KOMİSYON KONUŞMASI

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Teşekkür ederim Başkan.

Ben de hazırunu selamlıyorum.

2021 İçişleri Bakanlığının bütçesini görüşüyoruz. Maalesef yine yoğunca yaşanan insan hakları ihlalleri gündeme gelen bir Bakanlığı konuşacağız. Tabii bu ihlalleri yirmi dakikaya sığdırmak maalesef mümkün değil ama mümkün mertebede de en azından önemsediğim şeyleri paylaşmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, aslında önümüzde duran en acil sorunlardan biri kolluğun işlediği suçlara karşı izlenen cezasızlık politikasıdır. Bu cezasızlık politikası aslında bir devlet politikası olarak sürdürülmektedir. Bu cezasızlık politikalarından en fazla etkilenenler ise maalesef başta kadınlar, etnik azınlıklar, Kürtler ve muhalifler olmaktadır. İnsan hakları açısından kolluğun aşırı güç kullanımı neticesinde meydana gelen yaşam hakkı ihlali artık bir yargısız infaza dönüşmüş durumda. Biz, bu yargısız infaz kavramıyla aslında 90'lardan tanışıyoruz, biliyoruz. Bu yargısız infazlar AİHM'de birçok kez mahkûm da edildi ama maalesef Türkiye AİHM'de birçok kez mahkûm olmasına rağmen buna karşı gerekli düzenlemeler yapılmadı, hatta zaman içerisinde kolluğun yetkileri daha da arttırıldı.

Kolluk görevlileri bu yetkilerini sınırsızca kullanırken neden oldukları ölümler cezasızlık politikasıyla bir nevi ödüllendirildiği için gerçekleşen sivil ölümler denetim ve yargıdan azade bir yere de konumlandırıldı.

Bakın, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının yapmış oldukları araştırma ve raporlar Türkiye'de yaşam hakkı ihlalleri, kişilerin dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle öldürülmesinden, gözaltında ve cezaevinde intiharlara ya da şüpheli bir şekilde ölümlere kadar çok geniş bir aralıkta gerçekleştirdiğini vurgulamaktadır. Bu iktidar döneminde sonsuz ve denetimsiz yetkilerle donatılmış bir kollukla karşı karşıyayız.

Değerli arkadaşlar, yine son dönemlerde yurttaşlara uygulanan işkence yöntemlerinin tümü ülkenin gözü önünde açık, ayan beyan yapılıyor. Daha önceleri bu işkencelerden utanılıyordu, en azından reddediliyordu ya da inkâr ediliyordu ama şimdi, artık, bir meşru zemine çekilmek isteniyor.

En son, Diyarbakır'da gözaltına alınan bir genç vardı. Gözaltında işkence edilen fotoğrafları sosyal medyaya servis edildi, topluma çığlıkları dinletildi. Resmen işkenceyle aslında toplum korkutulmaya, ürkütülmeye çalışılıyor.

Hakeza, bildiğiniz gibi, bir önceki dönem Edremit Belediye Eş Başkanımız Rojbin Çetin'e yönelik kendi evinde köpekli bir saldırı gerçekleşti ve Rojbin arkadaşımız -fotoğrafta görüldüğü gibi- bu hâle getirildi ama ne oldu? Tabii ki yine bu suç savunuldu, işkence savunuldu.

