KOMİSYON KONUŞMASI

SELAHATTİN MİNSOLMAZ (Kırklareli) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; ben de son toplantımızda, son söz herhâlde Başkanım, teşekkür ediyorum öncelikle şahsınıza ve tüm Komisyon üyesi arkadaşlarımıza, tüm uzman arkadaşlara, emek veren tüm arkadaşlarımıza. Önemli bir çalışmayı yaptığımızı düşünüyorum. Gerçekten hiçbir konu, üzerinden atlanmadan tüm boyutlarıyla, çok sayıda paydaşın da gelip kendisini ifade ettiği, Türkiye'de bütün uygulamaları görebildiğimiz ve gerçekten ülkemizin geldiği nokta itibariyle birçok alanda gurur duyabileceğimiz gelişmelerin olduğuna da hep birlikte tanık olduk. Bedri Bey'in konuşmasında ifade ettiği gibi deprem anında ve deprem sonrasına ilişkin Türkiye'nin oluşturduğu kapasite, gerçekten dünyada örnek olarak alınan kapasitelerden bir tanesi. Yapmış olduğumuz İzmir ziyareti, Elâzığ ziyaretinde de gördük ki gerçekten konteyner kentlerde yaşayan insanların mutluluğu ve oradaki imkânların sonuna kadar kendilerine sunulması, kurtarma ve arama çalışmalarındaki performans ve daha sonra özellikle TOKİ'yle, belediyelerle tüm paydaşların geçici ve daha sonra kalıcı konutların inşasına ilişkin yaptığı çalışmalar çok iyi bir noktaya geldiğimizi gösteriyor. Hamdolsun, bu hepimizi gururlandırdı ama tabii ki Komisyonumuzun bütün boyutuyla... Depremin zararlarının en aza indirilmesi dolayısıyla afetten önceki kısmı da çok önemli. Birçok konuşmacı arkadaş da, buraya gelen uzmanlar da, akademisyenler de işin depremden öncesine ilişkin kısmı yani başlangıçta imar planında yer seçimi, ondan sonra imar planlarının yapılması, imar planları yapıldıktan sonra uygulanması, uygulamadan sonra binaların inşası, binaların yapılırken denetlenmesi ve binanın iskâna geçirilmesi, iskâna geçirildikten sonra iskân yani binanın işletilmesi sürecinde depremselliğe ilişkin zafiyetler doğuracak faaliyetlerin durdurulması... Ve tabii ki bu sektör önemli bir sektör; Türkiye'nin de dünyada ilk 3'te olduğu bir alan inşaat sektörü. Buradan da bu depreme ilişkin, zararların en aza indirilmesine ilişkin bir model ihdası, buna ilişkin de bir finansmanın arkasında oluşturulabilir ve bunun sürdürülebilir olması.

Dün de Bakanımızın sunumunda gördük, aslında mevzuatsal anlamda elimizde her türlü argüman var; kanun düzleminde, yönetmelik düzleminde yapmamızı gerektiren veya bugün için bazı şeyleri engelleyen herhangi bir şey yok. Başkanım, ben birkaç hususa izninizle değineceğim.

BAŞKAN RECEP UNCUOĞLU - Buyurun.

