| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 05 .11.2014 |
AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - Sayın Başkan, Komisyonumuzun değerli üyeleri, Sayın Başbakan Yardımcısı, kamu kurum ve kuruluşlarımızın değerli temsilcileri, değerli basın mensupları; ben de Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Diyanet İşleri Başkanlığının bütçeleri üzerinde kişisel görüşlerimi sizlerle paylaşmak üzere söz aldım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Ağustos ayındaki Cumhurbaşkanlığı seçimi sonucunda iktidar partisi AKP'nin Genel Başkanlığı ve dolayısıyla Başbakanlık el değiştirdi. Ülkemizi nasıl olduğu tartışmalı yalnızlıklara iten ve maalesef, artık ülke içine de doğrudan sirayet eden dış politika anlayışının mimarı ve uygulayıcısı Sayın Ahmet Davutoğlu Türkiye Cumhuriyeti'nin 62'nci Hükûmeti'ni kurarak Başbakan olmuştur. Sayın Başbakana başarılar dilerim.
Ancak, Sayın Davutoğlu'nun nasıl bir Başbakan olacağı yönünde ciddi ve haklı meraklar bizlerin aklında yer tutarken halkımız da sayın Davutoğlu'nun makamın hakkını vererek ülkeyi yönetme konusundaki rüştünü ispatlamasını istemekte ve beklemektedir.
Hâl böyleyken Sayın Başbakan, vatandaşlara, kendisini icraatlarıyla, politik vizyonuyla anlatmak yerine muhalefet partilerinin liderlerine çatarak, laflar söyleyerek, "Onların aklına ihtiyacımız yok." diyerek bir devlet adamına yakışmayan kolay yolu seçmiştir. Özellikle AKP seçmenine yönelik olarak tercih edildiği belli olan bu yol, yeni Başbakanın muhtemel performansına ilişkin merak ve endişelere yanıt vermediği gibi, AKP'li olmayan seçmeni daha işin başında dışlayan ayrıştırıcı bir yaklaşımı ifade etmektedir. Tribünlere dönük bu hareketler bazı gözler ve kulaklara hoş gelse de ülke sorunlarına çare olamamaktadır. Bilinmelidir ki Başbakan olmak değilse de ülkeyi yönetmek ancak doğru ve tutarlı davranış ile yerinde, güçlü icraatlarla mümkündür. Bu yapılabilirse ülkenin Başbakanı olunacağı gibi, muhalefet liderlerinin de gerçek muhatabı olunacaktır. Yoksa muhataplık öyle sözle, öyle siparişle mümkün olabilecek bir şey değildir.
İşin ilginç yanı ise tutarlı bir çizgi ve doğru, güçlü icraatlara kendisi de ihtiyaç duyan Sayın Başbakanın daha başlangıçta tam da aksi uygulamalara imza atmasıdır. Size hemen iki somut örnek vermek istiyorum. İlk örneğimiz, bizzat Sayın Arınç'ın sözlerinden. Çok değil daha bir buçuk ay önce, 15 Eylülde, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç Bakanlar Kurulu sonrası ne demişti: "Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun verdiği talimat kapsamında torba kanun olarak nitelendirilecek çok maddeli yasaları artık Meclise getirmeyeceğiz. Bunu literatürden çıkaracağız inşallah. Sayın Başbakanımızın talimatı budur."
Evet, Sayın Başbakanın talimatı ve Sayın Arınç'ın bu sözlerinden sonra 20 Ekimde Meclise yine Sayın Başbakanın ve Sayın Arınç'ın da imzasının bulunduğu yeni bir torba geldi: Bankacılık Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Tasarısı. Bu torba tasarı Sayın Başbakanın imzasını taşıdığına göre, demek ki ya Sayın Davutoğlu kendi talimatından bu kadar kısa sürede vazgeçmiş ya da Bakanlar Kurulu bu talimatı dinlememiş, Sayın Başbakanı da aşan bir güce söz geçmemiştir; hangisi doğru bilmiyorum ama durum vahim ve takdir sizin.
