| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Askeri Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3636) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 02 .06.2021 |
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Merhabalar.
Ya, ben biraz, yasayı yaparken çok da düşünülmeyen ama aslında Türkiye'nin önemli gündemlerinden biri olan güvenlik güçlerinin işlediği ağır insan hakları ihlalleriyle ilgili meseleye değinmek istiyorum. Keşke bu meselenin de çözülebilirliği için bir düzenleme yapılsaydı. Tam aksine, aslında soruşturmaların ve dava açılmasının da önünü kesen düzenlemelerle karşı karşıyayız.
Türkiye'ye ilişkin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin aslında bu konuda, güvenlik güçlerinin işlediği suçlar konusunda cezasızlıkla ve faillerin ortaya çıkarılmamasıyla ilgili çok sayıda kararı olmasına rağmen, bu konuda da herhangi bir düzenleme yapılıyor değil. İnsan hakları ihlallerine ilişkin mağdurlarda genel olarak şöyle bir kanaat oluşmuş durumda, bir cezasızlık kültürüyle karşı karşıya kalındığı, gerçekten suçluların açığa çıkarılmadığı ve sonuçta da bir dava açılsa dahi gerçek anlamda cezai yaptırımların uygulanmadığı noktasında toplumda da geniş bir kanaat oluşmuş durumda.
Bu, sadece bugün değil, aslında 1990'larda gerçekleştirilen yaygın ve sistematik insan hakları ihlalleri, zorla kaybetmeler, öldürülmeler, köy yakmalar da dâhil olmak üzere, o döneme ilişkin gerçek anlamda bir cezalandırma politikasının uygulanmamış olması, 2013 yılındaki Gezi protestoları sırasında ve 2016 darbe girişiminin ardından güvenlik güçleri tarafından işlenen birçok ağır insan hakları ihlaline de etkin soruşturmalar yapılmamış olması ya da uzun zamana yayarak bir zaman aşımıyla davaların düşürülüyor olması, etkin bir mücadelenin de uygulanmadığı gibi bir gerçeklik önümüzde duruyor. Son süreçlerde de özellikle 1990'lara ilişkin, bir iki dosyada farklılaşsa da genel olarak bir cezasızlık ya da zaman aşımından düşmenin ne kadar yaygın olduğunu düşünürsek aslında bu cezasızlığın da ne kadar yaygın olduğunu gözlemleyebiliriz.
Yakın zaman açısından baktığımızda, Sürmi İnce davası aslında önümüzde. 18 Temmuz 2016'da Yüksekova'da büyükçiftlik beldesinde ot biçen çocuklarına, eşiyle birlikte kahvaltı götüren 55 yaşındaki Sürmi İnce zırhlı askerî araçtan açılan ateşle öldürüldü. Yerel mahkeme olayın faili olan Uzman Çavuş Ali Dalgıran'a üç yıl dört ay hapis cezası verdi. Ancak Yargıtay 8 Mart 2020'de kanun hükmünü yerine getirme ve ceza sorumluluğunu kaldıran nedenleri gerekçe göstererek üç yıllık cezayı da fazla bulmuş ki onu da bozdu ve üzerinden dört yıl geçmesine rağmen, Sürmi İnce davası hâlen sonuçlanabilmiş değil. Katledilmesine ilişkin hem tanıklar hem kanıtlar hem de Çavuş Ali Dalgıran'a daha önce verilmiş cezaya rağmen, tutuklu yargılanan da hiç kimse yok. Zırhlı askerî araçlardan açılan ateşle katledilen binlerce Kürt'ün davası gibi bu da yine bir cezasızlıkla sonlandırılmak isteniyor.
Sürmi İnce davası Kürt illerinde cezasızlığın bir politika olarak yürütüldüğünün en önemli somut göstergelerinden bir tanesi. Mesele gerçekten devletin kolluk gücü olunca, İnce davasında olduğu gibi yerel mahkeme ceza vermiş olsa da -çok düşük bir cezadan bahsediyoruz- Yargıtay tarafından bozuluyor ve yine bir korunmayla, güvenlik görevlilerinin, talimatı verenlerin, emri verenlerin yani sorumlu olan tüm devlet görevlilerinin korunmasıyla karşı karşıya kalıyoruz. Buna ilişkin yapılan açıklamalar ne oluyor? Mağdurlar bir şekilde kamuoyu önünde lanse ediyorlar; "Teröristtir." deniliyor, "Kaçakçıydı." deniliyor; aynı Roboski katliamında olduğu gibi bu tür terimlerle katliamlar, cinayetler meşrulaştırılmaya çalışılıyor.
