| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 05 .11.2014 |
MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Plan ve Bütçe Komisyonun saygıdeğer üyeleri, Sayın Başbakan Yardımcımız, kamu kurumlarının çok değerli yöneticileri, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum, iyi akşamlar diliyorum.
24'üncü Dönemde son bütçenin Başbakanlığa ve bağlı kurumlara hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. Tabii ki bütçenin tümü üzerine yapılan konuşmalar sırasında belirtim, bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Cumhuriyetimizin 91'inci yılında emekçi kardeşlerimizin ihmaller ve denetimsizlikler sonucu hayatlarını kaybetmeleriyle sonuçlanan acı olaylar yaşadık. Soma'da, Ermenek'te, Isparta'da işlenen bu cinayetlerin artık son bulmasını ve sorumluların bir an önce adalete hesap vermelerini bekliyorum.
AKP Hükûmetinin "İstikrar sürsün, Türkiye büyüsün.", "Hayaldi gerçek oldu." ve "Ben lafa değil icraata bakarım." gibi seçim sloganlarının aslında ne kadar günü kurtarmaya yönelik olduğunu tüm yurttaşlarımız görüyor. 2014 Türkiye'sinde hâlâ bebekler açlıktan -(Konya, Ereğli'de kırk günlük Ayaz bebek)- ya da kapalı yollar nedeniyle Van, Gürpınar'da 3 yaşındaki Muharrem ölüyorsa, bunların hepsini düşünmemiz gerekiyor. On iki yılda ülkenin geldiği nokta aslında öncesinden çok da farklı değil, günümüzde bu tabloya ağır bir yolsuzluk ve rüşvet döngüsü de eklenmiştir.
Başbakan olduğu dönemde Sayın Erdoğan'ın bu ülkenin servetini nasıl fütursuzca harcadığını, yolsuzluk olayları içinde kaybolduğunu, yasama organında yolsuzlukların ele alınmasını engellenmeye çalıştığını, erkler ayrılığı ilkesinin askıya alınması ve anayasal kurumları işlevsiz kılmak adına nasıl bir çaba içerisinde olduğunu unutmamak gerekir. Paralel bir biçimde, yolsuzluk olaylarının medyada yer almaması için demokrasilerde görülmeyecek baskılar uygulanmış, ülkemizin itibarını zedeleme pahasına ilkel bir yaklaşımla sosyal medyanın yasaklanması yoluna dahi gidilmiştir.
Bu yolsuzluk ve hukuksuzlukların açığa çıkmasında biraz da 17 Aralık günü bizzat Tayyip Erdoğan ve Bilal Erdoğan'ın yaptığı konuşmaların ses kayıtlarının ve çözümlerinin medya organlarına yansıması neden olmuştur. Aynı gün içinde gerçekleştirilen bu konuşmalarda, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a ait olduğu anlaşılan dolar, avro ve TL cinsinden çok büyük miktarlarda paranın Erdoğan'ın evinden taşındığı anlaşılmaktadır. Para taşıma işleminin en az on beş saat sürdüğü düşünülürse, taşınan paranın tutarının milyar dolarlarla ifade edilebileceği anlaşılmaktadır.
BAŞKAN - Bu konuşmaların hepsinin montaj olduğu tespit edildi Sayın Çam.
MÜSLİM SARI (İstanbul) - Kim tespit etti?
MUSA ÇAM (İzmir) - Toplantıyı yönetiyorsunuz, müdahale etmeyin. Sayın Başbakan Yardımcımız gerekirse cevap verir, siz müdahale etmeyin.
BAŞKAN - Ama dayanamıyorum artık.
MUSA ÇAM (İzmir) - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, söz konusu dinleme kayıtlarının montaj olduğunu kanıtlayamadığı gibi, 22 Nisan 2014 tarihli grup konuşmasında "Benim bakanlarımla yaptığım görüşmeleri ancak verebildiler veya eşimle, çocuğumla yaptıklarımı verebildiler." demek suretiyle bu konuşmaların gerçekliğini kabul etmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Erdoğan tarafından Başbakanlık için Sayın Davutoğlu'nun seçilmiş olması çok kritiktir ancak hangi başarılarına istinaden Davutoğlu atanmıştır, merak ediyorum.
"Atanmıştır"ı özelikle tırnak içerisinde söylüyorum.
HÜSEYİN ŞAHİN (Bursa) - Genel Kurul yaptık. Demokratik bir şekilde Genel Kurul yaptık.
MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Davutoğlu'nun Dışişleri Bakanlığı döneminde, Arap Baharı'ndan bu yana yanlış eksenler üzerine inşa edilen Türk dış politikası için bölgedeki her gelişme bu yanlış hesabın faturasını ödeme sürecine dönüşmüştür. Türkiye'nin Irak'taki Musul Konsolosluğu görevlilerinin kaçırılması gibi bir durumda, yayın yasağıyla bunun üstünü biraz olsun örtmek mümkün olmuştur fakat konu Kürt sorununa geldiğinde, bunun saklanmasının imkânı olmadığı bir krize dönüşmesi de engellenememiştir.
Irak ve Suriye, giderek Orta Doğu'nun Afganistan'ı olma yolunda ilerlerken, Türkiye'nin bundan etkilenmesi kaçınılmazdır fakat bölge siyasetinde öyle hatalar yapıldı ki sorun gittikçe daha da karmaşık, çok boyutlu ve içinden çıkılmaz bir hâl aldı. Türkiye'nin bölgede Irak ve Suriye meselesi dışında bir dış politika gündemi kalmadı. Üstelik "Suriye bizim iç meselemiz." diye diye, en sonunda Suriye ve Irak'taki kriz âdeta tüm Türkiye'yi saran bir çatışma hâlini aldı. Esad devrilmediği gibi, Suriye'de, bir yandan, hesapta olmayan Rojava deneyimi gibi Kürt sorununu dönüştüren bir yapılanma, diğer yandan Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) gibi çok tehlikeli bir örgütü ortaya çıkardı.
Orta Doğu'da Vahabi-Selefi egemenliği, Türkiye'de Osmanlı hayalleri kuran Sayın Davutoğlu'nun Dışişleri Bakanlığı sürecinde ülke batağa saplanmıştır. Üstelik Sayın Davutoğlu'nun izlediği dış politika Türkiye'yi bölgede yalnızlaştırmakla kalmamış, aynı zamanda birçok ülkeye ihracat kapılarının kapanmasına neden olmuştur. İyi ikili ilişkilerin hızla bozulmasının faturasını sanayici ve ihracatçı ödemektedir.
Türkiye Irak'tan Suriye'ye, Mısır'dan İran'a, İsrail'den Ermenistan'a kadar tüm komşularıyla sorun yaşarken, bu süreçte Avrupa Birliği müzakereleri de çıkmaza sürüklenmiş, Avrupa Birliğinden sorumlu Bakanın hangi yolsuz ilişkiler içinde olduğu ve "başmüzakerecilik" kavramını ne kadar yanlış anladığını bu yolsuzlukların ortaya çıktığı süreçte hep beraber gördük.
Yapılması gerekenler ise Türkiye'nin gücünün çok ötesinde politikalar üretmek yerine, Türkiye'nin jeopolitik konumu, ekonomisi düşünülerek ona göre politikalar üretmek olmalıydı. Sonuçta "Göster gücünü" diye kendisine defalarca meydan okunan ve bu meydan okumalara karşı "Kimse bizim gücümüzü test etmeye kalkmasın." dışında verecek bir cevabı olmayan bir Dışişleri Bakanı bu ülkeye Başbakan olmuştur.
Yeni dönemin Başbakanı hakkında on yılda 56'ncı sıra gerileyen özgür basınımızda yer almayan ifadeler dış basında yer almış ve Reuters Haber Ajansı Davutoğlu için "Davutoğlu Orta Doğu'da istenmeyen adam, Davutoğlu'nun Erdoğan'ın kontrol edebileceği birisi olduğu açık. Onu Erdoğan yarattı. Seçilebilecek en yumuşak başlı Başbakan o." demektedir, haklı olduğu da açıktır.
Halbuki; bir ülkenin demokrasi, özgürlükler, sosyal politikalar, laiklik ve çok kültürlü hayata bakışına dair fikrini öğrenmek ve devletin ve iktidarın karakterini anlamak için, o ülkenin bütçe politikasına ve rengine bakmak yeterlidir. AKP bütçesinde insanca yaşam hakkına yer yok. İnsanca yaşam hakkına cimri, zalimin zulmüne cömert bütçe politikaları ülkede barışı, emeğin hakkını, laikliği, demokrasiyi, eşitliği ve özgürlüğü sevmiyor. Vatandaşlarını bu haklarından mahrum bırakmayı hedefliyor. AKP her daim kendi iktidarını mezhepçi ve güvenlik artırımıyla güçlendirmek için zulmün politikalarını besleyerek bütçeyi hazırlıyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçenin en büyük gider rakamları Diyanet İşlerine, din eğitimine, orduya, polise, silaha, bombaya, tanka, uçağa, TOMA'ya, gaza ve jopa ayrılmıştır.
