| Komisyon Adı | : | (10 / 3200, 3361, 3362, 3364, 3365) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu |
| Konu | : | Prof. Dr. Ayfer Gedikli'nin ve Prof. Dr. Seyfettin Erdoğan'ın, kentsel dönüşümün finansmanı hakkında sunumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 27 .01.2021 |
GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Teşekkür ederim.
Raporunuzu okudum. Meclis Genel Kuruluna katıldığım için sunumunuzu izleyemedim onun için kusura bakmayın.
PROF. DR. AYFER GEDİKLİ - Estağfurullah.
GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Şimdi, değerli hocalarım, tespitlerle ilgili bölümle başlamadan önce şunu söyleyeyim bir saptama açısından: 12 Eylül 1980'den 2020'ye kadar kırk yıl içinde Türk ekonomisinin yaşadığı en büyük resesyon ve küçülme 2008 yılında. Yani o nedenle bizi teğet geçmedi, bizi de vurdu yani çok ciddi biçimiyle 2008 yılı. Bakın, 1980'le 2021 arasında yaşadığımız dönem içinde en ciddi küçülmenin yaşandığı dönemdir ve millî gelir kaybımızın çok yüksek olduğunu da belirtmek gerekir.
Şimdi, Hocam, tespitlerle ilgili yani ben böyle görüşlerini çok cesurca paylaşan farklı akademisyenleri seviyorum, bize ışık veriyorsunuz.
PROF. DR. AYFER GEDİKLİ - Teşekkür ederiz.
GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Mesela "Türkiye'de çok yüksek katlı binalarla düşük katlı binaların bir arada bulunduğu yapı modeliyle beklenen şehirleşme gerçekleştirilememektedir." diyor. Yüzde 100 katılıyorum, bunun gerçekleşmesi gerekir. Bakın, bu yatay mimari lafları da yüksek mimari lafları da -bir kere ben mimarım- mimarlıkta böyle terimler doğru değil. Yani siz İstanbul gibi engebeli bir arazinin yüksek yerlerinde yüksek yapı yaparsınız, düşük kotlarında da daha alçak yapılar yaparak araziye de uygun bir mimari geliştirirsiniz. O nedenle hani "İlle de 5 kat olacak, ille de 50 kat olacak." diye saptamak doğru değil. Planlama tekniği açısından Türkiye bir yanlışa doğru hızla sürükleniyor; bilen bilmeyen herkes de bunun doğru olduğuna inanıyor. "Bir dönem 50 kat çok modaydı, şimdi de 5 kat çok moda." gibi. Bunun da doğru olmadığını... Bir kere bu saptamanıza yürekten katılıyorum.
Yani "Tespitler" bölümünde bunun bir "yık-yap" modelinden çıkmasının söylüyorsunuz, çok doğru. Kent içinde dönüşümü yapılacak alanların rehabilite edilmesinden, sağlamlaştırılmasından, yenilenmesinden bahsediyorsunuz. Gecekondu alanlarını kent için bir sorunlu alan olarak görmüyorsunuz; kesinlikle katılıyorum. Yani gecekondu alanları şehrin nefes aldığı alanlardır, gecekondu yaşamı bizim toplumsal yaşamımızın belki de kuşaktan kuşağa aktarılması konusunda en önemli yaşam alanlarımızdır. Yani bizim Komisyonumuzun amacı deprem ve depremin yarattığı tahribatları kaldırmak. Gecekondu alanlarının hiç biri bir kere depremde yıkılacak alanlar değil; bahçeli, tek katlı, onarıldığı zaman gayet güzel yerler olacak... Yani buna karşı bir...
BEDRİ YAŞAR (Samsun) - O zaman yapmaya devam mı edelim şimdi?
GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Bakın, gecekondu yapmaya devam etmeyelim ama gecekondu alanları kentin nüfus yoğunluğunun azalmasına ve ağaç, yeşil alan miktarının daha da artmasına yol açıyor. Keşke gecekondu alanları düzenleme yapılarak -oranın sağlıklı ama yoğunluk artmadan- dönüşebilse. Yine, katılıyorum ona.
"İstanbul'da engebeli arazide dere ve su yataklarına yakın bölgelerde yeşil alan ve tarihî doku korunmalıdır." diyorsunuz; kesinlikle katılıyorum.
Şimdi, bunları siz yazdınız.
PROF. DR. AYFER GEDİKLİ - Evet.
GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Arkasından "Olması Gerekenler." Herkeste var, yani hepsine baktım. Tamam, altına imza atıyorum. Sonra birden başka bir yere geliyoruz. Ya, gayrimenkul projesinde İstanbul'un bu yabancı sermayeden çok canı yandı, bizim bütün zenginliğimiz yurt dışına transfer oldu. Biz, bu Malezya sermayesini bilmiyor muyuz? İstanbul'daki milyonlarca dolarlık, bütün bu 100 milyon, 1 milyar, 2 milyar dolarlık projelerin fonlarını getirdiler, iki yılda, üç yılda getirdikleri para kadar para alıp götürdüler. Yani İstanbul'un yağmalanmasında özellikle Malezya fonlarının, Endonezya fonlarının, Londra fonlarının, Avrupa'dan gelen fonların nasıl bu kenti yağmaladığını biz çok iyi biliyoruz ve kentin dönüşümüne, gelişimine, tarihsel, kültürel mirasın korunmasına hiç katkı yapmadılar. Yani orada Fikirtepe gibi çok yoğun bir alan varken onun yan tarafında Meteoroloji'yi, OTOSAN'ı aldılar, yüksek imarlarla yapılaştırdılar, iki yıl içinde 300-500 milyon dolarlık nakitleri aldılar ve gittiler, kalmadılar da.
Şimdi, ben, bu yabancı fonları altyapı yatırımlarında, teknolojik yatırımlarda, fabrikalarda istihdam sağlayan bütün yatırımlarla ilgili destekliyorum ama gayrimenkul geliştirme projeleri, rant projelerinde niye biz yabancı fonlar...
Sayın Başkan, bu konuyla ilgili belki de aykırı düştüğümüz nokta burası. Bu, devletin ve kamunun yani belediyelerin ve devletin çözmesi gereken bir alandır çünkü bugün, İstanbul'da bütün bu riskli yapılarda yaşayanlar en çok da savunmamız gereken yoksullar ve emekçiler, fakirler, emeklilerdir. 2 bin lira emekli maaşıyla kırk yıl önce aldığı evinin dönüşümüyle nasıl baş edeceğini bilemeyecek olan insanların sorununu çözmemiz... Burada bazı şeyler beni endişeye sevk ediyor; mesela, çöküntü alanlarının tümüyle ortadan kaldırılması. Biz çöküntü alanlarını tümüyle ortadan kaldırdığımızda -Sulukule'de bunu yaşadık, Tarlabaşı'nda yaşadık, Kuştepe'de gördük, başka yerlerde gördük- bu çeperlerde yoksullar tutunamıyorlar, aynı yaşam koşullarıyla kentin başka bir noktasına transfer olma durumları söz konusu oluyor.
Şimdi, bu konularla ilgili çok yararlanacağım bir çalışmanız olduğunu söylüyorum. Kartal'la ilgili bir konu geldi. Bakın, Kartal'da aynı durum. Kartal'da benim söz ettiğim -aynı yerden bahsediyoruz- Balıklı Göl, yani eski taş ocaklarının bulunduğu bölge -Kartal aşağı yukarı 500 bin nüfuslu bir alan, E-5'in altındaki bir alan- o kentin gelecekteki bütün sosyokültürel ve yeşil ihtiyacının karşılanabileceği bir alan. Şimdi, o alan imar transferi ya da kentin yüksek yoğunluklu yapı adalarının dönüşümünde kullanılabilir ama planlama böyle gelmiyor. Yani, burada çok yoğun bir çöküntü alanı var, burada 200 bin insan yaşıyor, bu insanları acaba biz buradaki emsalle birlikte mi değerlendirelim mantığı gelmiyor, orada 2-3 tane, 5 tane, 50 tane bina var, onların içine binlerce metrekare, 10 bin, 100 bin metrekarelik alan dâhil ediliyor tıpkı Esenler'de yapıldığı gibi. Esenler'de 10 milyon metrekarelik bir alan dönüşüme alındı ama Esenler'in de dönüşümünde biz bu şeyi başaramadık yani Esenler'de askeriyenin terk ettiği alanın Bağcılar'ı, Bayrampaşa'yı, Güngören'i, Bahçelievler'i bütünüyle oradaki riskli yapıların emsal transferini buraya başaramadık. Orada bir yapı stoku var, o yapı stoku riskli olarak duruyor, arsanın tamamına oturmuş, 18,5; 21,5 yüksekliğinde 5 kat, 6 kat binalar; bunların dönüşmesinde en yüksek imar, 3. 