KOMİSYON KONUŞMASI

AYHAN EREL (Aksaray) - Sayın Başkanım, kıymetli Komisyon üyeleri, milletvekilleri, Sayın Bakanım ve Bakanlığımızın çok kıymetli bürokratları. Sözlerimin başında ben de cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk'ü rahmetle, şükranla, minnetle anıyorum. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.

Sözlerimin başında belirtmek isterim ki amacım, Bakanlığımızın eksikliklerini, yanlışlıklarını araştırmanın ötesinde varsa eksikleri tamamlama adına konuşmak.

Havaalanındaki yaptığınız uygulama gerçekten çok önemli; vatandaşlar, özellikle yurt dışından gelenler perişan oluyordu. Yine Adalet Ormanı çok güzel bir uygulama, bundan dolayı sizleri tebrik ediyorum; yaptığınız her olumlu çalışma için Türk milleti adına şükranlarımı sunuyorum. Bu uluslararası havaalanında SEGBİS sistemi acaba uygulanabilir mi? Bu hususun araştırılmasını talep ediyorum ve İYİ PARTİ adına da genel anlamda bir konuşmak yapmak istiyorum.

Anayasa'mızın 2'nci maddesi kısaca, cumhuriyetimizi demokratik, insan haklarına saygılı, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlamıştır. Bu tanımlamadan yola çıkarak öncelikle, evrensel demokrasinin neyi anlattığı, bugün bizdeki uygulamasının nasıl olduğunu tartışmamız gerektiğini düşünüyorum.

Evrensel demokrasinin tarih boyunca farklı farklı tanımlanmış olması demokrasiyi tanımlamanın ne kadar zor olduğunu göstermektedir. Tarihteki bu zorluk demokrasinin birden çok şeyi birden ifade etmesinden kaynaklanmaktadır. Demokrasi, aslında bir ülkü dizgesidir; demokrasi, ülkü diye bilinen gayelere erişmeyi sağlayacak kurumların tümünü ifade eder. Demokrasi halkın zihniyetinde işleyen bir fikir olarak görünür; demokrasi, halkın şuurlu davranışıdır, sorumluluk hissetmektir. Bu sorumluluk ve şuurla hareket eden bireyin siyasal iktidarı tenkit etme hakkı vardır. Demokrasi, siyasi iktidarın tenkitlere tahammül rejimidir. Demokrasi, bizim gibi düşünmeyenleri saygıyla dinleme sanatıdır. Demokrasi, çoğunluğun değil, azınlığın ve farklı düşünenlerin de haklarını koruma ve kollamanın, iktidar ve otoritenin mutlak olmadığı rejimin adıdır. Demokrasi, keyfilikten kaçan, kendisini anayasa ve hukuk kurallarıyla bağlı kılan bağımsız ve tarafsız yargı tarafından denetlenebilen iktidarın bulunduğu siyasal rejimin adıdır. Kısaca demokrasi, halkın yönetimidir. Yönetimde egemenlik yetkisinin kullanımı hiçbir kimseye bırakılmamış olup, halkın yönetiminde egemenlik, kayıtsız, şartsız millete bırakılmıştır. Demokrasi yalnızca yasalara değil, bir siyasal kültüre de dayanır. Demokrasi, bir yönetim biçimi olduğu kadar da bir yaşam biçimidir. Demokratik bir yönetim için yasaların ve yönetim sisteminin tek başına demokratik ilkeler doğrultusunda oluşturulmuş olması yetmez, günlük hayatta insanların davranışlarından oluşan kültürde bu temel ilkelerin yaşanması gerekir. Bu, demokrasilerde demokratik vatandaşlığın önemini artırmaktadır. Demokratik kültür, ancak demokratik vatandaşlar yoluyla yerleşir. Yönetimde demokrasiden bahsedebilmek için öncelikle hukukun üstünlüğünün varlığı kabul edilmelidir, daha sonra da devletin hukuk devleti olması sağlanmalıdır. Hukukun üstünlüğü ise, millet adına yasama yetkisiyle donatılan Türkiye Büyük Millet Meclisinin üstünlüğü olup yasamanın yaptığı kanun hâkimiyetini sağlamaktır. Bunun yanında, yasamanın yürütmeyi denetleme yetkisi de göz ardı edilmemelidir. Bu anlamda, yapılan anayasa değişikliğiyle Meclisin yürütmeyi denetleme yetkisi neredeyse ortadan kaldırılmış hâle gelmiştir. Hukuk devletinin amacı, devlet yönetiminde keyfîliği önlemektir; bu da devletin hukuka bağlı olmasını, hukuk çerçevesinde hareket etmesini şart koşar. Hukuk devleti, devletin faaliyetlerini yürütürken hukuken belirlenmiş sınırlara bağlı kalmasını, bütün iş ve işlemlerin hukuka uygun olmasını şart koşar. Hukuk devleti, kamu otoritesi kullanan kişilerin kendi düşüncelerine, görüşlerine ve kaprislerine göre değişen bir yönetim yerine kurallara dayalı, gayrişahsi, objektif bir yönetim koymayı amaçlar. Hukuk devletinde kişiler değil kurallar yönetir. Hukuk devleti uyarınca kamu otoritelerinin sadece hukuken yetkilendirildiği durumda işlem ve eylem yapmaları, bunun dışında hareketsiz kalmaları gerekir. Böylece, devletin hukuka bağlılığı kişilere güvenlik ve öngörülebilirlik sağlayacaktır. Hukuki güvenlik, kamu otoriteleriyle ilişkilerinde bireylerin bugün ve geleceğe dönük güven duygusu içinde olmaları demektir. Kişiler yasaların onları nasıl etkileyeceğini önceden bilebilmelidir. Kişiler, ancak yürürlükteki herkes için geçerli hukuk kurallarına uygun olarak işlem göreceklerini, hukuki dayanağı olmayan bir işleme maruz kalmayacaklarını bilmenin rahatlık ve güvenliğini yaşarlar. Hukuka bağlılık keza yine kuralların önceden belli ve biliniyor olması sayesinde kişilerin geleceği öngörüp etkinlik ve eylemlerini buna göre planlayabilmelerine de imkân verir; böylece, kişiler keyfî devlet müdahalesinden ve kuralların keyfî olarak değişmeyeceğinden emin bir şekilde öngörülebilir ve güvenli bir hayat yaşayacaklarını varsayarlar.

