| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Tokat Milletvekili Yusuf Beyazıt ve İstanbul Milletvekili Numan Kurtulmuş ile 63 Milletvekilinin; Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3697) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 22 .06.2021 |
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Yani evet, şimdi, yine bir insan hakları çerçevesinde yargı paketi diyoruz ama gerçekten yani söylemekten de bıktık ama ucundan, kıyısından, bir yerlerinden, sürelerden, şuradan buradanla düzeltilecek bir yargı sistemi falan yok yani bu çok açık. Yargıya dair bir bütün olarak gerçekten bir bağımsız yargı, tarafsız yargı, adil yargılanma hakkının olduğu bir sistem getirilmek isteniyorsa bütünlüklü bir müdahale şart olduğunu hepimiz görüyoruz. Yani şimdi burada evet birkaç güzel düzenleme, iyi düzenleme var ama bunların hiçbirini çözmeyeceğini de biliyoruz, hatta aslında bu yasanın gerekçesinde yazılan şeylerden bile anlıyoruz. Mesela, tutuklamada somut delil aranacağı cümlesine ilişkin "Aslında bu düzenlemede var ama uygulamada uygulanmıyor; bu yüzden yazma gereği duyduk." demenin kendisi bile aslında bir yasal düzenlemeyle sorunun çözülemeyeceğini -bunu istediğiniz kadar, istediğiniz şekilde yazın- yine aynı anlayış sürdüğü sürece çözüm üretmeyeceğini biliyoruz.
Şimdi, mesela, kararların gerekçeli olması gerekiyor, değil mi? Tutuklamanın da gerekçeli olması gerekir. Tutuklama gerekçeleri nedir? Katalog suçlardan olması, delil karartacak olması, kaçma şüphesi olması gibi yazar arka arkaya. Bunun neresi gerekçelidir mesela? Yasayı alır, aynen koyar, ondan sonra da gerekçe olduğunu söyler. Yasal düzenlemede var mı? Var; gerekçeli olmak zorundadır ya da kararların, her türlü kararın.
Şimdi, dolayısıyla, aslında işin aslının buraya şunu ekleyelim, buraya bu cümleyi ekleyelim demenin kendisi olmadığı da çok açık bir durum. Mesela, iddianameyle ilgili mesele. Şimdi, olayla ilgisi olmayan meselelerin yazılmaması gerektiği söylenmiş, değil mi? Yani şimdi bunu gerçekten bir savcıya söylemek gerekir mi? Olayda yani somut suçlama ile ilgili suçla ilgili bir şey oraya yazmaması gerektiğini bir savcıya söylemek gerekir mi? Gerekmeyeceğini hepimiz biliyoruz ama bunu oraya yazma gereği hissetmenin kendisi bile aslında yargıdaki durumun; savcıların durumunun, hâkimlerin durumunun nasıl, ne hâle getirildiğinin çok açık bir göstergesi değil mi? O zaman bir dönüp bakmak gerekmiyor mu bu yargı sistemi nasıl oldu da bu hâle geldi, savcılar, hâkimler nasıl oldu da bu hâle geldi? Hani, demin, CHP'lilerin de anlattığı, odasının kapısından avukatların giremediği, kendilerini böyle bir başka yerde gördükleri pozisyon aldıkları, yargının aslında en önemli kurucu unsurlarından olan avukatla görüşmeyi reddeden, "Muhatap almıyorum." diyen bir savcı, hâkimler ordusu yarattığınızı bir sorgulamak gerekmiyor mu mesela? Hani meselenin sadece şu yasayı düzelteyim, şuraya bunu ekleyeyimle çözülemeyeceği gerçekliği ortada değil mi?