SELAHATTİN MİNSOLMAZ (Kırklareli) - İşin imar planları boyutunun çok çok önemli olduğunu düşünüyorum ki bundan uzman arkadaşlar çok bahsetti. Bizim imar planı yapma paradigmamız, belediyelerin veya imar planını yapan idarenin imarla ilgili bir alan seçip oraya ilişkin imar planı yapma çabası ve zorlaması üzerine kurulmuş. Aslında bu paradigmanın değişmesi gerektiği, belki de bu işin başlangıcında hangi kumaştan elbise yapmamız gerektiğini doğru seçmemizi sağlayacak önemde bir yer. Çünkü imar planına başlanırken bunu tetikleyen, baskılayan unsurlar var yani şehrin mevcut alanının belki binlerce yıl önce... Çünkü büyük bir medeniyetin üzerindeyiz, onlarca medeniyetin geçtiği yerdeyiz. Hiçbir şehrimiz bugünkü teknolojiyle, bugünkü deprem algısıyla, bugünkü ölçüm teknikleriyle ve bugünkü bilimsel gerçeklerle seçilmemiş. İnsanların tek katlı yapılaştığı, deprem olsa bile depremden çok az zarar görebileceği o günkü kırsal yerleşimle, suya yakınlık, verimli tarım toprağına yakın olmak ve diğer kaynaklarla korunma güdüsü... Dolayısıyla hiçbir şehrimizin sıfırdan inşa edilmediğini biliyoruz; var olan şehirlerin etrafında kenarlaşma, onların sosyolojik ihtiyaçları, ticaret, mevcut alt yapıyı kullanma kolaylığı ve ekonomisi gibi bütün bu kriterler... Belki yüzlerce hatta binlerce yıl önce seçilmiş şehirlerin etrafında büyüme şeklinde gelişmiştir.

İzmir'e gittik, gördük. Bütün kentler böyle, benim kentim Kırklareli de böyle, İstanbul da böyle. Ama deprem öncesindeki psikolojimizle deprem sonrasındaki psikolojimize de bir bakmak lazım. İşte, İzmir'de bunu çok somut gördük. Bir depremin en değerli yerlerde, en güzel yerlerde, en güzel, estetik olarak planlanmış ama zemin olarak en yanlış yerde yarattığı acı, bizi en son, gittiğimiz yerde, şehirden kilometrelerce uzakta doğru zemini bulmaya zorlamış. İşte aslında deprem öncesi psikoloji yerine, deprem sonrasında oluşan psikoloji yerine imar planı yaparken yer seçimlerinde depremden sonra hepimizin mutabık olduğu gibi sağlam zemini aramak üzerine bir paradigma oluşması lazım. Uzatmayayım, herkes burada bu işin ustası; onun için kurumlar plan yaparken şöyle yapıyor: Yani idare bir yerde imar planı yapma çabasına giriyor ve ondan sonra kurumlardan görüş almaya başlıyor, haritalarını yapıyor ve ilgili kurumlar görüş belirterek sentez paftayı oluşturuyor. Yani nereye ne yaparız, yapamayız? Ama aslında Türkiye gibi yüzde 96'sının depremselliği sabit olan bir ülkede bence nerelerin hiç yapılamayacağının, yapılaşmaya konu dahi edilemeyeceğinin öncesinde kırmızı çizgilerin çizilmesi lazım. Yani bir kentin çeperlerinde var olan bir yerin, bu tarımsal nitelik olarak, yer altı su seviyesi olarak, jeolojik olarak, zemin dayanımı olarak yetersizse bunun zorlanmaması lazım ama bizim 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 7'nci maddesi, 8'inci maddesi ve ta 18'inci maddeye kadar imar planlarının yapılmasını ve uygulanmasını düzenleyen maddelerde ilgili idare, kent çeperlerini zorlayan bir imar planı yapma tekniğine giriyor. Dolayısıyla, İzmir'de depremden sonra oluşup sağlam zemini bize bulduran şekle hiçbir zaman gelemiyoruz. Onun için Bayraklı gibi yerler imara açılıyor, Bayraklı gibi yerler imara açıldıktan sonra da maalesef sonuçlarını konuşmak durumunda kalıyoruz. Ben işin kaynağının imar planlarının yapıldığı, yer seçimlerinin tespiti, buna ilişkin süreçlerin hukuki anlamda yeni bir paradigma oluşturularak çok ciddi bir mesafe katedileceğine katılıyorum.