Tutarlılığı konusunda bu örneği sergileyen Sayın Başbakan, ilk icraat olarak da hukuksuz bir uygulamaya imza atmıştır. 29 Ağustosta kurulan Kabine, aynı gün elektrik borcu bulunan çiftçilerin devletten alacağı destekleme primlerinden bu borçların mahsup edileceği yönünde karar almış ve ertesi gün de Bakanlar Kurulu kararı Resmî Gazete'de yayınlanmıştır. Destekleme ödemelerinden böyle bir kesinti yapılabilmesine ilişkin kanuni bir dayanak yok iken üstelik çiftçilerin borcu bir özel şirkete, DEDAŞ'a iken ve de borç tutarı ihtilaflıyken, kesinleşmemişken alelacele bu karar alınmıştır. Böylelikle, Sayın Başbakan daha ilk icraatında hukuku gözetmemiş, bir özel şirketin alacağını vatandaşın devletten olan alacağından kesme konusunda Bakanlar Kurulundan bir karar çıkarmıştır, ben bunu büyük bir esefle karşıladım, hukuk sisteminde böyle bir şey olmaz.
Gelelim Vakıflar Genel Müdürlüğüne. Vakıf müessesesi bu toprakların kadim değerlerinden biri olup toplumsal yapımızdaki bu köklü kurumlar, ülkemizde Vakıflar Genel Müdürlüğünün gözetimi ve denetimi altında, ona emanet edilmiştir, ancak maalesef, Genel Müdürlük bu değeri koruyamamakta, her yıl vakıflara, vakıf kültürüne zarar veren düzenlemeler yasalaşmaktadır. Genel Müdürlük ise bu durumu sadece seyretmekte, tabiri caizse emanete hıyanet etmektedir.
Geçtiğimiz yıl çıkarılan 6456 sayılı Kanun'la, 2008 yılından beri Vakıfbank tarafından Vakıflar Genel Müdürlüğüne aktarılması gereken parayı kanunla ortadan kaldıran, yani Genel Müdürlüğüne emanet vakıfların tam 756 milyon Türk lirasına el koyan AKP iktidarı, bu yıl ise yıllardır kafasına koyduğu bir diğer hukuksuzluğu hayata geçirmeye kalkışıyor.
Vakıfbanktaki Vakıflar Genel Müdürlüğü hisselerinin Hazineye devri geçtiğimiz ay Meclise sunulan tasarıda yer bulmuştur, hâlen Komisyonumuzda yer almaktadır. Tasarıyla Genel Müdürlük tarafından idare ve temsil edilen yüzde 58,5 oranındaki Vakıfbank hisselerinin, Bakanlar Kurulunca belirlenecek bedel karşılığında Hazine Müsteşarlığına devredilmesi öngörülmektedir.
Vakıfbank, vakıf kaynaklarını en iyi biçimde değerlendirmek için, 1954 yılında, 6219 sayılı Kanun'la ve Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından idare edilen mazbut ve mülhak vakıfların nakit varlığıyla kurulmuştur. O günden beri bankacılık alanında faaliyet gösteren banka çok önemli işlere imza atmış, nihayet bugün piyasa değeri yaklaşık 10 milyar dolar olan bir kuruluşa dönüşmüştür.
Bu bağlamda, öncelikle bilmemiz gerekir ki Vakıfbank bir kamu bankası değildir, bilakis yapısı biraz farklı olsa da özel bir bankadır. Sermayesinde 1 lira dahi hazine payı bulunmamaktadır. Vakıfbanktaki söz konusu hisseler vakıflara aittir, onların gelirleriyle kurulan Vakıfbank bu vakıfların malıdır. Vakıf malları ise bizzat vakıfların özel mülkiyeti olup, devletle ilgisi bulunmamaktadır.