Mesela, Cumhurbaşkanına hakaret... Şimdi, bu davalar almış başını gidiyor. Bakın, 128.872 kişi hakkında soruşturma açılmış, 27.717 kamu davası açılmış, toplam 903 çocuğun yargılandığı bir süreç, -bakın, çocuklar bile yargılanıyor- buna ilişkin 63 gazeteci hakkında Cumhurbaşkanına hakaretten dava açılmış ve böyle devam ediyor. Şimdi, şöyle bir düşünelim: Bir mahkemenin ya da bir savcının gerçekten bu ülkede Cumhurbaşkanına hakaretle ilgili soruşturma açmaması mümkün mü, böyle bir bağımsızlığı var mı? "Hayır, ben buna burada suç görmedim, değerlendirdim, delil yok, suç da değil, düşünceyi ifade özgürlüğü kapsamında kalıyor." deme hakkı var mı? Yok. Olmayan şeyi sanki varmış gibi yapıp buradan işte savcılarımıza "Aman, bu olmazsa, şu olmazsa açmayın." demenin karşılığı var mı? O da yok. E, çünkü beğenmediği kararı veren mahkemeyi sürgün eden, dağıtan, tasfiye eden bir anlayış var. E, şimdi bu anlayış buradayken hâkim savcı ne yapsın? Sizin istemediğiniz kararı verdiği anda sürgün edileceğini bilen bir hâkim peki ne yapacak? E, tabii ki sizin istediğiniz gibi, iktidarın istediği gibi, iktidar nasıl talimat veriyorsa ona göre karar verecek ya da zaten yeni dönemde oluşturduğunuz hâkim ve savcılar, belli bir düşünsel yapıya, belli bir ideolojik zemine sahip, ağırlık olarak bunlardan oluştuğu için yani demokrasinin karşıtı, aslında özgürlükler karşıtı genel olarak hak temelli bakan değil, vatandaştan bakan değil özgürlüklerden bakan değil; tam tersine, sürekli bir devleti koruma adı altında özgürlükleri yok eden, oradan bakan bir yaklaşımda olan bir hâkim ve savcılar ordusu da yarattığınız için sonuçta dönüp dolaşıyor, bakın, sizi de vuruyor, siz buraya bu cümleleri yazmak zorunda kalıyorsunuz, "Somut delil ara" demek zorunda kalıyorsunuz. Bunu demeye gerek yok. Bir hukukçu zaten somut delil olmadan tutuklamayacağını bilmesi gerekmiyor mu? Ama yarattığınız sistemin kendisi şu an bu duruma getirdi.
Bakın, bizim Kobani davası sürüyor şimdi, biliyorsunuz, partimize karşı klasik saldırı davası. Ya, dosyaya -hani bu söylediğiniz tam da orası için geçerli- suçlamayla, suçla, olayla -zaten dosyanın bir bütünü aslında, bakarsanız tümü de hukuk dışı da hadi, diyelim- ilgisi olmayan bir sürü şeyi koymuş oraya, dosyaya. Yetmedi, savcı iddianamede ya da dosyada bulunmayan, bizim tarafımıza da hiç verilmeyen birtakım mesela başka "tweet"leri sormaya başladı. Şimdi, bir savcı kendi iddianamesinde yer vermediği, dayanmadığı delilleri -tırnak içinde delil diyorum, delil falan değil- orada soruyor. Şimdi, böyle bir yargı sistemi yarattınız. O yüzden, hani bize önce gerçekten şunun söylenmesi gerekiyor: Bağımsız bir yargı yaratılmak isteniyor mu, istenmiyor mu?
Şimdi, AİHM'in Demirtaş kararı... Serbest bırakılma kararından, AİHM'deki karardan sonra ne oldu? "AİHM'in verdiği kararlar bizi bağlamaz, biz karşı hamle yaparız, işi bitiririz." dendi. Şimdi, bu cümle söylendikten sonra gerçekten mahkemenin hâkimlerinin, heyetin serbest bırakma şansı var mı? E, yok. Kime, ne söylüyoruz, ben anlamaya çalışıyorum yani. Neyi gerçekten burada anlatmaya çalışıyorsunuz. Böyle bir talimat geldikten sonra her şeyin cumhurbaşkanına bağlandığı, bütün kararların tek adam tarafından verildiği bir mekanizmada kim cesaret edebilir bu lafın üstüne artık başka türlü bir karar vermeye?
