KOMİSYON KONUŞMASI

AYLİN CESUR (Isparta) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli Komisyon Başkanlığı, değerli üyelerimiz ve değerli misafirlerimiz; hepinizi saygıyla selamlıyorum ben de. Sayın Bakan Yardımcımıza ve beraberindeki heyete "Hoş geldiniz." diyorum ve değerli sunumları için çok teşekkür ediyorum, aynı zamanda da özürlerimi de sunmak istiyorum. Partim adına önerge vermiştik ve o konuşmam vardı, onun bitiminde katılabildim. O yüzden herkesin çok övgüyle, sitayişle sunumunuzu kaçırdım ama tutanakları olacaktır zannediyorum, oradan takip edeceğimden kuşkunuz olmasın.

Şimdi, gerçekten toplantıya çok geç kalındığım için ve Sayın Sibel Özdemir -mevkidaşım- aslında benim soracağım, sormak istediğim şeyi içeren bir konuşma yaptı. O yüzden ben bir iki cümle sadece ifade edeceğim. Cumhuriyetin kendisi esasında zaten Avrupalılaşma projesi, bir Avrupa projesi ve bende bunun -siyasetüstü gerçekten de- kurumlarda hiç siyasi malzeme yapılmadan bütün partilerüstü bir şekilde kucaklanması gerektiğini düşünüyorum. Sizin de bu konudaki en üst seviyeden yetkili olarak, bu konuda Türkiye'nin tutumunu kararı olarak sunmuş olmanızdan ben de çok memnuniyet duyuyorum onu ifade etmek istiyorum. Çok söylendi daha önce, uzun uğraşlar sonucunda ve az önce sizin de karşı taraf, muhatap olarak gördüğümüz, işte, Avrupa devletleriyle alakalı ve tabii ki Türkiye'yle de alakalı birçok zorluklar geçirerek Gümrük Birliği gibi, NATO gibi, Konseye üyelik gibi, Helsinki gibi pek çok önemli dönemeçlerden geçilerek, çok da meşakkatle çalışılarak bugünlere geldi ve 2005'ten bahsettiniz. Sonra ne oldu da 2005 ve 2018 yılları arasında 2018'te tekrar müzakereleri askıya alınmak zorunda kalan Türkiye olduk ve bugün tekrar izleme durumuna geldik.

Siz az önce birtakım şeylerden, üç ana noktadan bahsettiniz -onları da tekrar etmiyorum- ve üzerine 15 Temmuz darbe girişiminden bahsettiniz. Bunların hepsi elbette etkili olmuştur, bunlara ben de katılıyorum. Ama bunların oluşumunda ne oldu da aslında bunlar daha da derinleşti? Biraz önce son iki konuşmacı arkadaşım aslında onlara biraz girdiler, ben de onu soracaktım. Bunların çözümünde bizim yasama organı olarak -burada milletvekilleriyle olan bir toplantı olduğuna göre bu- benim de şahsen 27'nci Dönemde bizzat yaşayıp kendince buna çözüm aradığım, parti olarak da elbette aradığımız bir iki nokta var. Mesela, bunlardan bir tanesi, yasama organı Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi nedeniyle pek çok yasayı geçirirken bizim, Anayasa'ya aykırı olduğunu iddia ettiğimiz ve daha sonra belki birtakım işlemlere tabi tutulan yasalar Türkiye'de geçmekte. "Bir yandan bu olurken bir yandan ödevlerimizi yapacağız biz, kendi tarafımız, Türkiye tarafı olarak." demiştiniz az önce. Elbette yapacağız ama bunları düzeltmek anlamında gerçekten de eğer efektif bir değişikliğe gidilmez ise biz kendi kendimizi bu manada sorgularken Avrupalı dostlarımızın... Pek çok yerde, artık Avrupa Birliğinde, hatta hiçbir yerde, hiçbir belgede, Türkiye'nin üyeliğinden dahi vurgu yapılmaz ve söz edilmez hâle gelen bir Türkiye, üyelik sürecine kadar daralmış... Sizlerin, bu işteki bürokratların da çok zorlandığını tahmin ediyorum. Yasamanın bu işi çözebilmesi ve sizlerin de birlikte bu işi kucaklayabilmeniz adına buradaki problemlerde bence sistemsel, yapısal değişikliklere gidilmesi kanaatindeyim. Sizin bu konudaki düşüncelerinizi merak ediyorum.

