KOMİSYON KONUŞMASI

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Tabii, burada bir yasama faaliyetini kurguluyoruz, yasama faaliyetinin gerekleri doğrultusunda her şeyi doğru zeminde tartışmamız gerekiyor; o açıdan olumlu olan şeylere olumlu, eksik ya da olumsuz olan şeylere de olumsuz dememiz gerekir. Yasama faaliyeti sadece bir siyasal eleştiri faaliyeti meselesi değildir; aslında kanun yapma -gönül ister ki- uzun yıllar halkımıza hizmet edebilecek, toplumsal anlamda adaleti ve vicdani anlamda doyumu sağlayabilecek kanunları çıkarabilme yeteneğini sahaya sürelim. O açıdan bu önümüzdeki kanun teklifini de olumlu ve olumsuz yanlarıyla değerlendirip, gerçekten olumlu yanlarıyla alakalı cevaz vermek gerekir, bunun iktidar-muhalefet diye bir mantığı olduğunu düşünmüyorum. İnsan hak ve hürriyetlerine dayalı olan alanlarda aslında siyaseten değil, insani olarak bakmak gerekir, hayatın bütün düzlemini de öyle ele almak gerekir. O açıdan bu kanun teklifi üzerinde böyle düşünerek hem eleştiriler yapacağım hem de önemli gördüğüm yerlere ilişkin fikirlerimi söyleyeceğim.

Öncelikle yargısal anlamda insan hak ve hürriyetlerini teminat altına alabilecek her adımın olumlu olduğunu düşünüyorum, onu burada şerh edeyim, kayıtlara geçsin. Kanun yaparken daha üst kanunlarda var olan metinleri uygulamayan birimleri göz ardı ederek yani uygulayıcı süjeleri göz ardı ederek daha sonra kanunlara şerh ederek uygulayacağımızı düşünmek abesle iştigal olarak önümüze geliyor. Şimdi, bu kanunu tartışırken neden bundan bahsediyorum? Uygulamayla ilgili çok ciddi sorunlarla karşı karşıyayız. Ben Sayın Zeynel Emre'nin bahsetmiş olduğu Berkin Elvan davasını geçen hafta izledim. Bir dava olası kastla açılıyor, akabinde bilinçli taksire dönüyor ve verilebilecek hemen hemen en alt sınırdan ceza verilerek bitiriliyor. Berkin Elvan'ın Annesi o dava sırasında bir ifade kullandı o ifadenin hepimizin vicdanında bir şekilde iz etmesi anlamında burada söyleyeceğim, davayı takip eden hâkimlere yönelik olarak kullandı. Üstelik çok ilginç, o davayı gören hâkim o kararı doğru verdi, yanlış verdi tartışmasını da burada yapmayacağım. Daha önce gezi davasıyla ilgili "vandallık" ifadesini kullanan bir hâkim. Bir önceki duruşmada katılan vekilleri tarafından davadan çekilmeye davet edilmesine rağmen davayı gördü, kendine göre bir karar verdi, verilen kararı burada tartışmak anlamında söylemiyorum ama hâkimlerin toplumsal olaylarla alakalı bu şekilde beyanlarda bulunmalarını çok doğru bulmadığımı söylüyorum. İşte, döner dolaşır önünüze yargılama merci olarak gelir. İşin ilginç yanı aynı hâkim, aynı başkan, o mahkemenin başkanı Gezi davasıyla ilgili de beraat kararı veren mahkeme. Düşünebiliyor musunuz nasıl bir paradoks var ortada? Bir taraftan Gezi davasına "vandallık" diyor mahkeme başkanı -umarım yanılıyorumdur- ama inceledim Gezi olaylarıyla alakalı "vandallık" diyor diğer taraftan -Gezi davasını gören mahkemenin başkanlığını yapıyor o tarihte 30. ağır ceza mahkemesi başkanlığı- beraat kararı veriyor; aynı gün hakkında HSK soruşturma başlatıyor, o soruşturma ne oldu bilemiyorum. O ve diğerleriyle alakalı soruşturma başlatılıyor aynı gün soruşturma başlatılması bile yargı bağımsızlığı anlamında ibretle takip edilecek bir şeydir.

