| Komisyon Adı | : | (10 / 4413, 4430, 4431, 4432, 4433, 4434, 4435, 4436, 4437, 4438) Esas Numaralı Meclis Araştırma Komisyonu |
| Konu | : | Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Mehmet Emin Birpınar'ın, müsilajın tanımı, oluşumu ve Marmara Denizi'nin durumu hakkında sunumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 13 .07.2021 |
RIDVAN TURAN (Mersin) - Ben de sunum için teşekkür ediyorum.
Yalnız, sunumun çevre tarafının olduğunu fakat şehircilik ayağının eksik olduğunu düşünüyorum. Yani çevreye ilişkin, müsilajın temizlenmesine ilişkin, müsilajın kaynağına ilişkin, müsilajın nasıl ortaya çıktığına ilişkin fitoplanktonlardan daha yüksek yapılı organizmalara kadar bir değerlendirme dinledik ama şimdi Çevre ve Şehircilik Bakanlığının işinin bir tarafı da şehircilikle ilişkili. Bence Bakanlığın bu konuda yapacağı bir sunum daha aydınlatıcı olabilirdi.
Pratik olarak kastım şu: Şimdi Balıkesir-Çanakkale arasındaki sahil bölgesinde -ki bu aşağı yukarı 1.350 kilometrelik bir alanı kapsıyor- bir Balıkesir-Çanakkale İlleri Bütünleşik Kıyı Alanları Projesi var, bu projeyi şu anda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yürütüyor. Ne anlatıyor bu proje, amacı ne? Bu 1.350 kilometrelik yani Balıkesir'in ve Çanakkale'nin bütün sahil kesimlerinin çekek yerleri, kruvaziye yat limanları, tersaneler, işte, limanlar buna benzer pek çok şeyle donatılacağını anlatıyor. Yani buralar, aşağı yukarı bütün bu alan inşaat alanları hâline dönüşecek ama eğer amacımız, Marmara'yı bu beladan kurtarmaksa buraların bu şekilde imara açılmasının, inşaya açılmasının herhâlde hepimiz takdir ederiz ki Marmara üzerinde ölümcül etkisi olacak. Bence burada problem şu: Yani bir taraftan, biz sorunu çözer gibiyiz, çözmeye çalışıyoruz fakat objektif olarak durduğumuz yer ile niyetlerimiz arasında bir açı farkı var; bu açı farkı da her gün biraz daha açılıyor ne yazık ki.
Şimdi, aslında yapılan değerlendirme -yani Çevre ve Şehircilik Bakanlığının "şehircilik" kısmına ilişkin söylüyorum- Marmara'ya özellikle Güney Marmara'ya yönelik olarak biçilmiş olan rol buranın sanayi, maden alanları, ondan sonra otoban, köprü, kara yolu lojistiği, bu tür işlerle kullanılması. Şimdi, hâl böyle olunca yani bu kıyı şeridini de bu bütünleşik planla birlikte böyle ele aldığınızda, buradan Marmara Denizi'ne hayırlı zerreyi miskal kadar bir şey çıkmayacak, bir sonuç çıkmayacak; bu büyük bir risk. Ayrıca, orada doğal alanlar var, millî parklar kapsamında yerler var, sulak alanlar var, Ramsar Sözleşmesi'ne göre koruma altında olan alanlar var. Şimdi, bunların tümü değerlendirildiğinde, ikisinden bir tanesini seçmek zorunda kaldığımız açık; yani Bakanlık ya çıkacak diyecek ki: "Marmara Denizi'nin yaşamış olduğu bu kritik durum göz önüne alınarak bütün bu projeler iptal edilmektedir, iptal edilmiştir." ya da "Değildir." diyecek o zaman da Marmara Denizi'ni temizlemekte ne kadar samimi olduğunu göstermiş olacak.
Arkadaşlar, hayat siyah ile beyaz değildir gerçi ama yani arada pek çok grinin tonu var fakat söz konusu olan Marmara'ysa ve gelinen noktada bu denli ciddi kirletilmiş bir denizde galiba, siyah ile beyaza kadar gri tonları yok ettik yani kendimizi bu kadar seçeneksiz bıraktık. O nedenle, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının bu konuda bir açıklama yapması gerekli.