Mesela "15 Temmuz darbe girişimi" dediniz. Biz bununla ilgili defalarca parti olarak önerge verdik, Türkiye Büyük Millet Meclisi reddetti. Oysaki bunlar tüm açıklığıyla çözülse Türkiye'de, Avrupalıların bize bakış açıları, bu hadisedeki yaklaşımları anlamında daha olumlu olmaz mıydı gibi? Ama asıl söz alma nedenim -asıl şeye geleceğim bu başlıklar çerçevesinde- bunlardan bana göre en önemlilerinden bir tanesi Türkiye'ye bakış anlamında, İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılması hadisesi. Bununla ilgili pek çok makale okuyoruz ve Türkiye'ye bakış açısını aynen bu kapatma anlamında daraltacak sonuçları olduğunu ben şahsen düşünüyorum. Sizin bu konudaki düşüncelerinizi merak ediyorum.

Değerli sunumunuz ve bu kadar saat bizlere vakit ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum. Her zaman iş birliği içerisinde, başarılarınızda bize de katkı olursa elbette pay sahibi olmak istiyoruz biz de.

Teşekkürler, saygılar.

DIŞİŞLERİ BAKAN YARDIMCISI VE AVRUPA BİRLİĞİ BAŞKANI BÜYÜKELÇİ FARUK KAYMAKCI - Teşekkür ederim değerli milletvekillerim.

Ben de son sorudan başlayarak, aslında ortak soruydu İstanbul Sözleşmesi konusu...

Tabii, bu konuda farklı görüşler olabilir, farklı düşünceler olabilir. Kalmalı mıydık, çıkmalı mıydık veya başka bir yöntem bulunabilir miydi; bu konular aslında bütün ülkelerde tartışıldı. Ama şuna da izin vermeyelim: Bu konunun günah keçisi olmamalı Türkiye. Niye bunu söylüyorum? Şunun için söylüyorum: Bildiğiniz gibi, Avrupa Konseyinde 47 ülke var. 47 ülkeden çekince koymadan ve beyan vermeden sözleşmeyi imzalayan, onaylayan ve uygulamaya koyan ülke sayısı kaç? Sadece 10. Dolayısıyla 37 ülke belli noktalarda kendi geleneklerine, kendi kültürlerine göre çekinceler koydu yani bunu tartışabilirsiniz. Çok liberalseniz farklı bir dünya tanımınız olabilir, muhafazakârsınız, dindarsınız farklı bir tanımı olabilir ama burada esas olan şu: İstanbul Sözleşmesi'nin içeriğini, hatırlayacaksınız, biz 2012'de 6284 sayılı Kanun'la aslında müktesebatımıza koyduk yani kadının şiddete karşı korunması hem aile içi hem de aile dışında, keza kız çocuklarının ve aile yapısıyla ilgili unsurları biz aslında yürürlüğe koyduk. Dolayısıyla, İstanbul Sözleşmesi'nde olmanın sembolik bir değeri var, doğru, katılıyorum ama her ülkede bu tartışma var. İşte Polonya da "Çıkayım mı?" diye düşünüyor. Mesela, bizi eleştiren Birleşik Krallık bu işin parçası bile olmamış. Dolayısıyla bizim burada biraz vicdanlı olmamız lazım. Evet, sembolik olarak kadın hakları, kadının korunması konusunda bir şeyler ifade edebilir, hele hele bizim gibi kadın konusunun çok fazla tartışıldığı bir ülke... Ama bunu abartmamak lazım. Evet yani bu bir siyasi tercih. Sonuçta, Hükûmet birtakım değerlendirmelerden sonra -Utku Bey de sormuştu- sadece bu konuda değil, her konuda tüm bakanlıklarımıza, karar alıcılara tüm gerçekleri, tüm bilgileri biz aktarıyoruz. Sonuçta, siyasi karar alma mekanizması da Türkiye'deki dinamiklere göre veya kendi siyasi tercihlerine göre karar veriyor ama bu konunun olduğundan çok büyük bir noktaya çekilmesi doğru değil. Von Der Leyen'in de maalesef, kendisinin yaşadığı üzüntülü olayı İstanbul Sözleşmesi'ne bağlaması... Ama bağlıyor maalesef veya "Bu, kadın olduğum için başıma geldi." diyor, bu hiç doğru değil. Dolayısıyla, bunu bir şekilde görmek lazım, büyütmememiz lazım. Burada önemli olan, kadının korunması. Türkiye'de bazı kesimler aile tanımıyla ilgili veya kadın-erkek, cinsiyet ayrımıyla ilgili, cinsiyetlerin tanımıyla ilgili tartışmalara girdiler. Bu tartışmalar bugün de olacak, yarın da olacak, başka ülkelerde de olacak; önemli olan, bunu sağduyulu ve verilerle ilerletmek. Ben şimdi bakıyorum, mesela, 21 ülke çekince koymuş, 10 ülke beğenmemiş, çekince yani aslında bu da, 6 tane AB ülkesi tarafı bile değil İstanbul Sözleşmesi'nin. Dolayısıyla, bizim bu verilere göre yapmamız lazım ama bu konuda Türkiye'yi günah keçisi hâline getirmek doğru değil.

