KOMİSYON KONUŞMASI

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Çok teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli üyeler, sayın milletvekilleri; öncelikle Sayın Beyazıt'a teşekkür etmek isterim emekleri için.

Bu paketle ilgili olarak ben de Sevgili Grup Sözcümüz Zeynel Emre'nin özellikle dikkat çektiği üzere Yargı Reformu Strateji Belgesi ve İnsan Hakları Eylem Planı'na da yollama yaparak genel bir çerçeve çizmeye çalışacağım. Türkiye o kadar adalete susamış bulunuyor ki her adım yarım da olsa desteklenmesi gereken adım olarak görülmelidir.

Şimdi, şöyle tanımlanıyor anayasa: "Bir toplum ki orada erkler ayrılığı sağlanmamıştır, hak ve özgürlükler güvence altına alınmamıştır; orada da anayasa yoktur." biçiminde, 1789 Bildirgesi'nin 16'ncı maddesi; bugün de geçerli bu anayasa tanımı. Biz de yüz yıl gecikmeyle de olsa anayasa bu topraklarda yapıldı ve uzun bir evrim sonucu, aslında 20'nci yüzyılda büyük ölçüde Batı anayasacılığıyla, bu anlamda anayasacılıkla bizim anayasacılığımız arasında paralellik oluştu.

Şimdi, baktığımız zaman bu çerçevede, hak ve özgürlükler güvenceleriyle birlikte Anayasa'da tanınmış bulunuyor, yasama, yürütme ve yargı da Anayasa'da sistematik bir biçimde öngörülmüş bulunuyor. Fakat acaba neden bu kadar yargı reformu ihtiyacı? Ben sadece okumaksızın, 36 ve devamı maddelerini okumaksızın onlara değineceğim fakat 13'üncü maddeyi izninizle sizinle paylaşacağım.

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. Şimdi, bu maddenin yanı sıra tam da bizim konumuz olan 138'inci maddeyi okumayacağım, sadece belki birinci fıkrasını hatırlatmakta yarar var, nedenini de belirteceğim. Birinci fıkrası "Hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler."

Şimdi, ben bu 2 maddeden özellikle 1'incisini, 13'üncü maddeyi, şu anda yürürlükte olan hiçbir Avrupa anayasasında görmedim, yani hak ve özgürlükler lehine olan madde olarak görmedim; hemen hemen 2'ncisi de çok istisnai olarak var fakat sayın üyeler, şunu kabul edelim: 13'üncü maddeyi biz yasama organı olarak en çok ihlal eden bir organız, 138'inci maddeyi de siyasiler ve özellikle yürütme organı en çok ihlal eden organlar.