Yine, mesela, Biga'ya 4 tane termik santral yapılıyor. Nasıl olacak bu termik santraller arkadaşlar, Sayın Bakan, kıymetli bürokratlar, nasıl olacak? Yani Biga'ya 4 tane termik santral kurduğunda, bu termik santral suyunu nereden alacak -değil mi- atıkları nereye boşaltacaksınız, hava kirliliği nasıl izale edilecek? Çanakkale'deki termik santral projelerinden hiç bahsetmiyorum bile, bir de öyle bir meselemiz var.
Biz aslında şuna karar vermeliyiz: Yani Marmara Denizi'ni bu zamana kadar kullandığımız gibi bir foseptik çukuru olarak mı kullanacağız, yoksa, balıkçılık, turizm gibi gelecek kuşaklara aktaracağımız bir varlık olarak mı? Bakın, kaynak demiyorum, bir varlık olarak mı kullanacağız? Burada köklü bir problem var.
Benim konuşmam hem böyle biraz değerlendirme, bir de bazı soruları sormak istiyorum. Şimdi, dolayısıyla, imar politikalarını yeniden ele almadan, bu konuda yeni bir politik hat oluşturmadan Marmara Denizi'ni kurtarmak biraz müşkül gibi geliyor. Bakanlığın çalışması var mı, bilmiyorum, bu Marmara Denizi'nde Marmara Denizi'ne has türler var. Mesela, karagöz, sarıgöz Ege'de de vardır ama Karadeniz'dekilerin ebadı çok daha büyüktür; organik yapısının güçlü olmasından kaynaklı. Mesela, sinarit yine, Marmara'nın yerli balıklarından, keza, orfoz yine öyle. Örneğin, Bakanlığın böyle bir çalışması var mı? Yani bütün bu felaketler bu hayvanlara ne türden sonuçlar doğurdu? Kabukluların durumu ne? Bunların bünyelerindeki kimyasal kirlenme, kirleticilerin oranı ne? Hiç ağır metal azot, fosfor vesaire şeyler çalışıldı mı yani endüstriyel ya da evsel sebepli olarak ne düzeyde bir yük oluşturuyor? Bunlar çalışıldı mı bilmiyorum. Ben bir şeyler bulmak için biraz uğraştım fakat -geçen seneydi baktığımda- ulaşamadım. Buna ulaşmak şundan önemli: Bunlar aynı zamanda denizin sakinleri ve erken uyarı sistemleri yani örneğin, lüfer Marmara'yı çoğunlukla transit hat olarak kullanır, hatta palamut bile yer yer böyledir ama bunlar orada mukimdir. Mesela, orfoz, kendi mağarasından böyle kilometrelerce bile gitmez, sürekli o bölgededir, orayı mesken edinmiştir. Araştırılmadıysa, bu balıkların araştırılması son derece önemli ve yine, bunların içerisindeki toksik madde oranı nedir? Yani şimdi, gerçekten, çoluğumuza çocuğumuza balık yedirmekten imtina eder hâle geldik. İmtina etmekte haklı mıyız, değil miyiz, bunu ancak Bakanlığın yapacağı ve kamuoyunu aydınlatacağı çalışmalar sonucunda elde etmek mümkün.
Burada, çalışma içerisinde yani sunum içerisinde, çözünmüş oksijenin müsilajdan kurtulmada bir yöntem olduğu ya da kullanılan yöntemlerden biri olduğu yazılmış fakat şöyle bir problem var: Yani şimdi, müsilaj nasıl yok olacak? Mekanik olarak bunun alayını toplamak mümkün olmayacağına göre, aslında müsilajın bakteriler tarafından parçalaması gerekiyor. Marmara Denizi, yani 11 bin kilometrekarelik bir alan düşünüldüğünde, buradaki müsilajı bakterilerin parçalaması eğer bir çözümse, oksijen verdiğinizde bu bakterinin bakteri kütlesi çoğalacak ve onun oluşturmuş olduğu biyokütlenin denize belki de müsilajdan daha fazla sorunlar yaratması gerçeğiyle karşı karşıyayız. Ben de izledim, hocanın adı galiba Ayşe'ydi; yani laboratuvarda bir çalışma yapıyor, evet, bakteriler laboratuvarda müsilajı parçalıyor. Bakterileri aerobik solunum yaptıklarından dolayı oksijenle takviye ediyor, bu takviye sonucunda bakteriler müsilajı parçaladı. Deneysel olarak tamam, eyvallah ama deneysel ortamda olan şeyin bu kadar devasa bir su kütlesinde gerçekleşebilmesi gerçekten zor, hatta bence mümkün değil. Mesela, Bakanlık olarak öngörünüz nedir? "4 yerde bu çalışmaya başlayacağız." diyorsunuz. Suya bu kadar oksijen pompalanmasının müsilajın parçalanmasında ve netice olarak aktive olan bakterilerin deniz ekosistemine biyokütleleri itibarıyla vereceği zararın ne olacağına dair bir öngörünüz var mı ya da bir çalışmanız var mı?
