| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3632) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 27 .05.2021 |
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Bütün katılımcılara toplantıya hoş geldiniz diyorum.
Şimdi, Sevgili Başkanım, önce usule ilişkin iki talebim var. Bu görüşülmekte olan kanun teklifiyle benzer teklifler. Benzer değil tabii ki farklı ama aynı konulara ilişkin teklifler benim tarafımdan da verilmişti daha önce. 17 Aralık 2019 tarihinde vermiş olduğum bir kanun teklifi var; burada 0-6 yaş grubu çocuklarla alakalı bir düzenleme önermiştim.
Cezaevlerinde yapılan araştırmalarda bazı veriler var, önce onlarla ilgili bilgi vereyim: Koğuşların kapasitesinin 3 katı yurttaş tarafından işgal edildiği, infazda değişiklik yasasından sonra böyle bu hâle geldiği; kasıtlı psikolojik baskı araçlarının kullanıldığı; kışın ısınma probleminin olduğu; temiz suya erişme sorununun olduğu; su temininde sorun olduğu; çocukların özellikle yaşlarına uygun olarak alanlara çıkarılmadıkları; hobi faaliyetleri için imkân sağlanmadığı; sağlığa erişim hakkının çok net bir şekilde engellendiği; doktor muayenelerine tutuklu ve mahkûmların kelepçeli götürülmesi karşısındaki travmatik tablo vesaire falan. Bütün bunları bir kenara koyduğumuzda, bu yasa teklifinde de esasında kısmen bir tartışma konusu yapılmış olan durum söz konusu.
Bunlara ilişkin Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'da bir değişiklik teklifim vardı. "Doğumun üzerinden altı ay geçmeyen kadınlar hakkında infazın altı yıl ertelenmesi." şeklinde bir ibarenin kanuna, dördüncü fıkraya eklenmesi yönünde bir teklifim vardı; önce onu dile getiriyorum ve İç Tüzük'ün 35'inci maddesine göre birleştirilerek görüşülmesinin uygun olacağını düşünüyorum.
Yine, 5275 sayılı Kanun'un 16'ncı maddesinin (6)'ncı fıkrasında "...ve toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen..." ibaresinin kaldırılması gerektiğini düşünüyorum. Anayasa'nın eşitlik ilkesine çok açık ve net aykırılık teşkil ediyor. Sağlık hakkı açısından, vücut bütünlüğü açısından, Hocamın da az önce dile getirdiği gibi, bırakın mahkûmiyeti, tutuklulara bile bu madde uygulandığında bazı haklara erişimin doğrudan engellendiği bir tablodur ki siz aksine bu getirdiğiniz teklifle beraber bunu biraz daha pekiştirme ihtiyacı duyuyorsunuz anladığım kadarıyla; tam aksine bu bendin kaldırılmasını talep eden 2 önergem var, teklifim var ve onların birleştirilerek görüşülmesini talep ediyorum.
Sayın Başkanım, değerli katılımcılar; bu teklifi olumlu olumsuz yanlarıyla değerlendiririz; nihayetinde madde madde de değerlendirmeleri yapacağız. Konuya çok detay olarak şimdi girdiğimizde o maddelerde anlatacaklarımızı peşinen anlatıp haksızlık yapmış olabiliriz ama ortada bir garabet yaşıyoruz, hukuk dünyası açısından bir garabet yaşıyoruz. Aşağı yukarı yirmi yirmi beş gündür Türkiye'ye yönelik ifşaat yapılıyor. Ben ifşaatı yapanların adını anmayacağımı daha önce buradaki Adalet Komisyonu toplantımız sırasında söyledim. Biz Türkiye Büyük Millet Meclisinin milletvekilleri olarak devletimize ne kadar değer verdiğimizi kullandığımız üslupla doğru izah ederek ortaya koymak zorundayız ama bu devlete verdiğimiz ve bu millete verdiğimiz değerin bir diğer yansıması da hukukun doğru işlemesidir. İfşaatın nereden geldiğinden, kimden geldiğinden çok ifşaatın itibar edilebilir olup olmadığının kamuoyunda yaratmış olduğu tablodur yani hukuk, kamuoyu vicdanını tatmin etmek zorundadır.
