KOMİSYON KONUŞMASI

BAŞKAN HAKAN ÇAVUŞOĞLU - Değerli arkadaşlar, bu noktada, insan hakları konusunda yaşanan kimi sorunların çözümlenmesi bağlamındaki tespit ve çözüm önerilerini hem mevzuat hem de uygulama temelinde açıklamaya çalışacağım, sonra da Komisyonumuzun üyelerine sırasıyla söz vereceğim.

Adalet Bakanlığının Türkiye'de insan haklarının durumuna ilişkin geliştirme çalışmalarını demokratik yönetişim çerçevesinde yürütme çabaları, hiç şüphesiz memnuniyet vericidir. Bu konudaki samimi ve ısrarlı çabaları için Sayın Bakanımıza şükranlarımı sunuyorum.

Bildiğiniz gibi, Türkiye'de insan haklarının hem korunması hem de geliştirilmesi amacıyla kurulan ve bu yönüyle ilk olma özelliğini taşıyan Komisyonumuz, kurulduğu günden bugüne kadar hak ihlallerine ilişkin başvuruları kabul etmekte ve alt komisyonlar marifetiyle görüş ve önerilerini içeren raporlar tanzim ederek denetim fonksiyonunu etkin bir biçimde yerine getirmektedir. Ben, insan haklarının korunmasına ve geliştirilmesine dönük mevzuat, süreç ve uygulamalara ilişkin çalışmalara bireysel başvuru odaklı değerlendirme ve öneriler ile alt komisyon bazlı değerlendirme ve öneriler çerçevesinde bakmak istiyorum. 27'nci Yasama Döneminde Komisyonumuza yapılan başvurulara baktığımızda başvuruların dörtte 1'lik kısmının adil yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla yapıldığı görülmektedir. Başvuruların genel olarak suçsuzluk karinesinin ihlal edilmesi, yargılamaların makul sürelerde bitirilememesi, tutukluluk sürelerinin uzunluğu, tutuklamaya alternatif koruma tedbirlerinin uygulanamaması ve savunma hakkının engellenmesi iddialarını içerdiği görülmektedir. Bu sorunların çözülmesi için bazı hususlarda düzenleme yapılması gerekliliği olmakla birlikte uygulamadan kaynaklı sorunların da yapılacak farkındalık çalışmalarıyla giderilmesinin mümkün olacağı kanaatindeyim. Komisyonumuza yapılan başvuruların neredeyse dörtte 3'lük kısmını ise ceza infaz kurumlarında yaşandığı iddia olunan sorunlar oluşturmaktadır. Bu başvurularda belirtilen şikâyetlerin büyük kısmını da isteğe bağlı nakil taleplerinin reddedilmesi, gerek revir gerek dış hastane sevklerinin zamanında yapılmaması, muayenelerde doktor ve hasta mahremiyetini engelleyecek şekilde görevli nezareti, kelepçeli muayene uygulaması, görüş sürelerinin fiilen kullandırılmaması, görüş saatlerinin çocuğu olan hükümlü ve tutuklular bakımından bu husus göz önünde bulundurulmaksızın düzenlenmesi, hükmün infazının ertelenmesi müessesesinin uygulanmaması, temel ihtiyaç maddelerinin tedarik edilememesi, süreli ve süresiz yayınlardan yararlanma hakkı ile radyo ve televizyon yayınlarından yararlanma hakkının keyfî olarak engellenmesi, annesiyle barındırılan çocukların yaşadığı zorluklar şeklinde sıralamak mümkündür.

27'nci Yasama Döneminde Komisyonumuz bünyesinde kurulan alt komisyonlar tarafından yapılan çalışmaları da göz önünde bulundurmak suretiyle tespit ve çözüm önerilerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Komisyonumuz 3 alt komisyonla çalışmalarını sürdürmektedir. Bunlar, Çocuk Hakları Alt Komisyonu, Hükümlü ve Tutuklu Hakları Alt Komisyonu, Göç ve Uyum Alt Komisyonudur.

