| Komisyon Adı | : | (10 / 3200, 3361, 3362, 3364, 3365) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu |
| Konu | : | Prof. Dr. Ayfer Gedikli'nin ve Prof. Dr. Seyfettin Erdoğan'ın, kentsel dönüşümün finansmanı hakkında sunumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 27 .01.2021 |
BEDRİ YAŞAR (Samsun) - Teşekkür ediyorum Değerli Başkanım.
Şimdi, öncelikle, tabii, siz İslami finansal argümanlardan bahsettiniz. Ben şahsen yani "İslam" kelimesinden rahatsızlık duymuyorum, buradaki arkadaşların çoğu neden duydu, bilmiyorum. Açıp yani İslami finansal yöntemlerin argümanları işte mudaraba, murabaha, sukuk yani diyor ki "Benim argümanlarım bu." Öbür tarafta da diğer diyelim ki Avrupa Birliğinin veya başka şeylerin, bunların da kendilerine göre finansman argümanları var. Aslında ikisinin birbirinden farkı yok, birinde faiz oranlarından bahsediyorsunuz, öbüründe kâr paylarından bahsediyorsunuz, kâr-zarar ortaklığından bahsediyorsunuz yani yok, ikiniz de aynı yolda gidiyorsunuz, aynı kavşakta buluşacaksınız. Tabii, 1980'li yılların sonundan itibaren İslami finansla Türkiye tanışmaya başladı. Burada mesela en büyük meselelerinden biri kâr-zarar ortaklığı, her seferinde kâr payı verdi ama batan şirketlerin zararına hiçbir tanesi yanaşmadı yani aynı bankalar gibi oldu. Normal şartlarda murabaha yapıyorsunuz, diyorsunuz ki: "Tamam, ben sizden şu kadar parayı alırım, bunun karşılığında da sen de bununla ticareti yaparsın." Ama zarar da bunun karşısında. Şu an bu firmaların yani adını sanını herkesin bildiği firmaların hiçbir tanesi zarar konusunda ortak olmadı, diğer bankalar alacak-vereceklerini nasıl takip ettiyseler onlar da aynı şekilde ve aynı ticari kaygılarla, aynı hukuk yoluyla bu işleri takip ettiler. Yani dolayısıyla bazen bunları konuştuğumuz zaman sanki bu çok kötü bir şeymiş gibi İslam'ın da imajını bozuyor. Buradaki arkadaşlar... Ben bunu anlamadım şahsen yani herkesin kendine göre bir inancı var, ben bu argümanları kullanmak istiyorum, o da öbür argümanları kullanmak istiyor. Yani bir defa sermayenin dili, dini olmaz, herkesin bir yolu, yöntemi var; dolayısıyla bu yola, yönteme de saygı duymak lazım. Bu söylediğiniz kurumların, Sukuk da dâhil, oluşturduğu fonların en az yüzde 90'ını sizin bu "faizci sistem" dediğiniz kurumlar kullanıyor zaten yani Fransası, şusu busu falan, filan. Onlar bunu yaparken fayda maliyet analizleri üzerinden yürütür. "Bana bunun maliyeti ne?" Sen "kâr payı" dersin, diğeri "faiz" der, dolayısıyla bunun çok fazla bir önemi yok.
Peki, buradan şuna bakmak lazım: "Neden bu ülkeler bu fonları kullanıyor veyahut da neden bu fonları bu ülkelere kullandırtıyorlar?" diyebilirsiniz. Ee, bunun karşılığı belli. Yani, o fonları İngiltere kullanırsa kâr payında yüzde 3'e razı -misal, atıyorum rakamı- ama biz kullanırsak "yüzde 6" diyor. Aynı fon, onlara kullandırdığı oranlarla Türkiye'ye kullandırdıkları oranlar arasında farklar var.
Şimdi, bizim bu büyük fonları kullanabilmemiz için baştan beri söylediğimiz bir şey var: Devlet şart. Hiç kimse parasını sokakta bulmadığına göre ben bu parayı veriyorsam garanti isterim. Bir garanti vermem lazım. Ne olacak? Biz yine dönüp dolaşıp deprem üzerinden yeni yapıların finansmanına gelirsek, ortada güvenilir bir kurum olması lazım, ki bunun adı da "devlettir" bu da Toplu Konut İdaresi? Bu söylediğiniz hisse senetlerini çıkarabilir -Toplu Konut devletin şirketidir- bu finansmanı çok rahat alır, bu aldığı finansmanı da... Yapımcı firma açısından sorun yok.
