KOMİSYON KONUŞMASI

SUZAN ŞAHİN (Hatay) - Sevgili üstadım üstte kalan süreyi bana verdi.

BAŞKAN ÖZNUR ÇALIK - Sayın Şahin, çok istirham ediyorum, Sayın Bakanıma altıda biter demiştik.

SUZAN ŞAHİN (Hatay) - Üstünden tık, tık, tık geçeceğim, birçok arkadaşım da söyledi ama detaylarını görüşürüz sonra.

BAŞKAN ÖZNUR ÇALIK - Tekrara düşmeden Suzan Hanım.

SUZAN ŞAHİN (Hatay) - Peki.

Sayın Bakan, sevgili bürokratlar; hoş geldiniz.

Sunumlarınız için çok teşekkür ederiz.

Olumlu adımlarınızı elbette takdirle karşılarız ancak şiddetin artarak devam ettiği sonucunu görünce bunların yetersizliği ortada, daha farklı şeyler, daha farklı politikalar geliştirmek gerekliliği ortada.

Şiddeti önleme gerçekten politiktir, ben buna inanıyorum. Şiddeti önleme kararlı bir iradeyle olur. Önlemeye ilişkin, doğumdan ölüme her aşamada sağlanacak bu üretilen politikalarla ve bunların uygulanmasıyla, kararlılıkla mümkün olabilir. Mevcut yasalar ile yasaların uygulanması arasındaki farkın ölçülebileceği alanlardan birisi olarak da adalete erişim, haklardaki eşitlik ve gerçek eşitsizlikler arasındaki çelişkiyi de ortaya çıkarmaktadır. Bu anlamda, kadınların adalete erişimi önündeki engeller, etkin kovuşturma ve soruşturma yürütülmemesi, faillerin gereken cezaları almaması vicdanları yaralamakta, cezasızlık politikaları kadınlara şiddet uygulayanları, kadın katillerini daha da cesaretlendirmektedir. Kadın cinayetleri davalarında en çok başvurulan ceza indirimi gerekçeleri olarak haksız tahrik, mahkemede iyi hâl, sanığın akıl sağlığının yerinde olmadığı iddiaları, rapor bekleme sürelerinin uzun olması... Davalarda ne yazık ki birçok hâkim evrensel insan hakları ve değerlerinden uzak kararlara imza atmaktadır. Mahkemede sırf kravat taktığı için indirim alan katiller olduğu gibi "aşırı sevgi, tutku" gerekçeli indirimler uygulanmakta, başka bir davada failin mesleği "Toplumda önemli yeri var." diyerek gelecek indirimi, saygın tuttum indirimi, "Pişmanım." dediği için pişmanlık indirimi, "Anlık öfkeyle oluşmuştur." diyerek cinnet indirimi gibi birçok ceza indirimleriyle karşılaşmaktayız. Biraz önce arkadaşlarım örnekleriyle bu durumları -yaşanan örneklerde- bilginize sundu. Önce, yaşam hakları ihlal edilen kadınlara "Erkekliğime laf attı." "Bana küfretti." "Çocuğum benden değil, başka biriyle görüşüyordu." diyerek indirim almaya çalışanlar da var. Burada indirim alamazlarsa "Çok pişmanım, anlık bir öfkeyle oldu." gibi söylemlere başvuruyorlar ya da sığınıyorlar, o da olmazsa kravat takıp indirim almaya çalışıyorlar. Bu örnekler, açıkça yasada tanımlı indirimlerin suistimal edildiği örneklerdir. Bunların karşısında ortaya çıkan adaletsizlik ve cezasızlık süreci kadınları çaresizliğe sürüklüyor. Şiddet, istismar, taciz, tecavüz faillerinin serbest bırakılması da büyük bir sorun. Kadınlar, seslerini sosyal medyada duyurmaya çalışıyor; bu büyük bir sorun, sosyal medyaya ulaşamayan kadınlar içinse daha büyük bir sorun var. Etkin kovuşturma, şiddetin son bulması için oldukça önemli. Caydırıcı cezalar olmadığı sürece "Ne de olsa üç, beş yatar, çıkarım." diyerek şiddet uygulayanlar daha da cesaretlendiriliyor. Kadınlar 1 kişi daha eksilmek istemiyor, gerçek adaletin sağlanması konusunda kararlı bir irade istiyor ve bunu da sizden bekliyoruz.

İndirimler uygulanmasın, kamu davası olarak yargılama devam etsin, şikâyetten vazgeçme başvurusu sonrasını hiçbir şekilde etkilemesin, tabii ki uzaklaştırma verilen kişilerle ilgili de rehabilitasyon zorunlu kılınsın diyoruz.

Pandemi döneminde adliyelerde daraltılan çalışmalar, kadınların adli yardım merkezlerine ulaşımını güçleştirdi. Duruşmalar ertelendi, ihtiyacı olan kadınlar hukuki desteğe ulaşamadı. Adli yardım merkezi başvurularından da sonuç alamayan kadınlar, sadece kanuni hakları hakkında bilgilendirildiklerini, mekanizmaların gerektiği gibi işlemediğinden dolayı can güvenliklerinden endişeli olduklarını ve şiddetin süreklileştiğini dile getirmektedir. Kadınlar, bu nedenle hem şiddetle yaşamak hem sürekli mücadele etmek zorunda kaldıklarını, psikolojik olarak da yıprandıklarını belirtmektedirler. Pandemi döneminde bu konuda size gelen şikâyetler ne yönde oldu ve nasıl çözüldü?