Sayın Bakanım, kıymetli arkadaşlarım; çocukla kişisel ilişki kurulmasına dair ilanların yerine getirilmesi hususunu düzenleyen İcra ve İflas Kanunu hükümlerinde değişiklik yapılması gerektiği düşüncesindeyiz. Bu konuda, sorunun en önemli boyutunu, mahkeme kararlarında yer verilen kişisel ilişki kurulmasına dair hükümlerin her zaman infaz edilememesi oluşturmaktadır. Kişisel ilişki temini amacıyla velayet sahibi tarafından çocuğun teslimi gerçekleştirilmediğinde teslim için İcra ve İflas Kanunu hükümleri uygulanmakta ve çocuk tesliminin icra yoluyla yapılması gündeme gelmektedir. İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre kişisel hak sahibi anne ya da baba, hakkı düzenleyen mahkeme ilamının infazının sağlanması için icra dairesine takip talebinde bulunmaktadır. Bu süreç incelendiğinde, çocuk teslimi sırasında icra müdürlüğünce yapılacak işlemlerin çok fazla ve tekrara muhtaç olduğu dikkat çekmektedir. Bu durum, çocuğunu görmek isteyen anne ya da baba için hem maddi hem de manevi yönden ağır külfetlere neden olmaktadır. Ancak çocuk tesliminin icra yoluyla yapılmasından kaynaklanan en önemli sorun hiç şüphesiz çocuğun bizatihi kendisinin icraya konu edilmesidir. Zira icra müdürlükleri yapmış oldukları işin gereği olarak eşya ve mal haczetmektedirler. Buna karşın kişisel ilişkinin düzenlenmesine ilişkin kararın icrasında teslim edilecek olan bir eşya değil bir insan hem de korunmaya ihtiyaç duyan çocuktur. Her ne kadar bazı icra müdürlüklerinde çocuğun içinde bulunduğu ortamdan daha az etkilenmesi için bazı özel uygulamalar gerçekleştirilebilmekte ise de icra müdürlüğü çalışanlarının gerek aldığı eğitim gerekse iş deneyimleri bakımından çocuk teslimi sırasında çocuğun üstün yararı ilkesini ön planda tutacak donanıma sahip olmadıklarını da kabul etmek gerekir. Dolayısıyla tanımadığı kişiler tarafından zorla bir ebeveyninin yanından alınarak diğer ebeveyne teslimi öngören icra sisteminde, çocuğun üstün yararının korunması hiçbir şekilde mümkün değildir. Çocuğun taşınır bir mal gibi teslimini öngören icra yolu, çocuğun üstün yararı ilkesiyle bağdaşmayan bir uygulamadır ve çocuğun icra sisteminden çıkarıldığı yeni bir düzenleme yapılması gerekmektedir. Hiç olmazsa, icra takibi yöntemine başvurulması suretiyle, çocuğun psikolojik olarak etkilenmesini engellemek ve üstün yararını temin etmek amacıyla, kişisel ilişkinin kurulmasını engelleyen veya kurulduktan sonra geri teslim etmeyen anne veya baba açısından caydırıcı miktarda para cezası ve teminat gösterilmesine ilişkin yasal düzenleme yapılarak bu yola başvurulması gerekliliğini asgari seviyeye indirmek gerekir. Yapılacak düzenlemede her engelleme için ayrı cezalar öngörülmesi, bu konudaki caydırıcılığın artmasına ve icra yoluna başvurulmasına gerek kalmaksızın kişisel ilişkinin kurulmasına yardımcı olabilir. Diğer taraftan, çocukla kişisel ilişki kurulmasına ilişkin icra takibi işlemlerinin harca tabi olmaması ve hizmetlerin bedelsiz olarak yürütülmesi, bu seçenek mümkün görülmediği takdirde de masrafların devlet tarafından karşılanıp daha sonra haksız şekilde kişisel ilişki kurulmasına engel olan anne veya babaya rücu edilmesi bir yöntem olarak benimsenmelidir.

Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 100'üncü maddesinin (4)'üncü fıkrasında, sadece adli para cezasını gerektiren suçlarda veya vücut dokunulmazlığına karşı kasten işlenenler hariç olmak üzere hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemeyeceği ve Çocuk Koruma Kanunu'nun 21'inci maddesinde de 15 yaşını doldurmamış çocuklar hakkında, üst sınırı beş yılı aşmayan hapis cezasını gerektiren fiillerinden dolayı tutuklama kararı verilemeyeceği hükme bağlanmıştır. Bu kapsamda, tutuklama kararı konusunda çocuklar bakımından ayrıksı bir düzenleme yapılarak daha yüksek bir üst sınır uygulaması kabul edilmişken, aynı yöntemin tutuklulukta geçecek süreler bakımından benimsenmemiş olması kanaatimizce bir eksikliktir. Dolayısıyla her ne kadar Çocuk Koruma Kanunu'nda çocuk haklarının korunması amacıyla süratli bir usul izlenmesi gerektiği temel ilke olarak benimsenmişse de çocuklar için ayrıksı tutukluluk sürelerinin belirlenmesinin uygun olacağı kanaatini taşımaktayız; elbette suç tipleri bakımından istisnalar getirilebilir.