Tam yirmi beş güne yakın oldu, bilemiyorum ben o videoların bir kısmını izliyorum, bir kısmını izlemiyorum yani bana göre eleştirel yanları var, dikkate değer yanları var vesaire. Ben kendi açımdan bakışımı size burada empoze etmek durumuna sokmayacağım kendimi ama Allah için ya, bir savcı çıkıp "Ben bunu soruşturuyorum." demedi. Bakınız, son birkaç yıldır özellikle, HSK'nin ve başsavcılıkların basın birimleri var. Toplum soruyor "Ya, bu kadar ifşaat yapılıyor; bunlarla ilgili bir adım atıldı mı?" Bir savcılığın basın birimi çok çeşitli konularda açıklamalar yapmalarına rağmen, toplumu aydınlatmalarına rağmen bu konuyla alakalı "Biz başlattık, şunu yaptık, bunu yaptık." diye yirmi yirmi beş gündür ağzını açmadı.
İşin ilginç tarafı yani Anayasa'da erk olarak sayılan hukuk bu tekçi Anayasa'nın bütün hükümranlığını üzerinde hissederek bu suskunluğu yaratmışken, ikinci bir suskunluk "dördüncü kuvvet" dediğimiz basında yaşandı. Basının belli kısımları kendini bağımsız, özgür hissediyor -ya da bu iktidarla bağlı hissediyor hissetmiyor; bunlar abesle iştigal tariflerdir esasında hem basın için hem yargı için- onlar bu konuyu sorguladılar ama iktidardan belki kendine alan yaratan, belki varlığını iktidara borçlu hisseden birtakım basın kuruluşları -ve Türkiye'nin çoğunluğu bunlar, basın olarak çoğunluğu- bugüne kadar ağzını açmadı ya! Bizi böyle bir ülkede yaşatmak zorunda kalmanın acısını yüreklerinizde hissedin diye bunları söylüyorum. Arkasında durduğunuz Anayasa, arkasında durduğunuz devlet yönetme biçiminin Türkiye'yi getirmiş olduğu yer budur ve burada hukukçular olarak konuşurken bunu ben içime sindiremiyorum, sizin de sindiremediğinizi sizin adınıza dile getirme ihtiyacı hissediyorum. "Ben içime sindiriyorum." diyeniniz varsa çıksın arkasında dursun kardeşim; desin ki: "Yirmi beş gündür ağzını açmayan yargıyı da içime sindiriyorum, yirmi beş gündür bunu konu edinmeyen basını da içime sindiriyorum."
Dost sohbetlerinde bir şey söylemiştim. Ben tam on beş yirmi gündür basına çıkıp bu konularla ilgili çok fazla da konuşmuyorum açıkçası; bekliyorum ki devletin kurumları bu konuları bir şekilde çözümlensin. Ucuz konuşmayalım, rastgele konuşmayalım, devleti de zan altında bırakmayalım; bu devlet bizim devletimiz. İnşallah Allah izin verirse çok kısa süre içerisinde aynı bürokratlarla beraber, aynı kadrolarla beraber bu devleti biz yöneteceğiz; kimseyi zan altında bırakamayız. Aynı yargıyla beraber yine biz yöneteceğiz, onları da zan altında bırakamayız diye ağzımızı açmıyoruz ama dost sohbetlerinde şunu söyledim: "Bakın, Sayın Cumhurbaşkanı konuştuğu andan itibaren bu 2 kurum da konuşur hâle gelecek." Acı değil mi? Çok acı değil mi? Sayın Cumhurbaşkanı dün bu konuyla ilgili iki buçuk kelime etti. "İçişleri Bakanının arkasındayız, eski Başbakanımızın da arkasındayız." dedi, sahiplendi sahiplenmedi; ben böyle gazete köşelerinde yazıldığı şekliyle bu işleri değerlendirmiyorum, kim nasıl değerlendirirse değerlendirsin. İki buçuk kelimeden sonra bu dediğim basın konuşmaya başladı, tam Sayın Cumhurbaşkanının söylediği yerden konuşmaya başladı; bu zatı asıyor, kesiyor, oraya sıkıştırıyor, buraya sıkıştırıyor vesaire.
