| Komisyon Adı | : | (10 / 124, 226, 320, 321, 336, 601, 637, 958, 1055, 1126, 1127, 1128, 1129, 1130, 1131, 1132, 1133, 1134, 1135, 1136, 1137, 1138, 1139, 1140, 1141, 1142, 1143, 1144, 1145, 1146, 1147, 1148) Esas Numaralı Meclis Araştırma Komisyonu |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 11 .02.2015 |
BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) - Teşekkürler.
Ben de Çiler Hocaya teşekkür ederim, gerçekten çok yararlandım, çok ilginç bir sunumdu ve söylediklerinin hepsine katılıyorum.
Dolayısıyla, o sizin söylediklerinizle ilgili fazla bir şey söylemeyeceğim ama aynen Nedret Hanım'ın söylediği gibi, bu siyasetteki dili ben de çok önemsiyorum. Yani, bugün Türkiye'nin en önemli sorunlarından bir tanesi siyasetteki kutuplaşma ve siyasette kullanılan şiddet dili. Bunu da partilerden bağımsız söylüyorum, aslında bunu her parti yapıyor, birbirini besliyor bu şiddet diye düşünüyorum ve de o öyle bir hâle geldi ki bu siyasette kullanılan nefret ve şiddet dili alta kadar yansıyor. Yani, aranızda kaç kişi Twitter kullanıyor bilmiyorum ama Twitter'ı kullananlar bunu açık bir şekilde görebiliyor. Hakikaten insanlar birbirinden nefret ediyor ve bunca yıl hani Türkiye'de yaşamış insanlarız, böyle bir nefret dili kullanıldığına, insanların birbirinden bu kadar nefret ettiğine ben bugüne kadar tanık olmamıştım. Dolayısıyla, bu çok önemli yani toplum rol modeli meselesi de değil. Siyaset insanların hayatında önemli çünkü insanların hayatını şekillendiriyor. Siyaseti yapan insanların kullandıkları dil de o nedenle son derece önemli. O tepedeki şiddet altlara da yansıyor. Hani deniyor ya: "Kadına karşı cinayetler son yıllarda ciddi bir biçimde arttı." diye, ben bununla da bağlantılı olduğunu düşünüyorum yani "İnsanlar, başbakanlar, parti başkanları, milletvekilleri bu şekilde davranıyor ve konuşuyorsa..." gibilerden düşünüp kendileri de daha nefrete ve şiddete yatkın olabiliyorlar. Onun için, bunun gündeme getirdiğiniz için ben de çok teşekkür ederim.
Şimdi, ben birkaç şey için söz aldım. Bir tanesi bu -gitti Murat Bey ama- Oral'ın söylediği "kadın hareketi" ve "kadınların mücadelesi" lafına itirazım, "mücadele" kelimesine. Bakın, siyaset mücadeledir zaten, yani her toplumda, geçmişte de, tarihte de, bugün de ayrımcılığa uğramış, itilmiş, kakılmış gruplar her zaman için haklarını mücadeleyle ancak kazanabilmişlerdir. "Mücadele" de kötü bir laf değildir, mücadele ille de şiddete dayanmak zorunda değildir, ille de saygısız bir dil -onun yerine "saygılı bir dil" dedi de Murat Bey, onun için söylüyorum- kullanmak zorunda da değildir ama gerekiyorsa bunlara da başvurabilir. Bazı ortamlarda, bazı durumlarda birtakım toplumsal hareketler mecburen bu yöne de kayabiliyor. Kayıp kaymamaları da aslında toplumda onlara kendilerini ifade etmek için, seslerini duyurabilmek için verilen fırsatlara da bağlı. O fırsatları vermediğiniz, onun önünü kestiğiniz, baskılamaya çalıştığınız zaman şiddet baş gösterebiliyor ya da saygısızlık, nefret vesaire baş gösterebiliyor. Ama ironik buluyorum. Mesela, erkeklerin bir hareketi için "erkeklerin bilmem ne mücadelesi" dendiğinde hiçbir zaman yadırganmayan bir kelime, kadınlar olunca "mücadele" yerine "saygı" insanların aklına geliyor. Bunun gerçekten de ironik olduğu kanısındayım.
