KOMİSYON KONUŞMASI

İLYAS ŞEKER (Kocaeli) - Hocam, sunumuzdan dolayı teşekkür ediyorum, ağzınıza sağlık.

Sunumunuzda birkaç kez mevcut mimar, mühendislere bir gönderme yaptınız, görevlerini tam anlamıyla yapmadıklarını, hatta mal sahibinin isteği doğrultusunda rapor hazırladıklarından da bahsettiniz; bu sanki oranın da çok yüksek olduğu algısı oluştu bende. Bu geçmişte de vardı, şu anda da var maalesef. Yani bu sadece rapor düzenlemenin dışında kontrolörlük esnasında da aynı sıkıntılar var. İşte yapı denetim, bu anlamda yine eleştiriliyor, fennî mesullük bu anlamda eleştiriliyor, proje yapımları bu anlamda eleştiriliyor. İşte, dışarıda bu işi çantadan öğrenen, eğitim görmemiş olan -insan bir mühendisin yanında çalışmış belli bir süre, ondan sonra da projecilik yapan birisini düşünün- projeyi yapıyor, getiriyor, üniversiteyi bitirmiş, mühendis olmuş, yüksek mühendis olmuş, mimar olmuş kişi, bu vatandaşın yapmış olduğu projenin altına çok rahat bir şekilde, gönlü rahat bir şekilde imza atabiliyor veya sorumlu olduğu binanın yapıldığı yeri dahi görmeden görmüş gibi maalesef imza atıyor. Dolayısıyla burada ciddi bir problem var, bu da nereden kaynaklanıyor? Bu siz konuşmanızda daha önce Millî Eğitimde de görev yaptığınızı söylediniz, herhâlde müsteşar yardımcılığını orada yaptınız- biraz da eğitimden kaynaklanıyor, dolayısıyla bunun sorumlusu sanki siz gibisiniz hocam. Hem bir üniversite hocası olarak hem de Millî Eğitimde görev yapmış bir insan olarak. Biz bir mühendisin, bir mimarın, bir ustanın, bir kalfanın veya bir vatandaşın -hiç fark etmez yasalara uygun olarak gönlü rahat bir şekilde iş yapabilmesini, rapor düzenleyebilmesini nasıl sağlayacağız, bu konuda ne dersiniz? En büyük problem bu, yani bu böyle devam ediyor, bunu bir yerde kesmek lazım ya da en aza indirmek lazım, minimuma indirmek lazım ama maalesef minimumda değil.

PROF. DR. ABDUSSAMET ARSLAN - Ben küçük bir örnekten bahsedeceğim. Görev yaptığım dönemde başarılı olan öğretmen ve okul müdürlerini Avrupa Birliğinden falan bir yerden para bulup yurt dışına göndermiştim -turistik gezi değil yalnız- oradaki eğitim kurumlarını ziyaret etsinler diye. Ben bu arada OECD CELE Başkan Yardımcısıyım, seçilmiş başkan yardımcısıyım hâlâ da vekâleten yürütüyorum OECD'de. O da bu işle birazcık ilgili, onlarla iş birliği yaparak götürmüştüm. Finlandiya'ya gittik, o zaman dünyada OECD'de en iyi eğitimi veren ülke Finlandiya'ydı. Güney Kore, Singapur biliyorsunuz bu ülkeler arasında dolaşır, en iyi eğitim veren ülkeler. Hollanda'ya falan da gönderdim. Oraya 20 öğretmen ile ben gittim ve sınıfın bir tanesini gezdik, içeride ders işleniyor ve sınav varmış. Arkadaşlarımız baktılar, öğrencinin 1 tanesi çantasını aldı, kâğıdını topladı -sınavı bitti zannediyorlar- geldi, öğretmenin kulağına bir şeyler söyledi, öğretmen de "Çıkabilirsin" dedi. "Bu nasıl oldu?" falan diye konuşuldu. Bana soruyorlar, öğretmene siz kendiniz sorun ne olduğunu dedim, ben anladım olayı da. Öğretmene dediler ki: "Çocuk neden çıktı?" Çocuk demiş ki: "Öğretmenim benim başım ağrıyor, sınavıma evde devam edebilir miyim?" Ve öğretmeni "Evet" diyor. Bizimkiler sordular, dediler ki: "Ya sınav bu, eve gitse annesi yardım eder, babası yardım eder, kardeşi yardım eder." O kadar hayretle baktılar ki. Lütfen öğretmenin tepkisine bakın sadece dedim. "Böyle saçmalık olur mu ya?" dediler. "Biz eğitim öğretim seviyesini denemek için yapıyoruz bu sınavı. Bana lazım değil kendisine lazım bu, ben sınavla yüzüne ayna tutuyorum onun. Senin seviyen iyi mi, değil mi, 100 üzerinden kaçsın sen diye?" dedi ve gitti. Böyle herkes birbirine baktı ki bunlar bakın, eğitimde örnek gösterdiğimiz, başarıları olan öğretmenler ve müdürler. Geri geldikten sonra burada bir toplantı yaptık "Ya, bizim alacak çok yolumuz var." dedik. İşte, bakın bu, insanla ilgili bir hadise. Yani bizim Millî Eğitim Bakanlığındaki yaptığımız iş ve üniversitedeki yaptığımız iş eğitim değil öğretim, eğitim başka bir şey. Yani ben doktora için yurt dışına da gittim. Londra'da metroya bindim, herkes kitap okuyor; utandım, cebimde kitap taşımaya başladım. İşte, bakın, toplum size öğretiyor bazı şeyleri. Yani o kadar basit bir konu değil bu, aslında memleketimizin sorunu bu. Yani bir yerde bir kanun çıktı, birileri oturuyor, masa başında düşünüyor: "Bu kanunu nasıl ederiz de kötüye kullanırız, nasıl çıkar sağlarız, nasıl yaparız?" diye, bütün iş akşama kadar bu. İşte, ilaç örneğini verdim; o, bizzat şahit olan hekim arkadaşımdan duyduğum olaydı. Yeşil kartlılara ilaçları bedava verelim, katkı payı almayalım, hadi bakayım... Hekimler ya bunlar, bırakın diğerlerini.

