| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi (1/281) ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Teklifi (1/280) ve Sayıştay tezkereleri a) Adalet Bakanlığı b) Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İş Yurtları Kurumu c) Türkiye Adalet Akademisi ç) Anayasa Mahkemesi d) Yargıtay e) Danıştay f) Hakimler ve Savcılar Kurulu g) Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu ğ) Kişisel Verileri Koruma Kurumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 10 .11.2020 |
HASAN SUBAŞI (Antalya) - Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, değerli katılımcılar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Yargı reformu bugün için ülkemizin en önemli sorunlarından, bunu kabul ediyoruz. 2018 yılında Sayın Bakanımız ve heyeti Adalet Komisyonu üyelerine Yargı Reformu Strateji Belgesi'yle ilgili bir sunum yapmıştı ve yine "Güven Veren Bir Yargı"ydı tema; yargıya güvenin sarsıldığı ve güvenin yeniden sağlanması için böyle bir reforma ihtiyaç olduğundan söz edilmişti, yine, insan hakları standardını yükseltmenin, tutuklama konusunda tedbirler almanın, masumiyet karinesinin öneminin bugünkü gibi o gün de altı çizilmişti. Bugün için, ancak aradan iki yıl geçtikten sonra Sayın Bakan "256 faaliyetin 122'sini hayata geçirdik." dedi ama bunlarla ilgili nereye geldiğimiz gerçekten çok meçhul. Bunları iyi niyetli temenniler olarak kabul ediyoruz ya da hedef olarak varsayabiliriz ama geldiğimiz noktada gerilediğimizi söylemek mümkün, yanlış olmaz.
Muhalefet kabul edilmekte zorlanıyor, muhalefetin eleştirileri içe sindirilemiyor, basının muhalefeti asla içe sindirilemiyor. Ben geçtiğimiz aylarda Meclis konuşmamda şöyle söylemiştim: "Komisyonlarda eleştiriyoruz, söylüyoruz, konuşuyoruz, öneri getiriyoruz, bir virgülünü bile değiştiremiyoruz. Meclise önergeler sunuyoruz, Mecliste tartışmalar yapıyoruz, hiçbir kanun teklifimiz ya da önergemiz kabul edilmiyor ama bizim önergemiz reddedildikten sonra iktidarın aynı mahiyetteki bir önergesi kabul görüyor. Bu derece muhalefetten ve eleştirel yaklaşımdan rahatsız olunduğu zaman o ülkede demokrasiyi gerçekten yüksek standartlı yapabilmek neredeyse mümkün değildir." Ben o günkü konuşmamda şunu ifade etmiştim: "Bir virgülünü bile değiştiremiyorsak biz Mecliste hangi görevi ifa ediyoruz? Komisyonlarda ne görev ifa ediyoruz? Görüntü mü veriyoruz? Yoksa sadece sizin bu otoriter yönetim anlayışınıza meşruiyet mi kazandırmak için buradayız?"
Hemen bundan şuna geçiyorum: Kendisine geçmiş olsun dileklerini sunuyorum, muhalif bir basın mensubu olarak Müyesser Yıldız Hanım tahliye oldu, kendisine çok geçmiş olsun. Fakat savunmasında çok ilgi çekici ve çarpıcı, şunları söyledi Sayın Bakan, dedi ki: "Kendimi savunmuyorum ama bu intikam iddianamesine ve hukuksuzluğa meşruiyet sağlamamak adına savunma yapmıyorum. Ben hukuksuzluğa karşıyım, hukuku savunmak için konuşmuyorum, kendimi savunmuyorum." Bu çok önemlidir, altı çizilmesi gereken bir konudur diye düşünüyorum.
Adaletin aksı kaydı diyebiliriz, Türkiye'de doğrular yeterince tartışılmıyor diyebiliriz. Bakın, 14. ve 15. Ağır Ceza Mahkemeleri Anayasa Mahkemesi kararını tanımıyorum dedi, açıkça. Acaba bu salonda "Bu doğrudur." diyebilecek kimse var mı? Ama Sayın Cumhurbaşkanı çıktı "Normaldir, bu tür şeyler olabilir." dedi. Şimdi, Türkiye'de doğru nedir? Ağır ceza mahkemesinin verdiği karar mı, Anayasa Mahkemesinin Anayasa hükmünde belli olan bağlayıcılığı mı yoksa akşam televizyonda Cumhurbaşkanının söylediği mi? Türkiye'deki doğru hangisidir? Geçmiş Maliye Bakanımızın söylediği gibi "Türkiye'de ekonomi pik yaptı, her şey çok iyi gidiyor." demesi mi doğruydu yoksa dünkü konuşmasında "Allah sonumuzu hayretsin." demesi mi ya da borsanın birdenbire coşmasında ve değeri bir türlü düşmeyen doların değerinin düşmesinde mi gerçekler gizliydi? Türkiye'de artık doğruları tartışamaz olduk.