Öbür mesele, kadınlar hak etmeli meselesi. Oral da ona cevap verdi, ben de ama birkaç şey söylemek istiyorum buna; "Kadınlara bir şey verilmemeli, kadınlar hak etmeli." Yani, sanki tarih boyunca ve şimdi, erkekler geldikleri her konuma hak ederek geliyorlar. Hak falan ettikleri yok, erkek oldukları için geliyorlar. Yani, bugün, Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün kurumlarına bakın, hangi kurumu ele alırsanız alın, Meclisinden üniversitelerine, Dışişlerindeki büyükelçilerden tutun, valilere, kaymakamlara, muhtarlara... Yani, say say bitmez. Hatta benim bir zaman, bir 23 Nisanda sinirim bozulmuştu televizyonu seyrederken çünkü bütün bu görevlere erkek çocuklar getirilmişti. Milliyete bir yazı yazmıştım: "Meclisteki 'Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.' lafı kaldırılsın, 'Egemenlik kayıtsız şartsız erkeklerindir.' diye yazılsın. Hiç olmazsa bir gerçeği ifade etmiş oluruz." diye.
Dolayısıyla, erkekler de hak ettiklerinden falan değil; erkek oldukları için, âdet bu olduğu için, tarih boyunca bu tür mevkilere gelmiş oldukları için, kadınlara fırsat tanınmamış olduğu için, tanındığı zaman da kadınlar hakikaten liyakatli olduğu zaman bile erkekler tercih edildiği için o görevlere gelemiyorlar. Yani, bu söylemle birlikte, mesela siyasetle ilgili başka bir söylem de vardır: "Efendim, kadınlar siyasetle ilgilenmiyor." Yok öyle bir şey. Benim de 2004'te bir meslektaşla birlikte yaptığım araştırma var, sorduğunuzda bal gibi ilgileniyor ama kadınlar da salak değil. Yani, siyasetle ilgilenecekler, aday olmak için paralar ödeyecekler, ondan sonra listelerin en sonuna konulacaklar; bir yap, iki yap, üç yap falan, ondan sonra da aday adayı bile olmamaya başlıyorlar. Dolayısıyla, aslında mücadele bu tür bir dili ortadan kaldırmakla ilgili.
Belma Hanım'ın bu kadın örgütleri hakkında söylediği bir şey var, o da dedi ki: "Bu cinayetlerin dili ya da resimler fevkalade kötüydü. Tek tek kadınlar buna tepki gösterdiler ama kadın hareketinden bir tepki görmedim." Şimdi, burada kadın hareketine de, Belma Hanım, haksızlık etmeyelim, kadınlar bu meseleyle çok uğraştı. Medyayı taradılar, kitaplar yazdılar eril dil kullandığı medyanın, üzerine ders kitaplarını taradılar, onun üzerine kitaplar yazdılar.
BELMA AKÇURA - Bu şöyle bir şey. "Ben çaldım, ben oynadım." tarzına dönüyor. Kadına karşı şiddetin önlenmesindeki çözümler...
BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) - Vallahi, her konuşan da çözüm anlatmıyor. İsmet Bey'e her seferinde söz veriyorsun, her seferinde aynı şeyleri söylüyor. Onun için, ben de...
Neyse... Yani, kadın örgütlerine de haksızlık etmeyelim. Gerçekten de...
BELMA AKÇURA - Farklı düşünmüyoruz.
BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) - Bitiriyorum zaten. Şunu da söyleyeyim de, siz...
BELMA AKÇURA - Pardon... Farklı düşünmüyoruz. Ben, kadın örgütlerinin yararına, onların o kolektif ve örgütlü hâllerinin çok gerekli olduğuna inanan biriyim yani kadın örgütleri bu ülkede bence çok önemli; bu ayrı bir şey. Ama günübirlik, böyle kısa olsun, büyük olsun, fark etmez, 2'nci sayfa, 3'üncü sayfa, dili, üslubu, yaratacağı algı... Son derece problemli tek bir habere... Bir insan bir gün olsun yazı işlerini uyarmaz mı dedim. Yani, bu kendi kendine çalıp söylemek kolay demek istiyorum. Bunları biz böyle yapıyoruz; biz burada konuşuyoruz, tartışıyoruz ama belki Ardahan'ın herhangi bir yerinde şu an bir kadın dövülüyor, belki hamile. Anlatabiliyor muyum?
BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) - Tabii, tabii, ben anladım ama ben de şunu söylemek istiyorum...
BELMA AKÇURA - Yani, eleştiriyi kaldırmamak da kadın örgütlerinin böyle bir problemi olmuş.
BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) - Hayır, eleştiri meselesi değil. Ama bu meseleyle de çok uzun süre uğraştılar ama bir şey değişmediğini görünce de -hatta daha uğraşıyorlar- insanlar "Boş ver bu medyayı. Biz kendi işimize bakalım." demiş olabilirler.
