüde olumlu yöneten bir iktidar görüyorduk. Fakat kanaatimce 2008 krizi şöyle bir değişiklik ortaya çıkardı: Değerli arkadaşlar, bu 2008 krizi insanlığın bildiği bir kriz değildi bir bakıma çünkü bu denli bir küreselleşmenin ulaştığı ekonomide ortaya çıkan krizin yaygınlaşma imkânları çok kısa bir süre içinde bütün dünyayı, bütün dünya ekonomilerini kavrayan bir şekilde etki üretti.
Şimdi, burada doğrusunu isterseniz -ben de bir iktisatçıyım, aramızda iktisatçılar da var- genel olarak baktığımızda iktisat dünyasının bu krizle ilgili olarak, gerçekten ne yapılması gerektiğiyle ilgili olarak -hani bırakın neden kaynaklandığıyla ilgili olan tartışma kısmını- elinde bir formül de yoktu esasında.
Dolayısıyla da herkes bir arayışa girmişken benim yine izleyebildiğim kadarıyla G20'ler çerçevesinde bir koordinasyon sağlandı, ülkenin G20'ler içinde bir koordinasyonu sağlandı. Bu koordinasyon, esas itibarıyla, "Keynesyen" dediğimiz bir iktisat politikasını yani "genişlemeci politikalar" dediğimiz politikaları bu ülkeler nezdinde uygulama kararı verdi ve bu bir süre devam etti. Ki bu, neredeyse faizlerin sıfır olduğu -neredeyse değil, sıfır olduğu- ilginç bir konjonktür ortaya çıkardı ve dünyadaki likiditenin arttığı bir dönem yaşandı. Fakat benim anladığım kadarıyla bu dönemde neler yapılması gerektiğiyle ilgili olarak yapılan tartışmalarda iktisatçılar, bugünlerde çok daha önemli hâle gelmiş olan bir konunun altını çizmek ihtiyacı hissettiler. O da, geçenlerde, bu neoliberal fikirlerin kaynağı olan Davos'ta, Davos'un kurucularından Doktor Schwab'ın bir açıklaması oldu ve dediği şey şuydu: "Neoliberalizm bitti artık." Bitti çünkü dünyada yeni bir dönem başlıyor ve bu dönemin özelliği, ülkeler içinde ve ülkeler arasında gelir dağılımının bozulması ve iktisat politikalarında bu gelir dağılımı bozuk yapılarda nasıl uygulanması gerektiğiyle ilgili yeni perspektiflere ihtiyaç olduğunu söyledi.
Şimdi, bütün bu gelişmeler ışığından baktığımızda, benim görebildiğim kadarıyla, 2008'i hatırlıyorsunuz, "Değdi, teğet geçti, geçmedi." tartışmaları oldu. Evet, doğru ama benim görebildiğim kadarıyla, bir dokuz aylık gecikmeyle 2009'da Türk ekonomisi 4,7 civarında -yanılmıyorsam- bir daralma yaşamak zorunda kaldı. Şimdi, ondan sonrası ise, bence, Adalet ve Kalkınma Partisinin gerek kendi ideolojik yapısından da ve gerekse de ekonomi yönetimiyle ilgili benimsediği perspektiften de bir kopuş ortaya çıktı. Bu çok tartışılabilir ama doğrusu, ben bu kısmını şöyle yorumlamak istiyorum: Yani diyebilirim ki o dönemde çıkan KHK'lerle -genel olarak ekonomiyle ilgili konuşmaya devam edeyim- ekonomide bir merkezîleşme ortaya çıkmaya başladı. Yani ekonomide piyasaların alması gereken kararların piyasalar tarafından değil, doğrudan doğruya Ankara tarafından veya Hükûmetin etkilediği kurumlar, bakanlıklar bakımından bir etki alanı oluşturmaya başladı. Yani hatırlayacaksınız, benim bir tür değişim noktası olarak gördüğüm -yanılmıyorsam 2011 yılıydı- bir KHK'yle o güne kadar kurulmuş olan aşağı yukarı 10-15 civarında bağımsız kurulları ilgili veya ilişkili bakanlıklara bağladılar, bir KHK'yle. Dolayısıyla da esas itibarıyla piyasa mekanizmasının yaratabileceği olumsuzlukları gidermek üzere kurulmuş olan bu kurumların bağımsız çalışmaları esas olması gerekirken denetim ve düzenleme fonksiyonu yapabilmesi açısından, bu kurumlar doğrudan doğruya bakanlıklara bağlı hâle getirilerek etkileri sıfırlandı diyebilirim. Yani neden bahsediyorum? BDDK'den SPK'ye, Rekabet Kurumundan Tütün Kurumuna kadar çeşitli kurumlardan söz ediyorum. Çünkü bunlar niye kurulmuştu? Bunlar, serbest piyasa ekonomisinin kendi içinde yaratacağı dengesizlikleri yani tekelleşmeleri, kartelleşmeleri önlemeye yönelik olmak üzere düzenleyecek kurumlardı. Bir bilgi daha vereyim size. Bir hesaba göre, bu kurumlar Türk ekonomisinin aşağı yukarı yüzde 60'ına etki edebilme yeteneği olan kurumlardı ve bu kurumlar bir KHK'yle kaldırılmış oldu.
Sonuçta nereye doğru geldik? Dediğim gibi, bu süreç, esasında -uzatmayayım- Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin kuruluşuna kadar ya da o Anayasa'nın kabulünden sonraki ve Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin kuruluşuyla birlikte bu merkezîleşme yani kararların merkezîleşmesi süreci en tepe noktasına kadar çıktı. Peki, bu ne demektir? Hepiniz ne demek istediğimi anlamışsınızdır ama ben yine de bir cümleyle açayım. Demek istediğim şey şu: Bir ülkede kararlar merkezîleşirse o kararların yanlış olma ihtimali artar. Bunun birçok sebebi var ama bu böyle bir durum yani dünyadaki örnekleri de buna çok uyuyor. Benim gördüğüm kadarıyla, o tarihlerden, 2011'den sonra, hani siyasetteki yanlışları, demokrasiyle ilgili yanlışları bir kenara bırakayım ama ekonomiyle ilgili olarak yanlış kararlar verilmeye başlandı ve dolayısıyla da iradi kararlar piyasanın kendi içinde vereceği kararların üstüne çıktı. Bunun sonucunda ne oldu? Soğancıları, patatesçileri kovalamaya başlayan bir Hükûmetle karşı karşıya kaldık.
BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Sayın Katırcıoğlu, bir hususu size sormak istiyorum. Şu anda geçmiş dönemlerde milletvekilliği yapmış ve Sağlık Bakanlığımızı yapmış olan Sayın Durmuş'un cenaze merasimi var. Kalan kısmını ikinci bölümde devam etsek uygun görür müsünüz, yoksa devam etmeyi ister misiniz? Tercih sizin.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Yok yani böyle bir durumda ben sonra devam edeyim o zaman.
BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Sonra devam ederseniz iyi olur.
Çok teşekkür ediyorum.
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Estağfurullah.