| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3632) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 27 .05.2021 |
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Şimdi, yeni bir infaz yasasını önümüze getirmiş durumdasınız ama önce eski infaz yasasına bir bakmak gerekiyor galiba. Eski infaz yasasında ne oldu? Aslında mahpusların haklarının daha fazla kısıtlandığı, en temel hakkı olan yaşam hakkının bile ihlal edildiği bir düzenleme getirdiniz ve üstelik bunu da...
Yine pandemi sürecince işte mahpusların yaşam hakları, sağlık hakları vesaire gibi söylemlerle getirilen bir infaz yasası oldu ama bu İnfaz Yasası'yla her zaman olduğu gibi düşüncesinden dolayı, basın özgürlüğü gereği basın hürriyetini kullanan ve haber alma hakkını, haber yayma hakkını kullanan insanların ya da aydın, sanatçı, yazarların, siyasetçilerin cezaevinde bırakılmaya devam edildiği; mafya liderlerinin, aslında kadınlara karşı suçlar işleyenlerin tahliye edildiği bir süreç yaşadık.
Şimdi, bugün de yine İnsan Hakları Eylem Planı çerçevesinde denilip aslında görünüşte bir insan hakları hikâyesi gibi gösterip yine mahpusların haklarını gasbeden, yine onların haklarını ihlal eden, en temel haklarını yok sayan bir düzenlemeyle karşı karşıyayız.
Şimdi bu düzenlemeye geçmeden önce şunu söylemek lazım, kimlerle tartışıldı, bugün burada kimler var, kimlerin görüşleri alındı meselesi aslında bir yasanın çıkma süreci öncesinde demokratik bir yasa olup olmadığının da en önemli kriterlerinden bir tanesi. Mesela cezaevlerinde mahpuslarla görüşmeler yapıldı mı? Onlar gerçekte ne sıkıntı yaşıyorlar, cezaevlerinde hangi hak ihlalleri var? Bunların düzeltilmesi noktasında neler öneriyorlar buna dair hiçbir bilgi burada göremiyoruz. Tutuklu yakınları var, yıllardır cezaevlerinde yakınları için mücadele edenler var, hak gasplarına karşı onların dışarıda sesi olmaya çalışanlar var ama bunların da burada ne temsilini ne de daha öncesinden bir görüşün alındığını göremiyoruz.
Yine cezaevlerine ilişkin çalışan çok sayıda demokratik kitle örgütü var; bunlar da yok, bunlara dair de herhangi bir görüş alınabilmiş değil, bugün de burada temsil edilmiyorlar. Kimler temsil ediliyor? Üç aşağı beş yukarı iktidara yakınlığıyla bilinen, farklı düşünse de burada söz kurmakta, sizin baskıcı anlayışınız gereği söz kurmakta zorlanacak insanlar sadece görüş verebiliyor. Bu yasa bu çıkış hâliyle bile zaten antidemokratik olacağının çok açık göstergesi.
Şimdi bu yasal düzenleme, infaz meselesi aslında öyle toplamda tüm siyasi anlayışınızdan farklı bir durum değil. Başından beri söylüyoruz, aslında düşmanla savaş hukuku denilen bir hukuku uyguluyorsunuz, gerçek anlamda insan haklarından, demokrasiden, özgürlüklerden yana bir hukuk tartışması maalesef, sizin cenahınıza geçmiyor. Bu düşmanla savaş hukuku düşman ceza hukukundan sonra düşman ceza infaz hukukuna geçti ve şimdi bütün bunların düzenlemesini gerçekleştiriyorsunuz çünkü sizin açınızdan özellikle siyasi mahpuslar sadece siyasiler de değil aslında adli, sıradan suçlardan yatanlar da insan kavramına, insan hakları kavramı girmiyor ve o nedenle de onların hakları zaten olamaz diye varsaydığınız için bugün getirilen düzenleme de aslında bir bütün olarak uygulamalarınızın, pratiğinizin kendisi de bu yaklaşımın çok açık bir göstergesi.
Şimdi ne oluyor? Çete mensupları, mafya liderleri cezaevlerinde gayet rahat, rahat rahat yaşayabiliyorken, her türlü hakları hatta cezaevine kabul edilemeyecek, tolere edilmesi mümkün olmayan birtakım uygulamalarla cezaevinde kalıyorken siyasiler açısından ve adlilerden de yoksul olanlar, ağa olamayanlar, içeride kendi hükümdarlıklarını kuramayanlar açısından tam bir kölelik durumunun yaşandığı cezaevleri sistemiyle devam ediyorsunuz.
