| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Tokat Milletvekili Yusuf Beyazıt ve İstanbul Milletvekili Numan Kurtulmuş ile 63 Milletvekilinin; Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3697) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 23 .06.2021 |
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Teşekkür ederim sevgili Başkanım.
Şimdi, bu kanunla alakalı ana sorunlu maddelerden bir tanesi. Esasında bir yanıyla beraber iyi bir gelişme ama diğer yanıyla beraber de eksik bir tablonun burada şahitliğini yapar hâldeyiz bu getirdiğiniz kanun teklifiyle beraber.
Bu kanun teklifinin esasında İstanbul Sözleşmesi'nin 46'ncı maddesini esas alarak hayata geçirmek gerekiyordu. Tekrar tekrar söylüyoruz, defalarca söylüyoruz, az önce Zeynel Emre Vekilimiz de söyledi; bizim açımızdan İstanbul Sözleşmesi usulüne uygun olarak çekilinmiş bir sözleşme değildir, bir yetki gaspıdır, bu gaspın yokluk hâlinin tespiti ileride önümüze gelecektir büyük bir ihtimalle. O açıdan, referans İstanbul Sözleşmesi'dir, referans uluslararası hukukta kadına ilişkin alınmış olan bütün tedbirlerdir; buradan bakmamız gerekiyor.
Bu kanun teklifinin gerekçe kısmı olağanüstü yetersizdir. Boşanmış eşin bu kapsama alınması gayet doğru, burada bir anomali yok, burada yanlış bir şey yok; boşanmış eş tabii ki bu kapsama alınmalı ve daha farklı bir şekilde ağırlaştırılmış hükümlerle korunması gerekir. Ama kanun teklifinin özellikle gerekçe kısmına kadının işlenmesi gerekiyordu, kadının korunmasının işlenmesi gerekiyordu. Türkiye'de esas sorun kadına karşı şiddettir. Burada eşler arası şiddet düzeyine düşürdüğünüz zaman kadına karşı şiddeti hem "İstanbul Sözleşmesi'ni kaldırdık bizim açımızdan bir hükmü yok." diyerek hem de yasal anlamda bu yaptığınız düzenlemeyle beraber yok sayar hâle geliyorsunuz. Bu anlayışı Parlamentodaki hiçbir kadın vekilin ve kadın haklarıyla alakalı vekilin kabul etmemesi gerektiği düşüncesindeyim. Yani Genel Kurulda da bunun direnç görmesi gerektiği düşüncesindeyim.
Bunun anayasal temelleri de var, sadece İstanbul Sözleşmesi'nden bahsetmiyorum. Anayasa'nın 10/2'nci maddesi diyor ki: "Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz." Yani diyor ki: "Hayatı öyle kurgulayacaksınız ki hem kadın hem erkek o hayatın içinde eşitçe yaşayacak şekilde hayatın tadını alacaklar, hayatın hazzını alacaklar. Her ikisi de eşit koşullarda korunacak, her ikisi de eşit koşullarda hayatın süjesi hâlinde hayatlarını devam ettirebilecekler." Türkiye'deki sorun budur işte. Esas pozitif ayrımcılık yapılması gereken nokta, Anayasa 10/2'ye göre kadınların korunmasıyla sağlanacak bir noktadır.
Ya, hepimiz görüyoruz, başımızı deve kuşu gibi kuma sokacak hâlde değiliz; her gün, her akşam kadın cinayetleriyle çalkalanıyor haberler; her gün, her akşam kadın cinayetleri konuşuyor televizyon kanalları. Bu ülkenin reel durumuna çözüm üretmesi gereken bir Parlamentodur burası. Bu ülkenin reel durumu kadının korunması gerektiği yönündedir. Bunu da sınırlarken hem fail bakımından hem de suç tipi bakımından doğru yerde tutmak gerekir, sınırlayarak tutmamak gerekir. Az önce söylenildi burada, Sayın Zeynel Emre söyledi, sadece boşanmış eşi esas almak doğru değil. Yani ben size bir örnek vereyim. Mesela, ben Karadenizliyim, içinizde çok farklı yörelerden insanlarımız var, bizim yöremizde kırk yıldır resmî olmayan nikâhla çoluğa çocuğa karışmış insanlar var. Böyle bir kadını eşi öldüresiye dövse ya da hayatına kastetse bu hükümler ona uygulanmayacak öyle mi? Olur mu ya, olur mu böyle bir şey ya, burada adalet olur mu, burada vicdan olur mu, burada eşitlikçi bir hükümden bahsedebilir miyiz? Kaldı ki...
SABRİ ÖZTÜRK (Giresun) - Bir kriter nasıl getirilebilir?
