KOMİSYON KONUŞMASI

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, sayın bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi bugün bildiğiniz gibi uzun bir zamandan beri sürdürdüğümüz bütçe tartışmalarının son günü. Cumhurbaşkanlığı bütçesini tartışıyoruz ama galiba bugüne kadar geçen süreyle ilgili olarak birkaç cümle de söylemek gerekir gibi geliyor bana.

Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, ben konuşmanıza gelemedim, kusura bakmayın ama gelir gelmez de metni okudum, konuşmanızı buradan öğrenmiş oldum bir bakıma, onun üzerine de birkaç cümle söyleyeceğim fakat bir gözlemimin altını çizerek söylemek istiyorum. Buraya gelen hiçbir bakan, hiçbir bakanınız "Ya, şurada da yanlış yaptım, şurada da eksik yaptım." demedi, her şey olması gerektiği gibi yapılmış, mükemmel neredeyse. Özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi ve MHP'li arkadaşlarımız da Hükûmetinizin neredeyse yaptığı her şeye onay verdiler. Bu sabah işte dinledim ben de konuşmalarını bazı arkadaşlarımızın...

MUSTAFA BAKİ ERSOY (Kayseri) - Doğruları yapmışlarsa doğrularını...

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - İşte yani sorun o zaten, acaba mı? Yani bizim, Tanrı olmadığımıza göre, Allah olmadığımıza göre yanlış yapma ihtimalimiz hiç mi yok Allah aşkına ya? Yani dolayısıyla da ben onun için hep burada şunu söylüyorum: Burada sahici konuşmalar olmuyor. Hâlbuki burası Plan ve Bütçe Komisyonu "teknik bir komisyon" diyorlar arkadaşlar. Ben doğrusunu isterseniz teknik bir komisyon olduğu kanaatinde değilim. Bir zamanlar teknik bir Komisyondu galiba, ben 90'lı yılları hatırlıyorum; o zaman daha teknik konularda, teknik uzmanlar konuşurlardı ve insanlara bir uzlaşma öğretmeye çalışırlardı. Burada tam aksini yapıyoruz, uzlaşma üretmemeye çalışıyoruz. Dün Sayın Süleyman Soylu'nun bütçesi vardı, orada da bazı şeyler söylemeye çalıştım ama bence çok vahim bir durumla karşı karşıyayız esasında. Eğer biz Türkiye'deki farklı kimliklerin burada farklı siyasi partilere nasıl yansıdığından gidersek gördüğünüz gibi herhangi bir uzlaşma arayışında değiliz; burada yaptığımız şey, pozisyonlarımızı çarpıştırmaktan başka bir şey değil. Hâlbuki biz Türkiye'yiz, öyle değil mi? Hepimiz, Türkiye'nin 83 milyon insanının temsilcisi olarak buraya gelmişiz. Bizden halk ne istiyor? Sorunlarının çözülmesini istiyor ama biz sorunlarını dahi konuşamıyoruz neredeyse, böyle vahim bir durumdayız.

Bir zamanlar Sayın Cumhurbaşkanı bir cümle söylemişti, "Haremime girdiler." demişti. Ben hatırlıyorum, İstanbul'da benim yakın çevremdeki insanların çoğu Sayın Cumhurbaşkanının bir haremi olduğu düşündü çünkü kelimeler dahi farklı kültürel kodlar içinde farklı anlamlar taşıyor. Dolayısıyla da -açıkça söylüyorum- biz birbirimizi anlamıyoruz, anlamak için de bir çaba sarf etmiyoruz. Biz sadece "Pozisyonumuz nedir? Bizim partimiz neyi savunuyor? Şunu savunuyor, bunu söyleyelim." diyoruz.

Değerli arkadaşlar, ben yaşı 70'e gelmiş bir akademisyen olarak buraya geldiğimden bu yana bu itirazımı söylemeye çalışıyorum ama anlayan var mı bilmiyorum.