Nitekim, Anayasa Mahkemesi de kararlarında, vakıf mallarının malikinin hiçbir zaman devlet olmadığını, mülkiyetinin devlete değil, vakıf tüzel kişiliğine ait olduğunu tescil etmiştir.
Bu konuda, 2000 yılının Kasım ayında o günkü Fazilet Partisi adına, bugün Sayın Başbakan Yardımcımız olan Bülent Arınç'ın sözlerini tekrarlamak istiyorum: "Vakıflar Bankasında devletin yani hazinenin hiçbir payı yani hissesi yoktur. Bankanın sermayesinde devletin bir kuruşluk katkısı yoktur. Vakıf mallarının sahibi devlet olmadığı gibi, Vakıflar Bankasının sahibi de devlet değildir. Bu durumda, devletin kendisinin olmayan bir bankayı satışa çıkarması, hem hukuk devleti ilkesine hem de evrensel hukuk kurallarına aykırı düşer."
Sayın Arınç'ın o günkü görüşlerine aynen katıldığımı belirtmek isterim ama bu tasarıda Sayın Arınç'ın imzasının olmasını da açıkça yadırgıyorum. Hisse devriyle yapılmak istenen şey, bugüne dek pek çok hükûmet tarafından yapılmak istenen ancak hukuka aykırılık nedeniyle hayat geçirilemeyen şeyi dolaylı yoldan yapmak yani Vakıfbanktaki hisseleri önce Hazineye sonra da gerekirse başkalarına satmaktır. "Vakıfbanktaki hisselerin karşılığı temettüyü alamıyorum, banka kârı dağıtmıyor, öz sermayeye ekliyor." gerekçesi bu devri hukuki kılmaz. Üstelik "Ben vakıflarım için gerekli parayı alamıyorum, hisse devriyle gelir sağlayacağım," diyene önce sorarlar: "Geçen yıl bu vakıfların 750 milyonuna el konulurken ne yaptınız?" Desteklediniz.
Eğer, gerek vakıf ruhuna gerekse hukuka aykırı olan bu işlemin kılıfı olarak Anayasa Mahkemesinin 09/05/2013 tarihli kararı gösterilmek isteniyorsa, biliniz ki o karar farklıdır, bu devirle ilgisi yakından uzaktan yoktur.
Orada olay şuydu: AKP iktidarı 6111 sayılı Kanun'la 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'na bir hüküm ekleyerek, vakıf ilgilisinin vakıftan geriye dönük intifa hakkı talebini gelir-gider dengesine göre beş yılla sınırlamış, bu beş yılı hak düşürücü süre olarak belirlemiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayabilirseniz Sayın Ayaydın...
AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - Anayasa Mahkemesi kararında ise "Mazbut vakıfların ekonomik kaynaklardan mahrum kalmalarının önlenmesi amacıyla, galle fazlası alacaklarının vakfın son beş yıl içindeki mal varlığı, gelirleri ve giderleriyle sınırlı olarak belirleneceği öngörülmüş ise de hak sahiplerinin, galle fazlası alacakları tamamen ortadan kaldırılmamıştır. Dolayısıyla, intifa hakkını, vakfın son beş yıl içerisindeki mal varlığı, gelirleri ve giderleriyle sınırlayan dava konusu kuralın, bireysel yarar ile kamu yararı arasında açık ve hakkaniyete aykırı bir dengesizlik oluşturmadığı gibi, mülkiyet hakkının özünü zedeleyen bir yönü de bulunmamaktadır." demiştir. Yani bu kararda, Vakıfbankla, vakıf mallarının satılabileceğiyle hiçbir ilgisi yoktur.
İzninizle, hem önemi hem de bütçesi çok büyük olan Diyanet İşleri Başkanlığına değinmek istiyorum, ama sanıyorum zamanım yok, bunu da diğer arkadaşlarım gündeme getirecektir.
Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederim.