KOMİSYON KONUŞMASI

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Meclis Başkanı; Sayın Kamu Denetçiliği Kurum Başkanı ve Sayıştay Başkanı hepinize saygılarımı sunuyorum.

Efendim, aslında Millet Meclisi konu olduğunda kaçınılmaz olarak Meclisin işlerliği, Meclisteki çalışma usullleri gibi konuları galiba bu seansta konuşmak gerekiyor. Meclis Başkanını da burada bulduk, burada anlatacağız derdimizi.

Efendim, şimdi, aşağı yukarı iki buçuk yıldır ben buradayım ve zaman zaman bu Komisyonda hep konu olmakta çünkü bu Komisyon farklı siyasi görüşleri olan üyelerin belli konularda tartışmalarına sahne oluyor ve tabii, farklı görüşler bazen kızgınlıklara yol açıyor ve giderek itişmelere yol açıyor ve zaman zaman tansiyonu artan toplantılar oluyor. Şimdi, dolayısıyla bu, esası da sadece bizim Plan Bütçe Komisyonuna ait bir durum değil, bu, genel olarak Türkiye siyasetinin temel özelliği bence. Türkiye siyaseti giderek daha fazla kutuplaşan bir siyaset. Esas itibarıyla bütün ülkelerde de var bu ve bunun arkasında yatan sosyolojik gelişmeler var. Çok kabaca söyleyecek olursam şöyle söyleyeyim: Ulus devlet çatıları altında parlamenter demokrasi ulus devletin farklılaşmalarına cevap verecek bir olgunluğa ulaşamadı bence ya da başka biçimde söyleyecek olursam, mevcut parlamenter demokrasi farklılıkların ortada olduğu, farklılıkların giderek kendini ifade etmeye çalıştığı toplumsal dokularda bu parlamenter demokrasi tam olarak buna cevap veremiyor. Başka bir biçimde söyleyecek olursam, toplumda her daim kendi seslerinin duyulmadığını düşünen ve dolayısıyla da topluma veya genel olarak yönetime sıcak bakmayan insanların olduğu yapılar oluşuyor.

Şimdi yani bu kutuplaşma meselesi şöyle bir sebeple önemli: Kutuplaşma kontrol edilemezse eğer çatışma çıkar, dolayısıyla da her kutuplaşmanın olduğu yerde yapılması gereken şeylerden bir tanesi ve en önemlisi sanıyorum -en azından benim kanaatim odur ki- diyalogdur. Yani diyalog kanallarının açık olması, ortak bir dil üretmek ve ortak bir fikir üretmekle ilgili olarak mekanizmaların varlığı veya yokluğu esasında kutuplaşmanın da çatışmaya mı döneceğini, yoksa gerçekten demokratik bir iklime mi döneceğini de büyük ölçüde belirler.

Şimdi, ben böyle baktığım zaman, iki buçuk senedir bu Mecliste gördüğüm tablo şu: Bu Plan ve Bütçe Komisyonu ufak bir Komisyon sonuç olarak yani komisyonlar içinde belki büyük ama Genel Kurul gibi değil. Genel Kurulda aslında olan şey şu: Esasında kimse kimseyi dinlemiyor bir tarafıyla, herkes kendi pozisyonunu ifade ediyor ve kendi pozisyonunu savunuyor yani sanki savaş alanındaki savaşan güçler gibi. Haydi orayı biraz anlayabiliyorum çünkü oradaki ruh hâli biraz daha farklı fakat iş komisyonlara gelince, komisyonlar daha küçük birimler olduğu için bence bütün her şeye rağmen birbirimizi daha fazla tanıma imkânı bulabiliyoruz buralarda ve birbirimizin neyi düşündüğünü, ne düşünmediğini, neyi niçin söylediğini daha iyi anlıyoruz. Dolayısıyla buralarda, daha küçük birimlerde belki bu çatışma iklimi daha az hissediliyor ama yani genel olarak Meclise geldiğimizde bunu daha fazla hissediyorsunuz, sahaya çıktığınızda daha da fazla hissediyorsunuz. Çünkü söylediğim gibi mevcut demokrasi bu farklılıkları bir araya getirmede zorlanıyor.