Kuşkusuz, işkence ve kolluğun orantısız şiddetiyle meydana gelen ölüm vakalarına devletin refleksi maalesef kolluğun korunması şeklinde oluyor. Bunun son örneğiniyse biz Kemal Korkut davasında yaşadık. Kemal Korkut 2017 Nevruz'una katılan bir üniversite öğrencisi. Kameraların gözü önünde Kemal Korkut polis tarafından öldürüldü ama maalesef ne oldu? Bu "Delil yetersizliği" denilerek beraat kararı verildi ama o anı fotoğraflayan, ölüm anını çeken gazeteci Abdurrahman Gök ise şu an yirmi yıl cezayla yargılanıyor. Bu durumun kendisi bile suç ve ceza arasındaki dengenin nasıl ayaklar altına alındığını da gösteriyor. Bu durum, devletin yurttaşına olan ayrımcı bakış açısının da göstergesidir. Yine kolluğa yargı kararıyla sunulan insan öldürme keyfiyeti ve yetkisinin varacağı nokta ise hukuk devletinin geleceği açısından korkunçtur. Evet, Kemal Korkut davasıyla bir şey daha ifade edildi, o da şudur: "Kürt'ü öldürmeye ceza yok, ödül var." Bu davalara sadece yenisi eklendi. Biz çünkü Roboski'de de benzer durumu yaşadık, Cizre bodrumlarında da benzer durumu yaşadık.

Taybet ananın yedi gün sokakta bırakılan cenazesinde de aynı şeyi yaşadık.

YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Yalan ve iftira.

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Değerli arkadaşlar, Türkiye'de kutuplaşma had safhadadır.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Kürt öldürmek ne demek ya?

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - İktidar için bu ülkede yaşayan yurttaşlar vatanseverler ve teröristler olarak ikiye bölünmüştür.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Değerli arkadaşlar, karşılıklı konuşmayalım.

Sırası geldiğinde cevap verirsiniz, sonra da zaten Bakanlığımızın...

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Ne biçim konuşuyorsun ya?

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - İktidara muhalif herkes vatan hainliği, teröristlik ve benzeri suçlamalara maruz kalıyor.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Elinle melinle konuşma.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Değerli arkadaşlar, sıra size geldiğinde cevabını verirsiniz. Sonunda da Sayın Bakan mutlaka sunumunda bu konularda görüşünü ifade edecektir.

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Bu, sadece siyasi bir söylem olarak yapılmıyor. Bunu söylediğinizde yargı bir talimat olarak algılıyor.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Kürt'le ne alakası var.

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Bunun sonucunda, şu an siyasetçiler, gazeteciler, aydınlar ve yazarlar cezaevinde bulunmakta. Şunu çok net olarak tespit etmekte yarar var: İçişleri Bakanlığındaki ödenek üstü harcama ve fazla ödenek talepleri rejimin doğrudan savaş rejimi niteliğine büründüğünü göstermektedir. Bu rejim, İçişleri Bakanlığına ayrılan bütçeyle birlikte iç güvenlik devleti olduğunu ve kendi yurttaşını tehdit ve tehlike olarak gördüğünü de göstermektedir. Bu politikanın ana hedefiyse partimiz olmaktadır. Partimize karşı süreklileşen, sistematikleşen bir yok etme siyaseti izleniyor. Değerli arkadaşlar, Temmuz 2015 tarihinden itibaren partimize, bileşenlerine yönelik gerçekleşen siyasi soykırım operasyonlarında toplam 15.390 kişi gözaltına alındı. İçerisinde eş genel başkanlarımızın, milletvekillerimizin, aktivistlerimizin, kadın ve gençlik meclisi üyelerimizin de olduğu 3.664 kişiyse tutuklanmıştır. Şimdiye kadar gözaltı sayısı 16 bini bulmuştur. Bugün bile İstanbul'da partimize ve bileşenlerimize yönelik bir operasyon gerçekleşti, arkadaşlarımız hâlen de gözaltına alınmaya devam ediliyor.

Değerli arkadaşlar, bu baskı ve hile yönelimlerine rağmen biz bir yerel seçim gerçekleştirdik. 31 Mart yerel seçimlerinin resmî sonuçlarına göre partimiz 3 büyükşehir, 5 il, 45 ilçe, 12 belde olmak üzere toplam 65 belediye başkanlığı, 1.230 belediye meclis üyeliği ve 102 il genel meclis üyeliğini kazandı. Siyasi ve hukuki bir komployla, 6 belediye eş başkanımız KHK'li olduğu için belediyelerimiz gasbedildi. Yine YSK'nin aynı hukuksuz kararıyla, seçilmiş 44 belediye meclis üyemiz, 3 il genel meclis üyemiz olmak üzere toplam 47 meclis üyemizin mazbataları gasbedildi. Bu hukuksuzluk henüz seçim haftası içerisinde gerçekleşti.