Yine, bir diğer örnek, Siirt'te İpek Er'e tecavüz edip intihara sürüklediği gerekçesiyle nitelikli cinsel saldırı suçundan yargılanan Uzman Çavuş Musa Orhan. Dün 3'üncü davası görüldü. Yine, tutuksuz yargılanmaya devam ediliyor. Bir kadın tecavüze uğradı ve tecavüz sonrası maalesef intihara sürüklendi ama buna rağmen, Musa Orhan kısa bir süre tutuklandı kamuoyu baskısı nedeniyle ama arkasından, yine, hukuksuz bir şekilde birileri devreye girdi, bir el devreye girdi ve Musa Orhan'ın tahliyesine karar verildi. Görünen o ki bundan sonra da aslında bir cezalandırma falan olmayacak ve yine, bir kadın katili cezasızlıkla karşı karşıya kalacak.
Bununla da kalmadı, uzman çavuş şiddeti çok sık yaşanmaya başladı. Bingöl'ün Karlıova ilçesinde Turgut Özal TOKİ Evlerinde "Ferhat K." isimli uzman çavuş, aynı apartmanda oturan ve bodrum katında oyun oynayan çocukları kovalamış, çocuklardan biri olay sırasında apartmanın önünde oturan annesine gitmiş, yaşananları anlatmış. Annesi bunun üzerine duruma tepki gösterince de bu sefer uzman çavuş, anneyi ölümle tehdit etmiş, daha sonra da kadına fiziksel şiddet uygulamıştır.
MUHAMMED FATİH TOPRAK (Adıyaman) - Yalan ya, yok öyle bir şey! Hiçbir asker yapmaz.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Müdahale etmeyelim.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Konuşuyorum. "Hiçbir asker yapmaz." O yüzden mi var bu kadar dava? Hiç yok, tabii.
Şüpheli asker ölümleri... Şimdi sadece bunlar değil yani askerlerin, güvenlik güçlerinin sivil vatandaşlara uyguladığı şiddet değil ama aynı zamanda, askeriye içerisinde çoğu kez "şüpheli asker ölümleri" diye duyduğumuz vakalar da var.
Zorunlu askerlik politikaları, vicdani ret hakkı ve alternatif kamu hizmetlerine katılım düzenlemesi maalesef, Türkiye'nin gündeminde değil. Oysaki vicdani ret hakkı ve buna ilişkin mücadele eden çok sayıda insan var ve en doğal insani hak ve talep aslında vicdani ret hakkı. Dolayısıyla da buna ilişkin de aslında bir düzenleme yapılması gerekiyor ama bu da yine gündeminizde yok.
Kamuoyuna yansıyan verilere göre, 2020'de 2'si sözleşmeli er, 1'i uzman çavuş olmak üzere, toplam 10 asker şüpheli biçimde hayatını kaybetti. Millî Savunma Bakanlığı 5 asker ölümünün intihar nedeniyle, 1 askerin yüksekten düşerek, 4 askerin ise silah veya mühimmat kazasında kaybedildiğini ileri sürdü. Şimdi, bu olaylara biraz bakalım.
Terhis olmasına üç aydan az süre kalan, Şırnak'ta görev yapan Azmi A.'nın intihar ettiği söylendi. Ancak uzmanlar silahın yapısı ve ölçülerinin bir kişinin onu kendisine çevirip ateş etmesinin mümkün kılmadığını söyledi. Bu araştırıldı mı? Gerçekten böyle miydi? Bilinmiyor.
Jandarma Er Osman Ö. zorunlu askerliğini yaptığı İzmir Aliağa Kapalı Cezaevinde ölü bulundu. Ailesinin anlattıklarına göre, Osman Ö. telefonda "Tehdit ediliyorum." dedikten bir gün sonra ölü bulundu. Önce "Kalp krizi." denildi, ardından 3'üncü kattan düştüğü söylendi.
Babaeski'de askerlik yapan Mustafa A. 8 Haziran 2020'de vücudunda kesik izleri, morluklar ve bileklerinde ip izleriyle askerî kışlada ölü bulundu. Mustafa'nın ölüm nedeni kayıtlara intihar olarak geçti.
Van'da askerlik yapan Ahmet Türeli'nin nöbette olduğu sırada intihar ederek yaşamına son verdiği iddia edildi. Göğsünün sol üst tarafında 3 adet G3 piyade tüfeği kurşunu sonucu oluşmuş yara var. Bir intihar girişiminde aynı kişi kendisine 3 kurşun sıkabilir mi?