Ülkemizde asırlardır süregelen dinsel ayrımcılığın sonucu olarak, devlet kendisine Sünni-Hanefi mezhebini "resmi inanç" olarak benimsemiş olup ve bu mezhebin hizmetinde olan 87 bin civarında cami, 150 bin imam, 12 bin Kur'an kursu, bini aşkın imam hatip okulu, 82 ilahiyat fakültesi ve ek zorunlu seçmeli din dersleriyle eşitsizliği ve adaletsizliği derinleştirmiştir.
2002 yılında, AKP iktidara gelmeden önce 75 bin olan camı sayısı, AKP'nin iktidar olmasıyla birlikte on yıl gibi bir sürede 12 bin artarak 87 bine ulaşmıştır. Diğer İslam ülkelerindeki cami sayısına baktığımızda Mısır'da 67 bin, İran'da 48 bin, Suudi Arabistan'da ise 38 bin cami vardır. Mısır'ın nüfusu 82 milyon, İran'ın nüfusu da 77 milyondur değerli arkadaşlar. Bunları da sizin bilgilerinize sunuyorum.
Veriler üzerinden gidersek, 2011 yılına göre, ülkemizde toplam okul sayısı 67 bin, hastane sayısı ise sadece 1.220 civarındadır yani Türkiye'de her 300 kişiye 1 cami düşerken, her 60 bin kişiye ise sadece 1 hastane düşmektedir. Cami ve Diyanete verilen bu muazzam önemin en az yarısı eğitim ve sağlık konularına verilmiş olsaydı ülkemizin dünya sıralamasında üst sıralarda olacağı kesindir.
SALİH KOCA (Eskişehir) - Vatandaşın yaptırdığı camiden rahatsız mı oluyorsun?
MUSA CAM (İzmir) - Başka inançlar üzerinde oluşan mahalle baskıları görmezden gelinmiştir. Alevilerin ibadet yeri olan cemevine yönelik yok saymalar, "ucube" ya da "cümbüş evi" gibi itibarsızlaştırmanın yanı sıra "Camiye gelin." çağrıları yapılmakta ve ayrımcılık uygulamaları derinleştirilmektedir. Alevilerin ibadeti olan ceme karşı, devlet fetvasıyla "zikir" denilerek "Ceme değil, namaza gelin." çağrısı yapılmaktadır. Alevilerin ödedikleri vergilerin kendilerine asimilasyon olarak kullanılmasına son verilerek, Alevi kültürünün, inancının ve kurumlarının ekonomik, kültürel ve sosyal bütünleşmesine hizmet etmek için, yurt genelinde açtıkları ve başlattıkları cemevi ve kültür merkezleri inşasına aktarılması gerekmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayın lütfen.
MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan...
Meclisimiz, tüm çabalarımıza rağmen, vergilerin vatandaşlık esasına göre değil, mezhepçilik, rant dağıtımı ve devlet güvenliği esasına göre harcanmasına engel olamıyor, olmaya davet ediyorum.
Birkaç cümle de vakıflarla ilgili söylemek istiyorum.
Bugün, ülkemizdeki soygunun ve AKP Hükûmetinin devamının en önemli unsurlarından birisi vakıflar ve derneklerdir. AKP Hükûmeti döneminde çıkarılan yasalarla vakıflara ve derneklere çok özel imtiyazlar tanınmıştır. Bu yöntem, padişahın vergi toplama şeklidir, istediği gibi harcayabileceği, dağıtabileceği para ve mal kaynağını bu metotla yaratmaktadır.
Bunlara en iyi örnekler, İlim Yayma Cemiyeti, Yoksullara Yardım Derneği, insani yardım dernekleri (32 şube), Hayırlı İşler Yapma ve İdame Ettirme Derneği, TÜRGEV (Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı), Zümrüt Vakfı, Yusufiye Vakfı, İlme Hizmet Vakfı, Yürüyenler Bereket Vakfı, Yuşa Hayrat Vakfı gibi yüzlerce vakıf ve derneklerdir.
Bu vakıflar, ayrıca yine Bakanlar Kurulu kararı ile kamu yararına hizmet eden kuruluşlar olarak kabul edilmiş ve vergiden muaf tutulmuştur.