3 emsalle dönüşmesi mümkün değil, finansman modelleri de ortaya çıkamıyor. O nedenle, Kartal örneği gibi... Daha da tehlikeli bir şey söylemişsiniz, o beni çok rahatsız etti; hem burada millî şuur var hem de orada Kanal İstanbul var. E millî şuur dediğimiz nedir bizim? Millî şuur eğer o bölgede yaşayan insanların şuuruysa İstanbul'un şuuru, Kanal İstanbul'dan yana değil. Ya, buradaki millî şuurdan kastedilen, o bölgede yaşayan insanların tercih ve değerlendirmesiyse... Bakın, İstanbul'da insanlar, barajların doluluk oranını artık her gün öğrenmeye başladı; bugün 33,37. Eskiden biz bilmezdik barajların doluluk oranını ama artık atmosferdeki kuraklık giderek tarımsal kuraklıkla beraber biz su havzalarımızın, su kaynaklarımızın ve su alanlarımızın tümünü korumak zorunda hissediyoruz. O nedenle bizim, kentin gelişme alanlarını planlarken bunlarla ilgili finansman modelleri üzerinden kentin nereye doğru büyüyeceğini hesaplarken dokunmamız gereken, artık, büyük kentlerin, Ankara, İstanbul, İzmir, Aydın, Muğla'nın su kaynakları çünkü sizin raporunuzda var, çok da doğru yazılmış göç... E, şimdi, Türkiye nüfusunun yüzde 30'u Marmara Bölgesi'nde Türkiye'de yaşayan insanların üçte 1'i küçücük Marmara Bölgesi'nde ve bu Marmara Bölgesi'nin yağmur suyuyla elde ettiği rezervler toplam 4 milyar metreküp; bütün bu dereler, tepeler hepsi. Sadece İstanbul'un tükettiği su 1 milyar 100 milyon metreküp. Yani, biz artık bir biçimiyle bu tür şeyleri söylerken buranın su kaynaklarının istimlakiyle elde edilecek olan bedelin de yükü gene şeye geliyor; oralarda kesinlikle sizinle aynı düşünmediğimi belirtmek istiyorum.
Başka... Biz bu deprem odaklı kentsel dönüşümdeki İslami finans modelleriyle ilgili... Bunu ben ilk 2007 yılında duydum. İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında bu yönde bir çalışma başlamıştı. Sukuklar, mudarabalar, muşakkaralar konuşulmaya başlandı ama istenilen gelmedi. Ama ben şunu da biliyorum: Citibank'ın da var, Londra bankalarının da var.
PROF. DR. AYFER GEDİKLİ - HSBC'nin de var.
GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Yani, bütün Yahudi sermayenin de İslami finans modelleri var ve ben bu işin arkasında da petrol ve petrolden kaynaklanan yeni zenginlikleri kontrol edebilmek için gene Londra ve New York'taki sermaye yapılanmasının bu modeli oluşturduğunu inanıyorum çünkü onların en büyük bankaları da aynı argümanlarla piyasaya girdiler.
Şimdi, ben şunu soruyorum: Depremin en yoğun yaşandığı yer Pötürge, İskenderun'dan başlayarak Osmaniye, Kahramanmaraş, Elâzığ üzerinden devam eden hat. Peki, bu bölgede bu finans kurumlarının, fonlarının hiçbiri gelip yatırım yapmaz ki. Bizim Komisyonumuzun temel sebebi İstanbul'un, Kadıköy'ün, Beşiktaş'ın, Bağdat Caddesi'nin ya da Fatih'in, tarihî yarımadanın değil bütün Türkiye'nin deprem riskini Nazilli'yi, Söke'yi ne yapacağız? İstanbul'da Bağcılar'ı, Sultanbeyli'yi ne yapacağız? Yani, bu nedenle Komisyonumuzun esas, temel sebebi, bizim riskli yapı dediğimiz ,ekonomik nedenlerle, imar nedeniyle, mevzuat nedeniyle dönüşme şansı olmayan alanlardaki sıkıntıyı ortaya koymak.
