KOMİSYON KONUŞMASI

BAŞKAN HAKAN ÇAVUŞOĞLU - Değerli üyelerimiz, şimdi gündemimizin 2'nci maddesi olan Ermenistan'ın Azerbaycan'a Saldırmasıyla Başlayan Gerilim ve Çatışma Sürecinde Yaşanan Hak İhlalleri ve Türkiye'deki Ermeni Vatandaşlarımızın Durumu Alt Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine geçiyoruz.

Öncelikle, inceleme heyeti adına sizlere kısaca bilgi vermek istiyorum. Daha sonra müzakere için talep eden tüm üyelere söz hakkı vereceğim.

Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun 27'nci Yasama Dönemi Dördüncü Yasama Yılının 13 Ekim 2020 tarihli ilk toplantısında 3686 sayılı İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Kanunu'nun "Komisyonun Görevleri" başlıklı 4'üncü maddesinin (f) fıkrasına göre gerektiğinde dış ülkelerdeki insan hakları ihlallerini incelemek ve bu ihlalleri o ülke parlamenterlerinin dikkatine doğrudan ya da mevcut parlamenter forumlar aracılığıyla sunmak görevi çerçevesinde, çatışma alanı dışında kalan Azerbaycan sivil yerleşim yerlerine yapılan saldırıları ve Dağlık Karabağ'dan sürülen 1 milyona yakın yerinden edilmiş Azerbaycan vatandaşının uğradığı hak ihlallerini yerinde tespit etmek, uluslararası hak savunucusu kurum ve kuruluşları Cenevre Sözleşmesi çerçevesinde harekete geçmeye çağırmak, Türkiye'deki Ermeni-Türk vatandaşlarının bu meseleden dolayı hak ihlaline uğratılamayacaklarını ifade etme sadedinde içinde bulundukları durumu yerinde tespit etmek amacıyla bu toplantıda raporunu görüşeceğimiz alt komisyonumuzu kurmuştuk. Bu çerçevede, alt komisyon konuyla ilgili ulusal ve uluslararası mevzuatı incelemiş, Türkiye'deki Ermeni cemaatin bu çatışmadan etkilenme biçimi ve düzeyini yerinde tespit etmek amacıyla İstanbul'a 2 inceleme ziyareti gerçekleştirmiş ve ziyaretlerde Türkiye Ermeni Patrikliği, Luys Medya Yatırımları, Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı, Agos gazetesi, Şişli Spor Kulübü ve Samatya Surp Kevork Kilisesi'nde Ermeni cemaatinin kanaat önderleriyle görüşmeler yapmıştır. Daha sonra ise Azerbaycan'ın Bakü, Gence, Berde ve Terter şehirlerinde Ermenistan ordusunun saldırılarında şehit düşen sivillerin yakınlarıyla görüşmeler gerçekleştirmiş ve yetkililerden bilgi almıştır.

