KOMİSYON KONUŞMASI

BEDRİ YAŞAR (Samsun) - Teşekkür ediyorum Başkanım.

Ben de tabii, baştan doğru gelmek istiyorum. Öncelikle Sayın Genel Müdüre bu kapsamlı sunumundan dolayı ben de teşekkür ediyorum. Olayların tamamına vâkıf bir genel müdürü dinlemekten de mutlu olduğumu ifade etmek istiyorum.

Tabii, burada tespitle başladı, biz de tespitle gidelim. Şimdi, özellikle 1983'te biliyorsunuz Özal döneminde bir şey çıkmıştı, tapu tahsis belgesi meselesi. Yani ondan önce, 80 öncesine baktığınız zaman Türkiye'de zaten gecekondulaşmanın çok yoğun olduğu, çok da fazla belediyelere müracaatlarla binaların yapılmadığını; daha çok ustayla, kalfayla, kulaktan dolma fikir ve düşüncelerle şehirlerin inşa edildiğini hepimiz biliyoruz. Mesela Ankara'da Demetevler. Demetevler'deki binaların hiçbir tanesinde geçmişte mesela ruhsat muhsat yok. Tahmin ediyorum şu an karot marot alsanız hiçbir tanesi de olumlu sonuç vermeyecektir. Tabii, o zaman bir de ülkenin şartlarına bakmak lazım. Çimento tahsisle yani insanların bırakın çimentonun cinsinin, cibilliyetinin ne olduğunu... Şimdi artık, çimentolar da biliyorsunuz zeminlere göre seçiliyor Sayın Genel Müdürüm, bunlar zaten bildiğiniz şeyler- tuzlu zeminlerde çimento farklı çalışır yani o toprağın analizlerine göre mesela sülfata dayanıklı çimento kullanıyorsunuz, zeminler tuzlu olursa. Tabii, bunlardan bahsettiniz, resimlerden bahsettiniz, İstanbul'da yıkılan kolonlardan, çöken, korozyona uğrayan demirlerden bahsettiniz. Tabii o döneme kadar, 1980'li yıllara kadar Türkiye nervürlü demirle henüz tanışmamıştı. Yani Türkiye'nin kendi üretimi de dâhil yüzde 90'ı ST 37'den, 42 demeyeyim, 37'den düz demir çekilir, ST -42'den de nervürlü inşaat demiri çekilir. Dolayısıyla üretimin yüzde 80'i, yüzde 90'ı düz demirli. Niye? Düz demirin akması daha iyi, daha kolay işleniyor. O an nervürün ne manaya geldiğini de çok fazla bilen yok, onun ST'si yüksek olduğu için işlenmesi de zor, fiyatı da yüksek veyahut da insanlar ancak o kadar bulabiliyor. Yani o da demir tevzilerde satılıyor o da...

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Yani var mıydı?

BEDRİ YAŞAR (Samsun) - Yani yoktu, vardı da sen mi kullanmadın diyeceksin.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Vardı da sen mi kullanmadın?

BEDRİ YAŞAR (Samsun) - Vardı, şöyle ben bir hatıramı anlattım ama vakit uzadı, onu anlatmak istemiyorum. Biz ihracata nervürlü demiri veriyorduk, iç piyasaya da daha çok ST -37, düz demiri veriyorduk. Şimdi, malzeme bu yani elimizdeki malzeme bu. Şimdi, korozyon tabii... Deniz kumu kullanıldı. Deniz kumu tuzlu, tuzlu malzemeyle... İşte o zaman, çimento da aynı böyleydi. Çimento trassız da daha bir başka âlem. PC 325 vardı, sıradan kullanılan çimentoydu, bugün onun esamesi bile okunmuyor, Daha çok 42,5'i şu an kullanıyoruz hatta zeminlere göre de değişiyor. Yani o gün eldeki olan mevcut durum bu. İnsanların dozunu mozunu ayarlaması da belli insafa kalmış. Hani durum tespiti yaptınız ya, ben de tespitten gidiyorum.