Aynı zamanda Tarım Komisyonundayım, ovalara ilişkin bir düzenleme yaptık, biliyorsunuz çok önemli bir şey. Yani bir vatandaşın nerede yapılaşıp -tarımsal anlamda bile olsa- yapılaşamayacağını, ilgili vatandaşın buna karar verip mülkiyeti satın aldıktan sonra ilgili idareleri zorlaması yerine -büyük ovaları ilan ettik koordinatıyla, tapusuyla ve bunu tapuya da şerh ederek- vatandaşın mülkiyet edinmeden nerede, ne yapıp ne yapamayacağını bileceği bir sistemi hem idari yönden hem de teknik yönden ve bunu da tapuyu kütüğe şerh etme metodolojisiyle inşa etmemiz lazım. Çünkü mülkiyet edinildikten sonra bunun içerisindeki yerel yönetimlerin de bir şekilde bunun karşısında duramadığını yıllarca görmüş durumdayız. Bence Bayraklı böyle bir sürecin... Yani şehrin güzel bir yerinde olması, estetik bir coğrafyaya sahip olması, oranın yapılaşamayacağını... O günkü belediye başkanı ne kadar kudretli olursa olsun, oradaki siyasi Meclis üyeleri bu konuda ne kadar bilinçli de olursa olsun, belediyenin 10 jeoloji mühendisi de olsa, bir şekilde kentin dinamikleri -ama doğru olmayan bir eksende- orayı yapılaşmaya zorluyor ve sonuçta, orada gördüğümüz o hususları yaşıyoruz.

Elâzığ'a gittik, Elâzığ'ın da bir şantiye hâline geldiğini gördük. Hamdolsun, devletimiz çok başarılı uygulamaların -ama şehrin dibinde olma derdiyle değil- çeperlerde, en son çıktığımız o zirveden baktığımız zaman muhtelif yerlerde, rezerv alanlarda, çok doğru yerlerde yapıldığını gördük. Elâzığ olsun, İzmir olsun; deprem bölgesi, faylara çok yakın ve etki alanında olan yerler ama aranıldığı zaman oralarda çok sağlam zeminler bulunduğunu gördük. Dolayısıyla, benim dikkat çekmeye çalıştığım hususlardan bir tanesi bu. Yani şehrin sosyolojisi, ekonomisi, ticareti ve o günkü egemen olan kültürel beklentiler değil, bilimsel beklentiler egemen olmalı ve kırmızı çizgileri çizilmiş bir alanda, belediyeler oraları teklif dahi edemeyeceği, öncesinde bir planlanamaz alanlar tespiti ama devlet eli ama bakanlık eliyle... Her ilimizde üniversitemiz var, üniversitelerin mutlak suretle bu işin içerisinde olması lazım. Mevcut şehir stoklarının... Belki her yerde inşaat mühendisliği, jeoloji mühendisliği, şehir bölge planlama, mimarlık fakültesi olmayabilir ama Cumhurbaşkanımızın talimatıyla başlatılan güzel bir uygulama var: "Kardeş üniversiteler uygulaması" Dolayısıyla birçok üniversite, kardeş üniversitesiyle beraber 81 vilayetimizi çok ciddi çalışmalar yaparak az evvel bahsettiğim bu baskılardan ari bir şekilde kentlerin mevcut imar planlarını denetleyebilir.

Yapı denetim sistemini belli bir noktaya getirdik, çok da başarılı gittiğine inanıyorum model olarak ne kadar eleştirirsek de; bence yapı sistemi iskânı da kapsayacak bir hâle getirilmeli. Bir binada asansör yapıyoruz, belli yıllarda asansörlerin periyodik kontrolü olmadan asansörün işletilmesine müsaade etmiyoruz. Yapı da çok önemli, bulunduğu bir işletmesi var; yapı denetim mekanizmasının sadece binanın iskân ruhsatı aldığında değil, iskân ruhsatı aldıktan sonra da üzerinde konuşulması lazım. Yapılarda bir muayene raporu şeklinde... İşte, yapıda hep tartıştığımız, "Kolonu mu kesildi, binada korozyon mu oldu, yer altı su seviyesi mi yükseldi, başka afet türlerinin etkisinde mi kaldı?" noktasında bu çok önemli.