Bu imarla ilgili söyleyecektim az önce unuttum: Ya, mesela, Marmara Adası çok felaket durumda. 2014'te zamanın Bakanı 40 civarında taş ocağı olduğunu söylemişti; o zamandan sonra 33 taşocağı daha çalışmaya başlamış. Şimdi, Marmara Adası'nın özgün durumunu, doğal yapısını biliyoruz, kıymet de veriyoruz ve bu 33 tane taş ocağı için "ÇED gerekli değildir." denilmiş. Biliyoruz ki Marmara Denizi'nin çevresinde "ÇED gerekli değildir." denilen muhtelif projeler var; bu kararı gerçekten nasıl veriyorsunuz? Yani şimdi, biz işin profesyoneli değiliz ama görüyoruz ki ekosistemin bütüncül ilişkisini bir tane fitoplanktonun insanla dolayımlı süreçler üzerinden ne türden bir ilişki kurduğunu hepimiz biliyoruz. Şimdi, nasıl bu 33 tane taş ocağına "ÇED gerekli değildir." deniliyor doğrusu ben anlayabilmiş değilim.
Bir başka sorum: Bu hidrojen sülfüre ilişkin Alemdar Gemisi'nin yaptığı çalışma var, 110 metreden 34 metreye çıktığına ilişkin oradaki bilim insanlarının izahatı vardı. Aradaki bu çelişkinin sebebi nedir Sayın Bakanım? Yani onlar mı yanlış yaptı, başka bir sebebi mi var? Onlar diyorlar ki: "Bizim Marmara çukurunda yaptığımız araştırmalarda 4,5 miligram/litre hidrojen sülfür tespit ettik, bu, yüzeye doğru çıktıkça 30'lu metrelerde 2,5 miligram/litre düzeyine düşüyor." ki benim bildiğim kadarıyla bu, alarm olmak için ciddi bir veri.
Bir başka sorum şu, sizden önce konuşmuştuk Komisyon toplantılarında yani sonuçta sizin Bakanlığınızın uhdesinde: Ya, bu Türkiye'deki akarsuların kirliliğine ilişkin elinizde yaptığınız bir çalışma var mı? Ben hani Komisyon dışında da gerçekten merak ediyorum, balıkçılıkla ilgilenen bir insan olarak da merak ediyorum. Yani, şimdi, Ergene'yi falan geçtik, Ergene'nin zaten yüzüne bakılmıyor, o hâle gelmiş durumda ama işte Sakarya'sından tutalım Gediz, Büyük Menderes, Küçük Menderes, Göksu, Ceyhan, Seyhan, Fırat, Dicle, Murat; yukarıdan Çoruh, Kızılırmak falan yani bunlara ilişkin bir çalışma yapılmışsa lütfen bunu bizimle paylaşın çünkü bu varlıkları eğer koruyamazsak nihai olarak bunların deşarj olduğu yerlere, buluştuğu denizleri de koruyabilmek ya da gölleri koruyabilmek çok mümkün olmayacak diye düşünüyorum.
Sondan bir önceki sorum: Siz, Bakanlık olarak Kanal İstanbul'un Marmara'ya zarar vereceğini düşünüyor musunuz? Eğer "Düşünmüyorum." diyecekseniz bunun ayrıntılı izahatını sizden sözlü ya da yazılı olarak isteyeceğim. Düşünüyor musunuz? Burada yapılan Çevre Etki Değerlendirmesi var mı, varsa hangi sonuca ulaşmış durumda? Bunu merak ediyorum.
Son sorum da: Müsilajı yüzeyden temizleme faaliyeti için firmalara para ödeniyor mu? Bunu merak ediyorum.
Şimdilik değerlendirmelerim ve sorularım bu kadar.
Teşekkür ediyorum.