KOMİSYON KONUŞMASI

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli hazırun; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben de konuşmama başlamadan önce, İzmir depreminde hayatını kaybedenler için Allah'tan rahmet diliyorum, yakınlarına da başsağlığı diliyorum.

Sayın Bakan, doğrusunu isterseniz ben sizi bir şekilde izlemeye çalışan bir insanım yani yaptıklarınızı izlemeye çalışıyorum ve kişi olarak da anladığım kadarıyla gerçekten bir iradeniz var, turizmi biliyorsunuz ve gerçekten önemli işler yapmak istiyorsunuz; bunu anlıyorum. Fakat Sayın Bakan, galiba demokrasi çıtası aşağılara düşmüş olan bir ülkede sizin gibi bir bakanın iş yapması çok zor. Niye zor? Çünkü "turizm" dediğimiz şey doğrudan doğruya demokrasiyle bağlantılı bir şey. Yani bir ülkede demokrasi çıtası çok düşükse turizm de öyle çok fazla gelişmez. Sayın Bakanın çalışmalarını görebildiğim kadarıyla takdir ettiğimi söylüyorum, kendisiyle de yaptığımız görüşmelerden anladığım kadarıyla... Fakat Sayın Bakan şöyle söyleyeyim: Turizm hakikaten çok önemli yani kültür, turizm çerçevesinde konuşuyoruz, hoş fakat her ikisinin de birbiriyle ilişkisi olduğunu siz de konuşmanızda söylediniz, tabii ki öyle fakat asıl söylemek istediğim şey şu: Ekonomik gelişmeyle doğrudan bağlantısı olan bir alan bu alan yani özellikle bizim gibi, üretimi ithalata bağımlı hâle gelmiş olan bir ülkenin cari açık vermemesinin neredeyse yegâne kanallarından bir tanesidir turizm çünkü oradan döviz kazanıyoruz. Dolayısıyla da demokrasiyle doğrudan bağlantılı çünkü yani çok açık. Zaten biz iktisatçılar iktisadı konuşurken, ekonomiyi konuşurken demokrasiyle bağlantılı konuşuyoruz, bunu da herkes biliyor hatta Türkiye'nin bugün itibarıyla kredibilitesini kaybetmiş, CDS primleri tavana fırlamış bir ülke olmasının sebeplerinden bir tanesi Türkiye'deki demokrasi çıtasının yerlerde sürünüyor olmasından kaynaklanıyor; bu böyle. Yani turizmde iyi şeyler yapma arzunuzu çok iyi anlıyorum ama hakikaten sizin için üzülüyorum çünkü demokrasi bu kadar yerlerde sürünürken düşündüklerinizi yapma şansınızın da çok fazla olduğunu sanmıyorum.

Birkaç şey daha söyleyeyim, tabii, turizm aynı zamanda döviz getiriyor fakat aynı zamanda da emek yoğun bir sektör olduğu için aslında işsizliğe de çare olacak olan bir etki üretiyor; bu da bence çok önemli; yani turizmi özel kılan, bir ülkenin ekonomik kalkınmasında özel kılan bir etki buradan ortaya çıkıyor. Bence bir başka etki de tabii tanıtım faaliyetlerini içerdiği için, özellikle yabancıların nezdinde bir toplumun kültürünü, bir toplumun özelliklerini dünyada tanıtma imkânı vermesi bakımından da önemli bir kaktı sağlıyor; dolayısıyla da yaptığınız iş o bakımdan önemli.

Şimdi, kabaca baktığımız zaman bu söylediklerimi doğrulayan çok değişken var esasında ama ben birkaç tanesini hatırlatayım size. Zaten Dünya Bankasının verilerine girip de zaman içindeki turizm gelirlerini ülkeler içinde karşılaştırdığımızda yani demokratik ülkelerle ya da demokrasisi daha gelişmiş olan ülkelerle kıyasladığımızda, açıkçası zaten gözüküyor bu tablo. Yani hakikaten, demokrasisi gelişmiş ülkelerde turizm gelirleri ve turist sayıları da artıyor.

Şimdi, karakteristik olarak, biliyorsunuz, Türkiye'de son zamanlarda birkaç tane hadise oldu; bunlardan bir tanesi tabii ki darbe; 2016 yılında oldu, bir tanesi de -biliyorsunuz ondan bir süre önce oldu- Suriye'de Rus uçağının düşürülmesiyle ortaya çıkan siyasi bir gerilim. Sonuçlarına baktığımızda -ben rakamları bilmiyorum, siz benden daha iyi biliyorsunuz ama ben grafikleri biliyorum, aklımda onlar- turizm gelirlerinde inanılmaz bir düşüş yaşadık. Niye? Çünkü bir ülkede demokrasi yeteri kadar gelişmemiş ve istikrarlı bir toplumsal yapı yok ise orada "security" dediğimiz yani güvenlik kaygısı ortaya çıkar ve özellikle yabancılar ülkeye gelmekten kaçınabilirler. Dolayısıyla da bu söylediğimi doğrulayan hadiselerdir 2015 ve 2016 yıllarındaki yaşadıklarımız ve turizm gelirlerinin düşmesi. Sonuçta şunu söylüyorum: Bir kere, bizim turizm gelirlerini artırmamız için ülke turistlerin geleceği bir biçimde güvenli olmalı ve gerçekten demokratik bir ortam sunmuş olmamız lazım. Biz bunu sunamıyoruz, sunamadığımızdan dolayı böyle bir problem yaşıyoruz; bunu söylemeye çalışıyorum.

