KOMİSYON KONUŞMASI

MÜSLİM SARI (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başbakan Yardımcısı, sayın bürokratlar, değerli basın mensupları, değerli Komisyon üyesi arkadaşlarım; hepinize iyi akşamlar diliyorum.

Komisyon bir hayli kalabalıklaştı, daha çok insana sesimi duyuracağım için de daha mutlu olduğumu belirtmek isterim.

Şimdi, şöyle bir fıkra anlatılır Sayın Arınç: Bir Musevi ağlama duvarına gidip sürekli dua edermiş. Birisi demiş ki: "Ya, ne hissediyorsun dua ederken?" "Vallahi, duvara karşı ağlıyormuşum ve konuşuyormuşum gibi geliyor." demiş. Şimdi, bugün konuşacağımız mesele, aslında bütçesini dile getireceğimiz mesele ve onun üzerinden şekillenen mesele de biraz bu. Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi ve Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi üzerinden, Türkiye'de görülmeyen, yok sayılan, üstü örtülen geniş bir toplumsal kesim olan Aleviler ve Alevilerin problemleri.

Şimdi, biz burada yıllardır -bu, 4'üncü bütçemiz- bunu her Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesi gündeme geldiğinde dile getiriyoruz, anlatmaya çalışıyoruz, bir haksızlığın giderilmesi için vicdanlarınıza seslenmeye çalışıyoruz ama hiçbir değişimin, hiçbir gelişmenin olmadığını da görüyoruz. Sürekli bir taahhüt ve vaat alanı var orada. "Yapacağız, edeceğiz.", "Komisyonlar kurduk, çalıştaylar yaptık.", "Problemlerinizi biliyoruz, bu problemlerinizin ne olduğuna ilişkin görüşlerimiz var.", "Şunu yapacağız, bunu yapacağız.", "Raporlar düzenledik." diyorsunuz ama bu geniş toplumsal kesimleri sürekli olarak oyalıyorsunuz ve bunları hâlâ yok saymaya devam ediyorsunuz.

Şimdi, ben buradan şunu sormak istiyorum Sayın Başbakan Yardımcısı: Türkiye'de Aleviler yok mu? Eğer "Yok." diyorsanız söyleyebilecek hiçbir şeyim yok ama bu ülkede "Evet, Aleviler var." diyorsanız o zaman eşit anayasal yurttaşlık çerçevesi içerisinde onların haklarını da savunmak Başbakan Yardımcısı olarak sizin göreviniz, aynı şekilde bu Komisyonda bulunan herkesin de görevi. Çünkü eğer hepimiz eşit anayasal yurttaşlık ilişkisiyle Türkiye Cumhuriyeti devletine bağlıysak o zaman eşit anayasal yurttaşlık ilişkisinin sonucu olarak elde edilmesi gereken haklara da sahibiz ve bu hakları savunmak da hepimizin görevi diye düşünüyorum.