Ülkede vergi toplayıp öğrenci yurtları yapmakla mükellef olan Başbakan, Cumhurbaşkanı, vergi toplamak yerine oğlunun vakfı üzerine vergi ve bağış topluyor ve babasının yerine oğlu çaresiz insanlara yurt yapıyor, bu insanları kendilerine yani padişaha biat etmeye davet ediyor. İşte devleti yok etmek ve ümmeti güçlendirmek amaçlı bu tür faaliyetler bu kuruluşlar vasıtasıyla yapılmaktadır.
Çıkarılan yasalar ile bu vakıf ve derneklere yapılan tüm ayni ve nakdi yardımlar vergiden düşülmektedir. AKP'ye yakın tüm firmalar, devlete vergi vereceğine bu dernek ve vakıflara bağış yapmakta ve yaptığı tüm bağış miktarını ödemek zorunda olduğu vergiden düşmektedir. Bunu, ülkeyi sevdiğinden değil, satış fiyatları üzerinden bağış gösterdiği için, vergiden kaçırmak amaçlı yapmaktadır. Bu dernek ve vakıflara yüzlerce, binlerce firma bağış yapmakta ve yapmak için de yarışmaktadır.
Vakıflar mali denetim olarak devlet denetimine tabi değildir, sadece şekil olarak incelenebilmektedir yani neyi kaça aldığınıza bakmazlar, kâr-zarar hesabı yapılmaz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSA ÇAM (İzmir) - Sadece, aldığın belgelimi, verdiğin belgeli mi, bu yönüyle incelenebilirler.
Vakıflar kendilerine yapılan tüm bu ayni ve maddi yardımları istedikleri yerlere istedikleri gibi harcayabilirler, kimse hesap soramaz. Sebep, verilen tüm değerlerin vakfedilmiş olmasıdır yani kişinin kişisel servetinden verdiği kabul edilir.
Vakıf ve dernekler bu vergiden kaçırılan malzemeleri koliler hâlinde çaresiz vatandaşlara "Bağış ve yardım" adı altında bedava dağıtmaktadır. Bu dağıtımlar sırasında dinî duygular kullanılmakta, cumhuriyetin bir işe yaramadığı, ne fayda varsa vakıf, dernek ve ümmet kuruluşlarından geleceği anlatılmaktadır.
Bu kişiler devletin yapmakla zorunlu olduğu hizmetleri de sanki kendileri çaresiz halka mal bağışlıyorlarmış gibi yapmaktadırlar, özel yurtlar, aşevleri, yardımlar, öğrenci evleri, bağış altınlar, zaman zaman odun kömür, kadınları koruma ve kollama gibi adlarla halkı arkalarına almak amaçlı kullanmaktadır.
Bugün, bu kadar yolsuzlukların olmasına rağmen toplumun duyarsız kalmasının sebeplerinden en önemlisi, bizzat Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakan tarafından işin içine vakıfların sokulmasıdır. Toplumda vakıflar ve dernekler hakkında "Bunlar faydalı kurumlardır." imajı oluşturulmuş, "Bu insanlar çalmaz, vakfa bağış toplamışlar." denmektedir. Asıl tehlike budur. Demokratik cumhuriyetten uzaklaştırılmak istenen ve ümmet kültürüyle birbirine bağlanmak istenen bir insan topluluğu oluşturulmuştur.
Son sözüm, belediyelerden ve devletten iş alan firmalar, bu vakıflara yüklü miktarlarda bağış yapmak zorunda bırakılmaktadır diyorum. Sayın Başbakan Yardımcısına da şunu hatırlatmak istiyorum: Sayın Başbakan Yardımcım, 10 Ağustosta yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Sayın Başbakan kalktı dedi ki "Ben Sünniyim, ey Kemal Kılıçdaroğlu, sen ne olduğunu açıkla; Selahattin Demirtaş, sen de açıkla." Merak ediyorum, Sayın Tayyip Erdoğan'ın rakibi Kemal Kılıçdaroğlu muydu yoksa Ekmeleddin İhsanoğlu muydu? Eklemeddin İhsanoğlu'nun mezhebini niye sormadı da Kemal Kılıçdaroğlu'nun mezhebini sordu, bunu da öğrenmek istiyorum.
BAŞKAN - Ben söyleyebilirim.
MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başbakan Yardımcım, beş dönemdir Parlamentodasınız, çeşitli açıklamalarınızdan dolayı bunun da son olduğunu söylediniz. Size bundan sonraki yaşamınızda sağlıklı, mutlu, güzel yıllar diliyoruz.
Teşekkür ederim.