Şimdi bir tane örnek vereyim, dün basına da düştü. Ağır hasta, mahpus Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevinde olan Mehmet Emin Özkan -şurada fotoğrafını da gösteriyorum ki belki bakar da bir şey hissedersiniz yani belki duygularınız ya da vicdanınız harekete geçer; bugüne kadar geçmedi ama belki fotoğrafını görünce geçer- yirmi beş yıldır cezaevinde. Niye cezaevinde? Bugün sizin kabul etmediğiniz 2 kişi yani örgüt üyesi olduğu iddia edilen 2 kişi hakkında birtakım asılsız beyanlar verdi diye cezaevinde hüküm giymiş durumda ve bu insan 5 kez kalp krizi geçirdi, 4 defa anjiyo oldu, kalp, tansiyon, zehirli guatr, kemik erimesi, böbrek ve bağırsak bozuklukları, aşırı derecede kilo kaybı, duyma, görme eksikliği, hafıza kaybı gibi çok çeşitli sorunlar yaşıyor. Videoyu izlediyseniz görmüşsünüzdür yürüyemiyor, 2 kişi koluna girmiş, o şekilde hastaneye götürülüyor ve üstelik de bu hastaneye götürme manzarasında elleri kelepçeli ve o da yetmiyor hastaneye yatırıldığında da yatağa da kelepçelenerek tutuluyor. Şimdi, bu mudur insan haklarından anladığınız şey, bu mudur demokrasiden anladığınız şey? 83 yaşında; nasıl bir tehlike oluşturabilir? Ölecek. Cezaevinde ölmesini mi bekliyorsunuz, bir sürü mahpusun ölmesini beklediğiniz gibi.
Bu mahpusa bu uygulamayı yaparken öbür tarafta çete liderlerine nasıl bir cezaevi sunduğunuzu gösterelim; Kırıkkale Cezaevi Sağlık kurulu raporları veriliyor Alaattin Çakıcı, hakkında deniyor ki "7/24 ziyaretçi hakkı, dışarıdan yemek, Kars kaşarı -herhangi bir kaşar değil Kars Kaşarı- kahve getirilmesine izin verilmesi lazım. Siyasi mahpuslar tecride, işkenceye, hücre cezalarına mahkûm edilirken bir mafya liderine yapılan uygulama bu.
Yine, raporda ne deniliyor? "Türkiye'nin hiçbir yerinde hücre cezası verilemez." Deniliyor, hekim raporu. "Koğuş kapısı, havalandırma, bahçe kapısı açık olmak kaydıyla yirmi dört saat hava almaya çıkabilir." deniliyor. Mahpuslar çıplak aramayla defalarca aşağılanıp aranırken "Çakıcı'nın nasırlarını tedavi etmesi için neşter bulundurmasına izin verilmelidir." deniliyor doktor raporunda. Hasta mahpuslar hapishanede ölüme terk edilirken doktorlar Çakıcı'nın sağlığını en ince ayrıntısına kadar düşünmüş. Kurul raporunda deniliyor ki: "Cezaevi kantininde bulunmayan eski Kars kaşarı peyniri tüketmesi uygundur, buğulama ve ızgara da diyetinde önemli başlıktır. Haftada üç gün balık ve 2 defa ızgara köfte yemesi, cezaevinin belirlediği lokantadan buğulama ve ızgaranın avukatları tarafından cezaevine teslim edilmesi uygundur." Diyette haftada 1 kilo kaymak, taş fırında pişirilmiş Trabzon ekmeği ve Kabe hurması da yer alıyor.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Cezaevindeki hükümlüye Başkan, sağlık raporu...
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Yani börek falan istememiş, değil mi?
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Onu da istemiş.
Şöyle bir diyet raporundan bahsediyor sağlık kurulu: "İlaveten, yedi gün çorba, brokoli, enginar, makarna, pilav, sulu İzmir köfte, terbiyeli ekşi köfte ve bamyayı cezaevinin tayin ettiği restorandan avukatı tarafından alınıp teslim edilmesi uygundur." diyor.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Bu hangi raporda yer alıyor?
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Cezaevinin raporu, sağlık raporu.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Cezaevindeki bir hükümlü için verilmiş sağlık raporu.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Hatta sonrasında soruşturma açıldı cezaevi müdürünün şikâyetiyle, o soruşturma da kapatıldı.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Valilik izin vermedi.
BURAK ERBAY (Muğla) - O yüzden haberiniz olmadı.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Evet, valilik izin vermediği için soruşturma kapatıldı.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Ama cezaevi idaresindeki o müdür yardımcısını tebrik etmek lazım.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Evet, cesaret etmiş gerçekten, şikâyet etmiş ama üstü kapatılmış.
"Yemekler cezaevi yemekhanesinde pişirilmemelidir. Çorbanın ve yemeklerin türleri doktorun hastaya söylediği gibi her gün değişebilir. Her gün cezaevi dışından temin edilmelidir." Y marka çatal, N marka kaşık için rapor yazılmış, bakın. Böyle bir öğünden sonra kahve de iyi giderdi deyip bilhassa S markadan sağlık kurulu raporunda kahve içmesi önerilmiş, o da yetmemiş, bardağın türü de yazılmış, "Bu bardakla içebilir, sağlık koşulları açısından bu gereklidir." denilmiş. Sonrasında ne oluyor? Deniliyor ki: "Avukat ziyaretinde sigara, kahve, çay içmesi uygundur. Odasında misafir ağırlayabilir, psikolojisi açısından bu gereklidir, hastalığı ölümcül risk taşımaktadır. Sekiz ay da olur, zamanını koyamıyoruz, bir sene de olur, ölüm riski var. Bunlardan dolayı birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü derecedeki akrabaları ve yakın arkadaşlarıyla haftanın yedi günü saat 09.00-20.00 arasında hem sağlığı hem morali, helalleşmesi açısından -kişi sayısı koymadan- istediği isimlerle... Bu ziyaretler hastayı yeniden hayata bağlayabilir, yine de her şeyi Allah bilir." diye bağlamış raporunda. "Bunlarla da odasında açık görüş yapabilir." diyor, bakın, odasında. Şimdi, ne oluyor ondan sonra? Demin anlattım, bu durum açığa çıkınca, müdür şikâyet edince, daha doğrusu müdürü tehdit edince müdür şikâyet ediyor, müdürün şikâyeti üzerine soruşturma açılıyor ancak soruşturma izni verilmediği için dosya kapatılıyor.