Değerli arkadaşlar, Karabağ özerk bölgesi 18'inci yüzyıl sonlarından başlayarak yoğun demografik hareketliliğe sahne olmuş; Rusya, İran ve Osmanlı Devleti arasındaki güç dengeleriyle yerel dinamikler bu demografik değişimin yönünü belirlemiştir. Sovyetler Birliği kurulduktan sonra Karabağ Oblastı özerk bir bölge olarak Azerbaycan sınırları içinde yer almıştır. Sovyetler Birliğinin dağılma sürecine girmesinden itibaren Ermenistan ordusu Dağlık Karabağ bölgesindeki saldırılarını artırmış ve 12 Mayıs 1994 tarihli ateşkes anlaşmasına kadar Dağlık Karabağ bölgesinin tamamını ve bunun dışında kalan ve Azerbaycan topraklarının yüzde 20'sine karşılık gelen 7 rayonu işgal etmiştir. Bu süreçte, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin aldığı ateşkes ve işgal edilen topraklardan çekilmeye ilişkin 4 kararın hiçbirine Ermenistan tarafından uyulmamıştır. 27 Eylül 2020 Pazar günü Ermeni güçleri Azerbaycan'a karşı saldırıya geçmiş, bu saldırılar 10 Kasım 2020 tarihinde Ermenistan'ın ağır yenilgisini tescilleyen ve işgal ettiği tüm topraklardan çekilmesini öngören ateşkes anlaşmasıyla son bulmuştur. İkinci Karabağ Savaşı olarak adlandırılan bu savaş sırasında Ermenistan ordusu, uluslararası insancıl hukuku sistematik olarak çiğnemiş, misket bombası ve fosforlu mermiler gibi yasak olan silahları kullanmış, kasıtlı olarak sivillerin ikamet mahallerine, mezarlıklara, okullara, sağlık binaları, elektrik, gaz, su ve boru hatları gibi ekonomik altyapı tesislerine ve tabii ve kültürel eserlere saldırmıştır. Mesela, Gence'ye düzenlenen saldırılarda evler, tarihî ve kültürel öneme sahip mekânlar, büyük alışveriş yerleri, benzeri kamusal alanlar ciddi biçimde zarar görmüş ve tahrip edilmiştir. Bu eylemler neticesinde çatışmalar sona erdiğinde 94 sivilin öldüğü, 405 sivilin yaralandığı, 3.326 müstakil evin tahrip edildiği, 504 sivil tesisin tahrip edildiği, 120 adet çok katlı yerleşim apartmanının yıkıldığı tespit edilmiştir. Raporumuzda bu saldırıların ayrıntılı kronolojisine yer verdik. Komisyon heyetimiz Azerbaycan'ın Gence, Berde ve Terter şehirlerine gerçekleştirdiği ziyaretlerde bu saldırıları yerinde müşahede etmiş ve ölenlerin yakınlarıyla görüşmeler gerçekleştirmiştir.

Ermenistan'ın Karabağ'daki çatışmalarda ön plana çıkan eylemlerinin sivillere ve sivil yerleşim yerlerine gerçekleştirdiği saldırılar olduğu görülmektedir. Bu eylemler birer savaş suçudur. Lahey Kara Savaşları Hukuku ve Gelenekleri Konvansiyonu kuralları ve örfü konvansiyonun ve Cenevre Sözleşmeleri bu eylemleri açıkça yasaklanmış eylemler arasında saymaktadır. Özellikle Cenevre Sözleşmelerinin ağır ihlallerine atıf yaparak Uluslararası Ceza Mahkemesi statüsü, çarpışmalarda doğrudan yer almayan sivillere karşı veya sivil nüfusa karşı bilerek saldırı düzenlenmesi ya da askerî olmayan yani askerî maksatlı olmayan sivil hedeflere karşı kasten saldırı düzenlenmesi eylemlerini savaş suçu olarak saymıştır.

Öte yandan, savunmasız veya askerî hedef oluşturmayan kent, köy, yerleşim yeri ve binaların, hatta mezarlıkların bombalanması veya bu yerlere herhangi bir araçla saldırılması da savaş suçları arasında sayılmıştır.

Yine, Ermenistan'ın sivil ölümlere yol açacak şekilde hayati öneme sahip altyapı unsurlarını ayrım gözetmeksizin ve sistematik olarak hedef alan, askerî gereklilik olmadan yasa dışı ve keyfî olarak mülkiyetin yaygın yok edilmesi niteliğindeki eylemleri de bu bağlamda suç oluşturmaktadır. Cenevre Sözleşmeleri, herhangi bir silahlı çatışmada çatışmanın taraflarının savaş yöntemleri veya savaş araçları seçme hakkının sınırsız olmadığını belirtmekte ve buna paralel olarak, Uluslararası Ceza Mahkemesi statüsü kendiliğinden veya ayrım yapmadan uluslararası savaş hukuku ihlalleri oluşturan silah, mermi, malzeme veya savaş yöntemleri kullanılmasının savaş suçu olduğunu ifade etmektedir. Yine bu bağlamda, Ermenistan'ın sivillere ve sivil yerleşim yerlerine patlayıcı ve etki gücü yüksek füzelerle saldırması da kullanmaması gereken silahları kullanarak savaş suçunun işlendiği değerlendirmesine konu oluşturmuştur.