Kişilere özel yasa yapılmaması, yasaların herkese adil, eşit uygulanabilir olması, yönetenlerin ve yönetilenlerin tamamının yasalara uyma zorunluluğu, yönetimde şeffaflık ve hesap verilebilirlik, anayasal güvence, güçler ayrılığı, laiklik, sivil toplum, özgür basının bulunması ve tüm bunların yanında tarafsız ve bağımsız bir yargı sisteminin bulunması demokrasinin olmazsa olmaz şartı olarak kabul edilmektedir. Bugün bütün çağdaş demokrasilerde bilinen bir kural vardır: Yetki, millet adına birbirini denetleyen 3 organa verilmiştir; yasama, yürütme, yargı.

Bugün Adalet Bakanlığının bütçesi üzerinde görüşmeler yapıldığından yargı organları üzerinde durmanın faydalı olacağına inanıyorum. Çağdaş hukuk devletlerinde siyasal iktidarın hesap verebilirliği oldukça önem arz etmektedir. Siyasal iktidarlar önce halka hesap vermelidir. Öncelikle denetim, Türkiye Büyük Millet Meclisine aittir, bunun yanında anayasal yargı organları yasamayı, yürütmeyi, yasalara uymayan herkesi denetler; böylelikle, yönetilenler ile yönetenler arasında bir denge oluşur. Yetkinin bir kişide toplanmış olması otoriterleşmeyi getirir. Bizde de bu yetki, egemenlik hakkının kullanılmasıyla ilgili Anayasa'nın 6'ncı maddesi gayet açıktır "Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz." hükmü yer almıştır. Soru şu: Millet adına bu egemenliği kim, nasıl kullanacaktır? Bu yetki tek bir kişi tarafından mı, yoksa millet adına birbirini denetleyen güçler tarafından mı kullanılacaktır? Denetim yetkisi Meclisin en önemli görev ve sorumluluğu olup bu yetki Meclisimize Anayasa tarafından verilmiştir. Yürütme organının çıkarılan kanunları uygulayıp uygulamadığını, yürütmenin yasalara uygun olarak görev yapıp yapmadığını denetleme görevi Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olup bu görevi yerine getirmek mecburiyetindeyiz. Anayasal olan bu görev nasıl yapılmalıdır? Milletvekillerinin yürütmeden sözlü olarak bilgi almaları bakanlarımızın Meclise gelememelerinden -gelmemeleri demeyelim- dolayı uygulanamamakta, yine, bakanlık görevine seçimle değil de atamayla geldiklerinden artık mümkün değil. Milletvekillerinin yürütme organından bilgi almak için veya yürütme organının kendisine doğru bilgiyi aktarması için yazılı soru önergesi vermesi gerekiyor. Anayasa'ya göre bunun on beş gün içinde cevaplandırılması gerekiyor ama işlerin yoğunluğundan dolayı sanırım ki bugüne kadar on beş günde hiçbir zaman cevap gelmedi.