Başka bir örnek, Hakkâri'de sözleşmeli piyade er olarak görev yapan M.K. nöbet sırasında ateşli silahla vurulma sonucu Haziran 2018'de yaşamını yitirdi. Olayla ilgili Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında hazırlanan dosyada iç güvenlik tim komutanlığı personeli ile Yüksekova Jandarma Komutanlığı birimlerinin terör saldırısıyla karşılaşma ihtimali nedeniyle olay yerine sevk edilemediği kaydedildi. Olaya ilişkin düzenlenen mesaj formunda ise M.K.'nin kendisine zimmetli tüfeği seri ateş durumuna alarak intihar ettiği belirtildi. Arkadaşları ise intihara yönelik bir düşünceye ve eylemine, herhangi bir ruh hâline rastlamadıklarını söyledi. Soruşturmayı yürüten Başsavcılık Temmuz 2018'de kovuşturmaya yer olmadığı yönünde karar verdi. Aile ne diyordu? Oğullarının intihar etmiş olamayacağını anlatıp karara itiraz ettiler. Yüksekova Sulh Ceza Hâkimliğince bu itiraz da reddedildi, AYM'ye başvuru yapılmıştı. Başvuruyu inceleyen Yüksek Mahkeme asker ölümüne ilişkin etkin bir soruşturma yapılmadığı sonucuna ulaştı. Bu nedenle yaşam hakkının usul yönünden ihlal edildiğini belirleyen AYM kararında "İhlal Cumhuriyet Başsavcılığı işlemlerinden, kararından kaynaklanmıştır." denildi. Yani bu aile, AYM'ye başvurmamış olsaydı bu ihlal de aslında açığa çıkmamış olacaktı.
Şimdi, diğer bir ölüm, Sevag Balıkçı Şahin'in ölümü. Batman'ın Kozluk ilçesi Gümüşörgü Jandarma Karakolunda 24 Nisan 2011'de Ermeni Sevag Şahin Balıkçı devre arkadaşının silahından çıkan kurşunla öldürüldü. Balıkçı ailesinin avukatı İsmail Cem Halavurt ise olayın aslında tam olarak aydınlatılmadığını, tüm çelişkilerden uzaklaşarak gerçeğin ortaya çıkarılmadığını düşündüklerini, soruşturmanın genişletilmesini istediklerini, herhangi bir şüphe kalmaması için suçlamalarla ilgili tüm bilgi ve belgelerin istenmesi gerektiğini söyledi; tanıkların keşif çalışmasına katılmamasında sanık ve ailesinin etkisinin olduğunu düşündüklerini söyledi; tanıkların yönlendirildiğinin düşündüklerini söyledi; "Olay bu nedenle de aydınlatılmıyor." denildi. Bu dosyada her ne kadar ceza alınmış olsa da gerçek anlamda sorumluların açığa çıktığını avukatı da, ailesi de düşünmüyor.
Şimdi, bu intihar meselelerine ilişkin, evet, diyelim ki bir an için bunlar intihar, gerçekten bu kişiler intihar ettiler. Peki, neden intihar ediyorlar, hangi nedenlerle? Askerde ne tür uygulamalarla karşı karşıya kalıyorlar? Bir işkence mi var, kötü muamele mi var? Acaba mobbinge mi maruz kalıyorlar? Kişilik haklarına, ait olduğu ırka yönelik, dine yönelik ya da mezhebe yönelik bir aşağılayıcı söylemde mi bulunuluyor, buna ilişkin uygulamalarla mı karşılaşılıyor? Mesela, buna ilişkin bir araştırma yapmayı, bu konuda somut sonuçlara ulaşmayı ve buna ilişkin ihlalleri ortadan kaldırmaya yönelik bir çalışma yapmayı düşünüyor muyuz diye buradan söylemek istiyorum.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Teşekkür ediyorum.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Son cümlemi bağlayabilir miyim?
Şimdi, yasanın bir bütünü açısından da gerçekten askerlik mevzusu biraz kapalı kapılar ardında giden, dolayısıyla da ihlallerin çok görünür kılınamadığı, üstünün kapatıldığı bir zemin olarak devam ediyor. Aslında bütün yerlerde olduğu gibi, gerçekten bir yerin işleyişinin bu ülkenin yararına, bu halkların yararına olabilmesini sağlayabilecek tek şeyin kendisi demokratik bir işleyiş, şeffaflık, denetlenebilirlik, hesap verilebilirlik ve gerçekten cezasızlık politikasından vazgeçilmesiyle mümkün. Katı hiyerarşik kurallar getirmekle, olayı daha antidemokratik noktalara çekmekle aslında hiçbir sorunun çözülebilme şansı yok. Bu anlamıyla da hani, eğer bu yasa gerçekten işte bir darbeleri engellemeye çalışıyorsa daha fazla kapalı, denetlenemez bir mekanizma değil, aslında demokratik işleyişi olan bir mekanizmanın kurulması gerekir.