Arkadaşlar, gittiğimiz Elâzığ'da ve İzmir'de gördük. En lüks semtte de, ekonominin en düşük olduğu yerde de her şey mülkiyette kilitleniyor. Yani mülkiyetine dokunulduğu zaman insanlar doğal olarak yapılacak proje ne kadar makul, mantıklı ve rasyonel olursa olsun mülkiyetin oradaki dengeleri bozduğunu görüyoruz. Onun için mülkiyete ilişkin önemli düzenlemeler yapılması gerekiyor. Mülkiyetle ilgili temel sıkıntımız... En doğru işi 18'inci maddeyi ihdas etmekle kanunlarda yaptık, adil bir uygulama. Bir planın sürdürebilir olması için bilimsel temellerinin sağlam olması lazım, doğru zemine basması lazım, koruma alanlarını baskılamaması lazım, kentin gerçekten oluşturacağı projeksiyon nüfusa göre yapılması lazım. Şehir rantı adına, o şehrin ihtiyacı olandan daha büyük hektarlarca alanın imar planına açılmaması lazım ve dolayısıyla adaletinin sağlanması lazım. Bugüne kadar oluşturduğumuz en doğru, adaletli model 18'inci madde uygulaması yani imar planı yapacağımız alanlarda, doğru olduğunu farz ettiğimiz yer seçimlerini doğru kabul ediyoruz. Bütün alanları hamur ederek, kentin donatı alanlarını herkesten eşit miktarda keserek orada bir imar parselleri oluşturma süreci...

Tabii ki herkes tarafından, her belediyenin bunu uygulama cesareti olmadı. Uzun yıllar klasik planlamayı uyguladık, 15 ve 16'ncı maddeye göre. Kimi yüzde 5 terk ederek binasını yaptı, kimisi yüzde 85 terke maruz kalarak yaptı ama en son yaptığımız kanun düzenlemesinde, imar planlarının 18'inci madde uygulaması yapılmadan uygulanamayacağı hükmünü kanuna dercettik; bu çok önemli, bir devrim niteliğinde maddeydi. Yani kişiler kentin külfetine ve rahmetine eşit katlanmak zorunda. Ama burada yine bence bir zayıf yüz var, o da şu: İmar planlarını yapıyoruz, 18'inci maddeyle herkesten eşit miktarda kesiyoruz, donatıdan, herkes eşit katılıyor ama emsali eşit vermiyoruz. Yani birinin parselinden yüzde 35 kesiyoruz, yüzde 20 emsal veriyoruz; birinin parselinden yine yüzde 35 kesiyoruz, 2 emsal veriyoruz. Bu da imar planlarının sonraki süreçlerde emsal adaletini sağlama adına baskılanmasını sağlıyor.

Benim bir önerimdir, kayıtlara geçmesi açısından Başkanım söylüyorum: 18'inci madde uygulamasının herkesten eşit kesinti yapılarak değil, nihayetinde eşit yapılaşma hakkını haiz kılacak şekilde değişik DOP oranlarında yapılabileceği gerçeğini de düşünmeye başlamamız lazım. Çünkü bu başka türlü adalet tesis etmiyor. Herkes camiye, yeşil alana, okula, çocuk bahçesine, yola, parka eşit miktarda veriyor ama bir tanesinin bir dönüm arsasından 20 daire çıkarken bir tanesinin 4 daire çıkıyor. Bu da kentin sonraki süreçlerde imar değişikliğine ilişkin bütün o basıncı oluşturan temel faktör oluyor; arsalar adil, binalar adil olmuyor. Buna da dikkat çekmekte çok fayda var.