Sayın Cumhurbaşkanının bir ifadesi üzerine, tutuklamayı sonlandırmaya yönelik olarak kullandığı bir ifade üzerine soruşturma başlatılıyor. Bir süre sonra, aslında bu Berkin Elvan davasını çok da iyi götüren bir mahkeme başkanı varken -o, Yargıtaya seçiliyor sanıyorum- onun yerine bu başkan atanıyor, bu başkanın verdiği kararı tekrar söylüyorum tartışmayacağım olumlu-olumsuz çünkü vermiş olduğu karar ayrı bir konu. Karar tartışmalı, yargının esasını teşkil edebilecek, yargılama yapacak süjeleri bu şekilde hor kullanan bir sistemimiz olduğu sürece bizim yargı bağımsızlığı üzerinde çok daha su içmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Şimdi, bu kanunda da Berkin Elvan davasında Annesine tekrar döneceğim, annesinin duruşmada kullandığı şu ifade, hepimizin vicdanında bir köşede otursun diye söylüyorum. Mahkeme başkanına ve hâkimlere "Sizin yarattığınız cezasızlık iklimi, bundan önce ve bundan sonra ölmüş ve ölecek bütün çocukların ölüm nedenidir." diyor. Evet, biz bazı yargılamalarda cezasızlık iklimiyle, bazılarında yargılamanın gecikmesiyle, bazılarında adalete ilişkin unsurların gecikmesiyle beraber bir cezasızlık ya da bir vicdani kanaat sorunu yaratır hâldeyiz. Bunu yargılamayı yapan süjelere bağlıyorum artık ben, çünkü Anayasa'da var olan mevcut hükümleri uygulamamak, yargı bağımsızlığının gerektirdiği vicdani kanaate göre hüküm vermemek ki bunların bir örneği de Soma davasıdır, yakın tarihte. Siz tatmin oldunuz mu? Ben, olmadım. Soma davasıyla ilgili daha önce bir karar çıktı, Yargıtay bozdu, sonra mahkeme tekrar yargıladı, kamuoyunda hiç kimsenin vicdanını tatmin etmeyen bir karar ortaya çıktı, değil mi? Bizim ceza yargılamamıza göre başka bir karar çıkamaz mı, çıkmadı mı daha önce, daha iyisi çıkamaz mıydı? Çıkabilirdi. Demek ki yargı bağımsızlığı tartışılması gereken bir konu.

Osman Kavala davasıyla ilgili artık hiç konuşmuyorum, çok konuşuldu çünkü AİHM kararları var, AYM kararları var, Osman Kavala davası gibi, Milletvekilimiz Enis Berberoğlu davasında yaşanan bir AYM felaketi var, git geller var, Anayasa Mahkemesinin ısrarla verdiği kararlara bir kabadayı mahkeme başkanının uymaması gibi bir süreç var, bunları neyle açıklayacağız? Yani tahliye kararını veren mahkeme başkanı, tahliye kararını verdiği andan itibaren bir siyasi söylem üzerine soruşturulmaya başlanıyor ama grup başkan vekilimizin "ayaklı giyotin" dediği bir mahkeme başkanının eylemleri görmezden geliniyor. Demek ki disipline edilemeyen bir yargılama faaliyetini gösteren süjeler ordusu var ve çok çeşitli siyasal etkiler altındalar.

Bu siyasal etkilerden arınabilmek şu andaki mevcut Anayasa'mıza göre, bana göre mümkün değil fantezi falan yapmayacağım ben burada. Mevcut Anayasa'mızdaki, mevcut HSK yapımızla beraber biz yargı bağımsızlığını daha çok tartışırız. Bu burada yaptığınız iyi şeyleri gölgelesin anlamında konuşmuyorum, çok iddialı şeylerle gelsek bile bu yapılar devam ettiği sürece hiçbir hâkim ve savcı, cesaretle işini yapamayacaktır.