BEKİR KUVVET ERİM (Aydın) - Terörden uzak durun!

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Ama seçimden üç ay sonra ne oldu? Üç büyükşehir belediyemiz gasbedildi. Şu ana kadar 48 belediyemiz gasbedilmiş bulunuyor. 37 belediye eş başkanımız ise tutuklandı, hâlâ 18'i de cezaevinde.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Nasıl ya?

MURAT ÇEPNİ (İzmir) - İlk defa mı duydun?

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Değerli arkadaşlar, karşılıklı konuşmayalım. Sırası geldiğinde siz de cevaplarınızı verirsiniz. Lütfen karşılıklı konuşmayalım.

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Değerli arkadaşlar, sadece belediyemiz, halkımızın iradesi gasbedilmedi, yürütülen hizmetlerimiz de hedef alındı. Başta da Kürt diline, kültürüne yönelik saldırılar kayyumlar eliyle gerçekleştirildi. Bakın, neler yapıldı? Kürtçe park, bahçe isimleri değiştirildi, tabelalar indirildi ve belediyelerin çift dilli "web" sitelerine bile tahammül gösterilmedi, kreşler kapatıldı, yüz yıldır sürdürülen asimilasyon politikalarının sürdürücüsü olarak kayyumlar atandı.

Şimdi, biz, Kürtlerin diline düşmanlık yapılıyor deyince sinirleniyorsunuz. Peki, bu uygulamaların adı ne sizce? Yani öyle "Kürtler bu ülkenin çimentosudur, taşıdır." demekle bu işler olmuyor. Evet, siz inşaat işlerinden çok iyi anlıyorsunuz, örnekler de hep buradan geliyor ama Kürtleri malzeme olarak görmekten vazgeçin. Kürtler bu ülkenin eşit yurttaşları olmak istiyor, iradelerine saygı duyulmasını istiyor.

YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Zaten öyle.

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Değerli arkadaşlar, kayyumlar yine ne yaptı? Kadın kazanımlarımıza elbette el koydu, şiddetle mücadele eden birimler kapatıldı, OHAL gerekçesi ve kayyumlar eliyle 43 tane kurum kapatıldı. Bakın, kadınların siyasete katılım oranlarını uluslararası arenalarda -ki bizim mücadelemiz sayesinde bu oran arttı- övünçle kendi başarınız olarak anlatıyorsunuz ama ülkeye döndüğünüzde eş başkanlığı suç ilan ediyorsunuz, yargılama konusu yapıyorsunuz, kadın kurumlarını hedef hâline getiriyorsunuz. Biz şiddetle mücadele ederken öyle ayıplayarak yapmıyoruz; ayıptır, günahtır, yapmayın demiyoruz. Biz kurumsallaştırdık, kadını iradeleştirdik; kadın mücadelesini, kadına yönelik şiddetle mücadeleyi bu mekanizmalar üzerinden verdik ve bugün bu mekanizmalarımız hedef hâline getirilmiş bulunuyor.