Türkiye'nin temel sorunlarından birini yargı oluşturmaktadır. Bu, sadece bu döneme ait değil, geçmiş dönemlerde de yargı başlı başına Türkiye Cumhuriyeti devletinin sorunlarından bir tanesiydi. Son yıllarda yapılan kamuoyu araştırmalarında yargıya yönelik güven duygusunun her geçen gün maalesef daha da azaldığı tespit edilmektedir. Yargının işleyişine ilişkin kamuoyunda oluşan yaygın güvensizlik duygusu ve toplumda güçlü bir şekilde kendisini hissettiren adalet anlayışı ve beklentisi yargının kendisinden beklenen özgürlükleri koruma ve adalet dağıtma işlevini gereği gibi yerine getirememesinden beslenmektedir. Ülkemizde yayın yapan ulusal TV'lerin bazılarında öğlenden sonra yapılan programlarda cinayete kurban giden yakının kimin öldürdüğünü, kızını kimin kaçırdığını, evinin kimin tarafından soyulduğunu, buna benzer aydınlığa kavuşturulamayan, yargının çözmesi gereken birçok olayın yargı tarafından çözüme kavuşturulamamasından dolayı vatandaş, mağdurlar çareyi ve çözümü yargı yerine maalesef televizyon programlarında aramaktadır. Bu durum dahi yargıya olan güvenin ne denli azaldığını ve vatandaşın çözümü medya yargısında aradığını göstermektedir.

Yargının varoluş sebebine uygun bir biçimde görev icra edememesinin anayasal ve yasal düzenlemelerin eksikliğinden ya da yanlışlığından ziyade yargının siyasal iktidar karşısında bağımsız ve tarafsız olmamasından kaynaklandığı görülmektedir. Bu sebeple, yargı alanında yaşanan sorunların çözümünü ve yargıya dair güvensizlik duygusunun ortadan kaldırılmasını talep ediyoruz.

Türkiye'de hukuk ve yargı alanında çok ciddi sorunların yaşandığı bilinmektedir. Ulusal ve uluslararası düzeyde yürütülen çeşitli çalışma ve araştırmaların sonuçlarında Türkiye'de hukuka ve yargıya olan güven duygusunun her geçen yıl azaldığı, hukuk sisteminin adalet üretme kapasitesinde gerilemenin var olduğu, yargının iktidarı gereği gibi denetleyemediği ve yargı bağımsızlığı ilkesinin zedelendiği açıkça görülmektedir. Anket çalışmaları ve alan araştırmalarına, yazılı, görsel ve sosyal medyada çıkan haberler ve yapılan yorumlar ilave edildiğinde Türkiye'de hukuk ve yargıyla sorunu olmayan vatandaşın çok az sayıda olduğu görülmektedir. Bütün bunlar bir ülkede adalet veya adaletsizlik sorununun var olduğuna işaret etmektedir. Güncel olduğu kadar tarihsel de olan bu sorun esas itibarıyla yargının iktidarlara bağımlı ve uyumlu işleyişinden kaynaklanmaktadır.