Yakın tarihte Türkiye gündemini belirleyen, çok da izlenen bazı ifşaatlar söz konusu oldu. Sayın Cumhurbaşkanı o konuyla ilgili ağzını açana kadar hiçbir savcı hareket edemedi, en azından ettiğini biz bilemedik. Yani çok olağanüstü toplumsal olaylarla alakalı, savcılar süreç başlattıklarında, soruşturma başlattıklarında kamuoyunu aydınlatıyorlar, tatmin ediyorlar; oralarda bildiğim kadarıyla halkla ilişkileri sağlayan bir bilgi enformasyon sağlayan departmanları var, HSK'nin de var, adliyelerin de var ama hiç kimse Sayın Cumhurbaşkanı konuşana kadar ağzını açmadı. İbret olsun diye bunları söylüyorum, ibret olsun. İyi niyetle kanunlar getirebiliriz buraya ama iki adım geri bir adım ileri yaptığımız faaliyetler, esasında sadece bizim sıradan tatminimiz olur, onu söylemeye çalışıyorum, Türk yargısının durumunu anlatmaya çalışıyorum.

Ha, diyeceksiniz ki "ya, çıksaydı bir savcı falan filan bu konuyla alakalı işlem yapsaydı" onu da geçen hafta öldürdünüz. Geçen hafta Meclis Genel Kurulunda savcıları başsavcıya bağlayan garip, acayip, hakikaten yine ibretle izlenecek bir yolla beraber öldürdünüz. 81 ilin başsavcısını Külliye'ye bağlayarak bir sistem oluşturdunuz. Kızmıyorum, bunlar yaşanacak görüyorum, bu Anayasa'nın çizmeleri altında bunların yaşanabileceğini görüyorum ama hayra işler değil bunlar, bunlarla bir yere varılmaz.

İşte, burada iddialı ifadelerle geldiğiniz metinler de bunların gölgesinde kalır, bunları uygulayacak adam bulamazsınız. Sayın Kaboğlu az söyledi, Anayasa'nın 17'nci maddesinden bahsetti, 19'uncu maddesinden bahsetti, 138'inci maddesinden bahsetti, 141'inci maddesinden bahsetti, evet, 13'üncü maddesinde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasından, 9'uncu maddesinde yargı yetkisinden, 10'uncu maddesinde eşitlikten bahsetti. Bunların hepsi Anayasa'da var, niye uygulamıyoruz? Niye bu Anayasa'yı hepimiz görmezden geliyoruz? Mesela, niye tutuklamayla müesseseyi çatı Anayasa'yı doğru yorumlayarak hâkimler yerine getirmiyorlar, işaret üzerine adam tutukluyorlar, işaret üzerine adam bırakıyorlar? Düşündünüz mü niye? Yine bu Anayasa'dan kaynaklı, bu tekçi sistemden kaynaklı, bu HSK yapısından kaynaklı. Adam, işte, tutuklamaya son verdiğinde soruşturuluyor ise ya da tutuklayan, tutuklamayan hâkim ve savcıların başına birtakım işler geliyorsa, siyasetin bu kadar hukukun üzerinde gölge ettiği bir sistemde biz tatmin olamayacağız, yasama dönemi sona erecek biz mutlu olamayacağız.

Ha, bu yasaya gelince -Soma'yla ilgili vicdanların biraz sızlaması gerektiğini buradan dile getiriyorum- bu yasa da Soma'yı çözmez, bunun gibi hiçbir şey Soma'yı çözmez. Bu şekilde başka davalar da var. Mesela, Silivri Emniyet Müdürü makamında ölü bulundu. 2017 yılından itibaren ortada bir konu var. Ne soruşturma iddianameye bağlanıyor ne ortada bir üretim söz konusu ne kimse aydınlanabiliyor, üzerinde de gizlilik kararı var. Sormak lazım Silivri'de bu işi soruşturan savcılar bugüne kadar ne yaptılar kardeşim? Gizlilik kararı var, biz bilemiyoruz. Zaten bu gizlilik kararı da moda oldu, her şeye ilişkin gizlilik kararı var. İstanbul Büyükşehir Belediyesi yolsuzluklarla ilgili tespitler yapıyor, cumhuriyet savcılığına dosyayı veriyor üzerine tak diye gizlilik kararı koyuluyor. Niye kardeşim? Varsa yolsuzluk bilelim, varsa yanlış isnat onu da bilelim. Neyi korumaya çalışıyorsunuz? Toplum merak etmez mi bunları? Bu yargı sistemi içerisinde, bu iki adım geri, bir adım ileriyle bu işlerin çözülebileceğini düşünmüyorum.