Mimarlık, mühendislik bürolarımız yapı denetim gibi, nasıl orada şu kadar inşaat mühendisi, bu kadar mimar, bu kadar elektrik, makine mühendisi olması gerekiyor şeklinde ama o denetim kısmı, bir de o projeleri oluşturan, çizen, o zeminle ilk teması sağlayan bir mimarlık, mühendislik, müşavirlik ofisleri var ki orada da durumumuza çok ciddi el atılması gerektiğini düşünüyorum. Batı ülkelerine gittiğimiz zaman, çok komplike müşavirlik büroları, ölçme aletleri olan, gerçekten proje oluşturan, projeyi zemine âdeta bir terzi gibi diken hatta imar durumu verip ve hatta iskân sonrasında iskân ruhsatını veren bürolar olduğunu görüyoruz. Yani bu konuda, sadece bir inşaat mühendisinin bir büroda, bir başkasının başka bir büroda mimarlık yaparak, bir başkasının başka bir büroda elektrik projesi çizerek, müteahhidinin veya yapı sahibinin kucaktan kucağa proje taşıdığı, mimariyi çizdirip oradan inşaat mühendisine, inşaat mühendisine sathiyi yaptırıp oradan elektrik, makine mühendisine gittiği süreçlerin de doğru olmadığını düşünüyorum. Çünkü bina bir bütün, orada bütün bir aklın, bir sistemin çalışması lazım. Batı bunu böyle çözmüş. Müşavirlik ofisleri... Evet, bir serbest avukatlık bürosunda bir avukat tek başına bir davayı yürütebilir ama bir mühendisliğin, bir yapıyı sonuçta bütün olarak tesis eden, hatta peyzajıyla hatta çevresiyle hatta belediyenin altyapı uçlarıyla onu birleştirecek bir bütünsellik içerisinde olması için bütün mühendislik disiplinlerinin bir çatı altında entegre çalışması lazım. Yapı denetimde bunu kısmen başardık. Yani bir mühendislik kümesinin o binanın bütününü birbiriyle entegre olarak denetlenmesini sağladık. Yapı denetim sistemi bir model olarak alınabilir, müşavirlik ve mühendislik firmalarına bu modele uygun bir düzenleme yapılabilir.

İskân harcı çok önemli değerli arkadaşlar. Binanın ruhsatını belediye kesiyor, ruhsata kadar verilen ve kesilen harç aslında buraya götürülecek altyapıya ilişkin belediyenin yükümlendiği yüke kesilen bir bedeldir. Yani orayı imara açan bir belediyedir, arsa sahibine düzenleme ortaklık payı kadar fatura keser ama bina yapacak insana da oraya götürülecek altyapıya ilişkin bir ruhsat harcı keser ama bana göre iskân harcında belediyenin bir hakkı yoktur. İşte burada konuşageldiğimiz kaynak probleminin temelini teşkil edecek şey iskân harcıdır. İskân harcı, bu bahsettiğimiz, depremin zararlarının azaltılmasına ilişkin süreçte en önemli kaynak olabilir. Bana göre devletin alması gereken ve tamamen bu konuya ilişkin yürütmesi gereken bir süreçtir. Sonra, belediye çevresinde yoldur, yeşil alandır, parktır yaptığı zaman harcamalara katılma payıyla -Belediye Gelirleri Kanunu'nun 95, 96 ve 97'nci maddelerinde- zaten harcamalara katılma payını alıyor.

İskân meselesinde iki şeyi düzeltmemiz gerektiği düşüncesindeyim, bu bir öneridir Başkanım: İskân harcı, merkezî olarak alınmalı ve tamamen bu kentsel dönüşüme yönetilmelidir ama iskân harcı alınırken de belediyenin belirlediği emlak rayiçleriyle değil, her bağımsız bölümün müteahhit tarafından SPK lisanslı bir değerleme şirketine her bağımsız bölüm için verdireceği bir değer üzerinden yapılmalıdır. Hem iskân harcı gerçek iskân harcı olması açısından hem de artık Türkiye'de birden fazla daire değeri konuşulmaması lazım. Krediyle alanın aldığı daire aynı binada farklı fiyattır, direkt müteahhitten satın alıp nakit alanın aldığı fiyat ayrıdır, belediyenin emlak rayiçlerinde cadde, sokak rayici ayrıdır ve bunun yarattığı sorunlar da ilerleyen süreçlerde birçok şeyi etkilemektedir. Dolayısıyla kaynağın bir tanesi de her bağımsız bölümün değerinde olması, emlak değerlerinin doğru olmasıdır. Vatandaşa gelen yük, tapu harçlarında azaltılmalıdır. Yani bir binanın 3 ayrı fiyatını vatandaşa söyletmek yerine, idareye söyletmek yerine fiyat bir tane ve doğru olmalıdır ki SPK lisanslı değerleme şirketleri artı eksi yüzde 5 oranında çok doğru fiyatları tespit ediyorlar ve onlar lisansların iptaliyle bu hususta çok ciddi yaptırımlara matuflar, aynı şekilde yapı denetimler de öyle. Dolayısıyla değer konusu doğru bir zemine oturtulursa bu işin önemli bir kaynağı hem emlak vergilerini alan belediyeler açısından hem iskân harcını alan belediye veya merkezî idare tarafından da çok ciddi bir kaynak oluşturacak boyuta da gelecektir.