"Türkiye'de Hukuk Zihniyeti" başlıklı proje kapsamında 4.177 katılımcı üzerinde gerçekleştirilen anket çalışmasının sonuçlarına baktığımızda; Türkiye'de hukuk sisteminin adalet ürettiğine inanların oranı yüzde 35, hukuka yönelik memnuniyet düzeyi yüzde 32, hukuk öğrencilerinin yüzde 87'si liyakatle iş bulacaklarına inanmamakta, hukuk öğrencilerinin yüzde 76'sı iş bulmada güçlü sosyal bağların varlığını yeterli görmekte, avukatların yüzde 36'sı hâkim ve savcıları adil bulmakta, yine avukatların yüzde 22'si yargının yakın geleceği hakkında olumlu düşünmekte, hâkim ve savcıların yüzde 45'i yargı yönetimini adil bulmakta, hâkim ve savcıların yüzde 44'ü yargının bağımsız ve tarafsız olduğuna inanmaktadır; yani hâkim ve savcıların yüzde 56'sında yargının bağımsız ve tarafsız olmadığı yönünde bir kanaat oluşmuştur.

Bütün bu veriler ve anket çalışmasında yer alan diğer veriler Türkiye'de hukuk ve yargı alanında yaşanan sorunları bütün yönleriyle çıplak şekilde gözler önüne sermektedir. Avrupa Birliği Komisyonu tarafından hazırlanan ve özellikle son yıllarda giderek sertleşen düzenleme raporlarında da Türkiye'de yargının yapısı ve işleyişine dair ciddi eleştiriler yer almaktadır. Nitekim, son yıllarda demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanları olmak üzere hemen hemen her alana dair eksikliklerin ve yanlışlıkların dile getirildiğini görmekteyiz. Özellikle, yargı bağımsızlığı konusunda önemli gerileme olmuştur. Yüksek mahkemelerin yapısı ve kuruluşuna ilişkin yapılmış olan önemli değişiklikler ciddi endişe kaynağı olup söz konusu değişiklikler Avrupa standartlarıyla uyumlu hâle getirilmelidir. Yargının görevlerini bağımsız ve tarafsız şekilde gerçekleştirmesine imkân tanıyan ve yasamanın ve yürütmenin kuvvetler ayrılığı ilkesine riayet ettiği bir ortamda çalışması gerekmektedir.

Hâkimler ve Savcılar Kurulunu düzenleyen anayasal değişiklikler kurulun yürütme erkinden bağımsızlığını daha da fazla zayıflatmıştır. Hâkimler ve Savcılar Kurulu üyelerinin seçiminde, hâkim ve savcıların görev yerinin değiştirilmesinde, hâkim ve savcıların işe alınmasında ve terfisinde nesnel, liyakate dayalı tek tip ve önceden belirlenmiş kriterlerin bulunmaması yargıya olan güveni ve hâkim teminatını maalesef ortadan kaldırmıştır. Bunun sonucu olarak da temel hak ve hürriyetleri korumak amacıyla tasarlanan anayasal ve hukuki mekanizmalar temel hak ve hürriyetlere müdahale etme aracı hâline dönüşmüş, hâkimler temel hak ve hürriyetleri koruyan değil, tersine temel hak ve hürriyetlere müdahale eden görevliler hâline gelmiştir.

İktidarı sınırlandırmakla görevli organlardan birincisi olan Anayasa Mahkemesi iktidarı sınırlandıran bir unsur değil, tersine onu tahkim eden bir unsur hâline dönüşmüştür. Böylece, hukukun siyaseti çerçevelendirmesi gerekirken tersine yargının siyasetin cenderesi altına girmiş olduğunu üzülerek görmekteyiz.

Adalet dağıtma görevi devletin temel fonksiyonlarından biridir. Bu nedenledir ki adalet mülkün temelidir ve böyle kalmalıdır. İnsan onurunun zedelendiği ya da yok edildiği bir toplumda artık insanlıktan söz edilemez. Adaletin olmadığı bir toplumda endişe, korku, güvensizlik, huzursuzluk, kargaşa ve kaos hâkim olur, böylesi bir toplumda kanunların varlığının bir değeri ve önemi de yoktur zira, adaletin geçerli olmadığı bir toplumda kanunlar Balzac'ın ifade ettiği gibi "Güçlülerin delip geçtiği, zayıfların ise takılıp kaldığı bir örümcek ağına benzer." Bu durum nihai tahlilde devletin varlık sebebinin ve meşruluğunun tartışılmasına ve sorgulanmasına yol açar.