Şimdi, Diyanet İşleri Başkanlığının kurulması 1920'lerin koşullarında çok büyük bir anlam ifade ediyor. Yeni kurulmuş bir devlet, bir cumhuriyet ve bu devletin ve cumhuriyetin meşruiyeti ve hem iktisadi anlamda hem toplumsal, kültürel anlamda bir ulus inşası projesi ve bu ulus inşası projesinde de din son derece önemli bir yerde duruyor ve dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanlığı çok önemli bir işlev ve amaç güdüyor ama bugün gelmiş olduğumuz noktada Diyanet İşleri Başkanlığının bu toplumsal çokluğu, renkliliği ifade etmekten ve onu temsil etmekten çok uzak bir noktada olduğunu hepimiz biliyoruz. Aslında bunu siz de biliyorsunuz, biz de biliyoruz. Bugün Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam'ın içindeki sadece bir mezhebin, hatta o mezhebin de bir kolunun ve bir meşrebinin Diyanet İşleri Başkanlığı biçimindedir. Bu ülkede o mezhebi savunmayan, o mezhebe göre ibadetini yapmayan ve o mezhebin standartları ve klişeleri içinde olmayan Sünnilik inancına mensup arkadaşlarımız da var ama o mezhebin dışında başka mezheplerde, başka meşreplerde ibadet ettiğini iddia eden yurttaşlarımız da var. Hatta, İslam'ın dışında olan başka başka dinlere mensup vatandaşlarımız da var. Dolayısıyla, herkesin vergileriyle teşekkül etmiş olan bir kurumun da herkesin din hizmetini karşılamak üzere kurgulanmış olması büyük önem taşımaktadır. O açıdan baktığımız zaman Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesi -ki çok yüksek miktarlara ulaşan bir bütçedir- anayasal, eşit anayasal yurttaşlık ilişkisini yansıtmaktan uzaktır ve en azından bir toplumsal kesim için de haklarının helal edilmediği bir bütçedir. Dolayısıyla, bu yönüyle baktığımız zaman bu kadar da gayrimeşru bir bütçedir. Biz bunu yıllarca söylüyoruz, yıllarca anlatıyoruz ama bu konuda hiçbir gelişme kaydedilmiyor, hiçbir ilerleme sağlanmıyor. Bu ülkede Alevi yurttaşların kendileri de Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi içinde ve Diyanet İşleri Kurumu içerisinde temsil edilmek istiyorlar, böyle bir hakları var, böyle bir talepleri var. Gayrimüslim vatandaşların da dine ulaşma haklarını yine çağdaş batı sistemlerinde olduğu gibi tanımlamak, yapmak sizin boynunuzun borcu. Ancak "Niye böyle olmuyor?" dediğimizde de şöyle bir durumla karşı karşıya kalıyoruz: Aslında burası, bu alan, tam da bu alan AKP'nin kendi siyasal meşruiyeti açısından son derece kritik bir alan ve tam da yumuşak karnı. Çok önemli bir görev ifa ediyor Diyanet İşleri Başkanlığı. AKP'nin ideolojik söyleminin en önemli sac ayaklarından biri olmuş durumda. Dolayısıyla, AKP'nin bütün demokrasi ve çoğulculuk söylemlerinin nefesinin kesildiği yerdir burası, buradan öteye gitmez. Türkiye'nin her meselesine ilişkin açılım yapma iddiasında olan bir siyasal parti Alevilere geldiğinde suskun kalır, hiçbir şey yapmaz, hiçbir adım atmaz. Şimdi ben bunu söylediğim zaman hem Sayın Hükûmetten hem de AKP'li arkadaşlarımdan hep şöyle şeyler duyuyorum: "Biz yokken, biz iktidara gelmemişken Aleviler Alevi olduklarını bile söyleyemiyorlardı, şimdi en azından Alevi olduklarını söyleyebiliyorlar." Aman, ne kadar büyük bir ilerleme. 21'inci yüzyıldayız, problemler belli, sorunlar belli, yapılmak istenenler belli, her şey son derece net. Bunlar için Anayasa'nın değişmesine gerek yok, hatta bazı sorunların çözülmesi için yasanın bile değişmesine gerek yok. Bazı sorunlar yönetmelik değişiklikleriyle bile yapılabilir ama problem mevzuatta ya da yasalarda değil, zihinlerde ve kafalarda. Dolayısıyla, bu zihinlerin ve kafaların değişmesi gerekiyor, bunun algılanması gerekiyor. Bunların bir kısmının gerçekten iyi niyetli olduğuna da inanıyorum ben ama önemli bir kısmının da... Biraz önce anlattığım ve Sayın Cumhurbaşkanlığının bütçesinin sunumunda çok enteresan bir kavramla karşılaştığımız gibi şöyle düşünmeye başlıyoruz: Sayın Cumhurbaşkanlığının bütçesi görüşülürken Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri sunumunda şöyle bir kavramdan bahsetti: Toplumsal konsolidasyon. "Bundan sonraki süreç Türkiye'nin içeride toplumsal konsolidasyon sürecini devam ettireceği bir süreçtir." dedi Sayın Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri ve Sayın Cumhurbaşkanına atfen. Şimdi, ben burada şunu sormak istiyorum: Bu toplumsal konsolidasyon ne? Neye göre bir toplumsal konsolidasyon? Bir ırka göre mi, bir mezhebe göre mi, neye göre, nereye doğru, hangi konsolidasyon? Acaba Diyanet İşleri Başkanlığının tek tip insan yaratma, bütün bu çoğulcu yanı görmezden gelme, bunun üstünü örtme ve bir toplumsal konsolidasyona ulaşma konusunda bir yetkisi, bir görevi, bir fonksiyonu mu vardır diye sormam gerekiyor ve bunları da soruyorum.