Şimdi, bu şekilde cezaevlerinde kuş sütünün eksik olmadığı koşullarda çete liderleri tutulurken, siyasi mahkumların -bırakın bütün bunları ya, bırakın- hayati risk taşımasına rağmen tedavileri yapılmıyor, tahliye edilmiyor, çok ağır koşullarda yaşamak zorunda bırakılıyor.
İnsan Hakları Derneğinin bir raporu; 1.182 tutuklu işkence ve kötü muamele, sağlık ve iletişim, bilgiye erişim gibi nedenlerle hak ihlali başvurusu yapmış. Cezaevlerinde 604'ü ağır, 1.605 hasta mahpus bulunuyor. 2021 yılının ilk üç ayında 2'si ağır hasta, 13 mahpus cezaevinde yaşamını yitirdi. Coronadan ölenleri saymıyorum, o da ayrı bir vaka; tedavileri yapılmadığı için, gerekli önlemler alınmadığı için birçok mahpus da coronadan bugünlerde peş peşe ölüyor. Siyasi mahkûmlara uyguladığınız bütün bu hak ihlalleri onların cezaevlerinde ölmelerine yol açıyor.
Covid-19 salgınını fırsat bilerek siyasi mahpuslar dışında kalanlara ayrımcı infaz yasasıyla özel aflar çıkardınız, siyasi mahpusların koşulları daha da zorlaştı. Koşullu salıverme, açık cezaevine geçiş, denetimli serbestlik gibi imkânlar, geçen sefer oluşturduğunuz İdare ve Gözlem Kurulu keyfî, yanlı, ideolojik, kendi ideolojisinden baktığında "Bunların zaten ölmesi gerekir." diye baktığı kişiler için iyi hâl koşullarını çok ağırlaştıran keyfî uygulamalarla kararlar, görüşler bildirdiler, infaz hâkimlikleri de bu yönde mahpusların tahliyelerini engelleyen, şartlı salıvermelerini engelleyen, denetimli serbestlik haklarını engelleyen kararlar verdiler. Birçok siyasi mahpus bu nedenle süreleri dolmasına rağmen hâlen içeride yatmaya devam ediyor. Hasta mahpuslar pandemi koşullarında risk altında bırakıldı, hastaneye, tedaviye erişimleri engellendi, bu ağır ihmal ve ihlaller birçok hasta mahpusun yaşamını yitirmesine yol açtı. Çıplak aramaya maruz kalmaya devam ettiler, özel alanların kamerayla gözlemlenmesi, koğuşların yazın havalandırılmaması, kışın ısıtılmaması, temiz ve sıcak suyun olmaması, koğuşlara sürekli baskınlar düzenlenmesi, ayakta sayım zorlaması, sohbet, atölye ve spor haklarının keyfî biçimde kısıtlanması, haksız ve keyfî aramalarla eşyalara el konulması, görüş ve iletişim cezaları verilmesi, mahpusların mektuplarına Mektup Okuma Komisyonu tarafından sürekli her şeye sakıncalı olduğu gerekçesiyle el konulması, mahkemelerin yasaklama kararı olmamasına rağmen Yeni Yaşam, Evrensel gibi başlıca gazete ve dergilerin verilmemesi, hastaneye sevklerin eziyet ve cezalandırma yöntemi olarak kullanılması, sevk araçlarının tabutluk biçiminde -bakın, dikkat edin, bunu özellikle söylemek istiyorum Başkan Bey, özellikle dinleyin- cezaevi sevk araçları var; saatlerce kımıldamadan durduğunuz daracık hiçbir şekilde kendinizi kımıldatamadığınız tek kişilik hücreler yapılmış ve bu hücrelerde sabah alınıyor bu insanlar cezaevlerinden ve sağlık için gittilerse bütün mahpusların muayenesini bekliyorlar akşama kadar o aracın içerisinde, eğer adliyeye gittilerse adliye içerisinde bütün duruşmaların bitmesini bekliyorlar birlikte götürüldükleri kişilerle beraber ve o daracık bölümde panik atakları olan insanlar, hasta mahpuslar, herkes o daracık tabutluklarda götürülüp getiriliyorlar ve buna biz şimdi "İşkence yoktur." mu diyeceğiz? İçişleri Bakanı diyor ki: "Bu ülkede işkence yok." Bundan büyük işkence olabilir mi?