Raporda işlenen suçlarla ilgili şüphelilerin yargılanmasına yönelik birden fazla hukuki seçenek değerlendirilmiş ancak bunların hiçbirinin uygulanabilir olmadığı sonucuna varılmıştır. Ermenistan ve Azerbaycan'ın Uluslararası Ceza Mahkemesinin yargı yetkisini tanımamış olması, bu mahkemenin bu suçlara dair görev yapmasını engelleyen esas unsurdur. Bu tür durumlarda, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin Uluslararası Ceza Mahkemesi savcılığından söz konusu çatışmalara dair soruşturma başlatmasını istemesi tek seçenek olarak durmaktadır. Buna ilişkin örnekler mevcuttur. Örneğin, taraf olmayan Libya, yine taraf olmayan Sudan'la ilgili olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Uluslararası Ceza Mahkemesi savcılığını harekete geçirmiştir. Ayrıca, özel mahkemeler kurulmak suretiyle sorumluların ve bu cinayetleri işleyenlerin yargılandığı diğer davalar da diğer mahkemeler de olmuştur. Bunlardan bir tanesi de eski Yugoslavya'daki işlenen suçlarla ilgili mahkemelerdir. Bildiğiniz gibi, son olarak, Kosova'yla ilgili de bir yargılama süreci başlatılmıştır.

Bizim öngörümüz, önümüzdeki süreçte yapılacak değerlendirmeler, karşılıklı görüşmeler ve her iki tarafın menfaatleri ve ekonomik gerekçeleri de nazara alınarak, bu savaşta sivil yerleşim yerlerinde insanları canice katlederek, kullanılması mümkün olmayan bombaları, füzeleri kullanarak, hatta mezarlıklardaki ölülerini defnederken bu insanların üzerine bombaları bocalayarak suç işleyen Ermeni Devlet Başkanından tutun da yetkililerine ve askerî yetkililerine kadar herkesin yargılanması muhakkak ki gerçekleşecektir. Bunun yanı sıra, İnsan Hakları İnceleme Komisyonu heyetinin sahadaki bulgularla teyit ettiği üzere, Ermenistan'ı savaşa sürükleyen ve bu savaşı yöneten sivil ve asker yöneticiler sivillere karşı işledikleri savaş suçlarından dolayı Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanmalı ve yol açtıkları zararları tazmin etmelidir. Diğer taraftan, her iki ülke de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi statüsünü kabul etmişlerdir. Dolayısıyla işlenen bu eylemler nedeniyle ortaya çıkan zararların tazmini cihetine de gidilebilecektir. Birleşmiş Milletler, işlenen savaş suçlarını ve diğer insan hakları ihlallerinin tespit edilmesi ve sonrasında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin harekete geçirilmesi için ivedilikle bir özel raportör atamalıdır. Zira bu suçlar işlenirken tüm uluslararası kurum ve kuruluşlar ne yazık ki gözlerini kapamış, kulaklarını tıkamışlardır; burada canice siviller katledilmiştir. Yine, Avrupa Konseyi, hatta süreç içerisinde Ermenistan'ın başvurusu üzerine İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen ikircikli ve taraflı karar muvacehesinde, Türkiye'yi de işin içine katmak suretiyle, burada objektif ve tarafsız olmadığını bizatihi göstermiştir. Bu süreçte Avrupa Konseyi de yeniden yaşananları nazara alarak devreye girmek zorundadır.

Değerli arkadaşlar, Komisyonumuz kırk dört günlük savaşın Türkiye'deki Ermeni toplumuna yansımalarını da ele almış ve Türkiye-Ermeni toplumunun bu çatışmadan nasıl etkilendiğini yerinde ziyaretler üzerinden gözlemlemiştir. Bu ziyaretlerde Ermeni cemaatinin nabzının tutulmuş olması, cemaat kanaat sözcülerinde ciddi bir memnuniyet uyandırmıştır. Bu ziyaretlerimiz sırasında, değerli arkadaşlar, alt komisyon üyelerimizin müşahede ettiği üzere, tüm Ermeni kanaat önderleri, Patrik Maşalyan'dan tutun da diğer vakıf temsilcilerine kadar böyle bir ziyaretin gerçekleştirilmesinin, kendilerinin fikir ve düşüncelerinin alınmasının ilk defa karşılaşılan bir durum olduğunu, büyük bir memnuniyet teşkil ettiğini ifade etmişlerdir.