Yine Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 108'inci maddesinde, tutukluluk hâlinin devam edip etmeyeceğinin hem soruşturma hem de kovuşturma evresinde en geç otuzar günlük sürelerde inceleneceği hükme bağlanmıştır. Ancak tutuklamaya alternatif olan adli kontrol tedbirinin devamının gerekip gerekmediğinin belli süreler sonunda incelemesine dair bir düzenleme bulunmamaktadır. Adli kontrol müessesesinin tutuklamaya alternatif olarak getirilen bir koruma tedbiri olması hasebiyle, tutukluluğun belli sürelerle incelemesine dair hükme benzer bir hükmün adli kontrol tedbiri bakımından da düzenlenmesinin isabetli olacağını düşünüyoruz. Ancak adli kontrol tedbirinin hem alternatif bir tedbir olması hem de temel hak ve özgürlüklere tutuklama tedbirine göre daha az müdahale etmesi nedeniyle, yapılacak muhtemel bir düzenlemede otuzar günlük sürelerin daha uzun tutulması bir seçenek olarak değerlendirilebilir.

Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 109'uncu maddesinin (6)'ncı fıkrasında, adli kontrol altında geçen sürenin hürriyeti bağlayıcı cezadan mahsup edilemeyeceği ancak uyuşturucu, uyarıcı, uçucu maddelerle ilgili ve alkol bağımlılığından arınmak amacına hizmet eden hükümlülük açısından mahsup yapılacağı hükme bağlanmıştır. Bu kapsamda, tutuklulukta olduğu gibi, kişi özgürlüğünü ortadan kaldıran konutu terk etmeme yükümlülüğü bakımından da adli kontrol altında geçen sürelerin hürriyeti bağlayıcı cezadan mahsup edilmesi yöntemi benimsenebilir. Ancak belirtilen yükümlülüklerin tutuklulukta olduğu gibi tam anlamıyla şahsi hürriyeti sınırlayan neden kabul edilmemesi durumunda, en azından cezadan belli bir miktarının mahsup edilmesi uygun olabilir.

Çocuk Koruma Kanunu'nun 24'üncü maddesinde, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun uzlaşmaya ilişkin hükümlerinin suça sürüklenen çocuklar bakımından da uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Bu bağlamda, suça sürüklenen çocuklara yönelik uzlaştırma süreçlerinde bu konuda eğitimi olan uzman uzlaştırmacıların görev alması sağlanabilir. Bu sayede, suça sürüklenen veya bir suçun mağduru olan çocukların uzlaştırma sürecinde yıpranmaması da sağlanmış olur.

Daha önce de işaret ettiğim üzere ceza infaz kurumlarıyla ilgili olarak yapılan başvuruların önemli bir kısmını ailenin bulunduğu yere yakın bir ceza infaz kurumuna nakil talepleri oluşturmaktadır. Hükümlü ve tutukluların nakil işlemlerinde, özellikle ailevi nedenler gibi hassasiyetlerin daha fazla gözetilmesine ilişkin kanuni düzenleme yapılarak bu konuda yaşanan mağduriyetlerin önüne geçilmesi ve Türk toplumunun temel direği olan aile birliğinin sağlanması için adım atılması gerektiğini düşünmekteyiz.

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 65'inci maddesinde, annelerin yanında kalan çocuklara yaş ve durumlarına ve ihtiyaçlarına göre yiyecek ve içecek verileceği düzenlenmiş olup bu çocukların barınması konusunda kanunda özel bir hüküm bulunmamaktadır. Annelerin yanında kalan çocukların yatması için durumlarına uygun yatak verilmediği ve çocukların anneleriyle aynı yatakta yattıklarına dair şikâyet ve tespitler çerçevesinde anneleriyle kalan çocukların rahatının sağlanması için özel bir yatak ünitesi kurulması bir seçenek olarak düşünülmelidir.