138'inci madde öncesi, dava başlamadan; esnası, sürerken ve sonrası, uygulama aşamasında siyasiler sürekli ihlal etmektedirler. Bu iki saptamayı yapmadan ne kadar yasa çıkarırsak çıkaralım bunların etkisi sınırlı kalacaktır. Buradaki ana sorunumuz şu: Şimdi, Anayasa'nın "İkinci Kısmı"nda hak ve özgürlüklere ilişkin güvenceler var, liste var 75'inci maddeye kadar 2'ncisinde ise sistematik var, 75'ten itibaren fakat erkler ayrılığı büyük ölçüde 2017 Anayasa değişikliğinde kâğıt üstünde kaldı. Şimdi, kâğıt üstünde kaldığı için biz 2017 Anayasa değişikliğinden itibaren anayasa çalışmalarına başladık, reform çalışmalarına başladık ama özellikle birçok konuşmacının değindiği üzere 2019 Haziranında yani tam tamına iki yıl önce Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı Yargı Reformu Strateji Belgesi'ni açıkladıktan sonra, hemen ondan itibaren biz çok ciddi bir rapor hazırladık, tam 40 sayfalık. Arzu edenlere iletebiliriz çünkü öyle ya, 2017 Anayasa değişikliğini yapan taraftan bir yargı reformu beklentisi ihtiyacı kamuoyuna açıklandı, biz ciddiye aldık bunu, biz ciddiye aldık ve 40 sayfalık bir rapor hazırladık; aradan yirmi iki ay geçti, İnsan Hakları Eylem Planı hazırlandı, onu da ciddiye aldık ve bizim hazırlamakta olduğumuz, bu 12 ayrı yasa önerisinde bunların getirdiklerini getirmediklerini dikkate aldık ve şu saptamaları yaptık. Biraz önce bazı hatipler değindiler ama ikisinin ortak paydalarına baktığımız zaman, her ikisinde 18 amaç var, 113 hedef var ve 649 faaliyet var, yani kısaca Sayın Beyazıt, yok yok; hem Strateji Belgesi'nde hem Eylem Planı'nda yok yok diyebiliriz. Peki, nelerdir bunlar, ortak paydalar? Sadece amaç ve hedefleri her ikisinin hatırlayalım: Yargıya güvenin artırılması, hak ve özgürlüklerin daha etkin korunup geliştirilmesi, makul sürede yargılanma hakkının gözetilmesi, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının geliştirilmesi, adalete erişimin kolaylaştırılması ve hukuki güvenliğin güçlendirilmesi, daha güçlü bir insan hakları koruma sisteminin kurulması, yargı bağımsızlığı ve adil yargılanma hakkının güçlendirilmesi, kırılgan kesimlerin korunması ve toplumsal refahın güçlendirilmesi, ifade ve basın özgürlüğüne ilişkin standartların yükseltilmesi, toplantı ve örgütlenme hakkının güçlendirilmesi, iddia ve savunma eşitliği ilkesine ilişkin standartların geliştirilmesi, masumiyet karinesine ilişkin standartların güçlendirilmesi, sağlıklı ve yaşanabilir bir çevrenin korunması. Sayın Beyazıt, değerli üyeler; burada dikkatinizi çeken nedir ortak paydalarda? Hep sıfat kullanılıyor, yani "Türkiye'de hak ve özgürlükler iyidir ama daha da, daha da geliştirilmesi, güçlendirilmesi." Ben hep kaçınırım bu tür maksimalist yaklaşımlardan, bu sıfatlardan çünkü bir yerde maksimalist sıfat gördüğünüz zaman orada çok ciddi sorunlar var demektir. Bu maksimalist yani azamileştirici sıfatlar karşısında incelerken bu belgeleri, özellikle Yargı Reformu Strateji Belgesi'ni incelerken şu üç soruyu sorduk: Acaba Yargı Reformu Strateji Belgesi'nde yer alan, dile getirilen sorunların ne kadarı Anayasa'dan kaynaklanmaktadır? Ne kadarı Anayasa'dan kaynaklanmaktadır, ne kadarı Anayasa'nın uygulanmayışından kaynaklanmaktadır? İki, acaba bu belgede dile getirilen sorunların ne kadarı yasalardan kaynaklanmaktadır veyahut da yasaların uygulanmamasından kaynaklanmaktadır? Üçüncü soru ise, ne kadarı uygulamadan kaynaklanmaktadır? Yargı, İnsan Hakları Eylem Planı'nı buna eklediğimiz zaman, aslında her iki belgede saptanan sorunların yüzde 80'i -yaklaşık olarak yüzde 75 veya yüzde 80'i, çok yakından incelemiş bir kişi olarak- Anayasa'ya uyulmamasından, örneğin 13'üncü maddeye rağmen aykırı yasalar çıkarılmasından, 16, 36, 37, 38'inci maddelere aykırı yasalar çıkarılmasından ya da 138'inci maddenin güvencelerinin ihlal edilmesinden ve tabii ki -şimdi, biraz sonra değineceğim gibi- mesela "Somut deliller olmadan." diyor oysa Anayasa 19 ve 138, 141 açık, gerekçe yazacaksınız, gerekçe zaten somut deliller üzerine inşa edilir. O zaman bir öz eleştiri söz konusu, demek ki Anayasa'ya rağmen hâkimlerimiz veya savcılarımız Anayasa'ya uygun karar vermiyorlarmış.