AYLİN CESUR (Isparta) - Biz karar versek...

SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul) - Çekincelerimizi belki ortaya kayıp daha sağlıklı bir tartışma ortamı yaratabilsek...

DIŞİŞLERİ BAKAN YARDIMCISI VE AVRUPA BİRLİĞİ BAŞKANI BÜYÜKELÇİ FARUK KAYMAKCI - Diğer sorulara kısaca cevap verirsem... Reform Eylem Grubuyla biz aslında birçok değerlendirmemizi, Avrupa Parlamentosundan, Avrupa Konseyinden gelen bütün verileri karar alıcılarımıza aktarıyoruz, bunlarla tartışıp karar veriyoruz.

Sibel Hanım, özellikle, yeşil mutabakat ve dijital dönüşüm konusunu söyledi, bu en kritik konulardan biri. Biliyorsunuz, Avrupa Birliği şu anda önümüzdeki dönemi "yeni nesil Avrupa Birliği" olarak ilan etti ve bu iş için aşağı yukarı 1.850 trilyon euroluk bir bütçe ayırdı ve bu bütçe gelecek yedi yılda Avrupa Birliğini şekillendirecek, dijitalleştirecek ve yeşillendirecek bir yaklaşım. Burada tabii biz Avrupa Yeşil Mutabakatı derken sadece çevreyi temiz tutalım, yeşil tutalım değil; bu aynı zamanda üretim modeli, tüketim modeli, ulaştırma modeli, tarım modeli, eğitim modeli. Dolayısıyla Avrupa Birliği "yeşil mutabakat" derken aslında 2050'nin karbon sıfır Avrupasını yaratmak istiyor ve dünyada ilk karbon nötr coğrafya olmak istiyor. Bunun ticaret boyutu da var; sınırda karbon, hatta, şu anda karbon ayak izi tartışmaları var. Ürettiğiniz bir malın ne kadar karbona neden olarak üretildiği tespit edilip ona göre vergi uygulaması söz konusu olacak. Türkiye de bu tartışmaların içinde bir aday ülke olmamıza rağmen ama gerek gümrük birliği tarafı olarak gerek aday ülke olarak zaten katıldığımız bütün programlarda da bu iki ayak, dijitalleşme ve yeşilleşme söz konusu. Bir de bunun yanı sıra, önümüzdeki dönem Dijital Avrupa Programı'na da katılmak istiyoruz biz. Katılmak istediğimiz yine Çevre ve İklim Eylemi Programı, LIFE Programı. Tek pazarın yine belli boyutları var.

Bu arada şunu da söylememiz lazım: Bu iklim değişikliği konusunda Türkiye'nin durumunun haksız olduğunu kabul etmemiz lazım. Yani Türkiye, Paris Anlaşması'nı imzaladı ancak henüz onaylamadı fakat Türkiye'nin durumuyla ilgili bir sorun var ki bu, Paris Anlaşması'nda da herkes tarafından kabul edildi. Türkiye Ek 1 listede yer alıyor. Bu ne demek? Türkiye'nin vereceği taahhütlerin daha yüksek olması gerekiyor çünkü Ek 1'de kalmak gelişmiş ülke tanımına giriyor. İkincisi de: Türkiye'nin yeşil fonlara ulaşımını engelliyor Ek 1'de kalması. Dolayısıyla, Türkiye bunu samimiyetle tüm taraflara aktardı, hem gelişmiş ülkelere hem gelişmekte olan ülkelere yani "Türkiye'nin tanımını oturtalım, dolayısıyla Türkiye bu çerçevede iklim değişikliğine katkısını yapacaktır." diye. Türkiye'yle aynı durumda olan başka bir ülke yok yani burada ciddi bir adil olmayan durum söz konusu. Şimdi, OECD'yi ele alırsanız OECD'nin 4 ülkesi Ek 1'de yer alması gerekirken, eğer biz yer alacaksak onların da alması gerekirken almıyor yani İsrail, Şili, Meksika, Güney Kore. G20'ye bakarsanız, dünyanın belki de en fazla kirleten ülkelerinin de yer aldığı ülkeler de var G20'de, 9 tane G20 ülkesi ek 1'de yer almıyor. Dolayısıyla, Türkiye'nin endişesi şu: Ek 1'de yer alarak Türkiye'nin kalkınma, büyüme hızını yavaşlatmamalıyım. Ama biz bunu söylerken bunu çevremizi mahvederek yapacağız anlamına da getirmiyoruz. Dolayısıyla umarız önümüzdeki dönemde bu konuda önemli adımlar atılır ve Türkiye'yi rahatlatacak bir formül bulunabilir. Bu bulunduğu takdirde ki bulunmasa dahi Türkiye yine iklim değişikliği konusunda kararlı politikalarını sürdürüyor, sürdürülebilir, yenilenebilir enerji konusunda gerçekten hem Avrupa'da hem dünyada ilk 5'teyiz yani bunlar küçümsenecek rakamlar değil. Mesela, şu anda elektriğimizin yüzde 52,3'ünü sürdürülebilir, yenilenebilir enerjiden sağlamaya başladık. Bu, çok büyük başarı, Almanya'daki orandan bile yüksek. Ama bunların tabii, takviye edilmesi lazım ve bu sürecin içinde yer almamız lazım.