Korozyon bugün de hâlâ gündemde. Mesela, siz bugün, inşaat demirini kapının önüne bırakın, bir haftada zaten korozyona uğrar. Siz hiç inşaatın önünde demirin üzerine naylonla örtülüp "Ya bu korozyona uğramasın." diye bunu bugün bile görebiliyor musunuz? Ben çok nadir görüyorum yani bugün bile demirin korozyonundan bahsedebilirsiniz. Yani haddehaneden çıktığı andan itibaren bir hafta, zaten yağmuru akşam görsün sabahleyin korozyon başlar. Dolayısıyla bugün de önemli bir problemdir. Korozyon ne yapıyor? Demiri kat kat kat yiyip bitiriyor yani dolayısıyla bugün bile önemli hadiselerden biri. Artık tabii, yönetmelikler değişti, inşaatların standartları değişti, yapı kimyasalları, çimentonun şekli şemali değişti, inşaat firmalarının da bakışı değişti. Yani eskiden müteahhit ile hırsız eş anlamlıydı. Yani müteahhit mi? Ya çimentodan çalıyor ya demirden çalıyor ya bir yerden, yükseklikten çalıyor ya da kolonu alıp götürüyor gibi. Neden bu? Demin Ulaş Bey "Bizde 10 katı." dedi, daha fazla; Türkiye'de 350 bin civarında, Avrupa'da 3 bin 500.

NECİP NASIR (İzmir) - 720 bin müteahhit var.

BEDRİ YAŞAR (Samsun) - Yani düşünebiliyor musunuz? Şimdi bu orana baktığınız zaman herkes müteahhitlik yapabilir yani bugün müteahhitlik yapmak için herhangi bir engel yok. Yani sizin bugün eczane açmak için diplomaya ihtiyacınız var, bir şeye var.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Şimdi var.

NECİP NASIR (İzmir) - Şimdi var, var.

BEDRİ YAŞAR (Samsun) - Yeni çıktı daha, uygulamaya da yeni başlıyor işte. Daha yeni yeni göreceğiz. İnşallah, bunlar önemli. Hani iyi bir mutfak olursa iyi bir mutfaktan iyi bir yemek çıkar. Kanunu, nizamı, yapı malzemesi bunlara göre ayarlanırsa alınacak ürünlerin de iyi olacağını düşünüyorum. Maalesef, bu bir tespit, bu var ve bunlarla ilgili neler yapabileceğimiz de bugünün konusu zaten problem bu.

Ben zaten şöyle düşünüyorum; deprem öncesi, deprem anı ve depremden sonrası; bunu üç dilimde ayarlamak lazım, neler yapılabileceğini. Yani en azından bu yapı tespiti meselesi... Siz "1 milyon 400 bini dönüştürdük." dediniz ama bunun, tahmin ediyorum, önemli bir kısmını özel sektörün dönüşümlerini -bu 1 milyon 400 bini 81 vilayetteki- içeriyordur çünkü bunlar iyi kötü kendi kendisini dönüştürebilen yapılar. Yani mesela, gecekondular vardır veya içinde bulunduğu bina, bazen de işte yoğunluğu şusu busu ki mesela, bu yoğunluk konusu en hızlı gündeme gelen. İşte, ne var? 1 yoğunluğu 2'ye çıkarırsak oradaki 10 daire sayısı 20'ye çıkar, yarısı müteahhide gider, yarısı da kendisinde kalır; hani basit hesap ama o iş öyle değil. Çünkü şehirler planlanırken orada yaşayacak nüfusa göre planlandı. Yani siz oraya 2 katı nüfusu yüklediğiniz zaman, bu sefer de bunu altyapı taşımayacaktır. Yani basit problemlerle, siz de söylüyorsunuz, yoğunluk meselesiyle de bunu çözmek zor gibi. Hadi Bağdat Caddesi'nde adamın 100 metrekare yeri vardı da canınız sıkıldı, "Biz size 2+1 ya da 1+1 -ne yapıyorsanız- 100 değil de bunun yerine size 70 verelim, o aradaki 30 metrekareyle de binayı yapacak bir Müslüman buluruz." diyorsunuz, o da bir miktarı dönüştürebilir.

Ama bunun yanında asıl olan, dar gelirlilerin konutlarını nasıl dönüştüreceğiz? Sorun burada yani beylik soru bu. Çünkü insanlar birikimleriyle yirmi sene memuriyeti var, otuz sene memuriyeti var gitmiş bir tane daire almış ve daire de depreme dayanıklı değil. Siz de gittiniz testini mestini yaptınız ve adam diyor ki: "Çık." "Tabutum çıksın, çıksam nerede yaşayacağım?" Verdiğiniz 125 bin liralarla bu işin yapılması mümkün değil.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - En az 250 bin olmalı.