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Bu çok eski bir uygulama.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Şu kişiye uygulanan şeyin kendisi bir işkence değil midir? Türkiye'de hapishanelerde uygulanan tecride, ayrımcılığa, hak ihlallerine, ceza infaz sisteminin bir intikam aracı hâline getirilmesine yönelik bugün cezaevlerinde açlık grevi devam ediyor, bundan haberiniz var mı? İnsanlar hak aramak için bu ülkede, yasada var olan hakkı bile uygulatabilmek için bedenlerini açlığa yatırmak zorunda kalıyorlar. Bunun mücadele biçiminin böyle olmak zorunda bırakan iktidar değil midir? Buna neden bir çözüm üretmiyor, neden buna gözünüzü kapatıyorsanız da bugün cezaevlerini daha da ağırlaştıracak keyfî uygulamaların daha da çok önünü açacak yeni uygulamalar getiriyorsunuz?
İhlal örnekleri: İzmir Şakran Kapalı Cezaevi, pandemi sürecindeyiz değil mi? On dört saat su kesintisi uygulanıyor şimdi ve denilmiş ki anonslarda: "Bu düzenli hâle gelecek." Nasıl hastalıktan korunacaklar, nasıl hijyen sağlayacaklar?
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - İzmir'de mi?
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Evet, İzmir Şakran Kapalı Cezaevi.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Şakran...
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Evet, cezaevlerinde denetimli serbestlik, koşullu salıverme durumu gibi aslında...
Çok yerde yaygın, su sorunu çok ciddi; her yerde yaygın, aynı zamanda kirli su meselesi var Başkan. Kirli su meselesi de var cezaevlerinde sadece su sorunu yok, suyun kirli aktığı, mikroplu aktığı noktalar da var.
Şimdi, şöyle bir durum da var: Mesela, Bandırma T Tipi Cezaevinde Metin Kılıçaslan var. Aslında cezasının şartlı salıverme süresini, denetimli serbestlik sürelerini doldurmuş ama Yargıtayda dosyası olduğu için, henüz bir karar verilmediği için, henüz infaza geçilmediği gibi gözüktüğü için tahliye olamıyor; Yargıtay, dosyasını bekletiyor. Şimdi, bir önceyi alıp durumundan dolayı bildiriyor da dilekçeleriyle. Bu konuda bir karar verilemez mi? Bir hak gasbı, aslında hürriyeti tahdit suçu işleniyor.
Yine, Maltepe 1 No.lu B Tipi Cezaevi: Covid testleri yapılmıyor, hastaneye sevki yapılmış ama test yapılmıyor. Hastaneye sevk varsa zaten bir durum olduğu için sevk yapılıyor. Neden test yapılmıyor? On dört gün karantinaya alıyorlar ama karantinaya aldıkları yer o kadar kirli ki orada hasta olmayan bir insanın bile hasta olmasına olanak veren bir yerden bahsediyoruz. İdare revire çıkmalarını sürüncemede bırakıyor, zor şartlar altında revire çıkabiliyorlar, kronik hastalığı bulunup sürekli ilaç kullanan mahpusların kullandıkları ilaçların temininde sürekli sıkıntı yaşanıyor, bazen de revir personeli tarafından muadil ilaçlar verilerek geçiştirilmeye çalışılıyor. Bakın, bu da Maltepe 1 No.lu L Tipi.
Gebze Kadın Cezaevi: Pandemi gerekçesiyle acil durumlar dışında hastane sevkleri hâlâ yapılmıyor. Sevkin yapıldığı durumlarda kelepçeli muayene dayatılıyor; sağlık hakkı açısından ve insan hakları açısından, biliyorsunuz, aykırı bir durumdur. Bu hâllerde mahpuslar tedaviyi kabul etmediği için hiçbir tedavi yapılmadan geri getiriliyor, tekrar on dört günlük karantina süreleri uygulanıyor ve yine bir hak gasbıyla karşı karşıya kalıyorlar. Kelepçeli muayene ve bütün bu kötü koşullarda götürülmeyi göze alamadıkları için de çoğu kez hastaneye çıkmak dahi istemiyorlar dolayısıyla hastalıkları çok daha fazla artıyor.
Mizgin Çiftçi isimli mahpusa Akdeniz anemisi teşhisi konulmuş, altı ayda bir kan takviyesi yapılması gerekiyor ancak son bir yıldır kan takviyesi yapılmadığı gibi, şubat ayı içerisinde hastaneye sevk edilmiş, kelepçeli muayene olmayı kabul etmediği için de doktorlar tarafından muayene edilmemiş, gardiyanların doktorla görüşmesinden sonra değerlerine bakmak için kan alındığı, kan değerinin düşük çıkması nedeniyle doktor tarafından hastaneye sevkinin istendiği, hastaneye yatışı yapıldıktan sonra üç dört ünite kan takviyesi yapıldığı, başka bir serviste ise birden fazla kişinin önünde kelepçeli olarak rahimden parça alma işlemi yapılmaya çalışıldığı ancak mahpusun bu şartlarda herhangi bir işleme izin vermediği, bu nedenle de işlemin yapılamadığı. Şimdi, bakın, ne oluyor? Zorlama; bu kelepçe meselesi yüzünden ve tabutluklar şeklinde götürülen sevkler yüzünden insanların sağlıklarıyla oynanıyor.