Şimdi, dolayısıyla da ben buradan şuraya getirmek istiyorum asıl söylemek istediğim şeyi: Yeni Anayasa'yla Meclisin kendisine biçilmiş rol çerçevesinde, hakikaten benim gördüğüm kadarıyla Cumhurbaşkanlığı Külliyesi -saray deyince kızıyorlar bize- ile Meclis arasında bence bir farklılaşma ortaya çıktı, daha önce olmayan bir şeydi bu, daha önce Çankaya Köşkü'nün Cumhurbaşkanlığını ifade eden kurumsal yapı olarak Meclisle böyle bir kopukluğu yoktu benim bildiğim kadarıyla fakat şimdi öyle bir şey oldu. Şimdi, şunu biliyoruz: Yasaların çoğu hakikaten orada oluyor yani bunu bizim bilmemiz şaşırtmasın sizi çünkü biz orada olan insanları da tanıyoruz, oradan da öğreniyoruz, oradan da bilgi geliyor bize. Bu, anlaşılabilir bir şeydir ama mevcut Anayasa'nın işlerliği itibarıyla baktığımızda, bu, yürütmenin yargıyla ilişkisini gerçekten sorunlu hâle getiren bir ilişkidir. Çünkü o zaman şunu söylemek imkânı olabilir, olur ve zaman zaman da ifade ediyoruz: Aslında yemek Külliye'de pişiyor, buraya getiriliyor, burada da tuzu, bilmem nesi atılıyor ve yemek servis ediliyor.

Şimdi dolayısıyla da bu, esasında şunu söylüyor: Bu başkanlık sistemi bana göre sorunlu, bir sürü sorunu var gibi geliyor bana ve bazen düşünüyorum "Ya, nasıl bu yasa geçti buradan?" diye de doğrusunu isterseniz çünkü gerçekten bir partinin genel başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı olmak bana tuhaf geliyor yani sanırım herkese de tuhaf geliyor ama bir şekilde kabullenilmiş gibi duruyor.

Şimdi, dolayısıyla Meclis Başkanı da buradayken benim kendisinden ricam şu: Bir kere, bu Meclis çatısı altında oluşan siyasetin veya partiler arasında diyalog kanallarını artırmamız lazım. Diyalog kanallarının artması, çeşitli komisyonların oluşması, farklı partilerden insanların bir araya gelmesini sağlayacak mekanizmaları daha öne çıkarmak anlamına gelir çünkü gerçekten de bunu yaparak... Yani çatışmacı ortam gelişirken diyaloğu artırmak zorundayız ki çatışmaya dönüşmesin var olan kutuplaşmalar. Dolayısıyla da bir bunu arzu ediyorum, bunu size iletmek istedim.

İkinci olarak -ki bununla da ilişkili- Meclis İçtüzüğü meselesi. Ben mesela hâlâ şunu anlayamıyorum: Şimdi, Genel Kurulda ne oluyor? Birer dakikalık söz alınıyor ve o sözü alan arkadaşımız mesela şöyle bir cümle sarf ediyor: "Ya, Trabzon'da -bilmem ne- yangın çıktı." veya "Bir köprü çöktü." İşte bunu bildiriyor yani bildiriyor da o köprünün çöküşüyle ilgili herhangi bir kişi yok ki orada iradesini ortaya koyacak, öyle bir temas yok. Çünkü bu bir dakikalar -benim anladığım kadarıyla- geçmişte bakanın orada oturduğu ya da Bakanlar Kurulunun orada olduğu bir dizayn içinde tanımlanmış olan bir ilişki. Çünkü bakan oradaysa bakana doğrudan söyleme imkânı verdiği için o bir dakikalar önemli ve anlamlı. Şimdi, ben mesela hayatımda -iki buçuk sene oldu- bir defa almadım öyle bir söz çünkü hakikaten bana tuhaf geliyor. Benim söyleyeceğim şey ortaya söylenmiş bir laf oluyor. Peki, ortaya söylenmiş bir lafı niye söylüyorum ki? Muhatabı kim bu lafın? Ortada muhatabı olmayan bir lafı ben niye ortada söylemiş olayım yani? Dolayısıyla da bu İç Tüzük meselesini ciddiye almamız lazım geldiğini düşünüyorum ve tabii, bunun, ilk önerdiğim şeyle birlikte yani diyalog kanallarının açılması bağlamında da değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ve böylelikle en azından bizim dışımızdaki dünyada partiler arası siyasetin çatışmacı özelliğini Mecliste hiç olmazsa daha katlanılabilir hâle getirebiliriz. Yoksa, işte, demin gördük, arkadaşlarımız gerildiler çünkü onlar farklı düşünüyorlar, bu farklılığı ifade ederken kullanılan bir cümle farklı anlamlar taşıyor ve birdenbire elektrik ortaya çıkıyor yani gördüğümüz şey bu.