Tabii, kayyumların yaptıkları bunlarla sınırlı değil elbette. Birçok yerde resmen belediyeler talan edildi. "Yolsuzluk" ile "kayyum" eş değer sözcük hâline getirildi. Bunun en iyi örneğini Mardin Belediyesinde yaşananlar özetliyor. Ortaya çıkan belge ve bulgularda bir şehrin nasıl talan edildiğiyle karşı karşıya kaldık. Bakın, bunu sadece biz söylemiyoruz. Elbette bizim de gözlemlerimiz var ama sizin inanmanız için ne yapacağız? Sayıştay raporlarını size okuyacağım. Bakın, Sayıştay raporu ne diyor, diyor ki: Sayıştay, Mardin Büyükşehir Belediyesinde kayyum döneminde milyonlarca TL tutarındaki ihalelerin kanuna aykırı olarak yapıldığını kaydetti. Belediyenin yerel seçimlere on dokuz gün kala 2 milyon TL bedelinde yaptığı araç kiralamanın da usulsüz olduğu ortaya çıktı. Kayyum yönetimindeki Mardin Büyükşehir Belediyesi 18 taşınmazı 18 milyon TL muhammen bedeliyle satılığa çıkardı. 5 tarla, 13 arsadan oluşan taşınmazların satışı için ihale duyurusu yapıldı. Duyuruya göre Artuklu ilçesinde bulunan taşınmazlar için ihale açılışı fiyatları da belirlendi. 18 taşınmaz toplam 18 milyon 57 bin TL karşılığında satışa çıkarıldı. 1 milyar TL'nin üzerindeki borcundan kaynaklı peş peşe borçlanma kararları aldı. Kayyum yönetiminin müteahhitlere alacaklar için zorunlu bağış şartı getirdiği ve buradan gelen parayı sisteme geçirmediği belirtildi. Kayyum yönetimindeki Mardin Büyükşehir Belediyesine bağlı Kent AŞ'de personel listeleri üzerinde oynama yapılarak belediyede çalışmayan 5 kişiye altı ay boyunca maaş ödendi.

Yine, ağustos ayının sonlarına doğru kayyum Yaman'ın yolsuzluklarına dair ilk önemli belgelerinden biri olarak hediyelikler açıklandı. Siyasilere verilen 600 bin TL'lik hediyelere ilişkin açıklama yapan kayyum, hediyelerin devlet büyükleri ile gelen heyetlere alındığını açıkladı.

Bakın, bu liste uzayıp gidiyor, sadece Mardin'den örnek veriyorum, zaman yetmediği için diğer belediyelere değinmeyeceğim. Değerli arkadaşlar, belediyelerimize karşı bir algı operasyonu yapılıyor. Belediyelerimize resmen iftira atılıyor ve bu, gasbı meşrulaştırmak için yapılıyor. Bakın, en basiti, yakın zamanda Kars Belediyemiz gasbedildi. Kars Belediyemizin gasbedilmesinin bir nedeni de 2 aile arasında yapılan bir kavgayı barıştırmak. Sayın Bakan, siz, her gün Mardin'de, Hakkâri'de aşiretleri barıştırıyorsunuz değil mi? Yani biz de izliyoruz sizi. Ha, barıştırmak kötü bir şey değil, siz de yapıyorsunuz ama biz yapınca ne oluyor? Kayyum gerekçesi oluyor.

Değerli arkadaşlar, tabii, bu hak ihlali saymakla bitmez, sadece bizimle de sınırlı değil, sadece son bir yılda İçişleri Bakanlığı bünyesinde yaşanan binlerce hak ihlali var. Bu Bakanlığın adını insan hakları ihlalleri bakanlığı olarak değiştirmenizi öneriyoruz.

Bakın, rakamlarla devam edelim değerli arkadaşlar. 1 Ocak-30 Nisan 2020 tarihleri arasında 16 ilde en kısa iki, en uzun otuz gün olmak üzere valiliklere 33 kez eylem ve etkinlik yasağı getirilmiş. Yine, 4 gazeteci saldırıya uğradı, 3 gazeteciye saldırı girişiminde bulunuldu, 2 gazeteci tehdit edildi, 1 gazeteciye kendilerini istihbaratçı olarak tanıtan kişilerce ajanlık dayatılmasında bulunuldu. 53 haber, 75 internet sitesi, 2 internet sayfasına ve 5 sosyal medya hesabına, 59 internet içeriğine ve 143 internet adresine erişim mahkeme kararıyla engellendi. Yine, İçişleri Bakanlığı verilerine göre toplam 14.186 sosyal medya hesabı hakkında inceleme yapıldı, 6.743 sosyal medya kullanıcısı hakkındaysa adli işlem başlatıldı.