Sayın Cumhurbaşkanı yargının yerine geçti, dedi ki "Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı bununla ilgili soruşturma başlattı." Hani erkler ayrılığı vardı? Tamam, Sayın Cumhurbaşkanı devleti temsil ediyor, burada hiç beis yok, devletin adına çıkar bu açıklamayı da yapar. Anayasa 104'e göre bütün kurumların koordinasyonuyla alakalı da bir görevi var, burada da bir beis yok, çıkıp bunu anlatır ama yargı, kendini anlatamayacak kadar âciz mi arkadaşlar ya? Nasıl bir devlet yapımız var bizim? Nasıl bir yere sıkıştırdınız siz bizi bu Anayasa'yla beraber? Nasıl mubah görüyoruz biz bu millete bunları?
Şimdi, geldiğimiz noktada yargı bu konuyla ilgili işini yapar yapmaz; zaman gösterecek. Susurluk'ta yapamayan yargı ki bu yargıdan çok daha bağımsız bir yargıydı... Yargı mensuplarını asla töhmet altında bırakmıyorum, aslanlar gibi mesleğini yapan insanlar var yargının içerisinde. Bu ağırlığın, bu balyoz ağırlığının altında ben yargı mensubu olsaydım ne yapardım diye açıkçası kendime sormaya bile cesaret edemiyorum. İyi bir şey yapan yargı mensuplarının aniden yerlerinin değiştiği... Mesela, Yargıçlar Sendikasının İstanbul yönetimindeki bir savcının ta Urfa'ya gönderildiği, orada bloke edildiği bir sistemin içerisinde yaşıyoruz.
Şimdi gelelim başka bir yere. Geçen yıl tam bu zamanlar, sanıyorum 8 Nisan tarihiydi, infaz yasasıyla alakalı konuları görüşüyorduk o tarihlerde. O tarihte çıktım, Mecliste, Genel Kuruldaki konuşmamda bu ifşaatta bulunan arkadaşı da kastederek: Ya, böyle böyle bir şahıs var "Oluk oluk kan akıtacağım, altında da duş alacağım" diyor meydanlarda, siz bu arkadaşı sorgulayamıyorsunuz, çağıramıyorsunuz, eğer adliyeye çağırırsanız bile kırmızı plakalı araçla, çakarlı arabalarla gidiyor. -Bizler milletvekili olarak her yerde bu çakarlı araba meselesini kullanmazken bu arkadaşımız böyle gidiyor- Siz burada bize bataklığı kurutmayla ilgili bir yasa getirmiyorsunuz, siz bizi oyalıyorsunuz burada dedim, konuşmanın özeti buydu. Şimdi gördük ki gerçekten bataklığı kurutacak hiçbir şey yapmadınız, o yasa teklifi yasalaştıktan sonra da Türkiye'de çete savaşlarının su yüzüne çıktığı bir tablo yaşadık, hukukun bertaraf edildiği, çete savaşlarının su yüzüne çıktığı bir tablo yaşadık; arada bizim Genel Başkanımız kazığa oturtulmakla tehdit edildi, seyrettiniz, hepiniz seyrettiniz. Sizi birisi kazığa oturtmakla tehdit etse ne olur biliyor musunuz? Önce biz karşı çıkarız, önce biz açıklama yaparız; bu Parlamentonun saygınlığına, bu Parlamentodaki her görüşün temsil edilmesi gerektiğine önce biz sahip çıkarız. Cumhuriyet Halk Partisinin 100 küsur milletvekili aynı anda sosyal medyada da basın açıklamasıyla da Genel Başkanı düzeyinde de size sahip çıkar arkadaşlar. Sustunuz, seyrettiniz, hiç kimse ağzını açmadı. Nasıl