KOMİSYON KONUŞMASI

ATİLLA KART (Konya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, Komisyonun değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bugün, 9 Nisan 2010 tarihinde Anayasa Komisyonunda yaptığımız müzakerenin bir benzerini yapıyoruz. Aynen o gün de getirilen teklifin tıpkısı karşımıza geldi. Değişen en ufak bir şey yok. Zaman zaman sanki değişen bir teklif varmış gibi ifade edildi, hayır. 9 Nisan 2010 tarihinde Anayasa Komisyonunda 23'üncü Dönemde görüştüğümüz teklifin aynısını bir kez daha müzakere ediyoruz.

Böyle bir süreç içinde ben de öncelikle birtakım genel değerlendirmeler yapmak istiyorum. Daha sonra teklife yönelik olarak somut değerlendirmelerimi, eleştirilerimi dile getireceğim.

Siyasi partiler elbette demokratik sistemin vazgeçilmez unsurudur, bunda bir tereddüt yok. Sözü çok uzatmadan söylüyorum; siyasi partiler aynı zamanda Fransız kamu hukukçusu Vedel'in deyimiyle demokrasinin katlinin müsebbibi de olabilir. Böyle bir, iki yönlü bir özelliği var siyasi partilerin. Yani aynen oradaki ifadeyle söylüyorum: "Demokrasi siyasi partiler olmaksızın yaşayamaz ancak siyasi partiler yüzünden de son bulabilir." Bunun yakın tarihte çok dramatik örnekleri vardır.

Şimdi, bu sebepledir ki demokrasilerin kendilerini koruyacak tedbirleri alması son derece doğaldır, gereklidir, zorunludur. Önemli olan ne? Önemli olan bu demokratik tedbirlerin içeriğidir, niteliğidir. Bunun adını koymak gerekiyor, bunun çerçevesini çizmek gerekiyor. Burada da -biz o zaman da ifade ettik, bugün de aynı noktadayız- demokrasiler hukuk yoluyla ve siyaset yoluyla korunur, korunmalıdır. Bunun yöntemini, bunun içeriğini ortaya koymamız gerekiyor. Burada Siyasi Partiler Yasası'nın 78 ve müteakip maddelerindeki 15-20 madde alt başlığıyla düzenlenen ve bu yönüyle Venedik Komisyonundaki ilkelere aykırılık teşkil eden o değerlendirmelere iştirak etmiyorum tabii, o düzenlemelere iştirak etmiyorum ama burada çerçeve çok net olarak şu ana başlıklarda toparlanmalıdır: Demokratik devlet düzeni, temel hak ve özgürlükler, temel hak ve özgürlüklerin koruması ve devletin varlığı yani anayasal kurumların korunması, anayasal kurumların işlevini kaybetmemesi. Bunların hepsi takdir edersiniz ki birbirini tamamlayan dinamiklerdir.

Tabii, bunun yanında, gene 2010'da da çok net olarak -tutanaklar önümde, aynen duruyor- şunu ifade etmişiz: Siyasi partiler elbette şiddeti himaye etmemelidir, elbette ırkçılık, nefret söylemi, cihada çağrı anlamında bir uygulamanın, eylemin içinde olmamalıdır. Buna bir de neyi ilave etmek gerekiyor değerli arkadaşlarım? Asıl, tabii, günümüze gelmek gerekiyor. Biraz evvel, Sayın Bakan, Sayın Başbakan Yardımcısı on iki yılın sonunda, hâlen, geldiğimiz noktada mağduriyet söylemini dile getirerek burada bu teklife gerekçe yaratmaya çalışıyor. On iki yılın sonunda Türkiye'de, iktidar nüfuzunun kötüye kullanılması suretiyle, bizzat bir siyasi iktidar eliyle o demokratik devlet düzeni yok edilme noktasına geliyorsa, anayasal kurumlar işlevini yapamaz hâle geliyorsa bunu sorgulamamız gerekiyor, konuşmamız gereken bu, konunun özü bu, esası bu. Biraz daha tabii somutlaştırayım.