Son bir şey daha söylemek istiyorum: Tabii ki insanız ve insan olarak beli ön yargılarımız var, farklı fikirlerimiz olduğu gibi farklı ön yargılarımız da var. Dolayısıyla da bu ön yargıların aşılması da çok kolay bir şey değil. Yani diyelim ki ben bir arkadaşıma şu kitaplıktan bir kitap ver dediğimde onun da bana "Ya, o kitap yok orada." demiş olduğunu varsayın. Sonra ben kalkıyorum, bakıyorum, kitabı görüyorum orada. Şimdi, ben ne düşünmeliyim? Acaba o arkadaşım bana yalan mı söyledi yoksa o arkadaşım sahiden öyle bir arkadaş mı, dikkatsiz bir arkadaş mı? Şimdi, her ikisi de esasında gerçeğin bir yanını ifade ediyor ve bizler tarzımıza göre bir şey yapıyoruz; "Ya, o yalancının biri." diyoruz veya "Ya, o dikkatsizdir." diyoruz ama gerçeği ifade etmiş olmuyoruz. Dolayısıyla da burada genel olarak...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Son bir cümle Sayın Başkan.

BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Buyurun.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim.

Burada söylenen, arkadaşlarımın ifade ettiği ve gerçekten de çok muzdarip olduğumuz konular var ve Meclis Başkanını bulmuşken bir mesele daha var onu da söylemek istiyorum.

Şimdi, Sayın Meclis Başkanı, şöyle bir durumla karşı karşıyayız: Şimdi -özellikle İçişleri Bakanlığı çerçevesinde bu cümlelerimi anlayın lütfen- herhangi bir konu olduğunda, mesela bir yürüyüş oluyor -ki benim başıma geldiği için söyleyeceğim, arkadaşlarımın da birçoğunun başına geliyor- İçişleri Bakanlığının mensupları yani güvenlik güçleri öyle bir biçimde davranıyorlar ki bizim kredibilitemizi düşüren etki yaratıyorlar. Hâlbuki, bir kurumun yani Meclisin önemi Meclisi oluşturan milletvekillerinin önemiyle ilgilidir, bunlar karşılıklı birbirlerini etkilerler. Veya özellikle bazı şehirlerde, arkadaşlarımız mesela telefon ediyor bir Valiyle konuşmak üzere, Vali telefona çıkmıyor. Bir Emniyet müdürüyle konuşmak istiyor, Emniyet müdürü telefona çıkmıyor. Şimdi, idarenin, yürütmenin bu tutumu, özellikle Halkların Demokratik Partisi üyelerine yapıldığını düşünüyorum, doğrusunu isterseniz, ki bunun da sebebini biliyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanı, sağ olsun, ikide bir bizi terörle ilişkili göstermekten memnun oluyor, burada ne olduğunu anlayamıyor, Halkların Demokratik Partisinin niçin var olduğunu anlayamıyor, dolayısıyla da -veya kendi siyasi tercihleri öyle olduğu için- bizler, gerçekten sahada kamu idareleriyle ilişki kurarken zorlanıyoruz. Dolayısıyla, bizim kredibilitemizin kaybı esas itibarıyla Meclisin kredibilitesinin kaybıdır. Onun için sizden, özellikle İçişleri Bakanlığından ricam -ki kendisi geldiğinde bunu ona da söyleyeceğiz, İçişleri Bakanına- gerçekten de Meclisin, milletvekillerinin devleti temsil eden, denetim fonksiyonu olan bireyler olduğunu da dikkate alarak davranılması gerekir diye düşünüyorum.

Teşekkür ederim.