İçişleri Bakanlığının 5 Mayıs 2020 tarihinde yaptığı açıklamaya göre, sadece Covid-19 salgınıyla ilgili sosyal medyadaki paylaşımları gerekçesiyle 496 kişi gözaltına alındı, bu kişilerden 10'u tutuklandı. Yine, kadın ve LGBTİ'ler hakları için yapılmak istenen en az 12 barışçıl toplantı ve gösteriye müdahale edildi, bu müdahale sonucunda en az 143 kişi gözaltına alındı, 26 kişi yaralandı, gözaltına alınan en az 10 kişiye para cezası kesildi. Siyasi parti ve örgütler tarafından yapılmak istenen en az 22 toplantı ve gösteriye müdahale edildi, en az 122 kişi ise gözaltına alındı, 11 kişi yaralandı, en az 32 toplantı ve gösteri fiilen engellendi.

Değerli arkadaşlar, ülkenin yarısında fiilî OHAL rejimi devam ediyor. Bakın, sadece Van'da 21 Kasım 2016 tarihinden bu yana fiilî bir OHAL uygulanıyor, gerek güvenlik gerekse pandemi gerekçesiyle demokratik hakların kullanılması engelleniyor, insanların nefes almasına neredeyse izin verilmiyor. Ama bakın, bu yasaklara Van'da sadece bizler maruz kalıyoruz, AKP'liler istedikleri eylemi ve etkinliği gerçekleştiriyorlar, sadece AKP'liler değil, AKP'ye yakın sendikalar, sivil toplum örgütleri de istedikleri yerde, istedikleri zaman, istedikleri eylem ve etkinlikleri gerçekleştiriyorlar.

Değerli arkadaşlar, maalesef, valiler AKP'nin il başkanları gibi davranıyorlar ve suç işliyorlar. Van'da dört yıldır sistematik susturma politikası izleniyor, Kürt halkına AKP'nin yaratmaya çalıştığı vatandaş profili dayatılıyor.

Değerli arkadaşlar, yine, pandemi sürecinde belki de ülke tarihine geçecek utançlardan birini ifade etmek istiyorum: Cenazeler ve mezarlıklara yönelik gerçekleştirilen saldırılar. Bir anneye koliyle evladının kemikleri gönderildi ve bunu ifade ettiğimizde ise AKP'nin sözcüleri bunun prosedüre uygun olduğunu ifade ettiler. Değerli arkadaşlar, bu hiçbir prosedüre uygun değil; vicdana, ahlaka, hukuka da asla uygun değil.

Yine, en az 13 mezarlığa saldırıldı, bunlar defalarca tahrip edildi. En son, Garzan Mezarlığı'ndan hiçbir hukuki izahı, dayanağı olmadan çıkarılan 282 cenaze Kilyos'ta bir kaldırıma defnedildi. Ölü bedenlere eziyet etmek elbette ki faşist rejimlerin politikalarıdır. Bu politikalar çatışmaları, kutuplaşmayı, çözümsüzlüğü derinleştiriyor çünkü bu kötülükleri yapanlar sadece suç işlemiyor, aynı zamanda bu ülkedeki toplumsal barışa ve bir arada yaşama iradesine saldırıyor, bu iradeyi ortadan kaldırmaya çalışıyor.

Değerli arkadaşlar, yine hepimizin tüylerini diken diken eden, 90'lı yılları aratmayan bir olayı geçtiğimiz aylarda hep birlikte yaşadık. Ne oldu? 2 Kürt saatlerce işkence gördükten sonra helikopterden atıldı. Bu vahşetin bu iktidarın hanesine utanç dolu harflerle yazıldığını ifade etmek istiyorum.