Başka... Şeyle ilgili... Yani, bakın, üniversitelerimizin gerçekten burada bir kopuş mu yaşanıyor yoksa bunun içine mi giremiyor bilmiyorum ağırlıklı olarak bu ülkenin en yoksullarının geleceğiyle ilgili çözümler üretmesi gerekir. Üniversitelerimizden gelmiyor bunlar, artık hiçbir yerden gelmiyor. Kente, büyükşehirlere tutunamayan, bir biçimiyle çocuklarının neredeyse üçte 1'i, dörtte 1'i uyuşturucu kullanan, kentte varlıklarıyla yoklukları belli olmayan, bir biçimiyle bir kayıp neslin geleceğiyle ilgili önermeler koymamız gerekir. Yani, şimdi Hasdal'da bir proje başladı şu anda, metrekaresi 35 bin liraya proje satılıyor, metrekaresi ve 1+1'lerin tümü bitmiş, 2+1'ler de bitmek üzere. Şimdi, İstanbul gibi bir kentte evet 2 milyon, 3 milyon, 4 milyon insan Türkiye ortalamasının çok üzerinde, belki Almanya ortalamasının da çok üzerinde bir gelire sahip ve bu gelirle de yaşıyor. Ama bizim önermelerimizin büyük oranda, o kentin en yoksullarını da içine kapsayacak biçimde olması gerekir yani bunu belirtmek istiyorum.
Ben bu yabancı sermayeyle ilgili bir kez daha ısrarla belirtmek istiyorum, gayrimenkul geliştirme projeleri ve rant projelerinde yabancı fonların ya da yabancı sermayenin Türkiye'ye gelip yatırım yapması ve kârlarını hızlı bir biçimde transfer edip gitmelerinin, fakirleşmemizin ya da millî gelirimizin daha fazla artmamasının ya da cari açığımızın daha fazla olmasının temel sebeplerinden biri olduğunu düşünüyorum. Bu yöntem bu alan için kullanılmaması gereken bir yöntem. Bu alanı devletin kontrol etmesi gerekir. Devlet gitsin çok düşük faizlerle uzun vadeli kredi alsın, devletin organları ve kurumları bu dönüşümü planlasın çünkü planlamadığı sürece o zaman hukuki sıkıntılar ortaya çıkacak, süreçler sekteye uğrayacak ,başka problemler de olacak ve o zaman finansman maliyeti daha da artmış olacak.
Son olarak da şunu söyleyeyim: İstanbul ve İzmir gibi coğrafi açıdan yeteri kadar su kaynağına sahip olmayan kentlerin, nüfus eşiklerinin artması değil, bu eşiklerin olabildiğince azaltılması konusunda bir çaba içine girilmesi gerekir. Bu konuda da son zamanlarda bazı önermeler ortaya çıktı; bunun da tehlikeli olduğunu düşünüyorum. İmar alanlarını artıramıyorsak imar metrekarelerini küçülterek daha çok insanı o kentte barındırabilir miyiz? Hane halkı sayısı, giderek nüfus azalıyor, Beşiktaş'ta 1,5 bu hane başına düşen nüfus, Bakırköy'de 1,6; Kadıköy'de 1,4 ama Sultanbeyli'de 4,5 seviyesinde yani giderek daha küçük konutlar ve daha çok haneye dönen bazı argümanlar görüyorum, onun da kentin nüfusunun artırılmasıyla beraber başka sorunlar yaratacağını görüyorum.
Son olarak da Sayın Başkan, şunu söyleyeyim: Türkiye, özellikle İstanbul son on yıl içinde ağırlıklı olarak Doğu ve Güneydoğu göçü alıyor. İstanbul'a artık bir Karadeniz göçü durmuş durumda, İç Anadolu göçü durmuş durumda. Bu bölgelerde artık nüfus belli bir yaşa ulaştığı için genç nüfus da bulunmadığı için ağırlıklı olarak bölgelerle ilgili Güneydoğu'nun bütün illerinden, Doğu Anadolu'nun belli illerinden yoğun bir nüfus akışı var. İstanbul'u ve büyükşehirleri kurtarmak istiyorsak biz Güneydoğu'daki bütün şehirleri başta Urfa, Diyarbakır, Mardin, Şırnak, Bitlis, Siirt, Van, Erzurum gibi illeri planlayarak bu kentlerin büyük kentlere olan göç hızının yavaşlatılması konusunda proje geliştirmemiz gerekir. Çünkü Mardin'e yapılacak olan bir milyon dolarlık yatırımı yapmadığımızda İstanbul'a göç eden bir nüfusun İstanbul'daki sorunlarını çözmek için harcamamız gereken maliyet 9 katı oluyor arkadaşlar. Yani nüfusu yaşadığı coğrafyada tutmak için harcamadığımız 1 TL maliyetin karşılığını büyükşehirlerde 9 TL olarak onun yarattığı sorunları çözmeye harcıyoruz. Bu kaynakları bulamadığımız zaman çoğu zaman da eksik bulduğumuz için de uzun vadeli bir süreç yönetmek zorunda kalıyoruz; bu da bize ek maliyetler getiriyor.
Teşekkür ederim.