Şu anda, uzaktan eğitim yapıyoruz, öğrenci Facebook'ta, Twitter'da, sosyal medyada veryansın ediyor hocalara. Neden? Biraz zorlaştırdığımız anda kopya çekmeyi hak olarak görüyorlar uzaktan eğitim ya, pandemi döneminden dolayı şu anda sıkıntıdalar "Vay, hoca, bizim kopya çekmememize engel oldu." bunun adı bu aslında yani satır arasından okuduğum zaman şey bu. Gölbaşı'ndaki yapılan tuğlayla, işte bir Ayasofya veya bir Sultan Ahmet yapılamıyor; malzeme bu. Çok konuşmamız lazım Sayın Vekilim, bunun cevabı o kadar şey ki... O zaman yapmanız gereken şey şu, Konfüçyüs'ün bir sözü var -tam hatırlayabilirsem aklıma geldi-: "Bir ülkede adaletli hükümdar varsa kanuna ihtiyaç yoktur, kanun varsa da hükümdara ihtiyaç yoktur." diyor. Yani bu çerçevede bir değerlendirirsek zannediyorum... Bizim bu vaziyette yapacağımız ne peki, çaresiz miyiz? Hayır değiliz. Olabildiği kadar detaylı kanun ve yönetmelik yapıp karşılığında cezasını koymamız gerekir, yapacak başka şu anda hiçbir şeyimiz yok maalesef. Yani mevcut yapıyı dizginlemenin, kötüye kullanmayı önlemenin tek yolu maalesef şimdilik bu. İyi kanun çıkarıp arkasından üstünde tekrar tekrar revize edip sıfır hataya ki mümkün değil, illa da bir şey bulunur bir yerlerde yani tilki ne kadar yol bilirse avcı da o kadar iz biliyor maalesef. Bu şekilde...

İLYAS ŞEKER (Kocaeli) - "Sıkı denetim şart." diyorsunuz.

PROF. DR. ABDUSSAMET ARSLAN - Sıkı denetim şart, cezai yaptırım şart. Tabii, hep ceza, ceza diyoruz ama ödüllendirmesi nerede bunun? Ya, şeytan taşlamaktan ödüllendirmeye fırsat kalmıyor maalesef. Cezayı devre dışına... Mesela bu şekilde bu kötüye kullananları biraz önce söylediniz, ben istatistiği idare mahkemelerinde yaptığım bilirkişiliklerdeki dosyalardan söylüyorum; benim gördüğüm o aşağı yukarı yüzde 70-80'i bu durumda; kötüye kullanma, bildiğiniz mühendis görevini kötüye kullanıyor, yetkisini kötüye kullanıyor, olmayan şeyi oldu gibi gösteriyor. Mesela bir tanesinde gördüm, ya, bu sonuç nereden çıktı diyorum, işte pencere yüksekliği girecekken "A, çocuk girerken yanlış girmiş." oluyor, savunması da bu mahkemeye. Değil yani kusura bakma da ben aptal değilim, o kadar rakam öyle yanlış girilebilecek bir rakam değil. Artı Bakanlığın bu değerlendirmeleri esas aldığı bilgisayar programları ve yazılımları iyi akredite etmesi lazım, orada çok ciddi sıkıntı var. 3-4 tane program var, yazılım var, hepsinin içerisinde ne olup bittiğini üç aşağı beş yukarı biliyorum. Bir kısmında bir yerinden hadi getir kontrol edelim dedim geçenlerde çünkü bizde kararsız yapı çok, yığma binalarda köşelerinde kolonları olan düzey hatıllı binalar var, hiçbirisi modelleyemiyor bunu. E, ne yapıyor? Bir kat sayıyla çarpıyormuş sadece. Sordum; nasıl hesaplıyorsun sen bunu dedim, otuz yıldır yazılım yapıyorum ben, çok zor bunu modellemek. "Biz kat sayıyla çarpıyoruz." dediler. E, ne oluyor? Bakanlıktaki memurun önüne gelen raporda ise arkasında nasıl bir hesap yapıldığıyla ilgili bir şey yok, bilgi bu kadar.

İLYAS ŞEKER (Kocaeli) - Yorum da yok, yorum da yapamıyor çıkan sonuçla ilgili.

PROF. DR. ABDUSSAMET ARSLAN - Maalesef.