KOMİSYON KONUŞMASI

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Ben de teşekkür ediyorum Başkan.

Turgay Bey'in Türkiye'deki kamu bankalarıyla ilgili yapmış olduğu tespitlerin tümüne katılmakla birlikte, Ziraat Bankasını tabii ki -geçmişe örnekler verdi- o tarihteki eş değer bankalarla karşılaştıracaksınız, o kadar da kötü olmadığını göreceksiniz ama bir görev zararı vardı orada, görev zararının kaldırılması birçok şeyi düzeltti zaten.

Şimdi, kimse unutmamalı ki Ziraat Bankasının temel görevi tarıma finansal destek sağlamak. Tabii ki Genel Müdürün açıklamalarını destekliyoruz, başka kaynaklara, başka alanlara da girmesini, bir banka olarak diğer bankalarla rekabet edebilmesi anlamında doğru buluyoruz ama asli görevini de asla unutmamalıyız.

Tarıma verilen destekten konuştuk, 11 milyar destek verildiğini ama gayrisafi millî hasılada yüzde 1 oranında bir destek verilmesi gerekirken 0,5 oranında bir destek verildiğini, her yıl bu desteğin daha azalarak, artmadığını, aslında miktar olarak arttığını ama oransal olarak artmadığını hepimiz biliyoruz.

Yine gelişmiş ülkelerde tarımda devletin vermiş olduğu destekle karşılaştırıldığında, Türkiye'nin vermiş olduğu desteğin de çok kabul edilebilir bir destek olmadığını görüyoruz ama bir gerçek var, Tarım Bakanının tarımla ilgisi sadece soyadından ibaret kalıyor, Eker ama maalesef ekmiyoruz. Tarımsal alanlarımız azalmaya başlamış, tarımdan insanlar uzaklaşmaya başlamış. Geçen gün verdim bu örneği, tekrar niteliğinde olabilir ama Ziraat Bankası yoktu tabii. Ben şimdi, sizin döneminizden, son on iki yıllık dönemden -hep eskiden bahsedersiniz de- örnekler veriyorum ve tarımın nereden nereye geldiğini görürsek tarımın desteklenmediğini ya da insanların hızla tarımdan uzaklaştığını göreceğiz ya da tarımın şirketlere yöneltildiğini göreceğiz ama şurada, parantez açarak belirteyim: İlk üründen son ürüne kadar yani ilk ürün dediğimiz, biraz evvel Genel Müdürün dediği gibi, ham madde dediğimiz süt, daha sonra ürün hâline dönüşüyor ve çeşitli türevlere piyasaya giriyor, onlara kadar, başlangıcından sonuna kadar desteklenmesi konusunda hemfikirim, o konuda hiçbir tereddüdüm ama AKP döneminde 800 ton soya üretildi Türkiye'de. Türkiye soya üretemeyecek bir ülke midir arkadaşlar? Soruyorum burada. Kime sorarsanız sorun, yediden yetmişe Türkiye'de yaşayan ilkokuldaki bir çocuktan üniversite bitirmiş ya da 80 yaşında bir yaşlıya sorduğunuzda "Türkiye'de soya üretilebilir mi?" dediğinizde ne derler size? Üretebilir ve Türkiye'nin ihtiyacını karşılayacak kadar soyanın üretilebileceğini söylerler ama maalesef 12,5 milyon ton soya ithal edildi bu ülkede ve bunun karşılığında da 5,3 milyar dolar para ödendi.

Yine, AKP döneminde 9,4 milyon ton pamuk üretildi; 1,8 milyon ton da ithal edildi. Bunun karşılığında...

MEHMET ÖNTÜRK (Hatay) - Oradan bakarsak yanlış bakarız Sayın Akar.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Şimdi, bir ben anlatayım, siz de tarımla uğraşıyorsunuz, siz de anlatırsınız.

...bir o kadar da ithal edildi, 13,2 milyar dolar pamuğa ödedik. Eskiden bizim Çukurova bölgesi, Ege Bölgesi, pamuğun dünyada en kaliteli ve en ucuz üretildiği, belki en çok üretildiği yerdi, sadece şimdi Güneydoğu Anadolu'da...

MUSTAFA GÖKHAN GÜLŞEN (Kastamonu) - Azalma mı oldu?

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Evet.

Şimdi, niye azalma oldu biliyor musun sevgili kardeşim? Sen rakamsal olarak şunu söyleyebilirsin... Evet, pamuk üretimi 8 milyon tondan 9 milyon tona çıktı, göreceli bir artış var, ama senin nüfusun da 44 milyondan 76 milyona çıktı. Nüfus artışındaki oranı tarımsal üretimdeki artış oranına vurduğunda, sadece ürettiğimiz ürünlerin 3 kaleminde bir artış olmuş; bu da mısır, tatlandırıcıdan dolayı ve ayçiçeğini göreceğiz. 3 tane üründe nüfus artış oranından daha yüksek artış olduğunu görüyoruz. Şimdi, böyle bakmak lazım olaya.