Yine, çocuğun üstün yararı ilkesi çerçevesinde hangi tür ceza infaz kurumunda olursa olsun çocukların fiziksel temas kurmalarını sağlayarak aile bağlarını yüksek tutmak ve bu suretle çocukların üstün yararını temin ederek tekrar topluma kazandırmak amacıyla çocukların görüşlerinin tamamının açık görüş şeklinde yapılmasının aile şefkatine muhtaç çocuklarımız bakımından büyük önem taşıdığını ve bu konunun burada bulunan herkesin üzerinde ittifak ettiği bir husus olduğunu düşünmekteyim.

Ayrıca, muayenelere görevli personelin nezaret etmesinin ve muayenelerin kelepçeli yaptırılmasının yoğun olarak şikâyet edilen başkaca bir husus olduğu gerçeği karşısında muayenelerin hangi koşullarda kelepçeli ve görevli personel nezaretinde yapılacağı konusu kapsamlı düzenlemeye ihtiyaç duyulan bir başka sorunlu alan olarak karşımızda durmaktadır. Bu sorun şahsi düşünceme göre ancak Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'da yapılacak açık bir düzenlemeyle kalıcı çözüme kavuşturulabilir.

Bir diğer başlık: Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun 21'nci maddesinde değişiklik yapılarak hâkimlik ve savcılık mesleğinde bulunanların derece yükselmelerinde Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uygun karar verip vermediklerinin gözetilmesi kuralının Hâkimler ve Savcılar Kurulu ilke kararından ziyade kanun çerçevesinde düzenlenmesinin uygun olacağını düşünmekteyiz.

Sayın Bakanım, değerli arkadaşlar; Türkiye dünyada en fazla sayıda sığınmacıya ev sahipliği yapan ülkedir. Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün verilerine göre, Kasım 2020 tarihi itibarıyla Türkiye'de 3 milyon 635 bin 410 Suriyeli geçici koruma statüsüyle yaşamaktadır. Bunların dışında Irak, Afganistan, İran, Somali gibi ülkelerden gelen yaklaşık 300 bin sığınmacı daha bulunmaktadır. Bu durumu düzenleme ve yönetilebilir hâle getirmenin bir gereği olarak Komisyonumuz bünyesinde 26'ncı Yasama Döneminde Mülteci Hakları Alt Komisyonu kurulmuş, 27'nci Yasama Döneminde ise alt komisyon faaliyetlerine Göç ve Uyum Alt Komisyonu olarak devam etmektedir.

Göç sürecinin yönetilmesi ve geçici ve kalıcı uyum politikaları yoluyla entegrasyon sürecinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesine dönük olarak özellikle şu hususa dikkatinizi çekmek isterim: Her türlü medyada Suriyeli sığınmacılara dönük olarak üretilen ve onları ötekileştirmeyi amaçlayan yanlışların olgusal doğrular gibi propaganda edilmesinin önüne geçmek için farkındalık oluşturacak faaliyetlerin yanı sıra nefret suçlarına ilişkin yaptırımların artırılması ve çeşitlendirilmesi yerinde olacaktır. Bu çerçevede, uygulama, İslam karşıtlığı ve Türkiye'deki azınlıklara dönük nefret söylemini içerecek şekilde de etkinleştirilmelidir.

Değerli Bakanım, kıymetli üyelerimiz; ben Komisyonumuzla ilgili olarak, insan haklarının Türkiye'de korunması ve güçlendirilmesine matuf yer verilmesi, uygulama ve düzenlemeye yönelik adım atılması gereken hususları kısa ve öz bir şekilde ancak bu şekilde sizlere aktarabildim. Benim eksik bıraktığım tarafları da mutlaka Komisyon üyesi arkadaşlarımızın yaptığı çalışmalarla ve söyleyecekleriyle tamamlayacağını düşünüyorum. Bu vesileyle Sayın Bakanım, ben şimdi Komisyon üyelerimize, söz almak isteyen üyelerimize söz vereceğim ve onların fikirlerine müracaat edeceğim.

Değerli arkadaşlar, Sayın Bakanımızın bundan sonra Adalet Komisyonumuzla da bir toplantısı var. Somut, müşahhas ve öz bir şekilde düşüncelerinizi ifade edeceğiniz kanaatindeyim. Şimdiden teşekkür ediyorum.