Mart ayı içerisinde Hacer, Halil Yusuf, Hacer Arat, Ruşen Erdem, Aslı Doğan, Rojda Tursun, Beyaz Yakut, Serap Burak, Behiye Kalenderoğlu, Helin Öncü, Mizgin Çiftçi, Nazime Avres, Gülistan Abdo, ve Gülizar Erman'la birlikte toplam 53 mahpusun Covid-19 testi pozitif çıkıyor. İlaçlar veriliyor ancak iyileşmeye yardımcı olacak herhangi bir destek, ek gıda, temiz hava gibi ihtiyaçlar karşılanmıyor, karantina boyunca telefon hakları kullandırılmıyor, görüşlere çıkarılmıyorlar. Bu sürede diğer koğuşlarda hastalık kaygısı olan mahpusların maske ihtiyacı, ancak avukatların idareyle görüşmesi sonucu karşılanabiliyor. İki haftalık karantina sonrasında testleri negatife dönen mahpusların koğuşlara alınması sağlanıyor.
Gebze Kadın Cezaevi: Gülistan Abdo. Ayak içine protez talebi var, doktor tarafından bu söylenmiş ancak sürekli farklı gerekçeler sürülerek bu ihtiyacının karşılanmasının önüne geçiliyor.
Kandıra 1 ve 2 No.lu F Tipi Cezaevi'nde hastaneye sevkler pandemi gerekçesiyle askıya alınmış. Hastane sevklerinin yapıldığı zamanlarda da yine tekli ring araçlarıyla yapılıyor, kelepçeli muayeneler dayatılıyor, revire çıkışlarda problemler yaşanıyor, çoğu zaman, hemşire gelerek hücre kapısından şikâyetleri dinliyor. Böyle bir muayene olabilir mi? Hemşire geliyor, hücre kapısında diyor ki: "Neyiniz var?" Kronik rahatsızlıkları olanlar, ağrı kesicilerle idare etmeye çalışıyor; diş ve göz rahatsızlıklarına ilişkinse zaten dikkate alan yok, bu durumda hiçbir tedavinin de yapıldığını gözlemleyemiyoruz maalesef.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Toparlayalım Züleyha Hanım.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Vallahi toparlayamıyorum çünkü çok örnek var.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Yani örnekler, benzer örnekler genelde.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Yok, yok, anlatacağım, çok farklı örnekler de var çünkü bakın, cezaevlerini konuşuyoruz.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Bu konuda isterseniz, cezaevlerinin şartlarıyla ilgili, bahsedilen örneklerle ilgili...
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - İşte, bulmuşken anlatıyorum, siz de bilin, belki bu koşulları düşünerek bu düzenlemelerde daha neye ihtiyaç var, onu da konuşuruz. Çünkü sadece var olan mesele, sizin getirdiğiniz mesele değil ki onlar da hak kaybına yol açıyor ama çok sıkıntı var, bunları bilmeniz gerekiyor.
Şimdi, Silivri 5 No.lu Cezaevi'nde 65 yaşın üzerinde bulunan mahpuslara ve 65 yaşın altında bulunup kronik rahatsızlığı bulunan mahpuslara genelde uygulanan aşının buralarda yapılmadığı tespiti var.
Silivri 1 No.lu Cezaevi'nde on beş gün olan karantina süresi yirmi güne çıkarılmış, hatta otuz güne kadar çıkarılabiliyor. Bakın, karantinaya alınması normal, sorun değil ama sorun, karantina süresince bütün haklarının elinden alınması meselesi. Şimdi, adli mahkûmlarda da aynı şey var, siyasilerde de. Diyorlar ki: "Karantina altında çocuğunuzla görüşemezsiniz." Eyvallah, bulaşıcı hastalık, görüşülmez. Ama en azından sağlıklı bir bilgi alabileceği; aileleriyle, yakınlarıyla, arkadaşlarıyla bir sistem kurulmaz mı? Bu süre boyunca hiç bir bilgi alamıyorlar; ağır mı durumu, tedaviye ihtiyacı var mı, ne oluyor diye hiçbir bilgi yok; telefonla görüşme hakları da kullandırılmıyor. Aileler günlerce tedirgin bir hâlde acaba yakınlarına ne oldu diye merak ediyorlar.
Şimdi, bu hastalık yani corona süreci mahpusların haklarının teker teker gasbedilmesi, ailelerin çok daha zor durumda bırakılması için bir gerekçe olabilir mi? Ama uygulamayı bu şekilde yönlendiriyorlar.