ki Çubuk'ta bir linç girişimi olduğunda da seyrettiniz, hiçbir şey söylemediniz, bazı partilerin genel başkanları "Geçmiş olsun." demeyi bile kendilerine yediremediler, can güvenliğimizi teslim ettiğimiz bu Hükûmetin başı ağzını açmadı ve bize şu mesajı verdiniz: "Hiçbirinizin can güvenliği yoktur." Arkadaşlar, dün, bu abesi bir daha yaşadık; Grup toplantınızda Sayın Cumhurbaşkanı -sanıyorum dil sürçmesidir, ben kimsenin yerine geçerek onun iradesini yorumlama hakkını kendimde görmüyorum ama laf söylendiğinde en azından lafzi olarak yorumlanır, gai yorumu kendisine aittir söyleyenin- "Daha bu başınıza gelenler hiçbir şey, daha neler göreceksiniz." dedi Sayın Meral Akşener'e; içinize sindi mi? Alkışladınız orada ya! Alkışladınız, ayağa kalktınız alkışladınız. Şimdi ben burada soruyorum: Sayın Meral Akşener'e siyaset yaparken linç girişimini alkışlıyorsanız yarın, sizinle burada terini döken, üreten, emek veren, bu kanun tekliflerinde iyi şeyler getirdiğinizde onayan, yanlış bulduğuna karşı çıkan biz arkadaşlarınızı da infaz mı edeceksiniz? Ne olursunuz, bu soruların cevaplarını verin. Sayın Başkan İstanbul Milletvekili, Türkiye Büyük Millet Meclisine aynı oylarla geldik biz.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Ben Bartın Milletvekiliyim.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Bartın Milletvekili, özür dilerim; Abdullah Bey için söyleyecektim.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - İstanbul'da ilçe başkanlığı yaptım.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Senin İstanbul Barosuna kaydın oldu ama.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Evet, kaydım orada zaten.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Aynı oylarla geldik buraya. Bunu bize söyleyecek misiniz ya? "Sizin de başınıza çok az şey geldi." diyecek misiniz? Bu mudur demokrasi anlayışınız? Bu mudur bugün burada hukuk yaparkenki hukukçu nezaketimiz, nezahetimiz birbirimize? Bu mudur burada yaptığımız hukukun demokratik bir hukuk devletinin kurgusunun altına yerleşme isteğimiz? Şimdi burada anlatacaksınız, diyeceksiniz ki "Tutuklularla ilgili şu iyiliği yapıyoruz, şunlarla ilgili bu iyiliği yapıyoruz. Bu yasayı getirirken amacımız şuydu buydu." Sevgili meslektaşımız çıkacak bunları anlatacak, katılacağız katılmayacağız, eleştireceğiz. Tutuklularla ilgili bu kadar hassassınız da koca bir cezaevinde kendini özgür zannedenlerle ilgili, can güvenliğiyle alakalı ne yapıyorsunuz arkadaşlar? Bakın, buralardan dönmemiz lazım. Hukuk, önce barış ortamında yeşerir; barış ortamının olmadığı yerde hiçbir...
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Toparlayalım Sayın Aydoğan.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Daha bir yere girmedik Sevgili Başkan, Kaboğlu kadar konuşmadım bile.