Bir siyasi parti değişik yol ve yöntemlerle -bunları somutlaştırarak anlatacağım- siyasi iktidar yoluyla ve devlet nüfuzunu kötüye kullanarak o anayasal kurumları askıya alıyorsa, demokratik devlet düzeninin askıya alınması sonucunda anayasal kurumlar işlevini kaybediyorsa, toplumsal barış, temel hak ve özgürlükler tehdit altına alınıyorsa orada değerlendirmemiz gereken başka boyutlar söz konusu, başka unsurlar söz konusu. Günümüzde artık dikta yapılanması sadece askerî darbeyle ya da askerî vesayet yoluyla yapılmıyor. Kabul etmek gerekir ki Adalet ve Kalkınma Partisi bu konuda demokrasimize bir katkı sağladı. Ha, o demokrasimize katkıyı sağlarken yarattığı tahribat, ayrıca tabii sorgulamamız gereken bu. Bunu yaparken siz devlet nüfuzunu kötüye kullanmak suretiyle bir dikta yapılanmasının, bir tek adam yönetiminin; önce parti devleti, daha sonra polis devleti yapılanması, giderek tek adam yönetiminin dinamiklerini oluşturuyorsanız işte, asıl sorgulamamız gereken bu değerli arkadaşlarım. Tabii, bu askerî vesayetin sonra erdirilmesi noktasında elbette bunu kalkıp Adalet ve Kalkınma Partisine tümden onların çalışmasının, onların hedefinin sonucu olarak görmek, bu, kabul edilemez. Avrupa Birliği süreci, demokratik olgunluk, yaşanan gelişmeler, bunların hepsi birer dinamik olarak bu süreçte etkili olmuştur.

Burada mağduriyet söylemi üzerinden Sayın Bakan konuşurken şunu ifade etti, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisine yönelik olarak dile getirilen o suçlamaların saçma sapan iddialar olduğunu ifade etti. Teşekkür ediyoruz. Daha ötesini söyleyeyim: O ifadeler çirkin ve aşağılık suçlamalardı. Türkiye'yi yönetme sorumluluğuna sahip olan bir siyasi iktidarın ne yapması gerekir? O iddiaların üstüne gitmesi gerekir, o iddiaları yaratan suç olguları ya da mahfiller, odaklar her neyse bunların sorumlusunu ortaya çıkarması gerekir, o fail ve sorumluları anayasal düzen içinde takip etmesi gerekir. Tıpkı 2007 Silivri soruşturmaları sürecinde olduğu gibi, yine her türlü suç ilişkilerinin içinde olan, himaye eden, sistemin çelişkilerinden beslenen, sömüren, her anlamda beslenen ve sömüren, ama bakıyorsunuz o sorumluluk noktasında kendisi dışında herkesi sorumlu gören bir zihniyeti, bir uygulamayı burada da görüyoruz. Burada da getirilen bu teklifi sanki bu anlayışla, efendim, muhalefet partilerine bir lütufmuş gibi, bir iyilik yapıyormuş gibi sunma gayreti içinde olan bir yaklaşımı görüyoruz. Bu yaklaşımın son derece ucuz bir yaklaşım olduğunu yeri gelmişken ifade etmek istiyorum.

Bakın, değerli arkadaşlarım, Türkiye'de 15 Ağustos 2014 tarihine kadar, o anayasal ihlalleri falan geçiyorum, Türkiye 15 Ağustos 2014 tarihinden bu yana anayasal darbe hâlinin süreklilik kazandığı bir ortam içinde. Tekrar ifade ediyorum; 15 Ağustos 2014'ten bu yana Cumhurbaşkanı eliyle, seçilmiş Cumhurbaşkanı eliyle Türkiye'de anayasal darbe hâli süreklilik kazanmıştır. Geliyorsunuz, seçilmiş Cumhurbaşkanı oluyorsunuz, tamam, tebrik ediyoruz, kutluyoruz, seçmene saygı, demokrasi anlayışımızın gereği olarak. Ne diyor? Anayasa diyor ki, amir bir şekilde diyor ki Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına: "Milletvekilliği kaydını düşüreceksin." Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına diyor ki: "Siyasi parti üyeliğini düşüreceksin." Dönemin 11'inci Cumhurbaşkanına diyor ki: "Vekâleten Başbakan görevlendirmesini yapacaksın." Bunlar resen yapılması gereken uygulamalar. Nerede Türkiye Cumhuriyeti'nin 1, 2, 3, 4, 5'inci sırasındaki bu anayasal kurumlar? Niye görevini yapmıyor? Niye görevini yapamaz hâle geliyor? Niye seçilmiş Cumhurbaşkanı bir siyasi partinin genel başkanının atamasını yapıyor? Uzak değil, kimseye iftirada bulunmuyoruz. Daha dün yaşadığımız olaylardan söz ediyorum. Bütün bu tabloyu görmeyeceğiz, okumayacağız, görmezden geleceğiz, ondan sonra işte, "Efendim, size lütufta bulunuyoruz. Bakın, biz böylesine engin bir demokrasi anlayışına sahibiz." diyeceksiniz, öyle mi? Ve biz de "Sağ olun, var olun." diyeceğiz, öyle mi?

