KOMİSYON KONUŞMASI

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Evet, çok teşekkürler.

Sayın Başkan, değerli üyeler; ben bu oturumda ilk kez konuşuyorum ve son kez konuşacağım. Bu çok önemli bir madde, bu bakımdan biraz ayrıntılı, uzun olmayacak ama biraz somutlaştırmak istiyorum çünkü bu madde teklif metninin 19'uncu maddesiyle Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "kamu davasını açma görevi" başlıklı 170'inci maddesinde iddianamede yüklenen suçu oluşturan olaylar ve suçun delileriyle ilgisi bulunmayan bilgilere yer verilmeyeceğine ilişkin olarak ekleme yapılmaktadır. Madde gerekçesine baktığımız zaman söz konusu değişiklikle özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkıyla birlikte kişilik haklarına koruyucu bir hukuk kuralı getirildiği ifade edilmektedir. Gerçekte ise bu bilinen bir durumun dışa vurumudur, ilanıdır yani malumun ilanı niteliğindedir, zira güncel uygulamada savcıların yüklenen suçu oluşturan olaylar ve suçun delilleriyle ilgisi bulunmayan bilgilere iddianamede yer verdiklerinin ve Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında savcı kadrolarının ne ölçüde siyasallaşmış olduğunun bir itirafıdır. Teklifin bu şekilde açıklamaya gerek olmayan bir hususu yasaya yazmasının, yasaya yazma gereği duyulmasının acaba nedeni nedir? Tabii yasa koyucu abesle iştigal etmeyeceğine göre savcıların donanımından mı kuşku duymaktadır? Savcıların yeterliliklerinden mi kuşku duyulmaktadır, bu soruyu sormak gerekiyor.

Öte yandan birçok siyasal iddianamede gördüğümüz üzere "kamu davası açma görevi" başlığını taşıyan ve iddianamenin taşıması gereken zorunlu ögeleri açık bir sözle öngören CMK madde 170'e açıkça aykırılıklar taşımaktadır. Bu tür davalardan, özellikle siyasal davalardan 2 örnek vermek istiyorum. Birincisi Gezi davası. Gezi davasının iddianamesini okuduğum zaman sekiz yıl önce -Emniyette yazılan bir tür senaryodan sonra oluşturulan dava- gerçekten bir siyasal iddianame nasıl yazılır, ona tanık olmuştum. Daha yakın tarihte Barış Akademisyenleri davasında nasıl olur da böyle bir iddianame çıkar, çıkabilir sorusunu sonunda kendime sormuştum çünkü ne Barış Bildirisi belgesiyle ilgisi olan ne de verilen ifadelerle ilgisi olan deyimlere yer verilmişti o iddianamede ve nitekim o iddianameyi yazdıran Başsavcı, Yargıtay üzerinden Anayasa Mahkemesine üye oldu. Şimdi oysa o iddianamelerin geçersizliği ağır ceza mahkemeleri tarafından belgelendi, tescil edildi Anayasa Mahkemesi kararı üzerine tescil edildi ama o kişi şimdi Anayasa Mahkemesi üyesi. Demek ki bu şekilde acaba savcılar yetersiz oldukları için mi o tür iddianameler yazdılar yoksa tam tersine politize olmuş oldukları için mi, iktidara yaranmak için mi o tür iddianameleri yazdılar? Zannediyorum bu sorunun yanıtı ortaya çıkıyor.

Yasaya açıkça aykırı şekilde karalanmış ve bir iddianamenin içermesi gereken zorunlu ögeleri içermeyen sözde iddianameler ve hayali suç isnatları aracılığıyla iktidar karşıtı olarak düşünülen, muhalif olarak görülen insanlar, yurttaşlar sindirilmeye çalışılmış, liyakat esasına aykırı şekilde görevlendirilmiş yargıç ve savcılar eliyle ceza yargısı bir gözdağı ve intikam aracına dönüştürülmüştür. Başka bir deyişle Ceza Muhakemesi Kanunu madde 170 yürürlükte olduğu hâliyle uygulanmamakta ve açıkça ihlal edilmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu bu şekilde bir hüküm öngörüyor iken açık bir düzenleme, kamu davasını açma görevini öngörmüşken 19'uncu maddede yazıldığı için de bir eklemenin yapılması esasen bu dönemde, son on sekiz yılda yargı kadrolarının nasıl politize edildiğinin bir itirafı olmanın ötesinde aslında yapısal sorunların varlığını da açıkça göstermektedir. Yani iktidar karşısında eğilip bükülmeyen savcılara ihtiyacımız vardır ve bu da yapısal sorunların giderilmesiyle ancak çözülebilir. Yüklenen suçu oluşturan olaylar ve suçun delilleriyle ilgisi bulunmayan bilgilere iddianamede yer vermemeleri için kanunda bunun açıkça yazılı olmasına ihtiyaç duyan adayların Türkiye'de savcı olabilmeleri başlı başına dehşet verici bir durumdur. Siyasi iddianamelerin engellenmesi ancak yürütmenin yargı üzerindeki tahakkümünün kaldırılması, liyakat ilkesine dayalı mesleğe giriş ve meslekte ilerleme koşullarının öngörülmesi ve yargı bağımsızlığının sağlanmasıyla mümkündür, oysa ne Yargı Reformu Strateji Belgesi ne de İnsan Hakları Eylem Planı yargı bağımsızlığı konusunda gerekli adımların atılmasını öngörmüşlerdir. Bu itibarla kanun teklifinin 19'uncu maddesi şu şekilde de yorumlanabilir Adalet ve Kalkınma Partisi açısından: Nedeni olduğu yargısal çöküşün ikrarı ama bir tür bunun da makyajlanması şeklindedir. Zira 2010-2017 Anayasa değişiklikleri sonrasında teklifin 19'uncu maddesiyle getirilmek istenen türden bir düzenlemeye ihtiyaç duyulmuş olması, Adalet ve Kalkınma Partisinin yargı reformu ihtiyacının dermanı değil ama nedeni olduğunun kanıtıdır. Bu bakımdan bizim önerdiğimiz, Meclise getirdiğimiz 189 maddenin Cumhur İttifakı tarafından elinin tersiyle itilmiş olması gerçekten bir fırsatın kaçırılması anlamına gelmektedir. Tabii ki biz asgarisini öngörmüştük, esasen yapılması gereken, Anayasa'nın 138'inci maddesinin saygı görmesi için, başta Hâkimler ve Savcılar Kurulu olmak üzere, yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını gölgeleyen, zedeleyen hükümlerinin ivedi olarak değiştirilmesidir.

Teşekkür ederim.