Dolayısıyla, Sayın Başbakan Yardımcısı, sizin bu Hükûmetin içinde özellikle hassasiyetlerinizle, duyarlılıklarınızla, duygusallığınızla yer yer öne çıkan ve çok kereler de bu Hükûmetin vicdanı olarak adlandırılan bir yanınız, bir pozisyonunuz var. Bu meseleye bir an önce eğilmek gerekir. Bu mesele siyasetler üstü bir meseledir. Bunu siyasetin dışında ve üstünde bir an önce çözüme kavuşturmak gerekir. Bu sizin en büyük alanlarınızdan, olması gereken alanlarınızdan biridir. Üçüncü döneminiz doluyor, bundan sonra siyasal yaşamınıza devam eder misiniz, etmez misiniz bilmiyorum ama mevcut AKP tüzüğü içerisinde fiilî görevlerde, en azından milletvekilliği görevinde yer alamayacağınız anlaşılıyor ama giderken yani göreviniz sona ererken bu konuda bir açılım yaparsanız, bu konuda bir adım atarsanız önemli işlevler üstlenirsiniz diye düşünüyorum.

Bir başka mesele, yine tam da bu meseleyle ilgili ve ilintili olarak zorunlu din dersleri meselesi. Tam da biraz önce anlattığım bu çerçevenin bir uzantısı aslında, uzantısı olan bir sorun ve çok da derin bir sorun. Türkiye'de kendilerini Sünni İslam mezhebinin içinde görmeyen ve dolayısıyla İslam'ın bir mezhebine göre eğitim almakla zorunlu hissetmeyen, olmaması gerektiğini hisseden insanlar topluluğu var. Dolayısıyla, burada bunun açık bir biçimde bir insan hakkı ihlali olduğu da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından tespit edilmiş durumdadır. Burada Hükûmetin savunması, Türkiye Cumhuriyeti devletinin savunması ve özellikle Hükûmetin savunması bunun aslında bir din dersi olmadığı, bir ahlak dersi olduğu yönündedir. Ancak o zaman da şunu sormak gerekir: Türkiye'deki gayrimüslimler niçin bu dersi almıyorlar? Yani eğer bir ahlak dersiyse bu, bir din dersi değilse onlar niye bundan muaflar? Eğer bu bir din dersiyse ve onlar muafsa o zaman Aleviler niye buna göre eğitim almak zorundalar? Dolayısıyla, bu konudaki garabetin giderilmesi de son derece önemlidir.

Bir başka nokta: Sayın Diyanet İşleri Başkanlığı, hemen yanımızda IŞİD belası var ve bu örgüt, bu çete İslam'ı kullanarak, İslam adına hareket ettiğini ileri sürerek çok büyük katliamlar yapıyor. Ben de kaçırmış olabilirim, eğer kaçırdıysam lütfen düzeltin, Türkiye'de ben IŞİD'in bu katliamlarına karşı Diyanet İşleri Başkanlığının bir açıklama yaptığını, net bir pozisyon takındığını görmedim, görmemiş olabilirim, dediğim gibi ben görmemiş olabilirim ama varsa hatırlatın, eğer böyle bir pozisyon alınmamışsa, böyle bir açıklama yapılmamışsa bunun neden yapılmadığını da öğrenmek isterim.