Teklifte tabii, iyi şeyler var. Bir defa, eşe karşı suç işlenmesi hâlinde getirilen maddenin mantalite itibarıyla ben bu kapsama alınmasının çok yanlış olmadığını düşünüyorum ama eksik. Yani, bu eksikliği de görmezden gelmenin bir anlamı yok. Şimdi, siz problemi nerede yaşıyorsunuz? İstanbul Sözleşmesi'ni yok ederek yaşıyorsunuz esasında. Orada çok da güzel düzenlenmişti bunlar, dört dörtlük düzenlenmişti. Bir hukuksuz yöntemle beraber milletin hayatından İstanbul Sözleşmesi'ni çıkardınız -bana göre çıkaramadınız hukukçu olarak tekrar ediyorum: Yok hükmündedir Sayın Cumhurbaşkanının yaptığı. Tespit edildiğinde mahkemenin, ilgili mercinin yok hükmünde olduğunu tespit etmesi gerekir diye düşünüyorum- hukuksuz bir yöntemle çekilinen İstanbul Sözleşmesi'dir buradaki durum. Hâkim ve savcılara defalarca çağrı yaptım, varmış gibi davranmaları gerekir ama o sözleşmenin 46'ncı maddesinde "mevcut eşe veya birlikte yaşanan bireye karşı aile fertlerinden biri tarafından, mağdurla ikamet eden kişi tarafından veya yetkisini suistimal eden biri tarafından işlenmesi hâlinde" diyor. Geri kalanları nereye buharlaştırdınız? Tamam, boşanılan eş anladık, imam nikâhlı, şu bu ayrı tartışma konuları, hatta Milliyetçi Hareket Partisi grup sözcüsü sevgili arkadaşımızın söylemiş olduğu "nişanlılık" bile bu tartışma içerisinde sayılabilir, bir aile içi ilişkilidir şeyimiz açısından ama burada toplumsal cinsiyet eşitliğini düzenleyen bu maddeyi kaldırdınız, buna ilişkin yasal düzenlemeler yapılması gerekirken, İstanbul Sözleşmesi yürürlükteyken buna ilişkin alt düzenlemeler yapılması gerekirken ki İnsan Hakları Eylem Planı da büyük bir ihtimalle buna göre yapılması gerekiyordu çünkü son günde hayata geçirdiğiniz bir eylem planıdır. Avrupa'daki partner olduğumuz kuruluşların size vermiş olduğu süreyle ilgili son günde hayata geçirmiş olduğunuz bir eylem planı orada bile bunların çıkması gerekirken -dedim ya, iki adım geri bir adım ileri yapılıyor- iki adım geri attırdınız bize İstanbul Sözleşmesi'nden çekildiğimiz iddiasıyla bu kadar insanı korumasız bıraktınız, bu kadar insan korumasız şu anda. E, eşle, eski eşle düzenlemeyle beraber de topluma reform yapıyoruz diyorsunuz. Yanlış değildir, eski eşin bu kapsama girmesi gerekir, taraftarım ama bu kadar eksikliği de biz burada söylemezsek işimizi doğru yapmış olur muyuz? Sizler işinizi doğru yaptığınıza inanıyor musunuz? Niye bu tablonun tamamı yok bunun içerisinde, daha önce allandırıp ballandırarak bizim imzalattığımız, ilk imzaladığımız, mimarı olduğumuz dediğimiz sözleşme bunları kapsarken şimdi niye yok?

Az önce Zeynel Emre kardeşimiz söyledi "ısrarlı takip" vardı burada. İnsan Hakları Eylem Planı'nda da var, sizin planınızda var. Niye bu yok düzenlemenin içerisinde? Nereye koyacağız bunları? Yoksa partner olduğumuz kuruluşlara işte, bir miktarını düzenledik, kalanını da düzenleyeceğiz diye bir iyi niyet gösterisiyle beraber insan hak ve özgürlükleri üzerinde fütursuzca dans mı edeceğiz? Burada bu konularla alakalı yirmi yılın ikrarı var değil mi, özgürlükler, bireyin özgürlüğü vesair bir dünya tarif başlangıcında. Katılıyorum, bunlarla ilgili gerçekten bir şekilde öz eleştiri de doğrudur ama yirmi yıl kardeşim ya, yirmi yıl!