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Kriterleri söylüyorum efendim, kriterler İstanbul Sözleşmesi'nde var, o çöpe attığınızı düşündüğünüz sözleşmenin içinde var. İstanbul Sözleşmesi'nin 46'ncı maddesinde var bu kriterler. Okuyayım ben size kriterleri, "İç hukukun kabul ettiği eski veya mevcut bir eşe veya birlikte yaşanan bireye karşı, aile fertlerinden biri tarafından, mağdurla birlikte ikamet eden biri tarafından veya yetkisini suistimal eden biri tarafından işlendiği hallerde" diyor İstanbul Sözleşmesi'nin 46'ncı maddesi. 34'üncü maddesi de çok özel bir hüküm koyuyor her türlü tacize karşı koruma anlamında, bunları da genişleterek diyor ki: " Taraflar başka bir şahsa yönelik olarak gerçekleştirilen ve bu şahsı, şahsın kendisini güvende hissetmesini önleyecek şekilde korkutacak, kasıtlı bir biçimde tekrarlanan tehditkar davranışların cezalandırılmasını temin edecek gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır." Yani diyor ki: Siz bir bireye karşı bu anlamda tacizkâr bir davranış var ise devlet olarak korumakla ve önlemekle mükellefsiniz. Esasında İstanbul Sözleşmesi sorumlu olarak devleti alıyor, devletin yapması gereken şeyleri anlatıyor. Ve burada ısrarlı takipten bahsediyor sözleşme. Dünyanın her tarafında kabul görmüş şeyler bunlar. Siz -yine burada söylenildi- İnsan Hakları Eylem Planı'yla beraber deklare ettiniz kamuoyuna, dediniz ki partnerlere, Avrupa'daki partnerlere de deklare ettiniz, dediniz ki: "Israrlı takibi sağlayacağız getirecek olduğumuz yasal düzenlemelerle." Burada nerede ısrarlı takip var? Bir, "Kadına karşı korumayı sağlayacağız." dediniz. Kadına karşı koruma yok burada. Burada sadece boşanmış eşler düzeyinde düzenlenmiş, aslında iş flulaştırılmış, buharlaştırılmış, kadın ortadan kaldırılmış. Gerekçe kısmına da kadına karşı şiddet şerh edilmemiş. Eşler arasında işlenen bir suç tanımı var. Tamam, bu da kötü değil, bakın, bu da olsun, olmasın demiyoruz ama bu yeterli değil. Bakın, yarattığınız boşluk çok büyük. Vicdani anlamda sıkıntı yaşarsınız ileride. Az önce söyledim, bırakın modern kentlerdeki yaşama biçimlerini, şunları bunları. Onlar da çok kıymetli, onların da korunması lazım ama dönün, geldiğiniz yerlere dönün kardeşim, Anadolu'ya dönün, orada yaşanan hayatlara bakın. Orada da bunlar ayrı yani doğu coğrafyasında, güneydoğuda, batıda, her tarafta kırk, elli yıldır resmî nikâhlı olmayan eşlerle beraber yaşayan insanlar da var. Aslolan burada kadındır, korunması gereken kadındır. Göz ardı ettiğiniz yerde doğru bir iş yapmıyorsunuz. Sadece resmî nikâhı esas alarak, resmî nikâhın ötesine düşmüş ve resmî nikâhla devam eden eşler arasında işlenecek suç diye bir tarif bu maddeyi sulandırıyor, doğru zeminden uzaklaştırıyor. Tekrar ediyorum, İstanbul Sözleşmesi bu anlamda çok ciddi bir çerçeveydi, yaşamı korumak, kadını korumak anlamında çok ciddi bir çerçeveydi.
Bakınız, ben burada sadece kendi partime seslenmiyorum, sizin partilerinizin kadın milletvekillerinden de hassasiyet bekliyorum, Parlamentodaki bütün kadın milletvekillerinden hassasiyet bekliyorum. Her şey her an herkesin başına gelebilecek bir toplumda yaşıyoruz. Yarın sokakta karşılaşacak olduğunuz herhangi bir suç tipinde bu kapsama girip girmemek hepinizi ilgilendirecektir. Sadece bir resmî nikâhla evli olmak ya da boşanmış olmak anlamında bir tanım doğru değildir.
O yüzden, burada eksik olan ana nüveyi söylüyorum: Bu, kadına karşı şiddet olarak tanımlanması gerekir. İstanbul Sözleşmesi'nin 46'ncı ve 34'üncü maddeleri esas alınarak tanımlanması gerekir. "Biz bu sözleşmeyi kaldırdık, bu bizi bağlamaz." diyorsanız bile kendi Anayasa'mızdaki hükümlere baktığınız zaman da Anayasa'nın 10'uncu maddesinde -az önce söyledim- eşitlik ilkesi açısından getirilmesi gerekir. Anayasa'nın 17/3'üncü maddesinde bu geniş kapsamı tarif etmek anlamında kadın ve tacizkâr davranışa maruz kalan herkes açısından da 17/3'te "Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz." diyor. Hadi vazgeçtim, siz İstanbul Sözleşmesi'ni gözden çıkardınız, hukuken doğru bir iş yapmadınız. Bana göre hâlâ yürürlükte, bana göre yok hükmünde bir işlemle karşı karşıya bıraktınız bu milleti. Er ya da geç İstanbul Sözleşmesi'nin hükümleri bu coğrafyada fazlasıyla uygulanacak ama elimizdeki bu Anayasa'yı da yok mu sayacaksınız? Bu Anayasa'nın 17'nci maddesi açık, 10'uncu maddesi açık, bu Anayasa'nın hükümleri açık. Bu açıdan geç olmadan sizi doğru hükmü tesis etmeye davet ediyorum.
Tekrar ediyorum, buradan şu anlaşılmasın: Boşanmış eş falan filan doğru değildir değil boşanmış eşe karşı işlenen suç açısından da doğrudur ama bu kapsam dardır, bu kapsamın gerekçesi doğru değildir, aslolan kadına karşı şiddetten kaynaklı bir düzenleme yapmaktı. Bu yaptığınız kadını koruyacak bir düzenleme değildir, kadına karşı şiddete yönelik bir düzenleme değildir. Az önce söylenildiği gibi sadece ahlakçı bir yaklaşımdır, sadece nötr bir yaklaşımdır, hatta sizin ısrarla dönem dönem temsil ettiğinizi iddia ettiğiniz -ki siz temsil etmiyorsunuz 83 milyonun tamamını biz temsil ediyoruz esasında- o çevrelerin de fiilî durumlarına ihanettir.
Teşekkür ediyorum.