İmar planlarında rezerv alan olarak -imara açmak anlamında söylemiyorum ama İzmir ve Elâzığ güzel bir örnek oldu, gözümüzle gördük- her belediyenin olası bir afete karşı bir rezerv alan etüdü yapması lazım Sayın Başkanım. Yani bugün afet olduktan sonra o telaşın içerisine girmemesi lazım ve bundan sonraki imar planlarında -az evvel bahsettiğim gibi- yapabilirsek bunu, imar alanlarında kısıtlı bölgeleri, hiç teklif edilemeyecek bölgeleri imar planlarına, haritalara, paftalara, tapuya tescil edersek zaten imar planı yapmak durumunda olan idareler bu alanların dışında, işte İzmir'de depremden sonra bulunan, Elâzığ'da depremden sonra bulunan alanları bulmuş olacaklardır ama bunu yapamasak bile bu tip rezerv alanları belediyelere görev olarak kılmamız lazım geldiğini düşünüyorum.

Bir de son olarak Sayın Başkanım, imar planlarını yaparken haritaları yapıyoruz, zemin etütçüler yerleşime uygunluk amaçlı jeolojik, jeoteknik, geoteknik raporlar hazırlıyorlar, kurum görüşlerini alıyoruz, belli bir yapı sayısını geçerse ÇED raporunu istiyoruz, çevreye etkilerini değerlendiriyoruz, sonra imar uygulama planı yapıyoruz, imar uygulamasıyla imar parsellerini üretiyoruz, binalar ama bir şeyi atlıyoruz ve Türkiye'nin en büyük enerji ve eforu altyapıya gidiyor arkadaşlar. Atıyorum, bir şehrin imar planını yapmak 1 milyon liradır, imar uygulamasını yapmak 2-3 milyon liradır, jeoloji raporları 500 bin liradır ama altyapı milyarlarca liradır. Dolayısıyla imar planlarında eksik olan üç boyutu getirmemiz lazım. Yani bir imar planı, haritasıyla, jeolojik raporuyla, ÇED'iyle bir bütün olduğu kadar, altyapı planları çizilmeden onaylanmaması lazım. Altyapısı olmayan bir imar planı kâğıttan ibarettir arkadaşlar ve uygulanamadığını ilgili idare, zemindeki yol, kanal, içme suyu, yağmur suyu, diğer idareler, altyapıcı idareler başladığı zaman görür. Bir yolun çok kısa bir ötelenmesiyle belki milyonlarca liralık kazancı görürüz. Aslında her imar plan tadilatı da rant amaçlı değildir. Birçok imar plan tadilatı işte imar planlarının yapımı sürecinde altyapı planlarıyla birlikte yapılmadığı için daha sonra altyapının getirdiği eşikleri, mali güçlükleri açmak için bizzat belediyeler tarafından yapılmaktadır. Bence bu da devrim niteliğinde bir şey olacaktır. İmar planlarının onaylanmasını düzenleyen İmar Kanunu'nun 8'inci maddesinde nasıl "İmar planları, jeolojik haritalarıyla ve hâlihazır haritalarıyla birlikte, kurum görüşleriyle birlikte onaylanır." diyorsak "Altyapı planlarıyla birlikte onaylanır." dememiz lazım. Yani burada bir birim harcıyorsak planlamaya, emin olun bin birim altyapıya harcıyoruz ve buna bağlı olarak da binaların işte subasman, çıkmalar, işte yer altı suları vesaire gibi konular da aslında bu altyapı planlarıyla onaylanmayan... Hatta şu an Türkiye artık o teknolojiye geldi, 3 boyutlu altyapı planlarıyla ve modellerle onaylama imkânımız var. Yine aynı şekilde, her imar planını yapan şehir plancısı müellifin bir de günün sonunda imar planını verirken teslim ettiği nasıl imar planı izah raporu var, beraberinde afet raporu da sunması lazım.