Efendim, barış ortamının olmadığı yerde hukuk yapmaya kalkarsanız herkes kendi hukukunu uygular bugünkü gibi. Bugünkü gibi işte, insanlar ortalıkta gezer, birbirlerine caka satarlar; devleti kimin yönettiği konusunu tartışır milletimiz. Bu kötüdür, bu yanlıştır; buradan çıkmamız gerekir; buradan çıkabilmemiz için hepimizle iş birliği yapma zorunluluğunuz vardır. Devlet yönetmek bir siyasi partinin otoriterleştirdiği yapıların, onun bunun üzerine çökmesi meselesi değildir, gücüne yettiğine çöküp gücüne yetemediğini sokakta bırakması değildir. Devlet ciddiyeti, devletin o cebri kullanabilme haklı yeteneğini hissettirebilme noktasıdır aynı zamanda; devleti süsleyen yanlardan birisi devletin haklı cebir kullanmasıdır. Ve haklı cebri mazlum vatandaşa değil, ortak irademizi bozanlara karşı kullanabilme yeteneğidir. Sizi, buraya davet ediyorum. Sizi, bu -kirli dil demeyeceğim, yakışı kalmaz; Sayın Cumhurbaşkanı nihayetinde Cumhurbaşkanımızdır, kullandığı ibareleri saygın bir dille eleştirmemiz gerekir- kardeşliğe aykırı, bu barışı bozan dile asla ortak olmamaya davet ediyorum. Siz kendi parti gruplarınızda bunları değerlendirirsiniz diye söyledim, anlatmaya çalıştım.
Şimdi, eşitlik ilkesine aykırı bir hukuk düzeninin de olduğu ülkede yaşıyoruz. Şimdi, burada, eşitlik ilkesi nedir, Anayasa'daki eşitlik ilkesi? Ancak empati yapılarak anlaşılabilecek bir ilkedir, Anayasa'nın 10'uncu maddesi empati yaparsanız anlayacağınız bir ilkedir, uzak durursanız anlayacağınız bir ilke değildir. "Benim borum bugün ötüyor. Ben adliyeye gittiğim zaman, hâkim ve savcıların önünde ayaklarımı uzatarak onlara kül tablası getirtme yeteneğim var." derseniz, eşitlik ilkesinin ne olduğunu anlamazsınız; eşitlik ilkesini anlayabilmeniz için empati yapmanız lazım. Sayın Cumhurbaşkanının kullandığı sözleri ya da bazı sözleri, herhangi bir siyasinin Sayın Cumhurbaşkanına ya da size kullandığını düşünün. Şimdi burada, bir ağır darp olayıyla, saldırı olayıyla karşı karşıya kalsanız herhangi birinize kalkıp şunu söylesem, size desem ki: "Daha başınıza bir şey gelmedi, neler gelecek..." Ertesi gün beni tehditten, şantajdan, şundan bundan şikâyet edersiniz, dokunulmazlığımın kalkmasını isterseniz. Niye bunlar bu kadar ucuz söyleniyor? Nerede Anayasa'daki eşitlik ilkesi? Var mı Sayın Cumhurbaşkanının, özellikle AK PARTİ Genel Başkanı olarak, bir şahıs olarak grup toplantısında bunları söyleme ayrıcalığı? Bunların hepsini bir göz önüne almanızı istiyorum.
Şimdi, arkadaşlar, öyle hukuksuzluklar yaşıyoruz ki aslında bu ceza ve güvenlik tedbirlerini de çok fazla ilgilendiriyor, uygulaması anlamında çok fazla ilgilendiren konular. İstanbul'da bir akademisyen sosyal medyada canlı olarak İstanbul Sözleşmesi'ni savunurken kapısına polis dayandı ya! O canlı yayından dolayı kapısına polis dayandı. İstanbul Sözleşmesi'ni savunuyor, diyor ki: "Kaldırılmaması lazım; hakkımızdır, hukukumuzdur." Bir topluluğun içerisinden onu o gece aldılar, götürdüler, sorguladılar; milletvekilleri olarak bizler ilgilendik, bırakıldı. Yani kapısına sütçü gelmedi! İstanbul Sözleşmesi ya! Bu ülkenin öyle ya da böyle hâlâ yürürlükte olan bir sözleşmesini, çekilmiş olmanın yetmediği bir sözleşmeyi savunan bir kadın gazeteciyi evinden aldı bizim Emniyet güçlerimiz. Tek başına yapamaz bunu, sakın anlatmayın; "Emniyet tek başına gitti aldı." demeyin sakın. Polis de bizim için kıymetli, onlarla da çalışacağız iktidar olduğumuz zaman. Nasıl bir zulmün altında çalıştıklarını dönem dönem bizlere anlatıyorlar. Bir zulüm de budur işte; haksızlığı göre göre bir adama bir görev infaz ettirmek bir zulümdür.
Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine yapılanları hep beraber seyrettik. İçinize sindi mi? Boğaziçi'ne yapılan operasyonlar içinize sindi mi? Sayın Hocam burada az önce söyledi, Boğaziçi Üniversitesi marka değeri olan bir üniversite. Orada, Üniversite Senatosunda çoğunluk sağlayıp bazı işlerinizi icra edebilmeniz için hukuk fakültesi kurmaya kalkıyorsunuz; onu da YÖK Kanunu'na aykırı, var olan meri mevzuata aykırı kurduğunuzu zannediyorsunuz. Yok; ne Üniversite Senatosunun kararı var, ne Yönetim Kurulu kararı var; ne o var ne bu var; "Biz hukuk fakültesi kurduk." diyorsunuz. Bunları içinize sindiriyor musunuz? Bunlar, hukuk devletinde yapılabilecek şeyler midir?
Bakın, basit bir örnek vereceğim, sakın polemik olarak anlamayın lütfen bunu. Ekrem İmamoğlu'nun vücudunun coğrafi durumuna göre soruşturmalar açıyorsunuz ya! Eli neredeydi, ayağı nedereydi? Kaşının üstünde gözü var mı, gözle kaş yer mi değiştirdi? Rezil oluyorsunuz ya! Mahcup oluyorsunuz ya!
İstanbul'da sizi katladı adam ya, katladı. İçinize sindiremediniz, bir yargı faciası yarattınız, yargıyı sopaya çevirdiniz, bir seçimi iptal ettiniz; Allah'ın sopasına döndü, orada dünyanın dersini aldınız bu nobranlığınızdan sonra. Ondan sonra bakıyorsunuz, eli orada mı, ayağı orada mı? Lütfettik, soruşturma izni vermedik. Verin kardeşim, verin! Ne bulacaksınız başka? Ancak elinin, kolunun yeriyle uğraşırsınız. Ama öyle bir hukuk düzenimiz var ki işte keyfîlikten arınamıyor.
Sayın İmamoğlu usulüne uygun olarak önceki döneme ilişkin hukuksuz olduğunu düşündüğü -bakın, suçlamıyorum, bir yargılama yapılmamışsa, sübuta ermemişse birtakım şeyler, şudur budur demiyorum- klasörleri Bakanlığa teslim etti, soruşturma izni vermiyorsunuz. Öyle mi? Siz hukukta arınlıklık arayacaksanız, siz hukuk devleti iddiasında bulunacaksınız. Soruşturulması gerekenlerin arkasında durun, bütün büyükşehir belediye başkanlarını görevden alın, tek kelimelik soruşturma başlatmayın, Demokles'in kılıcı gibi tehdit onların boynunun üzerinde dursun, siz de bize "hukuk devleti" diyeceksiniz; olmaz arkadaşlar. Biz Komisyon üyeleri için bunları kullanmıyoruz. Burada, beraber, ortak bir mesai yapacağız, bu kanunları bir yere vardıracağız; sizin samimiyetinizle ilgili benim hiçbir kaygım yok arkadaşlar, en azından emeğimize saygılı olmak zorundayız ama duruş bu.