Bolu F Tipi Cezaevi'nde farklı nedenlerle hastaneye sevk edilen mahpuslar hastane dönüşü yine karantinaya alınıyor ve burada aynı uygulamalar benzer şekillerde devam ediyor, üstelik bunlar da kronik hastalığı olanlar. Bir de şöyle bir sorun yaşanıyor: Aynı yerde tutuluyorlar. Şimdi, diyelim ki bir hastalık şüphesi var, alınıyor hasta olan olmayan test yapılmadığı için hepsi bir arada tutuluyor ve belki de Covid olmayana orada bir arada tutulmanın sonucu olarak Covid bulaşıyor. Şimdi, bu, nasıl bir tedbirdir? Nasıl bir sağlık tedbiridir?
Yine, Bakırköy Cezaevi'nde aynı sorunlarla karşı karşıya kalıyoruz; hastaneye sevklerin yapılmaması, yine tedavilerin yapılmaması, doktorlara ulaşamama, şikâyetlerin yazılı olarak ancak bildirilebilmesi, doktor görmeden yazılı olarak ilaçların mahpuslara aktarımı ve ilaç temininde de ciddi sıkıntılar yaşanıyor.
Şimdi, bunun yanında ne oluyor? Hasta mahpuslar meselesi en önemli gündemlerimizden bir tanesi. Gerçekten kendi yaşamlarını idame ettirecek durumları yok; bu konuda aslında bir hukuksal düzenleme de güya olmasına rağmen ama biz nedense ölmeden ya da ölümüne birkaç gün kala tahliyelerin dışında bir şey göremiyoruz. İnsanlar artık vedalaşma hakkını bile kullanamıyor cezaevlerinde. Ailesiyle son gününü geçirme hakkını bile elinden aldığınız bir ceza infaz sistemi ve uygulaması var. Şimdi, buna dair nasıl bir çözüm üretmeyi düşünüyorsunuz? O kadar keyfî tutumlar var ki bu belirlediğiniz kurumlar, aslında bugün de buraya yazdığınız kurumlar tarafsız olmadan, bağımsız kurullar olmadan bu konuda İnsan Hakları Derneği, cezaevi izleme kurulları, bağımsız kuruluşlar bu işte devreye girmeden bu sorunların çözülebilme ihtimali var mı? İktidara bağımlı, sadece iktidarın aklıyla yürüyen, onun ideolojik yaklaşımıyla pratiğini hayata geçiren, hukuku böyle okuyan, böyle gören bir kurullar dizisinden ya da mahkemeler dizisinden, bağımsız olmayan bir yargı mekanizmasından bu konuda gerçekten hukuka uygun, adalete uygun, demokrasiye, özgürlüklere uygun bir uygulama bekleyebilir miyiz? Maalesef, bekleyemiyoruz.
Şimdi, yine, hasta mahpuslarla ilgili Tekirdağ 1 Nolu F Tipinde, 65 yaşının üstünde kronik rahatsızlıkları var. Covid-19 aşısı yapılmış ancak kalbi yüzde 90 derecede iflas etmiş -bakın, yüzde 90- kalbinde ciddi ritim bozukluğu var, 2 damarında tıkanıklık var, gece baygınlıklar geçiriyor, böbreği iflas etmiş, yer yer akciğerleri su topluyor, kolesterol seviyesi yüksek, özellikle ayakları şişiyor, geceleri ağrıdan uyuyamıyor, hücre arkadaşları her gece başında nöbet tutuyor, günde en az 15 tane yüksek dozajlı ilaç kullanıyor. -Doktoru kendisine dozajı daha da artıramayacağını, bu şartlarda iki yıl daha yaşamasının zor olduğunu söylüyor- yüzde 75 engelli raporu var, Tekirdağ Şehir Hastanesi Sağlık Kurulu tarafından 2 kere tek başına kalamayacağına ama hapishanede kalmasına bir engel bulunmadığına dair rapor veriliyor. Sağlık kurulu önüne çıktığında kurulda yer alan kardiyoloğun kendisine "Sen git dağda asker öldür, gel benden rapor iste!" dediği aktarılıyor. Şimdi, bakın, ölümle karşı karşıya "İki yıldan fazla yaşamazsın." deniliyor; bir doktorun nasıl bir ideolojik yaklaşımla aslında muayeneyi gerçekleştirdiğini ve buna bağlı olarak "Cezaevinde kalamaz." diye rapor verdiğinin bir göstergesi budur.
Tekirdağ 2 Nolu F Tipi; mahpuslara tekli ring araçlarıyla hastaneye gitmesi dayatılıyor. 57 yaşındaki Kasım Karataş'ın kalbi yüzde 35 oranında çalışıyor, diğer kısmı çalışmıyor, beslenemiyor, kan akışı normal şekilde sağlanamıyor, şeker ve tansiyon hastalığı var. Kalbindeki rahatsızlık nedeniyle hastaneye kaldırılıyor; kendisine daha önce anjiyo yapılıyor, damarları açılamıyor. Tekrar anjiyo yapılamayacağı söyleniyor "Kaldıramazsın." Deniliyor ve ayda bir, üç ayda bir kontrol için hastaneye gidip gelmesi gerekiyor ancak başka bir tedavinin de uygulanamayacağı söyleniyor. Bu kişi de hâlâ cezaevinde ve tedavisi de tabii ki bu koşullarda yapılamıyor.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Evet, toparlayalım.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Toparlayacağım inşallah.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Diğer maddelerde örnekleri devam edersiniz Züleyha Hanım.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Onlarda da var da çok var.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Benzer hep sağlık sorunları, nakiller vesaire.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Bakın, Düzce T Tipi Cezaevinde eldiven, maske dağıtılmaya başlamış sonunda ısrarlarla ama temizlik malzemesi verilmiyor. Bu koşullarda hijyen nasıl sağlanacak?