İşte burada sık sık Müzeyyen Hanım'ın dile getirdiği...

YUSUF ZİYA YILMAZ (Samsun) - Çok affedersiniz.

Büyükşehir Belediye Başkanlığım süreci içerisinde yeni yapılmış bir imar planını SASKİ yani Samsun Su ve Kanalizasyon İdaresi genel müdürünü gönderip "Buranın altyapısını yapalım." diye görev verdiğimde geri dönüp de bana "Efendim, biz buraya altyapı yapamayız. Bu yamaç meyilinde, bu zemin şartlarında burada kazı yapmak, burada tesisat döşemek mümkün değil efendim. Bu planı yapan herhâlde bu araziyi hiç görmedi." dedi. Hadi gidelim şu araziye bir bakalım dedim; müthiş bir yamaç, yamacı sanki düz bir zemin gibi ele almış, oturmuş paftayı koymuş, yatay da çizmiş yolları işte vesaireyi koymuş, biz gittiğimizde arazide o altyapının yapılmasının mümkün olmadığını gördük.

SELAHATTİN MİNSOLMAZ (Kırklareli) - Bunları defalarca yaşadık Başkanım, yani uzun yıllar ben hem imar hem fen işleri müdürlüğü yaptım yani yüreğim sızladı, belediyelerin milyonlarca liralık hatta büyükşehirlerde belki milyarlarca liraya geliyor. Diyorduk ki "Şu yol burada değil de 50 metre paralelinde olsa bu yol bedava yapılırdı yani çok küçük kazı dolgu maliyetleriyle, çok az sanat yapılarında yapılabilirdi ama sadece şehir plancısının, haritayı yeterince etüt etmediği için ama buna şehir plancılık bilgisi de yetmez altyapı mühendisliği ayrı bir disiplin onun da beraber çalışması hâlinde kompakt olması lazım, onun için imar planlarının eki olan bir temel vazgeçilmez proje olarak bunu getirmemiz lazım. Plan bitip tescil olduktan, onaylandıktan ona bağlı arsalar da üretildikten, tescil olduktan sonra o yolu yapmaya mahkûm oluyoruz arkadaşlar ve dolayısıyla o yolun kotundan kaynaklanan işte, diğer binaların temellerinde, diğer binaların estetiğinde bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum ve bu afet raporunun da imar planının eki bir rapor hâline getirilmesi lazım.

İşte, orada Müzeyyen Hanım'ın "Jeoloji mühendisleri, Geoteknik mühendisleri, Jeofizik mühendisleri işin başında çok etkin olmalıdır." dediği şehir plancısı o ekibi bulur ve kurmak zorunda olur. Yani bizim anahtar maddemiz 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 8'inci maddesini yeniden yazmamız lazım geldiği kanaatindeyim. Türkiye'nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğinin planlamayla ve arazinin yer seçiminden o imar planlarının nihai yapılaşmaya geldiği noktaya kadarki arsa ve arazi üretim sürecini düzeltmemizle çok büyük bir hareketi çok ekonomik yapabiliriz.

Bu harçlarla yapılacak düzenlemelerle de değerlemeyle gerçek değeri bulmak, SPK lisanslı şirketlerle bunu yürütme ve iskân ruhsatı harcının belediyelere değil de bu konuda kaynak ihdas edilip bu konuda çalışma yapacak merkezî idareye yönlendirilecek bir model, çok ciddi bir şey hâline gelir diye düşünüyorum.

Teşekkür ediyorum.