Şimdi, bakın, değerli arkadaşlarım, Türkiye'de gerçekten... Tabii, burada şunu görüyorsunuz: Bakın, bakın, Türkiye Cumhuriyeti devletinin -bunu gerçekten kaygıyla, gerçekten büyük bir kaygıyla ifade ediyorum ama elbette umutsuz olmak boyutunda ifade etmiyorum- kurumları çalışmıyor, çalıştırılmıyor; bir tek adamın, Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın kişisel ve siyasi çıkarı ve kariyeri uğruna. Başbakanlığın 2012/15 sayılı Genelgesi. Ne yapıyorsunuz? Mera, orman, maden bütün bunların tahsis yetkisini, devir yetkisini bir genelgeyle Başbakana veriyorsunuz. Ya, senin maden mevzuatın var, senin çalışma mevzuatın var, o maden mevzuatına göre onlarca daire kurmuşsun. Onlar ne yapacak? Maden sicilini tutacak, ruhsatı tanzim edecek, gidecek sahada inceleme yapacak. Yani kanuni bir düzenlemeyle bile bunu yapmak yanlış, sakıncalı, Anayasa'ya aykırı, kanuni düzenleme yapmaya gerek görmeden genelgeyle bu işleri yapıyorsunuz. 2012'den bu yana Türkiye'nin bütün değerleri üzerinden en üst düzeyde bir havuz oluşturulmuş, biz burada geliyoruz, tiyatro, iktidarın sergilemek istediği tiyatroya "Buyurun, siz de iştirak edin." teklifiyle karşı karşıya geliyoruz. Cumhurbaşkanı fezlekeleri kayıp ya, Cumhurbaşkanını fezlekeleri kayıp. Yazıyoruz, çiziyoruz, cevap alamıyorsun.

Türkiye'de bakın, kaygımız odur ki 7 Haziran seçimlerinde, Türkiye, bırakın seçimlerin güvenliğini seçimlerin meşruiyetini tartışacak. Ne yapmışız o seçimlerin güvenliğini? 12 Eylül 2010 Anayasa referandumundan bu yana yaşıyoruz zaten. Orada ne yapıyoruz? 12 Eylül 2010, o zaman paraleldik, o zaman iş birliği içindeydik. İşte, okyanus ötesinden dediler ki: "Ölülere bile 'evet' oyu kullandıracaksınız." Hemen Adalet Bakanı da Elbistan'dan konuştu, dedi ki: "Efendim, bu referandum o kadar önemli ki 10 genel seçime bedel." ve sandığa müdahale başladı. O talimat, kanunsuz emir ve talimat hemen yürürlüğe girdi. Bu, Haziran 2011'de de devam etti. Yazıyoruz, çiziyoruz. 298 sayılı Yasa'daki seçim suçlarına muhalefetten dolayı kaç soruşturma var? Nihayet Sayın Bekir Bozdağ cevap vermek durumunda kalıyor, 2.586 soruşturma. Bunu Uğur Bayraktutan da takip etti, Ali Özgündüz de takip etti. 2.586 soruşturma nedir arkadaşlar? Her dosyada asgari 3-4 şüphelinin olduğunu varsaydığınız zaman -bu sayı değişebilir elbette- 10 bin seçim suçlusu. Ne yaptık Mayıs 2012'de? Zamanaşımı süresini iki yıldan altı aya indiren teklifi getirdik. Muhalefet partilerinin şiddetli muhalefeti üzerine, enteresandır, iktidar partisi de geldi, önerge verdi, dedi ki: "Ya, haklısınız. Bu değişiklik olursa seçim güvenliği yok olur." Ama suçlulara, o seçim suçlularına söz verildi, iki ay sonra tekrar öneri geldi, Temmuz 2012'de ne oldu? Zamanaşımı iki yıldan altı aya indi. Bunun anlamı ne? Bunun anlamı, biraz evvel sözünü ettiğimiz o 2.586 soruşturma dosyasının düşürülmesi yani affedilmesi demektir. Siyasi iktidar şu noktada hakikaten tutarlı, tırnak içinde ifade ediyorum: "Kanunsuz emir ve talimat yoluyla seçim suçu işletiyor 'Merak etmeyin, ben arkandayım.'" diyor ya.