BELMA AKÇURA - İşte bu yanlış, kendi işimize bakalım diye bir şey yok; o bizim de işimiz, onların da işi.
BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) - Tamam ama kaç kere söyleyecekler? Elli kere söylemiş, kitaplar yazmışlar.
BELMA AKÇURA - Benim yanlış yaptığım yerde o kadın örgütlerinin devreye girmesi gerekir. Yani korurken biraz hakkaniyetli olmak lazım.
BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) - Ben de sizin bu konuda biraz hakkaniyetli olmanız gerektiği kanaatindeyim.
BELMA AKÇURA - Bu kadın örgütlerini eleştirmek bizi erkekleştirmez, egemen erkek kültürünü savunduğumuz anlamına gelmez. Biraz daha cesaretli olup birbirimizi eleştirerek ancak büyütebiliriz.
BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) - Hayır, hayır. Ben size erkek kültürünü eleştiriyorsunuz...
BELMA AKÇURA - Ben kadın örgütlerinin iyi çalışmadığına inanıyorum.
BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) - Ne olur, sözümü kesmeseniz de bitirsem.
Ben "Siz erkek egemen kültürü savunuyorsunuz." falan demedim. Sadece haksızlık etmeyelim, burada kadın örgütleri bu meseleyle de çok uğraştı. Dolayısıyla...
BELMA AKÇURA - Ben de hissetmedim dedim.
BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) - Siz hissetmemiş olabilirsiniz, sizin çalıştığınız ve ombudsman yardımcısı olduğunuz dönemde belki yapmamış olabilirler ama bu konuda kitap da yayımladılar, sürekli uğraştılar ve uğraşıyorlar da.
Son olarak İsmet Bey'in, ailenin karar alması ile cinayet işlenme meselesine de değinmek istiyorum. Orada çok önemli buluyorum o sözünü, birkaç keredir onu söylüyor ve üzerinde de durmamız lazım hakikaten. Çünkü gerçekten de bütün dinlerde -tabu- yasaklanmış olan, kardeşi öldürmek, anneyi öldürmek vesaire gibi fiiller, özellikle de "Gençtir, daha az ceza alır." diyerek gencecik çocukların üstüne yükleniyor ve bu öyle bir hâle geliyor, öyle bir toplumsal baskı oluşuyor ki özellikle küçük yerlerde, isterse öldürmesin. Yani, o aile dışlanıyor, namusunu temizlemedi diye kimse suratına bakmıyor. Bu çocuklar muazzam bir baskı altında; "Öldür de öldür, öldür de öldür..." Bir direniyorlar, iki direniyorlar, sonunda mecbur kalıyorlar. Yani, birtakım, böyle yaşlı başlı erkekler oturuyorlar, bağdaş kuruyorlar, ellerini kavuşturuyorlar, çay üstüne çay içip bu kararları alıyorlar. Madem öldürmek bu kadar kolay, git kendin öldür. Ondan sonra da küçücük çocuklara bunları yüklüyorlar. Dolayısıyla, kadının bedeni ortadan yok oluyor, bunların da ruhu ortadan kalkıyor. Kolay bir iş mi öyle insanın kardeşini, annesini vesaire öldürmek.
Benim bildiğim kadarıyla, bu Kadına Karşı Şiddet Yasası'nda, mesela aile karar vermişse, aşiret karar vermişse falan, bu tür cinayetler için onlara da ceza öngörüldü. Hatta hatırlıyorum, birkaç kere hâkim ceza da verdi ama takip edilmedi bu. Yani, buradaki bir hâkim veriyor, oradaki vermiyor, dolayısıyla da bir yere gitmiyor. Belki bunu ciddiye almamız ve... Ne yapılır bu konuda bilmiyorum, Adalet Bakanlığıyla mı bunu halletmek gerekiyor? Bu tür durumlarda sadece öldüren kişinin değil yani katilin değil, aynı zamanda buna karar vermiş olan aile fertlerinin, ki bazen anneler bile katılıyor buna, sadece erkekler değil çünkü onlar da o baskıya dayanamıyor... Yani, namusunu temizlememiş bir aile, küçücük, 50 hanenin olduğu bir yerde ya da 300 hanenin olduğu bir yerde...
O nedenle, bu kanayan bir yarası Türkiye'nin, buna da önem verilmesi gerektiği kanaatindeyim.
Her üçünüze de çok teşekkür ediyorum.