BEDRİ YAŞAR (Samsun) - Şöyle: Birim maliyetleri zaten Bayındırlık Bakanlığında olduğu için yani birinci sınıf inşaat maliyetleri onlarda var, hadi ikinci sınıfı var, TOKİ'nin maliyetleri var. Yani bunların muhakkak devlet eliyle dönüşmesi lazım. Devlet bu işe el atmadığı sürece bu işin çözümü her geçen gün biraz daha zorlaşıyor. Rezerv alanlar: Doğru, ama diyelim ki İstanbul için rezerv alan oluşturdunuz Avrupa yakasında yani insanlar yer de değiştirmiyor, alıştığı, yaşadığı mahalleyi de terk etmek istemiyor. Dolayısıyla zaten onu biz tam sağlayamadık yani siz eski binaları yıkarak TOKİ marifetiyle insanları yeni yerlere taşıma oranınız ne, mesela ben merak ediyorum. On sekiz yılda yaklaşık 975 bin tane bina yapılmış. Bunlar TOKİ'nin rakamları, artı eksi olabilir, bilmiyorum. Mesela, bu 975 binin kaç tanesine -yani eski oturduğu mahalledeki evini- devlet aldı da ona rezerv alanı üzerinden kaç tane daire verdi merak ediyorum çünkü bu da sorunun çözümünde çok ciddi katkı sağlayacak. Tamam, dar gelirlilere ev yapıyor ama bunu da işte belediyelerin bulunduğu alanlarda yapıyor, belli bir vadeyle de satıyor; bu değil. Mevcut dönüşümün içerisinde bu rezervli alanlar ne kadar karşılık buluyor?

Tabii, "Yirmi yılda 6 milyon 700 bin konut yapacağız." dediniz. Yani ben şöyle bir hesap ettim; on sekiz yılda 975 bin yapılmış, demek ki her sene bin tane yapsak size yaklaşık yüz yirmi beş yıl lazım, Allah hepimize hayırlı uzun ömürler versin. Demek ki başka bildiğiniz bir yöntem var çünkü teknoloji gelişti. Ben şuradan biliyorum: İnşaat sektörü altı ayda, yedi ayda binlerce konut yapabilecek belli bir kapasiteye ulaştı ama ben kaynak açısından -yapım açısından inşaat firmalarımız belli bir kapasiteye ulaştı ama- o konuda kaynakta biraz zorlanacağınızı düşünüyorum. Onun için, keşke yapabilseniz, benim hiç itirazım yok ama finansman meselesini çözemediğiniz sürece pek de gerçekleşecek gibi durmuyor.

Diğer taraftan, yıkılacak binalar: Bunlar, bir defa kanun gereği yıkılmalı yani biz inisiyatifi vatandaşa bıraktığımız sürece bunların yıkılması zor ama yıkarken de muhakkak bunlara bir alternatif göstermek lazım; adına "Kira yardımı." deyin, "Rezerv alanında." deyin ama kanunun bağlayıcı bir tarafı olmalı, o bina mühürlenmeli, gerekirse kira yardımı veya yeni inşaatlarla muhakkak desteklenmeli ve bu, kanun çerçevesinde yapılmalı. Tabii, "Belediyeler bu işe yüzde 5 kaynak ayırsın." dediniz, bırakın belediyelerin bu işlerle ilgili kaynak ayırmasını, kentsel dönüşüm alanları içerisinde müteahhitlerin yaptığı binalarda normal şartlarda yol kanal harçlarının ödenmemesi lazım çünkü kentsel dönüşüme girdiği için. Belediye "Kardeşim, tamam, kanun gereği ödemeyebilirsin ama benim bundan da başka gelirim yok, gelip bunu buraya yatıracaksın." diyor. "Ya, kardeşim, kanunen muafım." diyorsun, "Vallahi sen bilirsin." diyor. E, sen de bu sefer belediyeyle iyi geçinmek için ne yapıyorsun, "Ya, lanet olsun, al bunu da yatıralım." diyorsun. Yani kanuni hakkını bile -siz bırakın destek almayı- kanundan kaynaklanan haklarını bile kullanmada zorlanıyorsun. Ya, bunun kötü niyetlisi var mı? Var. Çıkardığınız Büyükşehir Belediye Kanunu'yla köyleri mahalleye dönüştürdünüz ya. Şimdi, Ankara'nın Beytepe köyü köy ama Ankara'nın en lüks yeri. Burası, köyden mahalleye dönüştüğü için bu harçlardan muaf. Şu an yüzlerce dava var, yüzlerce. Yatıran arkadaşlar diyor ki: "Burası, kentsel dönüşüm bir tarafa, mahalleden köye dönüştü. Davalar var, insanlar yatırdığı emlak vergilerini geri istiyor." O, işin diğer bir parçası.

