KOMİSYON KONUŞMASI

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim.

Mademki Paris Sözleşmesi'nden söz ediyoruz, Sayın Bakan Yardımcısı da Paris gözlemlerinden söz etti; biraz belki yumuşatmak için, ben iyimser gözle "..."( ) Fransızca sözle başlıyorum. "İyi şeyi yapmak için hiçbir zaman geç değildir, iyiyi yapmak için hiçbir zaman gecikilmiş olmaz." sözüyle başlıyorum bundan sonrasına bakmak için ama tabii ki bu konuşmaları, yararlı konuşmaları dinlerken, başta sizi olmak üzere, on yıl öncesine -üniversitedeyken- belleğim gitti İstanbul Sözleşmesi'ne. İstanbul Sözleşmesi'ni de Meclis heyecanla tartışmıştı, oy birliğiyle kabul etmişti, 2021 baharında tebahhur etti -eski deyişle- yani buhar oldu. Şimdi ise 2021 sonbaharında Paris Sözleşmesi'ni konuşuyoruz. Böylece, insan hakları, uluslararası hukuk derslerini verenler gelecek yıllarda 2021 ilkbaharı-2021 sonbaharı biçiminde bir ayrım yapacaklardır. Dilerim ki İstanbul Sözleşmesi'ni de en kısa zamanda canlandırırız. Ben Paris Sözleşmesi'nin bundan böyle bizim Türkiye'mize, Türkiye ülkesine, Türkiye ekosistemine katkıda bulunmasını dileyerek sözlerime başlıyorum.

Sayın Cumhurbaşkanını BM'deki konuşmasında dinlerken heyecanlanmadım değil çünkü sözleri, artık, bundan böyle Türkiye çevre politikasını değiştirecek biçiminde bir umut ışığı yaktı benim belleğimde. Bir cümleyi paylaşıyorum tırnak içerisinde: "İklim değişikliğinin en büyük etkisi büyükşehirlerin merkezinde yaşayan nüfuslar üzerinde görülecektir." Hemen, evet, Sayın Cumhurbaşkanı Kanal İstanbul'dan vazgeçiyor demek, onu düşündüm ve tabii ki şehircilik politikalarında dikey şehirleşmeden vazgeçiyor demek, onu düşündüm ve bu nükleer santrale kadar artık o geri teknolojilerden, Fransa'nın Areva'sından Fukuşima'ya kadar, Çin'e kadar o nükleer teknolojiden de vazgeçiyor, o da gözden geçirilecek diye düşündüm.

Şimdi, bunlar, tabii, umut ışığı, hep geleceğe yönelik olarak bizi umutlandıran hususlar, Sayın Bakan Yardımcısının da beyanları fakat burada gelişmekte olan ülke beyanı -sizlerin de kuşkusu var- ne kadar geçerli olacak, bu tartışılabilir tabii ki ancak hemen belirteyim ki bu söz, "gelişmekte olan" sözü Adalet ve Kalkınma Partisinin yirmi yıllık söylemini de değiştireceğe benziyor çünkü gelişmiş ülke eşiğinden gelişmekte olan ülke sürecine geriletmiş oluyoruz kendimizi parti yöneticilerinin sözüyle. Ancak buradaki bir çelişki -Dışişleri Bakanlığına yönelik olarak, herhâlde çeviriyi onlar yaptı- mademki "gelişme" sözcüğünü kullanıyoruz, o zaman neden 2'nci maddede "sürdürülebilir kalkınma" dedik de Fransızca ve İngilizce aslına uygun olarak "sürdürülebilir gelişme" kavramını, daha geniş kavramı kullanmadık diye de sormak istiyorum. Şimdi, birinci nokta bu.

İkinci nokta, burada, gerçekten belki çok farklı fikirler öne sürüldü ama Sayın Bakan Yardımcısının konuşmasında, bizim Murat Bakan'ın konuşmasında ve diğerlerinde bundan böyle hepimizin üzerinde durması gereken, yaşama geçirmesi gereken 3 sözcüğü ben not ettim: Birincisi hesaplaşma, yüzleşme; ikincisi eş güdüm; üçüncüsü saydamlık yani konuştuğumuz konularda içten olmak istiyorsak bu 3 sözcüğün birlikteliğini hiçbir zaman unutmamamız gerekir.