Yine, mesela o tarihlerde -şöyle bir not aldım- 24 Kasım 2015 itibarıyla Antalya'ya 2,8 milyon Rus turist gelmiş, 23 Kasım 2016 itibarıyla Antalya'ya -yani bu olaydan sonra- sadece 452 bin turist gelmiş yani bir yılda yüzde 84'lük bir düşüş gerçekleşmiş. Zaten bu 452 bin turistin de 2 Eylüldeki anlaşmadan sonra geldiğini de söyleyecek olursam, esasında güvenlikle, kaotik olmayan, kargaşası olmayan, daha barışçı, istikrarlı bir ülke olmakla turizm arasında çok yakın bir ilişki olduğu sanırım yeteri açık bir kanaattir.

Mesela, yine Küresel Rekabet Endeksi'yle ilgili turizmle bağlantılı olarak şöyle bir tablo bulabilirsiniz Dünya Bankasının yayınlarında. Mesela, global yani küresel anlamda sıralamada Türkiye 44'üncü geliyor, Yunanistan 24'üncü geliyor, İspanya 1'inci geliyor, İtalya 8'inci geliyor, Portekiz 14'üncü geliyor, Malta 36'ncı geliyor. Yani sıralamaya baktığımızda, bunlar "top" yani en üst endeks değeri almış olan ülkeler. Mesela, "safe" ve "security" denilen yani güvenlik noktasında aldıkları değerlere baktığımda, çok açık olarak Türkiye en düşük notu almış durumda; 4,1. Dolayısıyla da bu, demin söylediğimi de destekleyen bir şey. Türkiye güvenli, istikrarlı, demokratik bir ülke olmaktan çıktı dolayısıyla da bence siyasi iktidarın veya siyasilerin önündeki görevi Türkiye'nin yeniden demokratik bir ülke olmasını sağlamak olmalıdır diye düşünüyorum.

Faaliyetlerinizle ilgili olarak, özellikle bölgesel bağlamda, arkadaşlarım sanırım benden sonra konuşacaklar, size yine bazı itirazlarımızı ifade etmeye çalışacağız.

Ben buradan RTÜK konusuna geçmek istiyorum ki gerçekten RTÜK konusu, bizim için hakikaten zor bir konu. Ne bakımdan zor? Çünkü RTÜK, kanununda yazılı olan koşullara uymayan bir yönetime sahip esas itibarıyla ve maalesef birçok çıplak gerçek gibi bu da böyle burada duruyor, herkes de bunu görüyor.

Şimdi, bakın, bu kurullar -bu düzenleyici kurullar bunlar- demokrasinin vazgeçilmez olan kurullarıdır yani ekonomide özel çıkarların kamusal çıkarların önüne geçmesini önlemek üzere vardırlar. Yani özel sermaye sahiplerinin veya herhangi bir sebeple güçlü olanlar güçlerini kamunun aleyhine kullanmasınlar diye vardır. Dolayısıyla da bakın, kanun ne yazıyor? Kanunun 34'üncü maddesi "Radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmetleri sektörünü düzenlemek ve denetlemek amacıyla, idarî ve malî özerkliğe sahip..." Bitmedi, demin Başkan Yardımcısı arkadaşımız sadece "idari ve mali özerkliğe sahip" dedi ama aynı zamanda "tarafsız bir kamu tüzel kişiliği" olarak tanımlıyor kanun.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Sayın Katırcıoğlu, ilave süre veriyorum.

Buyurun.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Kaldı ki 2'nci fıkrasında da -bu 1'inci fıkrasıydı- "Üst Kurul, bu kanun ve mevzuatta kendisine verilen görev ve yetkileri kendi sorumluluğu altında -altını çiziyorum- bağımsız olarak yerine getirir ve kullanır." deniyor.

Şimdi, Sayın Ebubekir Şahin'e bir soru soruluyor Kurul Başkanı olarak, RTÜK'ün talimatla iş yapıp yapmadığına dair, şöyle diyor: "Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından bir telkin ve talimat olmadı ama olursa devletimizin başıdır, onun talimat ve telkinleri devletimizin bütün organlarını ilgilendirir, emir telakki eder, başımızın üstüne deriz ama o ayrı bir şey; rahatlıkla söyleyebilirim ki böyle bir talimat olmadı."