Bakın, Gezi olaylarını yaşadık. Bugün, yine geçmiş yıllarda Türkiye'de yaşanmış önemli olaylarından biri. Gezi olaylarına, Cumhurbaşkanı çıktı, "Terördür." dedi, tabii, Hükûmet mensupları da "Terördür."ü kabullendi; muhalefet "Asla terör değildir. İyi niyetle, masum başlamış bir harekettir. Fakat arada provoke edilmiştir. Provokatörler aradan alınmalı fakat bu eylemin başlangıcı masum bir eylemdir." demişti. Sonuçta, mahkeme karar verdi ve beraatla sonuçlandı, bunun bir terör eylemi olmadığına mahkeme karar verdi ama Osman Kavala bu suçun bir parçası gibi cezaevinde sembol olarak tutulmaya başlandı. Anayasa Mahkemesi "Salıverin." demesine rağmen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi "Salıverin." demesine rağmen Cumhurbaşkanının yine bir konuşmasıyla başka bir suçtan, acele bir suç isnadıyla tekrar tutuklu kaldı ve zannediyorum, yıllarını cezaevinde geçirdi, hâlâ iddianamesi... Veyahut Anayasa Mahkemesi toplandığında herhâlde alelacele yeni bir iddianame yetiştirildi ama bunlar gerçekten yargıya olan güveni tamamen sarsıyor. Şimdi, yargı bağımlı hâle geldi. Biraz önce söylediğim gibi, Meclis de sadece bir meşruiyet aracı hâline geldi, muhalefetin hiçbir sözü, kanunu ve teklifi kabul edilmez noktada ve biz Komisyonlara katıldığımızda da bir virgülünü bile değiştiremediğimiz düşünülürse gerçekten hâlimiz hazindir. Ve samimiyetle üzerinde durup düşünmemiz, çok ciddi "Bu adalet nasıl aksın?"ı "Nasıl yeniden düzeltiriz?"i tartışmamız gerekir.
Milat dedik, "17-25 Aralık 2013 tarihini milat ilan edelim." denildi, bunu, yukarıdan bir emirle bu talimatı da yargı benimsedi, FETÖ bir terör örgütü olarak kabul gördü ve devlete sızmaya çalışan bir terör örgütü. "Peki, bu FETÖ terör örgütünün devlete sızmasını sağlayan, devlet kadrolarına yerleştiren kimdir, nedir, nasıl yerleşmiştir?" bunu sorgulayamıyoruz; bunun dışında, FETÖ olayını savcı ve yargıçlar soruşturuyor, kovuşturuyor. Peki, biz "Bu suç nasıl teşekkül etmiştir, nasıl başlamıştır, kimler bu kastı taşımıştır, devlet organlarına bu suçu işlemekte kim yardımcı olmuştur?"u tartışamıyorsak, araştıramıyorsak, kovuşturamıyorsak şimdi tutukladıklarımızı acaba doğru yolda mı tutukluyoruz, gerçek sonuca varabiliyor muyuz, ben bundan da kuşkuluyum. Neden kuşkuluyum? FETÖ'nün takibinde gide gide Sözcü gazetesinin, Cumhuriyet gazetesinin yazarlarını ve bu gazeteleri suçlamaya başladık. İşte, FETÖ suçundan bunları örgüt üyesi gibi mahkûm etmeye başladık. Bakın, bunları çok ciddi şekilde... Bu adalet müessesi hepimizin, devletin en önemli kavramıdır, kuralıdır. Biz bunu bu şekilde belirsiz hâle getirmişsek, doğruları kaydırmışsak, Türkiye'de doğruların ne olduğu konusunda insanların kafasını karışık hâle getirmişsek biz bunları çözemeyiz maalesef.
OTURUM BAŞKANI ABDULLAH NEJAT KOÇER - Sayın Subaşı, vaktiniz tamamlandı. Lütfen, sözünüzü tamamlar mısınız.
HASAN SUBAŞI (Antalya) - Son cümlelerimi söylüyorum.
Yargı süratle bağımsız hâle gelmeli, yargıç teminatıyla donanımlı hâle getirilmeli. Basın özgür kılınmalı. Meclis yürütmeden bağımsız, muhalefetiyle birlikte Türkiye'nin sorunlarına ortak çözümler arar hâle getirilmezse biz Türkiye'nin sorunlarının altında kalırız diye düşünüyorum. Onun için, ortak aklı, ortak çalışmayı yeniden tesis etmeliyiz.
Ben bütçenin hayırlı olmasını diliyorum.
Teşekkür ediyorum.