Kandıra 1 No.'lu F Tipi Cezaevi'nde 3 kişilik bir hücreye bir ay için 1 litre sıvı sabun dışında başka bir temizlik ve hijyen malzemesi verilmiyor, haziran sonu itibarıyla avukat görüşüne çıkan mahpuslarda ve infaz koruma memurlarında maske ve eldiven bulunmadığı iletilmiş.
Gebze Kadın Hapishanesi yirmi otuz günde bir ilaçlanıyor, avukat görüşüne ve telefona çıkan mahpuslara eldiven ve maske verilmiyor. Temizlik malzemeleri; sabit aralıklarla olmasa da arada sırada, idarenin belirlediği zamanlarda temizlik malzemesi veriliyor; bunun dışında temizlik malzemelerini ücret karşılığı almaları isteniyor.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Son cümlenizi alalım.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Son cümle değil, atlayarak gidiyorum. Sabah o kadar sözümü kestiniz ki artık biraz...
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Hayır, ben söz verdim ısrarla, siz istemediniz.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Hayır, hayır; sizinle anlaştık, dediniz ki: "Öğleden sonra..." sonra "Hayır, ben vazgeçtim, şimdi." diyorsunuz. Bu kadar da keyfîlik olmaz!
Bakın, haberleşme hakları... Keyfî bir şekilde haberleşme hakkı engelleniyor; mektuplar, fakslar... Öyle bir keyfîlik var ki "Bu kelimeyi beğenmedim." diyor, mektubunu vermiyor, telgrafını iletmiyor, günlerce verilmiyor, haftalarca "Okuma denetiminden geçecek." diye mektuplar iletilmiyor, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için gönderilen kartlar aylar sonra veriliyor, kitaplar yine benzer bir durumda.
Bakın, ben size kendi yaşadığım bir örneği vereyim: Bakırköy Cezaevi, diyor ki "Şu günlerde almam." "Şu saatte almam." "Aile, yakın görüşü geldiğinde almam." "Sadece şu günde alırım." Yahu, aileler kilometrelerce uzaktan geliyor, her an getirip o cezaevine kitap teslim etme, eşya teslim etme şansları yok, yoksul aileler zaten. Kitabı verdiğinizde şunu diyor: "1 kitap almam, 7 kitabı birlikte getirirseniz veririm, ayrıyeten tek tek kitap almam." Neye dayanıyor 7 kitabı birlikte isterken? Kitaplar verildiğinde şunu diyor: "Bu kitap çok kalın, ben bunu 3 kitap sayarım, o yüzden, 7 kitap hakkınızın 3'ü aslında tek kitaba sayılmıştır, gerisini almıyorum." Hangi hakla? Bu nasıl bir keyfiyettir? Kıyafetler götürüyorsunuz, üzerinde marka yazısı var ya da bir şey var -ki biliyorsunuz, son zamanlarda her şey artık markalı yapılıyor- yazı var diye kıyafet alınmıyor, kelebek var diye kıyafet alınmıyor, kuş var diye kıyafet alınmıyor; keyfîliğin haddini hesabını düşünebiliyor musunuz? Bu cezaevi idareleri acaba içeride neler yapıyorlar bu keyfîlikle?
Haberleşme hakkının ötesinde -atlayarak geçiyorum çok uzun olmasın diye- telefon görüşleri keyfî olarak kısaltılıyor. Geliş gidişler o toplam süresinden sayılıyor, bir saatten sayılıyor, o arada yarım saat gidiyor, telefonda bağlantıda bir sorun varsa orası da oradan sayılıyor ve yirmi dakikaya, on dakikaya inen telefon görüşmeleri ki şu an pandemiyle birlikte 2 kere onar dakika olan hak da kaldırılmış durumda birçok cezaevinde, bir defada yirmi dakikaya indirilmiş durumda, oysaki yakınlar açısından ve içerideki açısından farklı zamanlarda haber alabilmek için farklı zamanlarda görüşme hakkının sağlanması çok önemli çünkü bu arada ne yaşandı, ne oldu... Görüşme de yapılamıyor, yüz yüze görüşmeler de yok, en azından bunun sağlanabilmesi açısından görüşme sürelerinin dağıtılarak kullanılması gerekirken yine cezaevi idaresinin keyfî uygulaması sonrasında bu uygulama da teke indirilmiş durumda.