Şimdi, 13,2 milyar dolar pamuğa ödemişsiniz. Yağlı tohum daha ürpertici bir durum. Bakın, yağlı tohum ve türevleri ithalatına 24,5 milyar dolar vermişiz son on iki senede. Bu daha ürpertici bir durum.

Yine, 10 milyon ton mısıra karşılık 2,5 milyar dolar vermişiz, mısır üretimimiz artıyor, çünkü Cargill'e servis yapmak durumundayız. Bakanlar Kurulu kararıyla onun da kotalarını artırıyoruz. Şekeri görüştük burada, yüzde 50 artırdığımız için, Türkiye'deki kapasitenin yüzde 70'i Cargill'e ait. Cargill'in de nasıl kurulduğunu, hangi yöntemlerle, nasıl bir gecede tarımsal arazi üzerine kurulduğunu ve kuran kişilerin, tek kişilik bir kanun teklifiyle, yine oradaki bir valinin nasıl ödüllendirdiğini hepimiz biliyoruz, bu kadar detaya girmeyeceğim, ama AKP döneminde 31 milyon ton buğday -ki biz buğday üreten, Avrupa'yı besleyebilecek, dünyayı besleyebilecek bir ülke olarak gösterilirken- ithal etmişiz, karşılığında 9,2 milyar dolar ödemişiz.

Sana katılıyorum, senin Şanlıurfa'nı, güneydoğudaki GAP bölgelerini, 31 milyon ton değil 51 milyon ton pamuk üretimini de, buğday üretimini de karşılayabilecek, yapılabilecek alanlar olarak görüyorum, bunu hep beraber sağlamalıyız.

Şimdi, bu sonuçlara baktığımızda -bu söylediklerime çok örnek verebilirim, ette de verebilirim- Türkiye'de tarımın desteklenmediğini, hatta ithal yoluyla bir tarım girdisinin teşvik edildiğini görüyoruz, çünkü gayrisafi millî hasıladan alması gereken yüzde 1'lik oranın 0,5 oranında kullanıldığını, gerekli desteğin verilmediğini, yine bu tür saman ithal eden bir ülke hâline dönüştüğümüzü...

MEHMET DOMAÇ (İstanbul) - Bırak samanı ya!

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Evet, evet, gerçekler kötüdür arkadaşlar.

Yani Türkiye'de bir algıyla her şeyin...

MEHMET DOMAÇ (İstanbul) - Bunu mu konuşuyoruz?

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Bunu konuşuyoruz.

Şimdi, Ziraat Bankasına geliyorum tarımla ilgili; Ziraat Bankası tarıma finans sağlamak zorunda, asıl amacı bu. Tabii ki asıl amacını yerine getirirken başka alanlarda da rekabet edebilmesi için işler yapacak, ama yine Sayıştay raporlarına baktığımda, asıl amacından, yani fonları çıkarttığımızda, yine devletin vermiş olduğu görevleri çıkarttığımızda, Ziraat Bankasının kendi öz kaynaklarından kullanmış olduğu tarım kredilerinin düştüğünü görüyoruz veya diğer bankalara baktığımızda o bankalardaki yükseliş trendinin Ziraat Bankasına yansımadığını görüyoruz.

Bu anlamda şunu ifade etmeye çalışıyorum: Evet, Ziraat Bankası bunları yapsın, ama tarımı da kendisine verilen asli görev olarak desteklesin, daha çok kaynak ayırsın. Daha çok kaynak ayırırken, bir defa kredi maliyetlerini düşürsün.

Şimdi, onu belki konuşmayacağım geneli üzerinde söyleyeceğim, ama insanlar kredi kullanıyorlar, verdikleri kredilerde "komisyonlar" ve "kredi masrafları" adı altında aldıkları birçok ücret mahkemeler kanalıyla geri dönüyor aslında. Tabii, bu bir genelleme olmadığı için, vatandaş ancak mahkemeye giderse parasını alabiliyor, ama böyle bir kanun çıksa, "Evet, bunlar haksız alınan paralardır." denilse, belki birçok rakam önümüze serilecek, birçok dava kendiliğinden düşecek, bu davalara ayırdıkları zamanda parayı ödeseler daha doğru olur diye düşünüyorum. Yani diğer özel bankalardan daha avantajlı kredi sağlamak zorundadır.