Değerli arkadaşlar, bir ülke böyle yönetilemez, mümkün değil. Onun için Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi -arkadaşımız demin söylüyordu, siz de söylemişsiniz konuşmanızda- hızlı ve dinamik ama hızlı ve dinamik olmak her zaman adil ve doğru sonuçlar almamızı ima etmiyor ki. Hızlı yaparsanız yanlış yaparsınız. Dolayısıyla da değerli arkadaşlar, demokrasi dediğimiz şey ve bu mekândan beklenen şey, bu farklılıkların bir uzlaşma üretmesidir, bir ortak akıl üretmesidir. Ben sıklıkla diyorum ki "Ya, bu toplum bölünmüş ve bu bölünmüşlüğe razı olmamamız lazım." Bazı arkadaşlar da bana itiraz ediyorlar, "Ya, ne demek bölünmüş?" diyorlar. Evet, değerli arkadaşlar, bu kadar farklı fikir değil bunlar; farklı fikir olsa başka şekilde halledebilirdik belki çünkü fikirler üzerinde uzlaşma üretmemiz mümkün ama farklı değerlerimiz var, farklı konseptlerimiz var ve biz bunları konuşmadıkça da anlaşmamız mümkün değil, anlaşmamız mümkün olmadığı sürece de değerli arkadaşlar, bu ülke bir biz duygusu üretemez, biz duygusunu üretemedi zaten. Türkiye toplumu bugüne değin -yüzyıla yakın yaşamında- bir biz duygusu üretemedi. Herkesin bir bizi var bir bakıma bu ülkede; Alevilerin farklı, Kürtlerin farklı, Gürcülerin farklı, Lazların, Ermenilerin, Türklerin... Ama biz eğer biz olamazsak sıklıkla kullandığımız gibi bir beka sorunu zaten var. Onun için ben mesela Sayın Cumhurbaşkanını hiç anlayamıyorum, hakikaten anlayamıyorum, samimi olarak anlayamıyorum çünkü ben kendisini anlamaya çalışmışımdır; geçmişte bir itiraz hareketi olarak Adalet ve Kalkınma Partisini kurdu, önemli şeyler söyledi kanaatimce. Sonra Kürt meselesine geldi -öyle anlıyorum ki öyle inanıyorum ki Türkiye demokrasisinin temel sorunudur- çözülmesi için çaba harcadı, sonra birden vazgeçti. Neden vazgeçtiğini hâlâ anlamış değilim ama dün ya da iki gün önce "Kürt sorunu bitmiştir, yoktur." demesi... Arkadaşlar, dolar sorunu yok, Kürt sorunu yok, cari açık sorunu yok, üniversitelerimizin sorunu yok, ya hiçbir kurumun, hiçbir şeyin sorunu yok yani böyle bir şey olabilir mi? Ülkeye böyle bakarak ülkenin sorunlarını çözebilir mi?

Sayın Cumhurbaşkanı ne diyor? "Efendim, Kürt sorunu yok." diyor. Arkadaşım anlatıyor, kendi şehrinden anlatıyor; kayyum atanıyor, ertesi günü yaya geçidine yazılmış olan Kürtçe cümleleri kaldırıyorlar, Kürtçe "web" sitesini kaldırıyorlar. Niye? Yani bu insanların kendi dilleri değil mi bu?