Heyetimizin bu gözlemler sonucunda ulaştığı ana bulgu, Ermenistan'ın Azerbaycan'a saldırmasıyla başlayan gerilim ve çatışma ortamının Ermeni cemaatini psikolojik olarak bir nebze de olsa gerilim ve kaygı içine soktuğu olmuştur. Bu süreçte Ermeni toplumuna karşı hiçbir fiziki saldırının olmayışı ve hükûmetin Ermeni toplumunu korumaya dönük olarak aldığı tedbirler, cemaat kanaat sözcüleri tarafından memnuniyetle belirtilmiştir. Bununla birlikte, her türlü medyada Ermeni toplumuna dönük olarak kullanılan yoğun nefret ve şiddet dilinin cemaat mensuplarında ciddi bir rahatsızlık olduğu kaydedilmiştir ne yazık ki. Biliyorsunuz, bu tür mecralar kontrolden çıkmış ve geneli olarak da kontrolü mümkün olmayan mecralar olduğu için eylemin önlenmesi mümkün olmasa da sonuç itibarıyla bu eylemleri gerçekleştirenlerin sonradan haklarında soruşturmalar başlatılmış olduğunu da burada belirtmek isterim. Bunu önlemek için mevzuat yeterli olsa da uygulamada daha fazla titizlik ve hassasiyet gösterilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Değerli arkadaşlar, İnsan Hakları Eylem Planı'nda bu konunun müstakil bir başlık olarak ele alınmış olması memnuniyet vericidir. Biliyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanımız bir süre önce İnsan Hakları Eylem Planı açıklamasında bulundu ve bu açıklanan planın başlıklarından bir tanesi de nefret suçlarıyla ilgili olarak bir başlık açılması ve daha detaylı bir mevzuat düzenlemesi cihetine gidileceğine ilişkin bir başlık idi.

Bu çerçevede heyetimize aktarılan hususlardan biri de Ermeni cemaatine mensup vatandaşlarımızın kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilmesinin eşitlik ilkesi içerisinde gerçekleştirilmesi hususudur. Ermeni cemaati mensubu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, kamu hizmetlerine girişte ayrımcılığa maruz kaldıkları algısına sahiptir. Raporda bu algıyı dönüştürmeye dönük pratik adımlar atılması ihtiyacına vurgu yapılmıştır.

Değerli arkadalar, bu süreçte kamu kurumlarımıza Ermeni vatandaşlarımızdan aldığımız istek, talep ya da şikâyetler doğrultusunda yazışmalar gerçekleştirdik, bu yazışmalar neticesinde de cevaplarımızı aldık, bu cevapları da raporumuzun içerisine dercettik. Aldığımız cevaplarda Ermeni vatandaşlarımızın özel olarak, yasadan kaynaklanan, objektif olmayan, herhangi bir şekilde memuriyete atanamadıklarına ilişkin herhangi bir durum söz konusu değildir. Çünkü burada memuriyete atanmanın başat ve ön koşulu Türk vatandaşı olmak koşulu ifade edilmiştir ve Ermeniler de bizim vatandaşlarımız oldukları için diğer bütün vatandaş unsurlarımız gibi aynı çerçeveye sahiptir. Ancak burada belli bir algı oluştuğu, alınmadığına yönelik bir algının varlığına da orada şahitlik etmiş olduk ve dolayısıyla bu noktada bu algıyı değiştirecek pratik birtakım adımlar atılması gerektiğine ilişkin de bir ifadede bulunduk.