Toplum ve devlet hayatındaki kritik önemi nedeniyle hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik devletlerde adaleti dağıtma görevi yasama ve yürütmeden bağımsız kılınan yargı organlarına verilmiştir. Bütün güçlerin tek bir elde toplanması hâlinde yönetimin denetlenemeyeceği, keyfîliğe kaçacağı ve bu sebeple de özgürlüklerin güvence altına alınamayacağı kabul edilir.

Yargının bir yandan, yasama ve yürütmenin Anayasa ve yasalar tarafından kendileri için çizilen hukuki sınırları aşıp aşmadığını denetleyebilmesi, diğer yandan da siyasi iktidarın keyfî karar ve eylemlerinden dolayı bireyleri koruyabilmesi için her 2 iktidardan da bağımsız olması gerekir. Yargının varlık sebebi bireylerin hak ve özgürlüklerini devlet karşısında korumaktadır. Yargının bu hayati işlevinin gereği gibi yerine getirilebilmesi siyasi iktidardan bağımsız olmasını ve yargısal iktidarı kullanabileceği bir özerk alana sahip olmasını gerektirir. Bu sebepledir ki yargı, bireylerin hak ve özgürlüklerini güvence altına alabilmenin, herkese hakkettiğini teslim edebilmenin ve adaletli karar verebilmenin bir gereği olarak bağımsızlık zırhıyla donatılmıştır.

Siyasal iktidarlar hiçbir kayıtta kendisini bağımlı kılmak istemediği için yargı organlarını kendisi için ayak bağı görmektedir. Bunun sonucu olarak da iktidar, yargı iktidarıyla giriştiği güç savaşında yargıya müdahale ederek yargının etkilerini sınırlandırma yoluna gitmektedir. Bunun sonucunda, bugün ülkemizde yargı bağımsız bir erk olarak kendi inisiyatifiyle değil, devlet iktidarına bağımlı, uyumlu bir unsur olarak tutum içerisine girmiştir. Aslında, bugünkü siyasal iktidarın, AK PARTİ'nin geçmişten ders alarak yargının araçsallaştırılması düşüncesini bir tarafa bırakması gerektiğini düşünüyorum. Şöyle ki: İktidardaki AK PARTİ'nin siyasal hikâyesinde de, siyasi rekabetle mücadelede yargının nasıl kullanıldığına dair çok sayıda veri hâlen hafızalarımızda canlı olarak yerini muhafaza etmektedir. AK PARTİ'nin ana gövdesini oluşturan siyasi hareketin içinden çıktığı Refah Partisi ile Fazilet Partisinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması; partinin kurucu üyelerinden Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'a, Siirt'te bir miting esnasında okuduğu bir şiirden dolayı -bu bahane edilerek- hakkında açılan davada mahkûmiyet kararı verilmesi; 2007 yılında Abdullah Gül'ün, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Anayasa Mahkemesinin meşhur "367 kararı"yla engellenmesi; 2008 yılında laiklik ilkesine aykırılık iddiasıyla AK PARTİ hakkında Anayasa Mahkemesinde dava açılması; 7 Şubat 2012'deki MİT krizi ve 17-25 Aralık operasyonları, siyasi aktör ve siyasi parti düzeyindeki tasfiyelerde yargının nasıl kullanıldığını ve araçsallaştırıldığını açıkça ortaya koymaktadır.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Bravo!

AYHAN EREL (Aksaray) - Türkiye'de, hemen her toplumsal kesimin ve bunların siyasi uzantılarının yargı marifetiyle terbiye edildiğine ve hizaya çekildiğine dair bir hikâyesi vardır. Son yirmi yıl içerisinde de yaşanan siyasi yargılamalara bakıldığında, toplumun ve siyasetin geniş bir yelpazesinin yargı üzerinden cezalandırılmaya ve tasfiye edilmeye çalışıldığı görülecektir.

Bu nedenle; hukuk ve yargı her zaman, her yerde, herkese lazım olacağından bağımsız ve tarafsız olması herkes için elzemdir diyorum.

Saygılar sunuyorum, sabrınıza teşekkür ediyorum.