Hadi, geçtim, bu konularla alakalı İstanbul Sözleşmesi'nin ele alındığı 2012 yılını alayım, ikmal edildiği 2014 olsun. Size daha önce İnsan Hakları Eylem Planı'ndan önce eksiklik tespitleriyle ilgili önünüze koyduk, yaptığınız eylem planları var altı-yedi yıl önce. Onlarla ilgili dünya kadar eksiklik söz konusu. Bunları konuşmayacak mıyız? Tabii ki konuşacağız. Tekrar ediyorum: Bu maddeyle alakalı, eski eşin buraya girmesi doğrudur ama bu donanımda bir maddeyi yapmama iyi niyetli değildir. Başka bir yol yürüyorsunuz, bu başka bir yol yürümedir. Bunları görmeme ihtimaliniz yok. İstanbul Sözleşmesi'ni kaldırıp ondan sonra bu kadar eksiklikle beraber gelirsek Anayasa'nın 17'nci maddesinde "İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele" diye bir kavram var. Buradan bakmamız gerekmiyor mu? İstanbul Sözleşmesi'nin 46'ncı maddesini tamam, söyledim, onu pas geçtiniz ama Anayasa'nın 17'nci maddesi var, bunlar da elimizde. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan bir tablo değil midir burada sayılan kişilere yapılan muamele? Niye yok? Umarım en kısa sürede bu tarz eksiklikler giderilebilir. Israrlı takip konusu yalnız, İnsan Hakları Eylem Planı'nda yok, burada kanunu getiren arkadaşlar bununla ilgili bir düzenlemeyi neden koymadıklarını umarım bize izah ederler.

Şimdi, tutuklanmayla alakalı tarif var burada. "Somut delil" deniliyor. Aslında burada Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde yargının düştüğü durumun ikrarı var. Bu yirmi yıl içerisinde hepimiz hatırlıyoruz kurgu davalar görüldü ya. Aslanlar gibi altına zırhlı araçlar çekilen savcıları gördük biz.

ALPAY ANTMEN (Mersin) - FETÖ'cü savcıları.

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Arkaları sıvazlanan, daha sonra örgüt üyesi çıkan savcıları gördük. Onların bu kurguladıkları davaların tamamı Anayasa'nın 19'uncu maddesindeki hükümlerin uygulanmamasıyla alakalıydı. O dönemde de Anayasa'nın 19'uncu maddesinin 2'nci fıkrası yürürlükteydi. O dönemde de birçok arkadaşımız belki burada Parlamentodaydı. Alkış tutuldu bunlara. Yargı böyle bir şeydir işte siyasetin alkışına muhtaç duruma düşerse oradan doğru bir şey çıkmaz. Kurgu davalar görüldü. Yahu, şimdi, bizim var olan bu hukuk düzenimize göre bu şekildeki eylemlerden insanların tutuklanmasının zaten mümkün olmaması gerekiyordu. Ama öyle bir tasarruf alanı vermişiz ki bu siyasileşmiş kadroların eline vur, vurabiliyor; öldür, öldürebiliyor; tutukla, tutuklayabiliyor böyle bir yargı sistemimiz var bizim.

Hiç gittiniz mi adliyelere, gördünüz mü cumhuriyet savcıları nasıl makamlarda bu işi icra ediyorlar? Ben size söyleyeyim, içinizde benim gibi eski yıllarda avukatlık, yapanlar varsa çok garipseyecekler gittikleri zaman adliyeleri. Bizim zamanımızda avukatlık yargının onurlu bir parçasıydı, süjesiydi. Eşit ilişki içerisinde derdinizi anlatabildiğiniz, olayı özetleyerek karşılıklı istişare edebildiğiniz bir makamdı. Hâkimle de görüşürdünüz, cumhuriyet savcısıyla da görüşürdünüz yani özellikle ceza yargılaması içerisinde maddi hakikat aramak için karşılıklı istişarede bulunurdunuz. Hadi gitsenize bir savcının odasına girin şimdi avukat olarak, giremezsiniz, özellikle büyük adliyelerde kart sistemi var. Siz refere edilmediğiniz sürece avukat olarak, oraya giremiyorsunuz. Hâkimlerle görüşmeye giderseniz, mesela İstanbul'da Çağlayan Adliyesinde koridorun başında adınızı, soyadınızı orada tespit eden bir güvenlik görevlisi var. Bir avukat bir hâkimle, bir mahkeme başkanıyla görüşmeye gittiğinde adı, soyadı orada bir güvenlik görevlisi tarafından alınıyor. Kim fişleniyor, ne takip ediliyor, niye buna ihtiyaç duyuluyor? Hani yargının o "onurlu süjesi" dediğiniz, burada da bahsettiğiniz avukatların onurunu koruyan sistem? Bir, görüşemiyor; iki, görüşecekse telefonlarla, telgraflarla içeriye bildiriliyor; üç, oraya girecekse kimliği tespit ediliyor. Bunu siz yarattınız, bunu, bu yargı düzenini siz yarattınız. Umarım, hiçbiriniz tekrar döner, avukatlık falan yapmazsınız. Gerçi yakanızda bu Parlamentonun rozeti olduğu sürece aynı muameleye de tabi tutulmazsınız çünkü Türkiye'de eşitlik ilkesi de yok, kast sistemi var; birileri daha çok görüşebiliyor, birileri kül tablası fırlatabiliyor, birileri hiçbir şey görüşemiyor.