Tabii, "Belediyelerin bu işe bütçe ayırması lazım." dediniz. Dolayısıyla zaten belediyeler "Allah kerim" diyor. Buradaki bütün milletvekilleri sabahtan akşama kadar belediyelerin talepleriyle karşı karşıya. Şu anki mevcut gelirleriyle zaten bu işleri götürmeleri mümkün görünmüyor.

Yine, İzmir depreminden örnekler verdiniz. Yani, şu an en azından bu bilinç oluştu. Yani Türkiye'nin aşağı yukarı yüzde 70'i deprem kuşağında, hem depremle yaşamayı öğreneceğiz işte temel "Deprem öldürmez, bina öldürür." mantığı da bir tarafta. Bir an önce bu tespitlerin yapılıp... Şu an biz hep şununla gidiyoruz: Birileri talep ederse biz bunu yapıyoruz. Sizden önce de hanımefendi buradaydı, ona sorduk. Tamam, vatandaş talep ederse riskli binaya gidiyor, bakıyor, "Bu bina riskli." diyor, sigortacı da aynısı söylüyor. Zaten devletin önde gitmesi lazım gelirken arkadan gidiyor. Aynı şey, imar barışında hiç kimseye bir şey sormadılar. "Allah'ını seven getirsin; neyiniz varsa getirin, beyan edin, önce şu paraları verin." Ya, güzel de bu beyan edilen binalar depreme dayanıklı mı, değil mi, kaçak mı, göçek mi? "E, sonradan bakarız." Bunların durumunun ne olacağı konusunda da bir fikrimiz yok.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Her türlü kaçak bir kere, orada anlaşalım.

BEDRİ YAŞAR (Samsun) - Kaçak olmasa zaten bundan istifade etmeyecek demektir ama bu istifadeler... Aynı şekilde depreme de dayanıklı değilse bu binalar, hakikaten çok ciddi problemler bizi bekliyor demektir. Orada da yaklaşık 25 milyar civarında bir para toparlandı. Hani, siz bazen kaynak arıyorsunuz ya, mesela o kaynağı burada kullanmak mümkün, buraya onu yönlendirmek mümkün, yine deprem vergilerini... Bazen spesifik işleri kendi alanında kullanmakta fayda var. Devlet tabii "Biz her türlü yatırımı yapıyoruz. İşte, 1 milyon tane konut yaptık; deprem vergilerinin birazını orada, birazını da burada kullandık." diyor ama bence orada burada değil, tümüyle burada, kentsel dönüşümde, adına "kira yardımı" deyin, adına "yeni konut" deyin, buralarda kullanılması lazım.

Ben sunumunuzdan dolayı teşekkür ediyorum. Vakit çok uzadığı için çok da fazla derinlere dalmak istemiyoruz ama hiçbir problem zor değil, altından kalkılamaz değil. Ben sizde o iradeyi gördüm; irade var, kaynak da bulunur yani bu işte ben kaynakta da çok fazla bir problem olacağını düşünmüyorum ama gecikiyoruz, her yönüyle gecikiyoruz. Yani 1999'da deprem oldu, siz 2012'de yasayı çıkardınız; bakın, aradan on bir sene geçmiş. Hâlbuki 1999'da Türkiye, dünyadaki en büyük depremlerden birini yaşadı yani on sene geçince bu kanun çıktı. Daha geçtiğimiz aylarda farklı bir yasa çıkardığımızı söylüyorsunuz, oradan destek alıyorsunuz. Yani mümkün olduğunca bu işleri yarın değil dün yapmak lazım, daha fazla gecikmemek lazım.

Ayrıca, sunumunuzdan dolayı da tebrik ediyorum, başarılar diliyorum.