Yine, aynı şey, HDP'nin kapatılması ile ilgili iktidarın ortağından gelen cümle: "HDP'nin kapatılması elzemdir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı inanıyorum ki gereğini yapacaktır." Talimat, talimat veriyor; şimdi, bu talimata kim aykırı davranabilir, hangi hâkim hangi savcı buna "Hayır, biz hukuki bulmadık." diyebilir de gerçekten buna farklı bir karar verebilir? Şimdi, bütün bunlar dururken geliyoruz burada oradan bu cümleyi çıkarırsak, buradan şu cümleyi eklersek bir şey olur diye bir tartışma yürütüyoruz.
Şimdi, diğer bir mesele... Şimdi, bakın, davaların çoğu, siyasi davaları özellikle ağırlıklı olarak aslında demokratik hakların kullanımının engellenmesinden kaynaklanıyor. Şimdi, valiler uzun bir süredir, OHAL süreciyle başlayan bir süredir vali ve kaymakamlar bütün demokratik hakları kısıtlayan kararlar gönderiyorlar, genelgeler gönderiyorlar, yasanın üstüne çıkmışlar, yasa falan takan yok. Geçenlerde Ankara'da bir basın açıklaması yapılacaktı, polis şunu söylüyor bize: "Basın açıklaması için izin alacaksınız." Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nda basın açıklaması için izin almak mı var? Ama vali kendini yasanın üzerine çıkarmış, "Bize böyle bir genelge geldi, biz yaptırmayız, izin almadınız." diyor polis. E, şimdi, böyle bir ülkede o zaman ne oluyor? Müdahale geliyor, gözaltı oluyor, dava açılıyor. E, en demokratik hakkını kullanımını siz daha yargıya taşınmadan önce zaten engellediğiniz, her gün de engelliyorsunuz, her yerde engelliyorsunuz. En küçük bir gösteri hakkını toplantı hakkını örgütlenme hakkını engellediğiniz zaman elinizde binlerce dava olmaya başlıyor. E, zaten talimatlı yargı da bu davalarda ceza vermeye çok meraklı. Tersinden ne oluyor? Eğer kolluk güçleri bir suç işlemişse, iktidara yakın kişiler suç işlemişse onlar gayet güzel tutuksuz yargılanıyorlar, beraat kararları alıyorlar, hiçbir şey olmuyor, cezasızlıkla ödüllendiriliyorlar -özellikle kadınlara yönelik suçlarda çok daha belirgin bir şekilde- ama mesele muhalefet olunca, mesele iktidara karşı söz söyleyenler olunca o kadar hızlı hareket ediliyor ki inanamıyorsunuz.
Mesela Deniz Poyraz yoldaşımız katledildi. Bu iklimin, bu iktidarın sürekli partimize yönelik nefret suçunu içeren cümleler kurmasının ve hedef göstermesinin bir sonucu olduğunu biliyoruz ama mesela şunu soralım: Ya, gözaltına alındı bu kişi, bir gün içerisinde tutuklandı, bir gün; bir günde neyi araştırdınız gerçekten? Şimdi, bir bağımsız soruşturmadan bahsedebiliyor muyuz? Bir günde neyi araştırdınız? Hangi bağlantılarını açığa çıkardınız? En basit bir gösteri yürüyüşünden ya da başka bir şeyden gözaltına alınan siyasiler 4+4 gün gözaltılarla tutuluyor ve hiçbir işlem de yapılmıyor, biz biliyoruz, sadece orada tutuluyorlar, tutulmak için tutuluyorlar. Peki, Türkiye tarihi açısından bu kadar önemli olan bir katliamı araştırma gereği nasıl duyulmadı? Bağlantıları nasıl araştırılmıyor? Bu kadar organize bir işi, her gün polisin kapıda beklediği, sürekli... Binayı bilmiyorsunuzdur belki; sağında solunda kafeler var, bir han, karşısında sürekli bir çadır kurulmuş, zaten provokasyon üreten bir çadır; onun yanında polisler var, o yetmiyor, iki taraftaki girişteki kafede de sürekli sivil polisler oturuyor. Bizim arkadaşlarımız girip çıkarken, her gün gördükleri hâlde GBT yapılıyor. Bu insan geliyor, keşif yapıyor, içeri giriyor -malum, önceki süreçleri belli, nerelerden geçtiği- ama hiç şüphe uyandırmıyor, tek başına beceriyor. Şimdi, Emniyet Müdürü diyor ki olayın olduğu gün: "Bireysel yapmıştır, kendi başına yapmıştır." Nereden anladınız ilk günde hemen karar verdiniz? Aslında bir niyeti gösteriyor. Şimdi, biz biliyoruz, bu soruşturma gerçekten, gerçek faillerin açığa çıkarılması için yürütülmeyecek; bir kişinin üzerine, tetikçiye yıkılacak, bu tetikçi de bir süre sonra, sizin çıkaracağınız aflarla serbest bırakılacak ve cezasızlıkla ödüllendirilerek olayın üstü kapatılacak.