Şimdi, bunları neden söylüyorum? Avukatları burada onore ediyorsunuz, bu kanun teklifinin giriş kısmında ama baroları bölerken avukatları Meclisin kapısında dövdürdünüz, onlara soruşturmalar açtırdınız ve barolarla ilgili yasayı yaparken avukatlar gelip o yasa teklifinde fikirlerini açıklayamadılar, bu salona giremediler, bu salondaydık, beş gün boyunca hep beraberdik. Burada güzel güzel ifadeler var, katılıyorum ifadelerinize. Evet, "Yargının kurucu unsurudur." falan filan ama 2 baroyu ortaya sürerek, hatta avukatların daha önce var olan mevzuatındaki hukukun üstünlüğünü takiple alakalı görevlerini de değiştire değiştire elinden alarak avukatlık mesleğini nasıl onurlu yaptığınızı düşünemiyorum ben.

Bu kanun teklifinin 13'üncü maddesinde -Sayın Hocam dile getirdi- aslında tutuklama meselesiyle alakalı bir somutlaştırma gerekiyor, varsayımdan çıkarıp süjeye ve somutlaştırmaya dayanmak gerekiyor. Bu kanun teklifinin 13'üncü maddesinin öyle oluşması gerekiyor ama özellikle cinsel saldırı suçları açısından bu maddenin sorun çıkarabileceğini ben de düşünüyorum. Cinsel saldırı suçları açısından ayrık olarak düşünülmesi gerekir. Yargıtayın yerleşik içtihatları var bu konuyla alakalı, onların korunması gerekir. Bu madde yürürlüğe girdikten sonra cinsel saldırı suçlarıyla alakalı nasıl bir yol izleneceğini arkadaşlarımızın bize burada izah etmeleri gerekir. Ama özellikle -yine Hocamın söylediği gibi- somutlaştırma ifadesi çok kıymetli, süjeye yönelik somutlaştırma gerekiyor, bu maddenin öyle dönüşmesi gerekiyor.

Yine, özellikle bu adli kontrolün dört ayda bir değerlendirileceği meselesi... Daha önce bunu biz bir buçuk yılda iddianamenin hazırlanması meselesinde de tartışmıştık. Süre koyarken olumlu bir şey yapılıyor mantığıyla bakıyoruz ama uygulama bunu en olumsuz yanından yakalayarak sıkıntılar yaratabiliyor. Bu bir buçuk yıl ki değişebiliyor orada süre, onu izah etme gereği duymuyorum, hepiniz profesyonelce bunu biliyorsunuz. Orada demiştik ki: "Ya, böyle bir maddeyi koyuyoruz ama bu maddeyi savcılar kendilerine özgürlük alanı olarak alır, bir buçuk yıla kadar dayarlar bu işi." Şu anda yaşanıyor. Buradaki dört ay da bu niyetle kullanılabilir, suistimal edilebilir bir süredir. Bizim ceza muhakemeleriyle alakalı önerdiğimiz reform paketi var, Sayın Kaboğlu burada bahsetti, 12 kanunla ilgili değişiklik olarak açıkladık onu. Biz orada bunu, otuz gün, hâkim önünde, mahkeme önünde avukatı ve şüphelinin katılımıyla değerlendirilmesi şeklinde getirdik. Aslında yargılamanın mantalitesi anlamında bakıldığında, Anayasa'nın 38'inci maddesi dâhil olmak üzere çok çeşitli yerlerden bakıldığında, masumiyet karinesinin her mekanizma içerisinde, hükme dönüşmeyen her mekanizma içerisinde değerlendirilmesi gereği üzerinden baktığımızda, bizim getirdiğimiz teklifin yok sayılmaması, göz önüne alınması gerektiğini söylüyorum. Bu şekliyle beraber içerisinde bazı sakıncaları taşıyor.