Bir parti otoriterleştirilmiş bir devlet yönetme biçimiyle beraber istediğini soruşturuyor, istediğini soruşturmuyor. Bakınız, bu soruşturma onayı verip vermeme meseleleri -burada hukukçu arkadaşlarımız var- keyfî meseleler değildir. "Keyfime göre verdim vermedim." dersiniz; bir başkası gelir, verir, ortaya çıkarsa rezil olursunuz. Bu makamlar kişiye tayin edilmiş makamlar değildir; başkası gelir, soruşturma izni verir, rezillikler ortaya çıkar. İnşallah çıkmaz, onu da söyleyeyim, inşallah çıkmaz. Nerede görülmüş ya, bir soruşturma için başvuruyor Büyükşehir Belediye Başkanı, yirmi dört saat dolmadan o soruşturma evraklarına bile gizlilik kararı konuluyor ya. Niye? Sayın Çevre Bakanı o tarihte bürokrat İstanbul'da; öyle mi? Neden korkuyorsunuz arkadaşlar ya! Yargı artık sadece yasak veriyor, yasak kararı koyuyor, dosyalar üzerine yasak kararı koyuyor. En bariz örneğini söyleyeyim mi? Silivri Emniyet Müdürünün öldürülme olayında da bu karar konuldu, -o davayı takip ediyordum- bir gün bir savcı bir hafta sonu dedi ki: "Buna yasak koymamız lazım." O güne kadar olanlar aleyhe, telefon görüşmeleri.... Yasak konuldu. Çözemediniz ya! Yasak koyduğunuzda soruşturmanın selameti için koyuyorsunuz, soruşturma selamete ermiyor. Kirli, kirli arkadaşlar, her taraf çok kirli ya, gerçekten çok kirli ya. Üzülüyorum, ben otuz yılını avukatlık mesleğine vermiş bir arkadaşınız olarak üzülüyorum.
Az önce söyledim, geçen yıl infazla ilgili değişiklik yaparken sizi uyardık, dedik ki: Bu olmaz, bu bir özel af kanunu, bununla beraber Türkiye'nin geleceğine yönelik olarak dinamit koyuyorsunuz. Burada, gerçekten doğru işler yapmak istiyorsak şu, şu, şu suçların bunun kapsamında olması lazım... Bugün getirdiğiniz yer, çetelerin, mafyaların çatıştığı bir ülke. Hâkim de olamıyorsunuz ne yakalayabiliyorsunuz ne yargılayabiliyorsunuz ne sorgulayabiliyorsunuz. Herkes kendi alanının amiri oldu; bunu sizi eleştirirken küçük düşürmek anlamında söylemiyorum. Yardım isteyin bizden, yardım. Gelin, bu konularda bu ülkede mutabık kalalım; yardım isteyin. Parlamentonun bütün partileri Türkiye'nin temizlenmesini istiyor, burada temsilcileri var. Sorarsanız tamamı Türkiye'nin bağırsakları temizlensin diyor, kılınız hiç yerinden kıpırdamıyor.
Sevgili Başkanım, şimdi, bu kanunda çokça madde var. Mesela 2'nci maddede...
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Onu maddelerde konuşsak çünkü saat bir buçukta ara vereceğiz, genelini oyladıktan sonra. Komisyon üyesi olmayan arkadaşlarımızın da söz talebi var.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Tabii, tabii.
Bir iki örnek vereyim: Cumhuriyet savcılarının bir temyiz makamı hâline dönüşmesi var; 3'üncü maddede, 4'üncü maddede, 6'ncı maddede, 8'inci maddede değinmemiz gereken şeyler var ama bir kardeşimiz, bir arkadaşımız -hepimiz cezaevlerinde ziyaretler yapıyoruz- çok kıymetli bir meslektaşımız, Ankara Milletvekilimiz Ali Haydar Hakverdi -kendisi de burada - bir rapor hazırladı cezaevleriyle ilgili.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Ali Haydar Bey'e söz vereceğim.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Efendim, müsaade ederseniz...