BAŞKAN - Atilla Bey, biraz konuyla ilgili şey yapsak...

ATİLLA KART (Konya) - "Merak etmeyin, ben size verdiğim sözü tutarım." diyor.

BAŞKAN - Atilla Bey...

ATİLLA KART (Konya) - Ama hakikaten verdiği sözü de tutuyor.

BAŞKAN - Sayın Kart, biraz teklifle alakalı birtakım şeyler de söylesek iyi olur.

ATİLLA KART (Konya) - Tam da özünden konuşuyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hayır ama bunu dışarıda da söylersin, basın toplantısı yapıp konuşursun. Burayla ne alakası var bunların?

ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Bütün bir icraat burada dökülmez ki doğru ya da yanlış.

ATİLLA KART (Konya) - Tam da bunlar içeriğe yönelik olarak...

BAŞKAN - Olabilir yani doğru, yanlış; ben bir şey demiyorum içeriğine ama...

ATİLLA KART (Konya) - Siz katılmayabilirsiniz ama bir müsaade buyurun...

BAŞKAN - Katılmadım ama yine burası yeri değil Sayın Kart, kusura bakmayın yani her zaman aynı şeyi yapıyorsunuz.

ATİLLA KART (Konya) - Bakın, on üç yıldır yaşadığımız tavrınızı lütfen biraz şöyle gözden geçirin.

BAŞKAN - Atilla Bey, sizin tavır hiçbir zaman değişmedi. Buraya geliyorsunuz, A'dan Z'ye hangi konu varsa... Olacak bir şey mi ama bu? Doğru mu yaptığınız, sizin takdirinize sunuyorum ben bunu yani.

Buyurun.

ATİLLA KART (Konya) - Ama işte onun gerekçesini anlatıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Gerekçesi olur mu canım ya? Ortada bir teklif var; iyi midir, kötü müdür, bunu konuşalım. Ötekini basın toplantısı yap...

ATİLLA KART (Konya) - Bakın, bunun gerekçesini okuduktan sonra o bağlantıyı inanıyorum ki siz de kabul etmek durumunda kalacaksınız Sayın Başkan.

BAŞKAN - Peki, buyurun efendim.

ATİLLA KART (Konya) - Şimdi, ne yapıyorsunuz? Kanunsuz emir ve talimat yoluyla seçim suçunu işletiyorsunuz ve verdiğiniz sözü tutuyorsunuz. Yani, iktidar gücünün, iktidar nüfusunun organize bir şekilde, örgütlü bir şekilde kötüye kullanılmasından söz ediyorum, bu şekilde demokratik devlet düzeninin askıya alınmasından söz ediyorum. Bu durumda o siyasi parti hakkında ne yapacağız? Bu demokratik devlet düzenini, temel hak ve özgürlükleri nasıl korumaya alacağız? İşte, başından söylediğimiz noktaya geliyorum, asıl kritik nokta bu.

Bakın, kozmik oda -ilgili Bakan burada- dehşet bir olay. Efendim "O zaman birileri yaptı." O zaman Türkiye'yi sen yönetiyordun, benim muhatabım siyasi iktidardır siyaseten de anayasal olarak da, bu işin sorumlusu siyasi iktidardır. Elbette o işi organize edenlerin sorumluluğunu bertaraf etmiyorum. Ama bakın Türkiye o kadar kritik noktada ki, Türkiye bu Silivri soruşturmaları süreciyle, bu kozmik oda gerçeğiyle yüzleşme cesareti ve sorumluluğunu gösteremeyecek noktada çünkü bütün o ilişkilerin içinde bizatihi siyasi iktidarın kendisi var. Orada idari, adli ve yasama soruşturması başladığı zaman, kaçınılmaz olarak siyasi iktidarın rolü ortaya çıkacak, iştiraki ortaya çıkacak. O sebepledir ki ben bizzat Başbakanlığa başvurdum bu olayda, Başbakanlık Teftiş Kuruluna, bu süreci tahkik edip... Biliyoruz ki burada Halkların Demokratik Partisi bu paralel yapının araştırılması için araştırma önergesi verdi ama bütün bunlar reddediliyor çünkü bu gerçekle yüzleşme cesareti ve sorumluluğuna sahip olmayan bir iktidarla karşı karşıyayız.