Şimdi, gelin, bir buradan bakın, bir de gözaltına alınan arkadaşlarımızın nasıl alındığına bakın. Herhangi bir yere bakın, Türkiye'de her gün zaten polis saldırısıyla karşı karşıya demokratik hakkını kullanmak isteyenler. Nasıl gözaltına alınıyorlar? Şiddetle alınıyorlar. Yere yatırılıyor, üstüne basılıyor, tekmeleniyor. Geçen gün benim gözümün önünde ağzından kanlar geliyordu insanın gözaltına alınırken işkenceden dolayı. Neydi mesele de? 15-16 Haziran işçi direnişlerinin yıl dönümüne ilişkin bir tek basın açıklaması için engellendi ve saldırdılar. Peki, bu kişi nasıl gözaltına alındı? Nasıl alınıyor? "Gel ağabeyciğim." denilerek alınıyor. Biz bunu daha önce Hrant Dink'in öldürülmesinde de gördük, başka meselelerde gördük, "iyi çocuklar" meselesinde de gördük. Şimdi, nasıl bir adalet arayacağız biz burada? Nasıl bir adalet gerçekten beklentimiz olacak? O yüzden, hani, bunlar böyle, tamam, küçük küçük düzenlemeler olabilir, iyi düzenleme gibi gözükse de gerçeklik bu değil. Yani siz bir bütün olarak yargıyı bağımsız bırakmazsanız, buradan basınç uygulamaya devam ederseniz bu ülkede hiçbir şeyin değişmeyeceğini hepimiz biliyoruz.
Şimdi, geldik ev hapsine. Ya, ev hapsini şöyle çıkardınız: Hatırlıyorsunuzdur "Kadına yönelik erkek şiddeti suçlarında serbest bırakmak zorunda kalıyoruz, şiddet devam ediyor." dediniz ve buradan propaganda yaptınız. E, şimdi, ne oldu? Döndü döndü, bu ev hapisleri toplumsal muhalefete yönelik ev hapsine dönüştü. Kadına yönelik suçlarda şu söyleniyor mesela, diyor ki: "Kelepçe yok, takamıyoruz. " Ama o kelepçe orada yokken, geliyor, gösteriye katıldığı için, işte, bilmem ne olduğu için, en demokratik hakkını kullandığı için bırakın ev hapsi vermesini, gözaltına bile alınmaması gereken bir meselede -Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinde olduğu gibi- kelepçe takıyorsunuz ayaklarına, partililerimize kelepçe takıyorsunuz. Ve şimdi, buradaki düzenlemeyle de evet, bir yandan hani ev hapsi meselesini de infazdan düşme anlamında olumlu gibi gözükse de öbür yandan aslında ev hapsini normalleştiriyorsunuz ve koşulları da... Vallahi, bir 2911'e muhalefet bile ev hapsi oluyor. Şimdi, siz aslında bir yandan da şunu yapıyorsunuz: Cezaevlerinde tutamadıklarınızı dışarıda tecrit altına alarak bir susturma operasyonu yapıyorsunuz, bunun adını açık koyalım. Nerede kaldı kadın? Bana bir örnek verin yani yaygınlığına örnek verin, kaç tane kadına yönelik şiddete ilişkin erkeğin ayağına bu kelepçe takıldı mesela Türkiye'de, her gün 3-4 kadının öldürüldüğü bir ülkede? Yok, parmakla sayabileceğiniz kadar ama geldi geldi, yine toplumsal muhalefete yönelik uygulanma biçimine dönüştürdünüz. Ben korkarım ki burada da yine hani "Böyle bir düzenleme yapıyoruz." derken yeniden, aslında hukuksuz bir şekilde ev hapislerini yaygınlaştırma ve bunun üzerinden de aslında yeniden bir antidemokratik sisteminizi oturtma derdindesiniz gibi gözüküyor.