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Genelini oyladıktan sonra, öğleden sonra söz versem Ali Haydar Bey, zaman açısından.
ALİ HAYDAR HAKVERDİ (Ankara) - Olur Başkanım.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Geneliyle ilgili konuşmalar bitmedi.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Bitirdikten sonra...
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Şimdi, buradaki başlıklar ortak tespitimizdir. Örneklemeyle beraber...
Arkadaşlar, ben devam ediyorum, siz devam edecekseniz. Yani rica ediyorum.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Yok, yok, Turan Bey konuşsun zaten...
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Buradaki tespitler ortak tespitlerimizdir. Biz milletvekilleri cezaevlerini ziyaret ettikçe -o cezaevinde kurumsal ilişkilerle de- o cezaevinde cezası infaz edilen ya da tutukluluk hâlinde olan insanların da dile getirdiği şeydi.
Bir defa sağlık kurumlarında görevli kapasitesi yetersizliği sorunu var. Revirlere ve hastanelere zamanında sevk edilmiyor insanlar, burada az önce söyledik; sağlık hakkı, yaşam hakkı, tutuklu, hükümlü, özgür fark etmiyor.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Sayın Aydoğan, bunlar Ali Haydar Bey'in raporunda var, belki kendisi ifade edecektir.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Ali Haydar Bey'in izniyle anlatıyorum, bizim de tespitlerimiz efendim, bırakın siz ben bunları söyleyeyim. Kaçmayın bunlardan, bunları konuşmamız lazım buralarda.
MUHAMMED FATİH TOPRAK (Adıyaman) - Tamam da Başkana da saygılı olun ya!
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Hastane sevkleri sırasında...
MUHAMMED FATİH TOPRAK (Adıyaman) - Neden kaçacak Başkan?
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Ben onu sana anlatırım ayrıca, uzun olur...
MUHAMMED FATİH TOPRAK (Adıyaman) - Üslubunuza da dikkat edin yani.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Ben sana onu anlatırım ayrıca; uzun olur. Uzun olur, ben sana anlatırım, dersini şey yaparız...
Hastane sevklerinde fazla sayıda kelepçelenme, muayene sırasında hasta mahremiyeti ihlalleri yaşanıyor, insanlık onuruna aykırı aramalar yapılıyor, baskınlar yapılıyor; bunlar hepimizin tespitleri. Koğuşlara baskın niteliğinde aramalar yapılıyor. Hükümlü ve tutukluların ortak kullanım alanlarında kameralarla banyo tuvalet gibi alanların kapılarının izlenmesiyle kişi mahremiyetini ihlal eden durumlar söz konusu. Örnekleri veriyorum: Sohbet hakkı ihlalleri var, telefon hakkı ihlalleri var, görüş sürelerine riayet edilmemesi ihlali var, sigara içilmeyen koğuşlar sorunu var, efendime söyleyeyim, su problemi var, -az önce söyledim, oranları da var onların bende- görüş hakkına müdahaleler var, dilekçe hakkına müdahaleler var, haberleşme hakkına müdahaleler var. Cezaevleri bir sorun yumağı, bunların hepsini saymayacağım, bunlar bizim ortak şeylerimiz. Ali Haydar kardeşim yeri geldiğinde bunları sayar, kendisine teşekkür ediyorum. Bizim bunları konuşmamız lazım, bu getirdiklerinizde de bazı iyileştirmeler var kısmen, onları konuşuruz teşekkür ediyorum ama bize göre daha otoriterleştiren ve muallakta bırakan ifadeler de var. Onları da ayrıca konuşacağız ama şunu söylemeye çalışıyorum bu işin genel kısmında, Türkiye, hukuka susadı. Bu tentürdiyot tedbirleriyle hukuk yaptığımızı zannediyoruz; bunlar sadece kanundur, bunlar sadece yazılı mevzuattır. Hukuksuzluktan boğuluyoruz arkadaşlar.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.