Şimdi, bu çerçevede mesela "İklim yasasını hazırlayacağız." denildi -dileriz- "Su yasasını hazırlayacağız." denildi -dileriz- fakat Sayın Bakan Yardımcısı da buradayken şunu beyan etmeden, dikkatinize sunmadan geçemeyeceğim: 7334 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, bildiğiniz gibi, Dördüncü Yasama Yılının son yasasıydı ve bu yasa, aslında Çevre Komisyonuna gelmesi gereken bir yasa idi çünkü Türkiye yasası, Türkiye ekosistemiyle ilgili bütün Türkiye yasası, denizler, kıyılar, ormanlar, çayırlar, meralar, kışlaklar, hepsini kapsamına alan... Şimdi, haklı olarak, arkadaşlar "Bu Komisyon tali komisyon olmamalıydı." diye yakınıyorlar ama bırakın asli komisyon olmasını -ki asli komisyon olması gerekiyordu Çevre Komisyonunun o zaman ama- Çevre Komisyonu, 1 Nisan günü tali komisyon bile olamadı. Bununla ilgili, hani o saydamlık adına, eş güdüm adına ve yüzleşme adına bu yasayla ilgili birkaç ögeyi, doğrudan doğruya, bizim konumuzu ilgilendiren yasayla ilgili olarak birkaç ögeyi paylaşmak istiyorum. 1 Nisandan 28 Temmuza kadar... Şimdi, 1 Nisan günü bu Komisyona, Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonuna geldi; Çevre Bakanlığı yok, Orman Bakanlığı yok. Anayasa'ya aykırıdır dedik, yasal etki analizi yok dedik, çevresel etki değerlendirmesi yok dedik ama hiçbiri dikkate alınmadı. "Bugün bitireceğiz." denildi. Çevre Komisyonuna havale edilmesi gerekir dedik, "Hayır, bugün bitireceğiz." denildi ve esefle belirtiyorum ki gece yarısında yumruklar konuşunca Divandan bir vekil bizim bu önerilerimiz karşısında dedi ki: "Saçmalıyorsunuz." Yumruklar konuşunca Komisyon toplantısı 6 Nisana ertelenebildi ve dört ay beklendi, 13 Temmuz günü Genel Kurula getirildi ama 1 Nisan ve 6 Nisanda yaptığımız eleştirilerden hiçbiri düzeltilmeden, iyileştirilmeden Genel Kurula getirildi ve Genel Kurulda esas can alıcı görüşmeler ne zaman yapıldı biliyor musunuz? Parlamento tarihinin en uzun 2'nci toplantısı olan o yirmi beş saatlik toplantıda iki bayram arasında -15 Temmuz Demokrasi Bayramı ve 20-21 Temmuz Kurban Bayramı- âdeta bir sandviç yasa şeklinde yapıldı, sıkıştırıldı. Sabahlara kadar yakardık, âdeta yalvardık; "Yapmayın, bu yasayı oylamayalım." dedik. Bu yasa Türkiye yasasıdır. Bakın, sizler "2053, 2071" diyorsunuz ama 2053'de, 2071'de ülke çölleştiği zaman "O zaman ne yapmış bu adamlar, bu vekiller ne yapmış? 2023'e iki kala böyle bir Türkiye çölleşme yasasını oylamışlar ve Türkiye şimdi yanıyor, çölleşmiş bulunuyor." diyecekler biçiminde yakındık, feryat ettik muhalefet partileri olarak hatta son konuşmayı da ben yaptım bizim partimiz adına ama olmadı, dinletemedik. Evet, gıyapta, dışarıda gece yarılarında MHP'den, AK PARTİ'den vekiller geldi, "Haklısınız." dediler ama tabii ki parti disiplinleri orada olumsuz oy verme sonucunu doğurmadı. Ne oldu? Bu yasa 28 Temmuzda yürürlüğe girdi, tam da yangınların çıktığı gün. Ne rastlantı! Yahu 1 Nisan şakası gibi başladık ve 28 Temmuzda Türkiye âdeta -sevgili Bakan Yardımcısının hani "Çıra gibi yanıyor."- çıra gibisine razıydım ben, sanki bidonlarla benzin dökülmüş gibi yandı ülkemiz.

Şimdi biz bunu dikkate almadan yani 7334 sayılı Yasa'nın Türkiye için yol açtığı ve açması muhtemel felaketleri göz ardı edersek o zaman Paris İklim Sözleşmesi'nin onaylanmasında tutarlı davranmamış oluruz. Belki de Anayasa Mahkemesine en uzun başvuru dilekçesini -tam 150 sayfa- bunun için yazdık ve bir ay önce başvurduk tam 15 maddenin iptalini istedik. Türkiye ekosistemini bırakın Paris Sözleşmesi'ni, uluslararası sözleşmelere gidinceye kadar Anayasa'mızın temel maddelerini ülkesel haklar, Türkiye ülkesinin nitelikli bir ülke olma özelliğini koruyan hükümlerini teker teker başta 169'uncu madde olmak üzere, ormanların korunmasına ilişkin maddenin bizim de yetkilerimizi sınırlayan madde olmak üzere, hepsini sıraladık ve Anayasa Mahkemesini tarihsel bir sorumlulukla baş başa bıraktık. Tabii ki bu Paris... Ben geçmişi hiçbir zaman sorgulamayacağım, olumlu bir adım atıyoruz ama esasen bundan böyle eğer iklim yasası yapılacaksa, su yasası yapılacaksa, eş güdüm hâlinde saydamlık sürecinde hesaplaşarak o zaman 7334 sayılı Yasa'yı da mutlaka el birliğiyle Anayasa Mahkemesinin karar vermesini beklemeden ülkemiz için elden geçirmek durumundayız.