Getirdiğiniz teklifle ne yapıyoruz? Getirdiğiniz teklifle de yani inanılır gibi değil ama şaşılacak bir şey değil... 2010'da siyasi iktidar açısından doğmuş olan o gerekçeler, aradan geçen dört beş yılın sonunda tabii katlanarak arttı. Anayasal ihlaller, yasaya aykırı uygulamalar öylesine vahim boyutlara ulaştı ki, geliyoruz, "İdarenin eylem ve işlemleri de siyasi parti kapatmalarının içinde, orada odak unsurunun tayininde bir unsur değildir, bir dinamik değildir." diyoruz. Ya, idareyle...İdare devasa bir organ, işte, muazzam bir organ, ayrı bir organ, Hükûmetin sorumluluğuyla, anayasal sorumluluğuyla görev yapan bir organ. O organla siyasi partinin ne ilişkisi var? O yerel yönetimlerin, o genel merkezî idarenin işlem ve eylemlerinin siyasi partinin faaliyetleriyle ne ilgisi olabilir? Efendim "Orada, onlar hakkında zaten yasal bir ihlal yapılıyorsa onlar hakkında adli yaptırım süreci işliyor." hemen bu gerekçe getiriliyor. Tamam, o elbette işleyecek, onu da engelliyorsunuz ya, o da ayrı bir bahis. Kanunsuz emir ve talimatlar yoluyla o süreci zaten engelliyorsunuz, sorun o. Ama orada, o adli yaptırımın işlenmesi burada bir siyasi partinin o nüfus suistimali yoluyla, iktidar gücüyle, demokratik devlet düzenini ve temel hak ve özgürlükleri askıya alma girişiminin ayrıca sorgulanmaması için bir gerekçe olamaz. Yani, burada sanki mükerrer bir yaptırım varmış gibi bir izlenim yaratmanın hiçbir anlamı yok, hiçbir ciddiyeti yok, hiçbir tutarlılığı yok.

Ne yapmak istiyoruz? Ceza Kanunu'nun 277'nci maddesi adil yargılamaya müdahale, biliyorsunuz. Ne yaptık? 17-25 Aralık süreciyle bağlı olarak, orada kolluk aşamasındaki müdahaleyi suç olmaktan çıkardık. Niye? E, çünkü Adalet Bakanı başta olmak üzere, suçüstü hâlleri mevcut. Yani, o suç ve ceza kavramının özünü ortadan kaldırıyoruz. Burada da ne yapıyoruz? Suç işlenecek, suçun yaptırımsız kalması; böyle bir siyaset anlayışı, böyle bir siyaset kültürüyle Türkiye karşı karşıya.

Burada getirilmek istenen bu düzenlemeyle bir taraftan tabii 2010'da bu anlamda tamamlanamayan, aradan geçen dört beş yıl içinde siyasi iktidarın anayasal ihlallerinin, Anayasa'yı askıya almasının getirdiği bir defans hâliyle gerek geçmişe yönelik olarak kendisine af getirme düzenlemesi ve gerekse geleceğe yönelik olarak bundan sonraki anayasal ihlallere bir anayasal himaye getirme girişimidir, bu teklifin özü budur, anlamı budur. Çünkü, özellikle 17-25 Aralık sürecinden sonra, özellikle MİT'in Nisan 2013 tarihli Başbakana vermiş olduğu raporla da ortaya çıktığı üzere, burada siyasi iktidarın hiçbir şekilde üstü örtülemeyecek şekilde sorumluluğunu gerektiren bir dönem yaşanmaktadır. Bu anlayışla getirilen bir düzenleme söz konusudur.

Burada, bir diğer vurgulamak istediğim husus da şudur: Elbette siyasi partilerin kapatılmasını sadece Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının yani bir kişinin o iradesine, siyasi ve hukuki sonuçlar doğuracak iradesine bağlamamak gerekiyor, kabul, bunu 2010'da da ifade ettik. Bu anlamda, bir kademelendirmenin, daha çoğulcu bir yapının oluşturulması gerekiyor. Burada, Sayın İyimaya'nın -tabii onun huzurunda ifade etmek isterdim, daha evvel de ifade etmiştik- yine, Sayın Bakanın o zaman Meclis Başkanı olarak açılışını yaptığı TESAV'ın 2005 yılındaki bir sempozyumundaki bir konuşmasını gene kayıtlara geçirmek isterim Değerli Başkan.