Şimdi, değerli arkadaşlar, bir bağımsız kurumun başındaki bir kişinin bu cümleleri kabul edilemezdir. Kabul edilememesinin sebeplerinden birini söylemeye çalıştım yani yasasındaki tanımlanmış olan duruşa aykırıdır, ikincisi de Sayın Cumhurbaşkanımız aynı zamanda bir partinin lideridir. Yani şimdi bu gerçeği değiştiremeyiz. Şu anda Anayasa...

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Seçimle gelmiştir.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Seçimle gelmiş olmasının hiçbir önemi yok.

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Nasıl yok?

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Yok arkadaşlar. Ama bilmiyorsunuz o zaman, kusura bakmayın.

AYŞE KEŞİR (Düzce) - Nasıl önemi yok ya!

BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Evet, arkadaşlar...

Sayın Katırcıoğlu, lütfen devam edin, tamamlayın.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Arkadaşlar, bu kurumlar devletin davranışlarına da karşıdır; siz bunu bilmiyorsunuz, ne yapabilirim? Yani bu kurumların bağımsızlığı sadece özel sektöre mesafeli olması değil, aynı zamanda siyasi otoriteye karşı da mesafeli olması anlamına geliyor. Onun için kuruldu zaten bu kurumlar.

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Meclis seçiyor onu, ne var bunda?

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Neyse cevap vermeyeceğim size.

BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Lütfen...

Buyurun Sayın Katırcıoğlu, siz tamamlayınız.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Arkadaşlar, o zaman şöyle yapalım, ben buna razıyım: Bu kanunu değiştirelim, Türkiye Büyük Millet Meclisinin böyle bir yetkisi var, kaldıralım bu maddeyi. Diyelim ki: "Cumhurbaşkanına bağlıdır."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Başkanım, birkaç cümlem daha var.

BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Lütfen...

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Çünkü siz, Cumhurbaşkanlığı sisteminin, her şeyin, her kurumun Cumhurbaşkanına bağlı olduğu bir yapı olduğuna inanıyorsunuz; bu tümüyle yanlış, böyle bir sistem olamaz. Eğer olursa buna "diktatörlük" deriz zaten. Zaten öyle ama neyse, ben demiyorum.

Dolayısıyla da bakın, ben şunu söyleyeyim: RTÜK, açıkçası... Sadece RTÜK de değil bence, her bakan geldiğinde bu sözlerimi söyleyeceğim. Bunlar kanunlarındaki bu maddeyi değiştirsinler, desinler ki: "Bağımsız falan değildir, idari ve mali olarak Cumhurbaşkanına bağlıdır." Bu kadar, bunu yapın; biz de bilelim hiç olmazsa, biz de bağımsızdır diye düşünmeyelim ve kızmayalım. Mesela, arkadaşlar, bu neye tekabül ediyor, anlamak çok zor yani. Halkların Demokratik Partisinin hiçbir bilgisi, hiçbir haberi televizyonlarda yayınlanmıyor. Daha somut söyleyeyim arkadaşlar, bunu birkaç defa daha söyledim Komisyonda.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, bir iki cümlem daha var.

BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Evet, lütfen...

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Ben yıllar önce hemen hemen her hafta ya CNN'e ya NTV'ye çıkan bir insandım, beni davet ederlerdi toplantılara siyasi konuşmalar yapmak üzere. Ama bir gün, beni davet eden arkadaşlardan biri dedi ki: "Hocam, siz kara listeye girdiniz, bir daha çıkamayacaksınız." Aynen bunu söyledi, ismini vermeyeyim ama tanıdığınız bir isim bu ve o günden itibaren beni çıkarmadılar.

Şimdi, Halkların Demokratik Partisi, bir parti arkadaşlar, Türkiye'nin 3'üncü büyük partisi, birçoğunuzdan daha büyüğüz ve dolayısıyla da buradan giderek söyleyeyim ki bu hakkaniyetli bir yönetim değil arkadaşlar, adil bir yönetim değil, demokratik bir yönetim değil. Böyle bir ülke olamaz ve böyle bir ülkede Sayın Bakanın becerileri, yetenekleri, arzuları ne olursa olsun -ki cümlemin başında söylediğim gibi, bu konuda ben ikna olmuş bir insanım- bir şey yapamaz çünkü ülkedeki demokrasi çıtasının yükseltilmesi işi Sayın Bakana değil, doğrudan doğruya siyasete ait bir şey. Dolayısıyla da siyasetin kendine gelip böyle bir sistemde gidemeyeceğimizi kabul etmesi ve bu konuda bir değişim talebini ortaya koyması gerekir diyorum.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.