Şimdi, adli kontrol meselesi var, aynı şey. Bakın, koymuşsunuz burada süreleri; üç yıl, dört yıl, iki yıl. Yani dört yıl bir insanın imza atmasından bahsediyorsunuz sürekli, yurt dışı çıkış yasağından bahsediyorsunuz ya da diğer adli kontrol meselelerinden bahsediyorsunuz. Ya, bunun kendisi zaten insan haklarına aykırı. Türkiye'de "adli kontrol" dediğiniz şey o kadar kolay veriliyor ki. Savcının ifade almadığı...
YUSUF BEYAZIT (Tokat) - O, terörle ilgili sadece.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Terör değil, toplantı gösteri yürüyüşleri hakkından bahsediyorum, o da terör sayılıyor ya hani tırnak içerisinde, oradan bahsediyorum.
Bakın, ben size bizzat izlediğim uygulamalardan anlatayım. Savcı ifade almadı, hâkime sevk etti adli kontrolle, orada da ifade almadan adli kontrol kararları veriliyor. Adli kontrol kararları özgürlükleri kısıtlayan kararlardır ve öyle basit kararlar değildir. Ne ev hapsi ne "Hafta iki, üç, dört gün git, imza at." meselesi ne de yurt dışına çıkış yasağı meselesi öyle basit kararlar değil, insanların hayatlarını altüst ediyorsunuz. Mesela yurt dışında yaşayan insanlar var, geliyorlar ülkeye, bir sosyal medya paylaşımından dolayı uçaktan indikten sonra gözaltına alınıyor, yurt dışı çıkış yasağı koyuyor, diyor ki: "Çıkamazsın." Ya, hayatı orada, evi orada, işi orada. Konu ne? Sosyal medya paylaşımı. Adli kontrol kararı veriyor. Peki, nasıl yaşayacak? Hayatını altüst ettiniz, bitti. Ondan sonra, o adli kontrol kararı dört yıl sürdükten sonra, üç yıl sürdükten sonra nasıl düzenleyecek kendi hayatını?
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Kimse kalmadı Başkanım, karşımız boş. Yani devam edecek miyiz böyle?
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Aşağıda yoklama istenmiş, yoklamaya girip gelecek arkadaşlar.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - O zaman, biz de ara verelim.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Devam edin Sayın Züleyha Hanım.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Şimdi, yine, diğer bir mesele, şunu da söylediler, gerçekten de böyle gerçekleşiyor: Sizin süreyi en uzun tariflediğiniz nokta neyse, maalesef, özgürlüklerden yana olmadığı için bu hâkim ve savcılarımızın çoğunluğu, hep en uzun süre neyse oraya göre bakıyorlar. "Dört ayda bir incelenir." diyorsunuz ya ev hapsi için, gidecek 4'üncü ayın sonunda inceleyecek, emin olabilirsiniz. Adli kontrol için "en fazla üç ve dört" diyor ya, en fazlayı kullanacak, sonuna kadar onu uygulayacak. Belki uygulamadan haberiniz yoktur, bugün daha iyi durumda, dört yıl uygulayan çok az karar var. Siz aslında bunu getirerek "Buyurun, dört yıl uygulayın." demiş olacaksınız ve uygulama da buna dönecek. Şimdi, en azından, dava açıldığında ya da davanın 1'inci, 2'nci duruşmasında, yurt dışı çıkış yasakları olmasa bile imzalar kalkabiliyor ama bu uygulamayla, emin olun, dört yıl boyunca hiçbir şeyi kaldırmayacaklar çünkü yarattığınız zihniyetin sonucu böyle geldi.