Ziraat Bankası, gerekirse çiftçinin ayağına gitmelidir. Bakın, şimdi bir örnek vereceğim size, lütfen, bunu, aşağıda veya Bakanınızla karşılaşırsanız söyleyin.

Ben, ilk kar yağdığında, yılbaşından bir hafta evvel Bilecik'in Söğüt ilçesine gittim. Burada Çaltı diye bir yer var. 23 tane köy, 6 bin dekar sera yapmışlar -ben şaşırdım, bizim bölgemizde, Marmara Bölgesi'nde ilk defa böyle bir şeyle karşılaştım- ve on iki ay üretim yapıyorlar. Kendi imkânlarıyla başarmışlar bunları, küçük Antalya gibi. Kar yağmış, bütün seralar çökmüş, 6 bin dekarın 4.300 dekarı çökmüş. Gittik, baktık.

Tarım Bakanıyla konuşmaya çalıştım, ayak ayak üstüne atmış, tespih sallarken "Ya, ben yurt dışındaydım." dedi falan, neyse.

Şimdi, dün de telefon ediyorlar, 23 tane köy muzdarip olmuş, desteklenmesi gerekiyor. Orada, Ziraat Bankası gerekirse gidecek -eğer asli işlevi buysa- köylüye "Nasıl destek olabilirim?" diyecek, çünkü nisanda ilk ekim dönemine yetiştirmeleri gerekiyor, seraların hepsinin kalkması gerekiyor.

Tohumu alıyorlar, üretim yapıldıktan sonra tohum parası ödüyorlar, çünkü seraları tamir etme şansları yok, yeniden kurulması gerekiyor, ama ne devlet kılını kıpırdatıyor ne bu işle ilgilenmesi gereken banka bu görevi yerine getiriyor...

MEHMET DOMAÇ (İstanbul) - Sigortası var mıymış?

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Sigorta da yapamıyorlar, şöyle yapamıyorlar; "örtü altı seracılık" denilen bir şey varmış, tam bilemiyorum teknik olarak, sigortayı kabul etmiyorlar...

BAŞKAN - İptidai koşullarda.

MEHMET ÖNTÜRK (Hatay) - Hazine arazisine kurmuştur.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Yok, kendi arazileri.

BAŞKAN - Yok, iptidai koşullarda olduğu için.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Yok, sigorta kanununda garip bir maddeden dolayı sigortacılar sigorta yapmıyorlar, bu naylon örtüsü altında olduğu için...

BAŞKAN - Yok, kendileri de pek öyle sigorta yaptıralım diye de uğraşmıyorlar.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Bunu, lütfen, sizden de rica ediyorum.

ERTUĞRUL GÜNAY (İzmir) - Seracılık şartlarına çok uygun değil, ondan dolayı.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Yani şimdi böyle bir durum var ve 640 hane bu işle geçiniyor orada. Ellerini yukarı kaldırmışlar, muhtar dün de beni arıyor, "Benim yapabileceğim bir şey yok, 2 tane milletvekili var farklı partilerden, bizim milletvekilimiz yok orada. Ben 3 defa, 4 defa Mecliste dillendirdim bu olayı, Bakanla konuştum." dedim, ama bir sonuç alınamadı.

BAŞKAN - Olur mu?

Haksızlık yapmayın, Fahrettin Poyraz, bizzat o bölgedeki bütün sorunlarla ilgileniyor.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Vallahi, bana gelen şikâyet bu. Ben oranın milletvekili değilim, bakın, vatandaş bir yerden medet umuyor.

BAŞKAN - Haksızlık etmişler.

MEHMET DOMAÇ (İstanbul) - Hem Bakanı harcadın hem milletvekillerini harcadın, bir konuşma içinde hepsini bitirdin, insaf et ya!

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Evet, maalesef bittiler.

Hiç insaf etmeyeceğim bu konuda, gerçekten etmeyeceğim, rakamlarla konuşuyorum, eğer rakamları sen bana düzeltirsen, "haksızım" derim, geri alırım.

Şimdi, Ziraat Bankasından şunu bekliyorum ben...

MEHMET DOMAÇ (İstanbul) - Davranışlardan rakama geçiyorsun.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Ben şunu söylüyorum: Ziraat Bankası sadece büyük sektörlere, yani arazi toplulaştırması veya büyük arazi sahiplerinin ayağına gitmekten ziyade, Türk köylüsünün de, çiftçisinin de ayağına gitmeli, onların dertlerine çözüm olmalı, gerekirse oradaki vatandaşı kalkındırabilmek için, tekrar eski konumuna taşıyabilmek için faizsiz kredi şartlarını bile onlarla konuşabilmeli. Hibe istemiyorlar gerçekten, "Biz bu parayı öderiz." diyorlar, bunu da yapmalı diyorum.

Teşekkür ediyorum.