Olayı kısaca size de hatırlatmak istiyorum. 11 Eylül tarihinde, Van Çatak'ta, 8 çocuk babası 50 yaşındaki Osman Şiban ile 7 çocuk babası 55 yaşındaki Servet Turgut tarlalarında çalışırken kolluk güçlerince gözaltına alındı. Kendilerinden haber alınamayan Servet Turgut ve Osman Şiban'ın iki gün sonra Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yoğun bakım ünitesinde oldukları ortaya çıktı. Ailelerin ve tanıkların beyanlarına göre, 2 sivil ağır işkenceden sonra helikoptere bindirildi, sonra helikopterden atılarak linç edildi. Bu ifadeler hastane raporlarında da doğrulanıyor. Helikopterden düşme sonrası yaralanma şikâyetiyle geldikleri ifade ediliyor Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesinden gelen rapora göre. Yirmi günlük yoğun bakım sürecinden sonra Servet Turgut yaşamını yitirdi, Osman Şiban ise yaşadığı hafıza kaybıyla birlikte hayata tutunmaya çalışıyor. Biz bir kez daha buradan soruyoruz: Servet Turgut'a ne oldu?

Değerli arkadaşlar, dünyada faşist yönetimlerin işkence ve katletme yöntemi olan ve 90'lı yıllarda Kürt halkına karşı uygulanan helikopterden atma, iktidar tarafından tekrar devreye konuldu. Bu işkencenin, bu cinayetin ardından, başta Hükûmet olmak üzere, ilgili yetkililer işkenceyi savunan, işkencecileri koruyan bir tutum sergilemiştir. Öncelikle, Van Valiliği yaptığı açıklamayla olayın üzerini örtmeye çalışmış, gerçek durumu gizleyerek bu cinayetin ve işkencenin bir parçası hâline gelmiştir. Yine, partimizin Grup Başkan Vekilleri, milletvekillerimiz ve il yönetimimizden oluşan heyetin olay yerinde inceleme ve tanıklarla konuşma, basın açıklaması yapması engellenmek istenmiştir. Yetmemiş, apaçık ortada olan gerçekler daha fazla işlenmesin, hesap sorulmasın diye de davaya gizlilik kararı getirilmiştir. Yine yayın yasağı getirildi, davayla ilgili şu an basın ve kamuoyunda konuşmak neredeyse yasak. Bu vahşi cinayet ve işkencenin açığa çıktığı ilk gün sorumluları tespit edip adli süreci işletmesi gerekenler, başta valilik eliyle olayı örtbas etmeye çalışmışlardır, üzerinden tam bir ay geçmesine rağmen bu denli bir vahşeti gerçekleştirenler hakkında tek bir soruşturma açılmamıştır, tek bir kişi gözaltına alınmamış veya da tutuklanmamıştır.

Suçluları açığa çıkarıp bu cinayetin, ağır işkencenin hesabını sormak bir yana, bunu haberleştiren, kamuoyuna duyuran Mezopotamya Haber Ajansı muhabiri Adnan Bilen ve Cemil Uğur, Jinnews muhabiri Şehriban Abi, gazeteci Nazan Sala tutuklanmıştır. 7 ve 8 çocuk babası 2 sivili tarlasından alıp helikopterden atmak, birinin ölümüne sebebiyet vermek suç değildir ama bunun haberini yapmak, gazetecilik faaliyetini yürütmek suç olmuştur ve bu gazeteciler hâlâ da tutukludur.

Bir yandan bizler helikopterden atılıyoruz, bir yandan başka ülkelerin iç işlerine karışılarak şehirler işgal ediliyor, bir yandan helikopterden atılmayanlar gözaltında tutuluyor, bir yandan demokratik siyasete darbe vuruluyor. İşin özü, Kürt karşıtlığı bu ülkede maalesef prim yapıyor. Koltuğunu korumanın güvencesi Kürt'e vurmak olmuş. Kim kendi koltuğunu korumak istiyorsa ya da bir yerde bir mertebeye gelmek istiyorsa, öncelikle Kürtlere, HDP'ye savaş açıyor ve onlara saldırıyor. Karada, havada fark etmiyor, her yerde Kürt nefreti var, HDP nefreti var. Ama şunu da bilin ki Kürt karşıtlığı kimseye kazandırmayacak; demokrasi, insan hakları ve özgürlükler herkesin güvencesidir, herkese kazandıracak olan da budur.

Teşekkür ediyorum.