Şimdi, bu açıdan baktığımız zaman, gerçekten, bizim hazırladığımız bu 12 ayrı yasa önerisinde sizin gibi esasen adil yargılanma hakkına nasıl çözüm bulabiliriz sorusunu sorarak yola çıktık ama baktık ki -burada en çalışkan komisyonlardan biri, belki de başında geliyor Adalet Komisyonu, çok iyi, tabii, cesaretlendirmemiz gerekir, ben de o nedenle katılabildiğim kadar katılıyorum ama- Adalet Komisyonunun kaçınamadığı başlıca olumsuzluk torba yasa geleneği, uygulaması ki burada da var o durum oysa Adalet Komisyonu örnek olmalıdır bu konuda. İşte o nedenle biz "Torba yasaya hayır" dedik, "Torba yasaya hayır." sloganıyla yola çıktık ve böyle olunca hâliyle bir yasa önerisi yerine 12 yasa önerisiyle kocaman bir klasör oluştu ve bu 12 yasa önerisiyle de aslında burada Yargı Reformu Strateji Belgesi'nde veya İnsan Hakları Eylem Planı'nda dile getirildiği üzere maksimalist yaklaşımla değil, minimalist yaklaşımla yani asgari olan nedir, asgari standartlar nelerdir bunlara yanıt vermeye çalıştık.

Tabii, bunu şu şekilde yaptık; en azından -bu metni biz ancak buraya gelirken görebildik, buraya gelmeden yani Adalet Komisyonuna havale edilmeden göremedik metni ama- biz bunları hazırlarken başta Adalet Bakanlığı olmak üzere Mecliste grubu bulunan bütün partileri davet ettik "Gelin birlikte yapalım." diye. Fakat burada söz konusu olan bir ayrışma şudur: Biz geçen haftanın ortasında verdik Meclis Başkanlığına teklifimizi, sizin teklif ise sonuna doğru verildi ama biz burada o tekliflerden hiçbirini göremiyoruz ve sizin teklif gelmiş bulunuyor. Bu bakımdan da Adalet Komisyonu ciddi bir sınav veriyor, ciddi bir sınav karşısında.

Şimdi, bu yasa önerilerini bizim katılımcı veya demokratik meşruluk temelinde hazırlamış olmamız kuşkusuz önem taşımaktadır ama bunun ötesinde, bizim hazırladığımız metinlerde aslında yapıcı muhalefetin ötesine geçen, yapıcı muhalefet adımının ötesine geçen bir yaklaşım söz konusu; DİSK'ten HAK-İŞ'e kadar, Türkiye Barolar Birliğinden Ankara Barosuna kadar, Hâkimler ve Savcılar Sendikasına kadar geniş bir yelpazeyi kapsamına alan 20 örgüt, 65 uzmanın katılımıyla hazırlanan bir metin söz konusu. Burada açıkça, yüksek sesle bütün üyeler olmasa da... Bilmiyorum kaç imzacı var? Numan Kurtulmuş'u göremiyoruz. Sayın Beyazıt, acaba sizinle birlikte imzası bulunan kaç vekil var burada, salonda?

SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Genel Kurulda galiba.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Keşke onlar da burada olsalardı.

ORHAN KIRCALI (Samsun) - İmzası olanların hepsi burada.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Çok güzel, teşekkürler; hoş geldiniz.

Burada bizim ortak amacımız adil yargılanma hakkına katkı olduğuna göre ki sadece Türkiye değil; bu, sadece ülkemizle ilgili değil, bizim atacağımız her adım hukuk devleti yolunda bölgemizi de etkileyecek adım olacağı için burada öyle kısır muhalefet iktidar ayrımı indirgemesine girmeye hiçbirimizin ihtiyacı yoktu; ben zaten hiçbir biçimde ona girmeyeceğim.