Yine, geçen seneler çok tartıştığımız ama akıbetinin ne olduğunu bilmediğimiz bir konu var, o da Diyanet İşlerinin TÜİK'e yaptırmış olduğu anket. Bu anketin sonucu ne oldu Sayın Diyanet İşleri Başkanlığı? Yani, burada çok enteresan sorular vardı, mesela: "Ne zaman dua edersiniz? Loto oynar mısınız? Misafirlikte kadınlar ve erkekleri ayrı mı oturtursunuz? Hangi namazlara hangi sıklıkla gidersiniz? Sarhoş olmayacak kadar içki içmek sizce günah mıdır? Faizli kredi çeker misiniz? Küçük yalanlar söyler misiniz? Evlenmeden önce flört eder misiniz? Dışarı çıkarken başınızı örter misiniz? Dinî grup ve cemaatler yararlı mıdır? Türbeye gider misiniz? Sizce köpek olan eve melek girer mi?" gibi birtakım sorular. Bunları basından derledim ama fotokopileri de var yani o anketin fotokopileri de var. Bu soruların neye hizmet ettiğini ben anlamaya çalışıyorum, öğrenmeye çalışıyorum, bugüne kadar bir cevaba ulaşmış değilim. Türkiye'de insanların inançlarına ilişkin bir klasifikasyon amacı mı güdüyorsunuz, yoksa vatandaşların isteklerini, taleplerini tespit edip ona göre din hizmeti mi vermeye çalışıyorsunuz? Böyle bir bilimsel çalışmanın altyapısını kurgulamak için mi bu anketi yaptınız? Eğer öyleyse Alevi vatandaşların din hakları ya da onların ihtiyaçları nerede, bu ankette nerede duruyor? Böyle bir ihtiyaç duymadınız mı? Alevilere ilişkin sorulmuş bir soru var mı burada ve bu anketin sonucu ne oldu?

Son olarak, sözlerimi uzattım farkındayım, zaman da ilerledi, çok vaktinizi almayacağım ama Sayın Başkan, bakınız, ben Plan ve Bütçe Komisyonu üyesiyim. Dördüncü yılımız, dört yıldır bir bilgiye ulaşmaya çalışıyorum ama ulaşamıyorum. O bilgi de şu: Türkiye'de din hizmetlerine ne kadar kaynak ayrıldığına ilişkin bir araştırma yaptığımda elime sadece Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesi geliyor, tek veri bu. Ancak biz biliyoruz ki Türkiye Diyanet Vakfı çok önemli bir vakıf ve din hizmetleri konusunda da çok önemli işlevleri var ve bunun da ciddi miktarlarda bütçesi var. Ancak bu bütçenin ne kadar olduğunu ben dört yıldır bulamıyorum, öğrenemiyorum. Soru önergesi olarak ilgili Bakana sordum. "Bu bizimle ilgili değil." dedi. Diyanet İşleri Başkanlığına sordum. "Bizim hiyerarşik ilişkimiz yok bunlarla, dolayısıyla bunu veremeyiz." dedi. Burada, Diyanetle ilgili yasaların görüşüldüğü komisyonlarda yine hep beraber konuştuk ve ben sizden özellikle rica ettim, dedim ki: "Bakın, ben bu veriye ulaşamıyorum. Sizin de hiyerarşik kurumunuz değil ama bu veriyi öğrenmek istiyorum." Siz de söz verdiniz, tutanaklar oradadır. "Ben bu veriyi size ulaştıracağım." dediniz. En son sekizinci ayda burada görüşmüşüz, yedinci ayda notlarım var ama bana bu konuyla ilgili herhangi bir dönüş yapmadınız. Ben Türkiye Diyanet Vakfının bütçesinin ne olduğunu öğrenmek istiyorum. Bu bütçenin nereye kullanıldığını, gelir ve gider kalemleriyle beraber öğrenmek istiyorum. Bu aynı zamanda Sayın Komisyon Başkanının da görevidir, sorumluluğudur. En azından bu Komisyonun prestijini yüksek tutmak ve bu Komisyonun prestijini korumak anlamında buradaki Komisyon üyesi bir arkadaşın bilgi talebinin bir türlü karşılanamıyor olması sizin de sorumluluğunuzdadır diye düşünüyorum.

BAŞKAN - Bilgi talebiniz yazılı olarak istenecektir ayrıca.

MÜSLİM SARI (İstanbul) - Lütfen, bu konuyla ilgili beni bilgilendirirseniz çok memnun olurum.

Daha çok konu var. Yani MİT'le ilgili konular vardı ama giremedim, zamanım elvermedi.

Hepinize saygılar sunuyorum.