Burada Sayın Ahmet İyimaya gerçekten gene akademik anlamda son derece ciddi bir çalışma yapmış, bilimsel bir çalışma yapmış, atıflarda bulunmuş ve sonuçta şunu söylüyor, o ilgili bölümü aynen okuyorum: "Arkadaşlar, parti kapatma rejimi Türkiye'de gerçekten sorun. Anayasa'mızın 69'uncu maddesini doğru okumaya mecburuz. Anayasa'mızın 69'uncu maddesi militan demokrasinin sadece bir aracı değil, bir çıkış garantisidir. Çıkış garantileri ara rejimlerin olağan dönemlerde de ideolojilerini ve iradelerini egemen kıldıkları araç modelleridir. 69'uncu maddede yapılacak değişiklik parti kapatmayı demokratik gereklerle sınırlayacak, şu andaki kapatma sebeplerini ortadan kaldıracak, somut kriterleri içerir nitelikte olmalıdır."

Üstadım, sizin makalenizden söz ediyorum. Tekrar ifade edeyim.

AHMET İYİMAYA (Ankara) - Oylamaya gittik zorunlu olarak.

ATİLLA KART (Konya) - TESAV'ın 2005 tarihli toplantısında parti kapatmayla ilgili olarak Sayın Bakanın Meclis Başkanı sıfatıyla açılış konuşmasını yaptığı, sizin de katılımcı olduğunuz panelden söz ediyorum. "Parti kapatma davasını cumhuriyet başsavcısı değil..." "Türkiye'nin ve demokrasinin kaderi başsavcıya terk edilmeyecek kadar önemlidir." Aynen katılıyorum. "...bir ayıklama kurulu, Yargıtay Ceza Daireleri başkanlarına teşekkür edecek bir ayıklama kurulu açmalıdır yahut savcı bu kurulun kararı üzerine açabilmelidir." Şu paragraf çok önemli: "Siyasi Partiler Yasası dava açmayı tahrik eden iki kurum öngörüyor; siyasal partiyi ve Adalet Bakanını. Bunlardan derhâl vazgeçilmelidir. Yani, bir siyasi parti bir başka siyasi partinin kaderi hakkında, akıbeti hakkında karar vermemelidir. Oyunda yarışanların, rekabet içerisinde olanların 'Falanca partiyi kapatın.' demesi hem ahlaka hem yapıya hem demokrasiye uymaz." diyorsunuz. Ben tabii bu değerlendirmenize esas itibarıyla katıldığımı ifade ediyorum ve bunu tabii sizin ayrıca takdirlerinize sunuyorum Sevgili Başkanım.

Şimdi, tabii, bunları akılcı bir şekilde müzakere etmemiz gerekiyor. Konjonktürel olarak, bir etki-tepki yaklaşımı içine girmeden, o demokrasiyi yok edecek gelişmelere yol açmadan bunları sağlıklı bir şekilde müzakere etmemiz gerekiyor, değerlendirmemiz gerekiyor. Bakın, bu düzenlemenin -bunu Anayasa Uzlaşma Komisyonunda da ifade ettik- en tehlikeli sonuçlarından birisi de değişik manipülasyonlarla Parlamentoda grubu bulunan partilerin Parlamento dışındaki yüzde 2 almış, yüzde 5 almış, yüzde 7 almış bu partileri kapatmasının önünü açmaktır. Türkiye'de maalesef demokrasi kültürünün, demokratik olgunluğun yeterince gelişmediğini göz önüne aldığımız zaman bu çok da şaşılacak bir şey değildir. Böyle bir tabloda siyasi iktidar olarak, teklif sahipleri olarak samimi isek, tutarlı isek ne yapmamız gerekir? Bununla bağlı olarak hemen tereddütsüz barajı kaldırmamız gerekir, siyasi parti mevzuatına yönelik üçüncül bir düzenlemeyi yapmamız gerekir. Bütün bunları yapmayacağız, burada kendimizi gerek geçmişe yönelik olarak, siyasi parti olarak, iktidar olarak nüfus suistimali yoluyla gerçekleştirdiğimiz anayasal ihlaller ve bundan böyle gerçekleştireceğimiz anayasal ihlaller yönünden korumaya almaya yönelik olan bu teklifin bizce hukuki anlamda, demokratik anlamda ciddiye alınır bir yönü yoktur. Bu gerekçelerle bu teklife karşı olduğumuzu ifade ediyorum Değerli Başkanım.