Şimdi, Türk inşaat sektöründe hakikaten dünyada çok ciddi mesafeler katetmiş firmalardır. Yani bunun anlamı ne? Yapım açısından problem yok. Üç ayaklı değerlendiriyoruz değil mi? Biri üretecek bunu, biri finansmanını sağlayacak, bir tanesi de pazarlamasını sağlayacak hocam, budur herhâlde iktisadın ana kuralı yani sacayağı. Bunların hiçbiri diğerinden önemsiz değildir. O zaman finansman kaynağının da güvence vermesi lazım; bunun adı devlettir, devletin dışında şu söylediğiniz fonların, ne anlatırsanız anlatın, özel sektör üzerinden kullanma şansınız zayıf çünkü neticede herkes bunu nasıl geri ödeyeceğini sorar. Yani parayı verirken daha 1'inci gün "Fizibiliteni getir, etütlerini getir, fayda-maliyet analizlerini getir, ne zaman döneceksin, nasıl yapacaksın, kiminle yapacaksın, hangi standartlarda yapacaksın?" şeklinde yedi sülalesini sorar. Bütün projelerde bu fizibiliteler vardır ama bunun hemen yanında... Bizim de zaten söylediğimiz bu, eğer devlet borçlanmayı yaparsa daha düşük maliyetlerle yapar. Bugün de biz yap-işlet-devretlerde de bunu söylüyoruz. Ben bunu zaman zaman Parlamentoda da söylüyorum. Eğer bizim firmalarımız neticede yolcu garantisi olsun, araç garantisi olsun... Bakın, elinde bir garanti mektubu var, diyor ki: "Bu garantiye göre gitse de gitmese de ben bu parayı devletten alacağım, benim ödememin, kredimin geri dönüşü bu." Biz de diyoruz ki: "Bakın, özel sektör dışarıda bu büyük projelere kredi aradığı zaman otomatikman kendi kâr marjı da olduğu için rakamları yüksek tutuyor." Onu ilgilendirmiyor, "Ben 5'le borçlanana kadar 7'yle de borçlanırım, neticede benim yüzde 20 kâr payım var." diyor. Ama aynı arenada özel sektör bu sefer devletin borçlanmasının rakibi oluyor. Devlet de çıkıyor, aynı arenadan kredi alıyor, diyor ki: "Ben zaten senin garantinle A şirketine 100 lira kredi verdim." diyor. Neden? Nedeni ortada, biz şu an dünyada en yüksek rakamlarla borçlanan ülkeyiz; şu an biz 5,7'yle borçlanıyoruz, LIBOR eksilerde, sıfırlarda. Niye borçlanıyoruz o zaman? Aslında sizin söylediğiniz, siyaset yapmayalım ama hepimiz bunun gerekçelerini gayet iyi biliyoruz. Onun için uzun vadeli finansmanlara ihtiyaç var yani böyle beş senede on senelik ödemelerle bu işin çözülmesi mümkün değil. Bu fonlar uzun vadeli fonlar, uzun vadeli krediler. Tabii ki, değerlenecek. İşte Toplu Konut İdaresi bunlara bu hisse senetlerini verdiği zaman kendiliğinden değerlenmeli, ikinci el piyasası olmalı, alınabilmeli satılabilmeli ki kendiliğinden bir pazar oluşsun. Ha, bunu taşırsınız, IMKB'ye de taşırsınız, orada da alınır, orada da satılır. Yani netice itibarıyla, tabii, bu bir finansman modelidir, siz bize bugün bu işin İslami yönünü sundunuz. İnşallah, Başkanım, diğer finansman metotları da vardır, belki kiralama yapabilir. İşte, KDV'den bahsediyorsunuz yani iş yerleri kiralanabiliyor mesela, onlar leasing yapılabiliyor. Konutlar yapılabilir mi? Kanunla bunların KDV'leri sıfırlanabilir, bu krediyi veren kuruluşlarla karşılıklı vergi anlaşması yapılabilir. Biliyorsunuz, karşılıklılık esas olduğu zaman bulunduğu yerde vergisini ödemesi yeterli oluyor. Yani hep üzerinde durduğunuz bir şey var, siz de vurgu yapıyorsunuz "güven unsuru" diyor. Ben sana güveniyorsam, garantim varsa mesele yok. Bunlar oluşursa Türkiye'nin de kapı kapı dolaşmasına lüzum yok Hocam. Hiç kapı kapı dolaşmaya gerek yok. Dünyada bir ticaret hacmi var, herkes alışveriş yapmaya çalışıyor. Bugün siz pazarda malınızı satmak için herkesin kapısına gitmiyor musunuz? Para da maldır yani onların da parasını değerlendirmek için bizim kapımızı aşındırması lazım. Eğer onlar aşındırırsa maliyetleriniz aşağı düşer, eğer siz giderseniz maliyetleriniz yukarı çıkar.
Teşekkür ederim Değerli Başkanım.