Kamu davası açmada iddianameyle alakalı getirilen de bir ikrardır, ben öyle düşünüyorum; aylardır, yıllardır eleştirdiğimiz garip dava açma usullerinin bir ikrarıdır. Bir beis yok, bir beis yok, ikrar etmek gerçekten olgunluktur, erdemliliktir. Hep biz eleştirelim, burada duvar gibi olsun diye de söylemiyorum, bunu bir ağır eleştiri olarak almanız arzusunda da değilim, "Biz daha önce defalarca söyledik, bunlar niye oldu?" anlamında da söylemiyorum. Burada bakılması gereken ana konu, bugüne kadar gerçekten hor kullanılmış CMK'nin 170'inci maddesi, esasında bunu çok doğru düzenlemesine rağmen tekrar böyle bir şey getiriliyor olması, yargı uygulayıcılarının aslında bana göre dönem dönem kötü niyeti, dönem dönem vurdumduymazlığı, dönem dönem kalıpların arkasına sığınması meselesidir. Burada bakılması gereken konular, aslında Anayasa'nın içerisindeki şeyle beraber 170'inci maddedeki düzenlemeye uyulması şeklinde alınması gerekiyor diye düşünüyorum.

13'üncü maddede, aslında yine buna benzer bir konu da orada var Anayasa'nın diğer maddelerine atıf anlamında. 138 ve 141'inci madde göz önüne alındığında yani buradaki gerekçelerin kalıp hâlinde yazılıyor olması, aslında Anayasa'nın 141'inci maddesine aykırı hareket eden uygulayıcıların olduğu anlamındadır. Bu uygulayıcılar arasında yetersizlik söz konusuysa kesinlikle elimine edilmeleri gerekir ya da eğitilmeleri gerekir. Ya elimine edilmesi gerekir siyasi bir mantaliteyle yaklaşıyor iseler, yargıya siyasi kadro doğru olmayacaktır, elimine edilmesi gerekir; eğer bir bilgi yetersizliğiyse -özellikle FETÖ kalkışmasından sonra bu bilgi yetersizliğinin hâkim, savcı kadrolarında mümkün olabileceğini ben de düşünüyorum, yeni yerleştirilen hâkim ve savcılar açısından- tedbiri alıp iyi uygulayıcı durumuna getirilmeleri gerekir. Bu eleştirinin de burada yapılması gerektiği düşüncesindeyim.

Seri muhakeme usulüyle alakalı Anayasa Mahkemesinin zaten bir iptal kararı var. Ne yapılacaksa ona uygun olarak yapılması gerekir, aksi takdirde Anayasa'nın 38'inci maddesine aykırı bir yolla karşı karşıya kalırız. O yüzden buradaki düzenlemenizde, 23'üncü maddedeki düzenlemenizde bunu göz önüne almanız gerekiyordu, almayarak yapılmış bir düzenleme olduğu düşüncesindeyim.