Efendim terör varmış. Değerli arkadaşlar, terör meselesi, bizim açımızdan, bizim devletle bu konuyu konuşmamız gerektiğini söylüyor bana, herhangi bir örgütle değil. Dolayısıyla muhatabımız sizsiniz -dün de bunu söyledim- çünkü devletsiniz siz -ötekiler örgüt diyelim- dolayısıyla da siz irade koyacaksınız. Geçmişte bu iradeyi koymaya çalıştı Sayın Cumhurbaşkanı ve demin de söylediğim gibi, hâlâ anlamadığım sebeplerle vazgeçti ve şimdi de "Sorun yok." diyor, geçip gidiyor. Hâlbuki sorun var, sorun var arkadaşlar ve maalesef, sorun öylesine var ki Türkiye, demokrasi adımını atamıyor, atamadığı için de bu ekonomik krizi yaşıyoruz arkadaşlar. Bakın, cari açık yüzde 4 civarında. Bu, bütün dünyada iktisatçıların alarm olması gerektiği bir şeye işaret ediyor, bir kriz geleceğini söyleyen bir rakam bu. Bunları konuşamıyoruz. Ne yapıyoruz? İşte, yani ihracatımız iyi... Şimdi, mesela çokça teknolojiden bahsetmişsiniz Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, doğru; güzel, iyi şeyler yapıyorsunuz anlaşılan fakat ben yüksek teknolojili ihracat rakamlarına bakıyorum, hâlâ 2 veya 3 civarında. Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Yunanistan'a bakın, Arjantin'e bakın, bize benzeyen ülkelere bakın, hepsinin de ihracatlarında çok daha fazla yüksek teknoloji ürünleri var. Dolayısıyla teknolojiye yatırım, evet, yapmışız. Ne yapmışız? 1,06 olmuş gayrisafi millî hasıla içindeki payı araştırma geliştirme harcamalarının. Arkadaşlar, Yunanistan'ın şu anda 1,8; 1,15 Portekiz'in; 1,18 İspanya'nın. Neden bahsediyorsunuz? Yani tamam, başarı... Bekir arkadaşım işte "başarı" diyor. Evet, başarı ama neye göre başarı arkadaşlar? Siz yürümüşsünüz ama sizden daha hızlı yürüyenler olmuş. Dolayısıyla da yürüdüğünüzü söylemenizin bir kıymetiharbiyesi yok; kıymetiharbiyesi olabilmesi için gerçekten diğerlerine göre ne yaptığınızın görülmesi lazım.

Ben bütçenin genel yapısıyla ilgili olarak yine demin Hasan arkadaşımızın itiraz ettiği şeyi tekrar edeceğim. Benim hesabıma göre, güvenlik harcamaları toplam bütçe içinde yüzde 17 pay alıyor yani 200 milyar Türk lirası. Diyeceksiniz ki -işte arkadaşım da diyor- "Stres var, dış politikada gerginlikler var bu coğrafyada, içeride de öyle." Evet, bütün bunlar doğru ama 200 milyara çok ihtiyacımız olduğu da doğru. Yani Türkiye'nin gelişmesi...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Katırcıoğlu, bir dakika ek süre veriyorum.

EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, bitiriyorum, sağ olun.

Bizim gelişmiş bir ülke olabilmemiz için bu paraya ihtiyacımız var. Dolayısıyla da bu gerçeği ifade ederken şunu söylemiyoruz değerli arkadaşlar, böyle anlamanız da gerekmiyor. Yani "Efendim, güvenlik harcamalarına ayıracağımızı şuraya ayıralım." derken esasında yine ülkemizin gelişmesiyle ilgili bir yere işaret ediyoruz çünkü savunma harcamaları, güvenlik harcamaları üretken değildir, tıpkı inşaat harcamaları gibi, bir defa yaparsınız evi, biter orada. Bizim yeni fabrikalara ihtiyacımız var, yeni tarım alanlarına ihtiyacımız var vesaire vesaire. Dolayısıyla bunları görmeyen bir yerden bir bütçeyle başlıyoruz bu yıla.

Ben hayırlı olmasını tabii ki diliyorum ama doğrusunu isterseniz, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, bu meseleyi tekrar konuşacağız önümüzdeki yıl muhtemelen eğer her şey normal giderse. Göreceksiniz, bu sorun o önümüzdeki bir yıl da çözülmeyecek çünkü Türkiye'de birbirini anlamaya yönelik olmak üzere bir anlayışı üretemiyoruz ve o nedenle de birbirimizi anlamıyoruz, birbirimizi dinlemiyoruz ve yaptığımız iş birbirimizi yargılamaktır.

Teşekkür ediyorum.