Bir diğer mesele, kadınlar meselesi. Şimdi, kadına yönelik suçlar meselesi, evet, düzenleme genişletiyor, eyvallah ama yine meselenin aslına değmiyor. Şimdi, meselenin aslı şu: Kadına yönelik erkek şiddeti meselesi kendiliğinden olmuyor, bunu bir türlü kabul etmiyorsunuz. Bu, kadın erkek eşitsizliğinin yarattığı sonuçtan kaynaklıdır. "Toplumsal cinsiyet" dediğimiz, "erkek egemenliği" dediğimiz mevzudan kaynaklanıyor. Yoksa aynı oranda kadınlar da erkekleri öldürürdü, niye öldürmüyoruz? Çünkü böyle bir iktidar ilişkisi kurmuyoruz birbirimizin üzerinde. Burada, erkek, aslında kadını öldürürken ya da şiddet uygularken ya da eziyet suçunu işlerken şunu diyor: "Sen benim kontrolümdesin, benim denetimimin dışına çıkamazsın." Bunun için bu şiddeti uyguluyor yani bir egemenlik ilişkisinin gereği olarak uyguluyor. Dolayısıyla, siz bunu asıl olarak almadığınız sürece hangi düzenlemeyi koyarsanız koyun sorunu çözemiyorsunuz. Mesela burada tersinden şöyle bir şeye de yol açıyorsunuz farkında mısınız: Mesela bir kadın, hayatını savunmak zorunda kaldığı için... Ki biliyorsunuz, boşandıkları erkekler takip edip kadınları öldürüyor sırf boşandığı için, sürekli şiddet uyguluyorlar. Bunun gibi bir sürü dava var; boşandıktan sonra geliyor, öldürüyor; özellikle çocuklarını görme bahanesiyle geliyor ve öldürüyor. Şimdi, burada "eş" deyip ağırlaştırdığınız zaman ne olacak? Bu, hayatlarını savunmak zorunda kalan kadınlar açısından da aslında ağırlaştırılmış bir hüküm getiriyorsunuz?
YUSUF BEYAZIT (Tokat) - Nasıl?
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - "Eşe" diyorsunuz. "Eşe" diyorsunuz ya, "kadına" demiyorsunuz. "Eş" erkek de olabilir, kadın da olabilir.
YUSUF BEYAZIT (Tokat) - Oradaki suçtan öldürme suçunu kim işliyorsa o işlesin.
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Şundan bahsediyorum... Mahkemelerin uygulamasını anlatayım mı? Şimdi, kadınlar adamdan boşanıyor değil mi? Boşanıyor, kurtulamıyor. Bir sürü dava var bununla ilgili. Kadın en son hayatını savunmak zorunda kalıyor, öldürmek zorunda kalıyor, devlet korumadığı için kendisi öldürmek zorunda kalıyor. Şimdi, bu durumda, boşandığı eş olduğu için kadında da ağırlaştırılmış hüküm uygulayacaksınız. Neden? Şimdi, bu sonuç kadını da ağırlaştırmayacak mı? Zaten bu yargı şöyle karar veriyor: Haksız tahrik indirimleriyle erkeklerin cezalarını indiriyor. Kadınlara gelince bu asla uygulanmıyor. Tersine işleyen bir yargı sistemi var, bir de bunu getirdiğinizde kadınlar da daha ağır cezayla karşılaşacaklar aynı diğer suçlarda olduğu gibi.
Bakın, o neden bizim önerimiz şudur: Kadına yönelik suçların bir toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklandığını, erkek egemenliğinden kaynaklandığını dolayısıyla da karma suçlar içinde değil ayrı bir özel başlık içerisinde düzenlenmesi gerektiğini söylüyoruz ve burada da suçun "kadına yönelik suç" diye tarif edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Karma içine böyle aldığınızda başka kadınların aleyhine sonuçlar yaratır ama böyle bir başlıkta alınırsa "bu egemenlik ilişkisinin kaynağı olarak işlenmiş şiddet biçimleri" diye tariflendirirseniz o zaman kadınlar bundan daha fazla zarar görme koşullarını ortadan kaldırır, aynı zamanda buradaki nedeni de açığa çıkarmış olursunuz. O yüzden, biz, bu şekilde karmanın içerisine birkaç cümle koyma meselesi olmadığını, bunun özel olarak, tam da bu egemenlik ilişkisinin kendisinden kaynaklı olduğunu deşifre eden bir yerden, bir özel bent şeklinde düzenlenmesi gerektiğini, suçların bu şekilde tariflendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Diğer maddelerde de benzer şeyler var, aynı şeyi...