Söylediniz, AB tarafında çok ciddi bir şekilde al-ver ilişkisini isteyenler var, bu konuya zorlayanlar var. Bizim tutumumuz belli, bütüncül bir yaklaşım, temel hedefimiz tam üyelik ama tam üyeliğe giden yolda da enerji konusunda, ulaştırma konusunda, ekonomi konusunda, göç konusunda, terörle mücadele konusunda iş yapmaya çekinmememiz lazım. Bunun adı "diyalog"sa diyalog yani hiç yapmamaktan daha iyidir ve biz inanıyoruz, bu diyalog toplantıları Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecini destekler, güçlendirir, burada önemli olan bizim ne yapacağımız. Sordunuz, bazı yorumlar da yaptınız, bu işin temel noktası, Türkiye'nin tekrar reform sürecini hızlandırması lazım, 99'dan 2005'e kadar olan dönemdeki reform heyecanını bir an önce yine hızlandırmamız lazım. 15 Temmuz 2016, bizi maalesef güvenlik odaklı bir politika izlemeye itti ama artık şu anda terörle mücadele konusunda ciddi bir mesafe alındı. Umarız, önümüzdeki dönemde bu reformları daha da hızlandırarak bu sürecin önünü açarız. Sonuçta, bu, kazan-kazan meselesi. Yani Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyeliği, en zor üyelik, en karmaşık, en fazla sorgulanan ama gerçekleştiği zaman da en yararlı üyelik olacak, bunu AB'deki birçok kesim de görüyor. Sabırlı bir şekilde gitmemiz lazım yani Özal'ın da dediği gibi uzun ince, engebeli bir yol. Bu DVD'mizi de eğer pandemi sürecinde sıkılırsanız -kırk-kırk beş dakika sürüyor- izlemekte fayda var hafızalarımızı tazelemek açısından. Dolayısıyla, bize bu yolda devam etmekten başka ben bir seçenek görmüyorum Türkiye'nin çıkarlarını ve egemenliğini en ileri düzeyde savunmak için.

AB Birlik programları, Ufuk Avrupa, Erasmus, gerçekten çok yararlı ve değerli. Şu anda bakıyoruz, kamuda, siz de güzel bir örneksiniz veya başka kurumlarda birisini gördüğümüz zaman "Nereden bu bilgi veya deneyim?" diye ya "Erasmus'luyum." diyor ya "Jean Monnet'liyim." diyor, dolayısıyla bu programları biz önemsiyoruz.

Bu arada vekillerimize de aslında söylemek isterdik, keşke daha önce söyleseydik daha fazla vekilimiz varken. Önümüzdeki dönemde de "il il Avrupa Birliği" diye bir iletişim etkinliği başlatacağız. İllerde AB'yle ilgili olarak yapılan projeleri veya illerimizin, yerel yönetimlerimizin AB programlarından veprojelerinden nasıl yararlanabileceklerini anlatacağız, böyle bir çalışmamız da olacak.

Beni sabırla dinlediğiniz için çok teşekkür ederim. Ben AB konusu olunca konuşma konusunda hiç sıkılmıyorum. Umarım sizleri bunaltmamışımdır.