Sayın Başkan, değerli üyeler; benim söylemek istediğim husus şudur, iki hususu özellikle sizinle paylaşmak istiyorum. Özellikle Zeynel Emre vurguladı, sizin metin ile bizim metni teker teker karşılaştırdık. Siz bir adımı olumlu atmışsınız, onu alkışlıyoruz biz ama orada bizim 2 ileri adımımızı da sizin desteklemenizi bekliyoruz; bir. İkincisi şu: Bizim burada bir klasör dolusu gerekçeleriyle birlikte, genel gerekçesiyle birlikte, teker teker tasnif edilmiş, ayıklanmış asgarisi... Evet, biz verdik, eğer derseniz ki "Biz sizin imzalarınızla bu süreci başlatmayız." Buyurun size iletelim, siz kendi imzalarınızla verin ve bir adım daha ileriye atalım ama hangisi olursa olsun, hangisi olursa olsun siz bizim önerilerimizden kabul ettiklerinizi ve etmediklerinizi, özellikle etmedikleriniz açısından neden kabul etmediğinizi bize bildirin ki biz o zaman kendi ödevimizi değerlendirelim. Örneğin "189 maddenin biz sadece 9'unu kabul ediyoruz." diyorsanız 180'inini neden kabul etmediğinizi bize bildirin ki biz ödevimizi daha ciddiyetle yapalım. Burada zannediyorum birbirimize karşı çok açık olmak ve açık bir biçimde bu sorunları paylaşmak durumundayız.

Sizin dile getirdiğiniz, bu sizin bize sunduğunuz metin ile bizimki arasında karşılaştırmalar yaptı; gerek Zeynel Bey, gerek diğer hatipler hatta Halil Öztürk de karşılaştırma yaptı, o nedenle o yinelemelere girmeyeceğim ben ama doğrusu ben şunu anlayamadım: Kadın eğer eşiyse veya boşanmış ise öldürüldüğü zaman bu ağırlaştırılmış ceza söz konusu oluyor da örneğin, imam nikahıyla yaşıyorsa neden daha az ceza verilmesi öngörülüyor? Neden bu ayrımcılık? Ya da nişanlıysa, sözlü ise veyahut da evlilik dışı birliktelik söz konusu ise, sadece sevgilisi ise, sadece arkadaşıysa veyahut da hiçbiri değilse de "Ben ona aşık oldum, sırf bana yüz vermediği için öldürdüm." Diyorsa; şimdi, burada bir erkeğin kadını öldürmesi karşısında neden böyle bir ayrımcılık? Bunu anlamak mümkün değil. Ha, şu sorgulanabilir: "İstanbul Sözleşmesi'nden bunun için ayrılmak istiyoruz." diye, hani bir fikir, belki niyet okuması şeklinde bir tartışma ama doğrusu bir hukukçu olarak böyle bir sorgulamaya girmeyi uygun bulmuyorum. Ama en azından, hukukun bu temel ilkesi, bir erkeğin kadını öldürmesi suç olduğuna göre ve bunun nedenleri az çok tahmin edildiğine göre böyle bir ayrımın yapılmasını anlamak mümkün değildir, ayrımcılıktır. "Bazı kadınlar şu hâlde öldürülebilir, daha kolay öldürülebilir, bazıları daha zor öldürülebilir." biçiminde bir sonuca ulaşılması gerçekten anlaşılabilir gibi değil. Ama bu olsun, diğerleri olsun, vekillerimizin dile getirdiği üzere bizim metinle özellikle Ceza Muhakemeleri Kanunu ile sizin bu metin arasında kesişen maddeler çerçevesinde baktık -ki biz tabii, daha önceden yazmıştık- doğrusu bizimkilerde hep 2 adım daha ileride olmak söz konusu. Onu yapmak işte, katalog suçları... Ceza hukukçuları aramızda anons etti Başkan; Bahri Hoca burada, diğerler hocalar, Sait Hoca burada; onlar da kuşkusuz konunun uzmanı sıfatıyla dile getireceklerdir katalog suçlarının ne tür mağduriyetlere yol açtığını ve Anayasa madde 19'un uygulanmasını nasıl aksattığını, nasıl baltaladığını onlar bizden çok daha iyi biliyorlar. Ben bir örnek olarak belirtiyorum; o zaman hani katalog suçlarına son verelim, bu suç, işte böyle bir suç söz konusu diye daha baştan onun şüphelisini yakalama yerine, tutuklama yerine esasen başka tutuklama nedenleri, özellikle 19'uncu maddede yer alan tutuklama nedenlerini öne çıkaralım. Biz "19'uncu maddeyi bile yeterince güvence sağlamıyor." diye kırk yıldır eleştirirken şimdi, 19'uncu maddeye bu şekilde sarılmamız aslında Anayasa'nın ne ölçüde saygı görmediğini ve ne derecede ihlal edildiğini göstermesi bakımından esef vericidir.