Süreli ve süresiz yayınlar alınmıyor, yasaklanmamış kitaplar alınmıyor. "Beğenmedim." diyor, almıyor. Hangi gerekçeyle? "Bu kitabı beğenmedim." diyor. Yasaklanmamış bir kitabı nasıl içeri almazsınız? Evrensel, Birgün, Yeni Yaşam, Yeni Demokrasi gibi gazeteler içeri alınmıyor mesela. Hangi gerekçeyle alınmıyor? Yani sadece iktidarın ideolojik zeminine uygun, onların benimsediği, onların okuduğu yayınları mı cezaevi içerisine alacağız? Bir insanın düşüncesini belirleme, ideolojik zeminini belirme haklarını kendinizde nasıl görüyorsunuz? Nedir bu tek tip insan yaratma modeliniz, bu uğraşınız?
Yine, Kürtçe meselesinde çok ciddi sıkıntılar var. Ana dilinden bahsediyorsunuz, ana dil hakkından bahsediyorsunuz; ya, içeride, koğuşta Kürtçe türkü söylendiği için disiplin soruşturmaları yapılıyor, hakları gasbediliyor. Niye? Yasak mı? Kürtçeyi konuşmak, bir insanın kendi ana dilinde konuşması, kendi ana diliyle türküsünü söylemesi niye yasak oluyor?
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Gece yarısı falan mı yoksa?
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Hayır, gayet normal saatte. Merak etmeyin, onlar kendi koğuşlarındaki arkadaşlarının uyuma hakkına çok dikkat ederler, öyle bir sorunları yok.
MUHAMMED FATİH TOPRAK (Adıyaman) - Kim onlar?
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Bakırköy Cezaevi.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Devam edelim, son cümleyi alayım.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Savunma hakları meselesi. Bakın, cezaevlerinde savunma hakkı meselesi de çok ciddi kısıtlamalara tabi tutulmuş durumda. Cezaevinde avukat arkadaşlarımız görüşme odalarında sıkıntılar yaşıyor. Çünkü açık görüş yapılamadığı için, kapalı şekilde düzenlenen görüşler olduğu için zaten aslında gizlilik ihlalini ihlal eden durumlar yaşanırken öbür taraftan da oda sayısı az olduğu için avukat arkadaşlarımız görüş yapmak için saatlerce beklemek zorunda kalıyor; bu brandalı şeylerden bahsediyoruz.
Şimdi, etkili başvuru hakkı, diğer bir sorun. Cezaevinden birçok şikâyet dilekçesi geliyor. Bu konuda cezaevi idarelerine başvurular var ama cezaevi idaresine yapılan başvurular çoğu kez sonuçsuz kalıyor. Dışarıya yapmak istedikleri başvurular da çoğu zaman engelleniyor hatta bazen telefon -bugün telefon tartışması yapıyorsunuz ama- görüşmelerinde şöyle sorunlar yaşanıyor: Cezaeviyle ilgili bir şikâyet bildirdiğinde telefon görüşmesi kesiliyor. Neden çekiniyorsunuz? Eğer gerçekten bir ihlaliniz yoksa soruşturma konusu yapılmaktan niye çekiniyorsunuz? Bu konuda kamuoyunun bilgilendirilmesinden niye çekiniyorsunuz? Aslında bugün getirdiğiniz madde de benzer bir sonuca yol açacak, yine insanların şikâyetlerini ailelerine, yakınlarına bildirmesinin önüne geçecek düzenlemelerden bir tanesi olacak.
Yani, özetle şöyle toparlayayım: Evet, mesele bir yanıyla yasalar; Ceza İnfaz Yasası'nın bir bütün olarak kendisi ve bugün getirmeye çalıştığınız yasanın kendisi. Evet, bazı iyi düzenlemeler var ama o da eksik; özellikle çocuklar meselesinde, çocuklu anne meselesinde yine tek yanlı bakmışsınız, çocuğun sorumluluğunu anneye yükleyerek erkeğin de ebeveyn olduğunu unutan bir yaklaşımla bir düzenleme yapmışsınız ama onun dışındaki meseleler sorunu çözecek değil daha da ağırlaştıracak düzenlemeler. O yüzden, bu düzenlemeler yerine gerçekten şunları... Ceza ve Tefkifevleri Genel Müdürlüğü de buradaysa, lütfen bu sorunları nasıl çözeceğimize bakalım, bu sıkıntıların nasıl halledileceğine bakalım. Cezaevinde yaşayan mahpuslar, cezaevinde olan mahpuslar insan hayatının gerektirdiği her türlü hakka sahiptir; sadece cezasını çekmek üzere oradadır, bunun dışında herhangi bir hak ihlali onlara karşı uygulanamaz; cezasını çekecekse çekecek, bitecek ki, bugün şunu da çok iyi biliyoruz, cezaevlerine atılan binlerce insan aslında suçlu olduğu için değil, bu iktidara karşı muhalefet ettiği için, bu sistemi eleştirdiği için, bu ülkenin yaşanabilir bir ülke olmasını istediği için cezaevindeler. Abdullah Vekilimiz sabah anlattı, herkes terörist çünkü herkes, muhalefet eden herkes terörist. Bu ülkede böyle bir uygulama sürdüğü sürece cezaevleri dolacak.
Ha, bir de son bir şey, cezaevlerinde doluluk oranı çok yüksek. İnsanlar lavaboların önünde, yerlerde yattığını söylüyor; bakın, bunu da hatırlatmış olayım.