Sulh ceza hâkimlikleri tarafından verilen kararlarla alakalı, sadece tutuklama vesair gibi ya da tedbirle alakalı dikey denetim mekanizması yeterli değildir, doğru değildir. Benim hatırladığım kadarıyla, İnsan Hakları Eylem Planı'nda dikey denetimi tarif etmiştiniz. Sayın Cumhurbaşkanı yargı reformuyla ilgili konuştuğu zaman da sulh ceza hâkimlikleri kararlarının dikey denetime tabi tutulacağını söylemişti. Burada tam bir dikey denetim değil, sınırlandırılmış bir dikey denetimle geldiniz. O dikey denetimin tüm kararlara karşı olması gerekir. Tüm kararlara karşı o dikey denetimi çalıştırmadığınız zaman, yine var olan, mevcut Anayasa'mıza uygun olmayan bir tabloyla karşı karşıya kaldığımız kesin. Buradan şunu söylememiz gerekiyor: İyi adımlar ve kötü adımlar anlamında... Tabii, iyi adımları kutsayarak konuşmamızın bir anlamı yok, bununla ilgili olumlu olarak reyimizi kullanacağımız yerlerde tabii ki kullanacağız, onunla ilgili bir sıkıntı söz konusu değil ama bu kadar eksikliğin, bir kanun geldiğinde üzerine bu kadar söz tüketmemizin temel nedenlerinden bir tanesi, sizin son yıllarda kanun yapma tekniğinde yaratmış olduğunuz katılımcılığı engellemektir. Bu salonda şu anda Komisyon üyelerinden başka gördüğüm kadarıyla sadece bürokrat dostlarımız var. Onun dışında hayatın içerisinde birçok dernek var, mesela Ceza Hukuku Derneği var, şu var, bu var, birçok sivil kuruluşlar var, vakıflar var; hiçbiri davetli değil.

BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Yok, akademisyenlerimiz var, ceza hukukçularımız var, hukuk fakültesi dekanlarımız var, Barolar Birliği temsilcilerimiz var.

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Sevgili Başkanım, saymaya kalkarsanız... Bakın, biz de bir düzeltmeyle ilgili 200'e yakın kanun üzerinde çalıştık. Aslında bir reform yapmaya kalktığınız zaman şu anda mevcut 200 kanun üzerinde değişiklik yapmanız gerekiyor. Cumhuriyet Halk Partisi buna ilişkin bütün sivil toplum kuruluşları ve farklı siyasi çevrelerle bir buçuk-iki yıl boyunca çok ciddi çalışmalar yaptı. 12 tane kanunu verdik şu anda ihtiyaca binaen, en azından şu anda verilmesi gerekir diye verdik. Şimdi, burada böyle bir çalışma yaparsanız, o bizim çalışmamıza katılan gibi sivil toplum örgütlerinin o işin içerisinde olması gerekir. Basit bir örnek verdim, Ceza Hukuku Derneği diye bir dernek var mesela, niye buraya davetli değil? Basit, çok da bilinen bir dernek, içerisinde yine akademisyenler var. Münferit akademisyenleri çağırmayın demiyorum, tabii ki çağırın, her yerden çağırabilirsiniz. Ama bu bir gerçektir, böyle altı ayda kanun yapmaya kalkarsanız doğru değildir, dünyanın her tarafında kanunlar çok uzun sürelerde yapılıyor. Ama diyelim ki biz gerçekten bu dönüşüme ihtiyaç duyuyoruz, o zaman bu kanunu daha fazla katılımcı mantıklar içerisinde yapmanız gerekiyordu. Bana göre buradaki eksikliklerin temel nedeni bu iletişimi kurmamaktan kaynaklanıyor.

Şimdilik bu söylediklerimle sınırlandırayım, maddeler üzerinde yine görüşlerimizi dile getiririz. Dediğim gibi, iyi yanlarını biz de benimsiyoruz ama eksik yanlarını da dile getirdiğimiz eksiklikleri şu anda ihmal etmenizin çok daha doğru olduğunu düşünüyorum. Bizim burada verecek olduğumuz önergeler bugüne kadar hiçbir değişikliğe neden olmadı, Genel Kurulda da böyle bir olgunluk şu ana kadar görmedik. E, halkımızın önünde şunu söyleyeceğiz orada: Bu eksiklikleri söylüyoruz, iktidar partisinin ortakları bu eksiklikleri bilerek ya da bilmeyerek karşılamıyorlar. Bu durumda olmak bile doğru değil, bu yasaları çıkarırken akıl birliği emek birliği yapılması gerekir. Söylediğim gibi, bizim söylediğimiz noktalara kısmen geldiniz. Buna buradan mutluluk duyuyorum. Eksikliklerle alakalı da bir olgunluk, siyasi olgunluk bekliyorum. Halkımızın bundan sonra hürriyetleri üzerinde dans edilmeyecek derecede doğru yasalarla hayatın içerisinde olabilmemiz için bu olgunluğa sizi davet ediyorum.

Teşekkür ediyorum.