Bir noktayı özellikle vurgulamak istiyorum, tabii, ayrıntıya girmeden; sadece Beyazıt değil tabii ki Adalet Komisyonu Başkanımız da burada, diğer vekiller, Adalet ve Kalkınma Partisinden vekiller, Milliyetçi Hareket Partisinden vekiller de duysun diye. Mesela bizim bu 12 öneriden birine değineceğim. 12 öneriden biri şu: Olağanüstü hâl tedbirlerine ilişkin düzenleme; hakkında herhangi bir soruşturma veya kovuşturma açılmamış olanlar ile hakkında takipsizlik veya beraat kararı verilenlerin görevlerine iadesi ve haklarında uygulanan tedbirlerin kaldırılması düzenlenmektedir; biz bunu düzenliyoruz.

Şimdi, bakın, bilindiği gibi son beş yıldır Olağanüstü Hâl Kanun Hükmünde Kararnameleri ek listelerinde adları yer alan kişilerin gidebileceği Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonu dışında hiçbir merci yoktur ve o ek listelerde adları yer alan kişilerin adlarının nasıl konulduğu da zamanın Başbakanı tarafından, Başbakan Yardımcısı ve bakanları tarafından açıklanmıştır. Şimdi, biz adalet reformu derken, adil yargılanma hakkı derken o kişilerin, on binlerce kişinin mahkeme kapılarını bile tıklatamaması karşısında reform yapıyoruz diye hiç o konuya girilmemesi, esasen reform, esasen o kararname sorumlularının da bu Mecliste bulunduğu, bakanlık yaptığı bir dönemde gerçekten anlaşılır gibi değildir. Bunlara girilmemesi bir yana, bu yasakları daha da ağırlaştırıcı düzenlemeler yapıldığı gibi, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen "kısmi iptal" kararlarının bile etkisiz kılınması yönünde düzenlemeler yapılıyor.

Son sözüm bu bakımdan şu olacaktır: İkisinin de adı Süleyman biri bakan, biri gazeteci. Gazeteci, diyor ki "Şu kadar kişi için Bakana aracılık yapılarak, onların masum olduklarına inanılarak göreve iadeleri sağlandı." diyor. Arkadaşlar hemen tepki göstermemi istedi "Hayır, ben şaşırmadım." dedim onu hepiniz biliyorsunuz, mesajı okumama gerek yok. Şaşırmadım çünkü söz konusu Bakan, adı geçen Bakan -o büyük katliam kararnameleri diyorum- orada imzası bulunan Bakan, benim de 686 sayılı ek listesinde adımın yer aldığı kararnamede o Bakanın da imzası var. Dolayısıyla, o kararnameler Anayasa dışıydı, hukuk dışıydı. Anayasa ve hukuk dışı olan kararnamelere imza atmış olan kişi, yine, Anayasa ve hukuk dışı yolla o kararnamelerin mağduru olan kişiler için devreye giriyor ve onların iadelerini sağlıyor.

Şimdi, bu bile, bu örnek bile partiler ötesi bir durumdur, hepimizi düşündürmeli ve acaba yaptığımız bu görev, bu faaliyetle tanık olduğumuz bu manzara ya da işlemler ve eylemler dizisi karşısında biz bu görevlere ne kadar inanarak, ciddiyetle, samimiyetle yapıyoruz, bunu sorgulamalıyız. Bunu sorgulamadığımız zaman adil yargılanma hakkı konusunda dördüncü paket de on dördüncü paket de çıkabilir ancak bu tür ilişkiler ağına tanık oldukça, hukuk devleti bir yana devletimizi bile kaybedebiliriz.

Sabrınız için teşekkür ederim.