Yine, vatandaşlarımız, 2013'te Vakıflar Tüzüğü'nün vakıf yönetim kurulu üyeliklerine seçimi düzenleyen hükümlerinin iptali sonrasında ortaya çıkan boşluğun doldurulmasını da önem arz eden bir husus olarak bize aktarmışlardır. Bu konuda da İnsan Hakları Eylem Planı'nda, malum, biliyorsunuz, yönetmeliğin düzenlenmesine ilişkin bir başlık açılmıştır ve önümüzdeki süreçte inşallah bu noktada da somut adımlar atılacak ve Ermeni vatandaşlarımızın bu beklentisi de karşılanmış olacaktır.

Yine, değerli arkadaşlar, İnsan Hakları Eylem Planı'nda bir husus daha var, malumunuz, o da öğrenci, memur, her kim olursa olsun çalışanların... Çalışanların dinlerinin farklılık arz etmesi durumunda kendi dinî bayramlarının da tatilleri olacağına ilişkin bir hüküm, bir başlık konulmuştu İnsan Hakları Eylem Planı'mızda. Dolayısıyla Ermeni vatandaşlarımız da Hristiyan dinine mensup kimseler olarak dinî bayramlarında bundan sonra yapılacak düzenlemeyle izinli sayılacaklardır. Bu da bir kazanım olarak değerlendirilebilir.

Değerli milletvekilleri, son olarak şunu da belirterek sözlerimi tamamlamak istiyorum: Türkiye'de Ermenice yayın yapan Luys TV'ye on yıllık yayın lisansı verilmiş olması ve Türkiye Ermeni cemaatine yönelik yayın yapan gazetelere 2012-2019 yıllarında Basın İlan Kurumu Genel Kurulu tarafından alınan kararlarla toplam 1 milyon 408 bin Türk lirası nakdî yardımda bulunulması da Komisyonumuzca takdirle karşılanan bir husustur.

Değerli arkadaşlar, kısaca, rapora ilişkin söyleyebileceklerim bunlar. Bunun dışında görüşmelerimizi genişletme ve 116 sayfalık raporumuzun diğer hususlarıyla ilgili olarak da genişçe bilgi verme imkânımız vardır ama dileyen arkadaşlarımızın.... Zaten raporda bunları okudular ve gördüler. Şimdi değerlendirmeler kısmına geçeceğiz.

Şunu özellikle ifade edeyim: Azerbaycan'daki ziyaretimiz esnasında biz özellikle birinci dereceden yakını diyeceklerimiz yani dava açmakta hukuki menfaatleri olduğunu bildiğimiz, gördüğümüz, tespit ettiğimiz kişilerin de ıslak imzalı ifade tutanaklarını aldık ve bunlardan bir iki tanesini buraya örnek gösterdik. 94 Azerbaycan vatandaşının katledilmesi nedeniyle hukuki menfaati bulunan, dava açmakta hukuki menfaati bulunan Azerbaycanlı vatandaşlarımızın da burada özellikle ifade tutanaklarının ıslak imzalı olarak bizlerde bulunduğunu söylemek istiyorum.

Yine, önümüzdeki günlerde inşallah Meclis Başkanımızla görüşmek suretiyle... Burada elde ettiğimiz bir kısım görüntüler var, bunlar hiçbir vicdanın kabul etmeyeceği, hiçbir insanlığın âdeta görmediği şekilde kötü görüntüler ve biz buradan elde ettiğimiz görüntülerle bunların hangilerinin kullanılıp kullanılamayacağı Meclis Başkanımızın takdirinde olmak suretiyle bir sergi de Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde açmayı düşünüyoruz.

Yine, bu raporumuzla ilgili olarak bir panelle kamuoyuna duyurmayı arzu ediyoruz, Meclis Başkanımıza bunu arz ettik, kendilerinden cevap bekliyoruz ve biz de bu arada hazırlıklarımıza devam ediyoruz.

Değerli arkadaşlar, şimdi söz almak isteyen diğer milletvekili arkadaşlarıma söz vermek istiyorum. Bu şekilde müzakerelerimizi sürdürmek gerekiyor.