Önemli olduğu için tekrar etmek istiyorum, altını çize çize, koyu bir şekilde. Bir diğer konu, ilk olarak 2016 yılında gündeme getirilen ve tepkiler üzerine geri çekilen çocuk istismarı, evlilik affı. Bu konunun sürekli olarak gündemde tutulması ve her fırsatta Türkiye Büyük Millet Meclisinde dahi dile getirilmesi endişe verici.

TİHEK Başkanı Süleyman Arslan'ın 15 yaşındaki çocukların nikâhının insan hakkı olduğunu savunması da Adalet Komisyonunuzda görüşülen teklife bu yönde bir ekleme yapılması girişimi de kabul edilemez. "Aileyi koruma" adı altında her yaştan kadınlar ve kız çocuklarının tecavüzcüleriyle evlendirilmelerini yasalaştıracak düzenlemeye karşıyız. Bu düzenleme gündemde tutuldukça Türk Ceza Kanunu'ndaki "15 yaş altı çocuklarla hiçbir koşulda cinsel ilişkiye girilemeyeceği" ve Türk Medeni Kanunu'nun "17 yaşın altında evlilik yapılamayacağı" konusundaki yasal düzenlemeler kâğıt üzerinde kalıyor, uygulanmıyor, uygulanamıyor.

Gençler, aileler, bu yasalar yokmuş gibi yaşamaya devam ediyor. Çocuk cinsel istismarcıları işledikleri suçtan mahkûm olsalar bile kız çocuğunu ya da ailesini ikna edip resmî nikâh yaptıkları takdirde cezadan kurtulabileceklerini düşünüyorlar. İstismarcıyla yaşamaya zorlanan kız çocukları, evlilik boyunca şiddete maruz kalmıyor mu? Bazı yargı mensupları da af propagandalarından etkilenerek giderek daha çok beraat kararı veriyor. Toplumda "Gelenek, görenek." diyerek af söylemlerinin teşvikiyle "çocuk evliliği" adı altındaki çocuk cinsel istismarını ihbar yükümlülüğünü savsaklıyor. Af söylentisi, çeşitli kişi ve kurumların kız çocuklarının evlendirilme yaşının 12 hatta 9 olabileceği yönündeki propagandaların sürüp gitmesine neden oluyor. Bu konuda bir düzenleme umuyoruz ki yeniden gündeme getirilmez.

İnsan Hakları Eylem Planı'nda -bunun da önemli olduğunu düşünerek tekrar vurgulamak istiyorum- ara buluculuk hedeflerinden birisi olarak yer alıyor. Uluslararası sözleşmelerdeki standartlar dikkate alınarak mahkeme temelli aile ara buluculuğu müessesinin oluşturulacağı belirtiliyor. Ara buluculuğun aile hukukunda uygulanmaması yönünde hukukçular ve uzmanlar ısrarlı uyarılarda bulunuyor İstanbul Sözleşmesi'nin 48'inci maddesi ara buluculuğun uygulanmaması konusunda net bir şekilde uyarıyor.

Boşanmaların çoğu şiddet gerekçesiyle gerçekleşiyor. Şiddet bir suçtur ve suç unsuru taşıyan konular ara buluculuğa konu edilemez. Bu konuda ara buluculuk meselesi kesinlikle kabul edilemezdir.

Nafaka da benzer bir şekilde düzenleme yapılacağı ifade edilen konulardan birisi. Kadın istihdamının düşük, kadın yoksulluğunun yüksek olduğu gerçeği kadınların yaşadığı ekonomik şiddet, tabloyu kadınlar açısından daha da vahim hâle getiriyor.

BAŞKAN ÖZNUR ÇALIK - Suzan Hanım, sözlerinizi lütfen toparlarsanız.

SUZAN ŞAHİN (Hatay) - Bitiriyorum, tamam.

Boşanma davalarının kaçı kadına yönelik şiddet iddiasıyla açılmıştır? Sorulara geçmiş olayım. Bakanlığınız döneminde ödenmeyen nafaka alacaklarından dolayı doğan haklara yönelik açılan icra ve ceza davası sayısı nedir? Nafaka ödemediği için kaç kişi hapse girmiştir? Kadınların aldığı ortalama nafaka miktarı 262 ila 370 TL olarak ifade edilmekte. Nafaka mağdurları olarak ifade edilenlerin sayısı ve oranı nedir? Çalışmak yerine 300 TL nafaka için mahkeme köşelerinde sürünmek kadınların tercihi midir sizce?

Bir diğer sorum da... Kadına şiddet uygulayanlar da İnfaz Yasası kapsamında tahliye edildi ve tahliye edilenlerin işlediği cinayetler basına yansıdı. İnfaz Yasası kapsamında şiddet uyguladığı hâlde tahliye edilen ve tahliye edildikten sonra cinayet işleyen kişi sayısı kaçtır? Bu konuda kadınlara bildirim yapılmakta mıdır?

"Şiddet politiktir." dedik, şiddet bir insan hakkı ihlali midir? Öyleyse insan hakkı ihlaline ilişkin uluslararası sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi'nin Cumhurbaşkanı kararıyla çekilmesini hukuka uygun buluyor musunuz, Anayasa'nın 90'ıncı maddesine aykırı değil mi?

Teşekkür ediyorum.