Aynı zamanda, LGBTİ+'lar açısından da homofobinin ve transfobinin yol açtığı bir sistemin sonucu olarak, cinsel yönelimlerinden dolayı LGBTİ+'lara karşı işlenen suçlar meselesinin de düzenlenmesi gerektiğini, burada da yine bir ayrımcılığın sonucu geliştiğini gören bir yerden LGBTİ+'lara da benzer bir düzenlemenin yapılması gerektiğini düşünüyorum.
Yani diğer şeyler söylendi. Hani, boşanmış eş tek başına değil, sevgililik var, aynı evde yaşama var, hiç tanımamak var ama bunların hepsi kadın olmaktan kaynaklı. Yani örnek verildi, gerçekten şöyle bir şey oluyor: Arkadaşlık teklif ediyor, hiç tanımadığı bir insan, kabul etmediği için öldürüyor, kabul etmediği için. Neden? Kadınlıktan kaynaklı. Şimdi, bir kadın bir erkeğe teklif ettiğinde erkek kabul etmediği için öldüren bir kadın gördünüz mü? Ama tersi oluyor çünkü tam da bu egemenlik ilişkisinden kaynaklı. İşte o yüzden oradaki tarifin tam da "bu egemenlik ilişkisinden kaynaklı, kadına yönelik şiddet biçimleri" diye tariflendirilmesi gerekiyor. Düzenlemenin bu yönüyle bu noktalardan eksik olduğunu düşünüyorum.
Diğer şey tabii ki şu: Yani gerçekten kadına yönelik şiddeti önlemek istiyorsanız niye İstanbul Sözleşmesi'nden çıkıyorsunuz? Derdiniz varsa çok düzgün bir sözleşme, gerçekten kadınlara ve LGBTİ+'lara yönelik şiddet meselesini önleme, hatta sadece şiddetin kendini değil, toplumsal cinsiyetin kendini, o eşitsizliğin kendini ortadan kaldırma konusunda çok ciddi düzenlemeler yüklüyor. E o zaman derdiniz buysa niye İstanbul Sözleşmesi'nden çekiliyorsunuz? Kadınları korumaksa en güzel sözleşme, kadınların mücadelesiyle kazanılmış bir sözleşme. O zaman bunu koruyalım, bunun gereği olanı, özellikle de GRAVIO Raporu'nda belirtilen ama ülkenin yerine getirmediği gerekleri yerine getirelim ve ondan sonra kadınların korunma meselesini gerçekten tartışalım, kadına yönelik erkek şiddetinin, LGBTİ+'lara yönelik şiddetin durdurulmasını gerçekten tartışmaya başlayalım.
Şimdi, diğer bir mesele, bu idari davalar. Hani, idari davalarda meselelerin dışında herhâlde önce idari davalardaki kararların aslında nasıl antidemokratik olduğunu, başvurucuların sürekli aleyhine geliştiğini, bir devleti koruma mantığıyla yaklaşıldığını gören bir yerden tartışma yürütmek lazım. Tabii ki bunun için de OHAL komisyonları, KHK'yle işlerinden "hayatlarından atılanlar" diyeceğim artık, hayatlarından atıldılar çünkü insanlar; asıl bu meselenin çözümünde ne yapmayı düşünüyorsunuz bunu tartışmak lazım. Çünkü OHAL Komisyonu aslında bir oyalama komisyonu olmaktan öte adalet falan filan tahsis edebilecek bir yer değil, zaten bir komisyonun adalet sunması mümkün değil ama bunun ötesinde de mahkemelerin de idari mahkemelerin de bu konuda verdiği kararlar tümüyle özgürlükler aleyhine kararlar. Bu nedenle aslında önce bu kararları mahkemelerin tartışması gerekiyor diye söylemiş olayım.