Şimdi, bunu yaparken belki daha sonraki seanslarda dile getirebiliriz ama Anayasa'mızın şu ya da bu biçimde Anayasa'mızı eleştirsek de Türkiye ekosistemini koruyucu hükümleri içerdiğini ve bu hükümlerin üstün hükümler olduğunu, kamu yararı temelinde yazılmış üstün anayasal hükümler olduğunu Anayasa'nın etkililiği adına sürekli dillendirmemiz gerekir. Madde 43 ve devamı madde 166 ve devamı bunların altyapısını oluşturuyor.

Sayın Başkanlar, Sayın Bakan Yardımcısı, sayın vekiller şunu belirtmemiz gerekir ki; Anayasa madde 56'nın öngördüğü bütün Türkiye'yle, bütün Anayasa'yla ilgili üçlü yükümlülüğü -biraz önce bir vekil arkadaşım İkizdere'den söz etti- bir, devletin kirlenmeyi önleme; iki, çevreyi koruma; üç geliştirme yükümlülüğü içerisinde, bırakın önlemeyi bozucu faaliyet yönünde yürütme karar alıyor, yargı, yasa oyluyor. İşte 7334 sayılı Yasa bunun tipik örneğidir ve bundan sonra biz Anayasa'nın üstünlüğünden söz ediyoruz ve İkizdere'yi korumaya giden veyahut da "Kaz Dağları olamaz." diyenleri coplamaya kalkışıyoruz, oysa Anayasa'nın 56'ncı maddesi gereği hem onlara yükümlülük yüklüyor, yurttaşlara, korumak için hem de hak veriyor. O zaman siz kanunsuz olarak oraya tüfekli ve tabancalı jandarma, polis gönderirseniz Anayasa madde 137'ye göre kanunsuz emir vermiş oluyorsunuz. Yurttaşların çevrelerini korumak için direnme hakkı haydi haydi doğar ama tabii ki ben burada anayasal bir söyleme girecek değilim ancak burada belirteyim ki Anayasa'mız çevrenin korunması, çevrenin geliştirilmesi konusunda, Türkiye ekosisteminin geliştirilmesi konusunda önemli hükümleri içermektedir. Bunların farkında olmamız gerekiyor, bunları uygulamak ve özellikle yasama organı olarak bizim öncü olmamız gerekiyor ki anayasal hükümleri etkili kılalım. Eğer anayasal hükümleri etkili kılma iradesini Meclis olarak ortaya koyamazsak, birçok vekil arkadaşın söylediği gibi Çevre Komisyonunu Türkiye'yle ilgili yasaların merkezine yerleştiremezsek o zaman bugünkü söylemlerimizde, bugünkü ortak söylemimizde hiçbir biçimde içten olamayız, içten davranamayız. Bu bakımdan özellikle devletin bu üçlü yükümlülüğünü, önleme, koruma ve geliştirme yükümlülüğünü ve sonuçta aslında büyük çevresel müdahalelerin ülkemizin bölünmez bütünlüğüne yönelik tehditler olduğu eşiğine kadar savunmamız gerekir. Bana göre, mesela Kanal İstanbul bugünkü konumuz itibarıyla Anayasa madde 3; Türkiye'nin ülkesiyle bölünmez bütünlüğü ilkesini zedelemektedir; bu kadarla yetineyim.

Şimdi, son nokta, uluslararası sözleşmelerin -hazır Birpınar da burada iken- etkililiği sorunu çok ciddi bir sorun bizim hukukumuzda. Sağ olsunlar, Barselona Sözleşmesi'nin -Akdeniz'in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi'nin- Birleşmiş Milletler nezdinde yaptığımız etkililik çalışmasında Çevre Bakanlığı da katkıda bulundu ve onun sonuçlarını dilerim önümüzdeki aylarda bu Komisyonda paylaşma olanağınız olur. Emin olun, Barselona Sözleşmesi'nin ne olduğundan çok üst düzey yetkililer habersiz. Tabii, öyle olunca ne oluyor? Barselona Sözleşmesi, öbür taraftan Bükreş Sözleşmesi... Biz de müsilajla uğraşıyoruz Marmara'yı nasıl kurtarırız diye ama Marmara Denizi aslında Barselona ve Bükreş arasında göz bebeğimiz gibi korumamız gereken bir husus. Mesela, önümüzdeki yıllarda biz Kanal İstanbul'u inşa edersek, esasen Barselona ve Bükreş Sözleşmeleri arasında sıkışacağımızı da, birçok uluslararası, başka komşu devletlere uluslararası başvuru araçlarını da sunmak durumunda kalacağımızı da ülke aleyhine belirtmek isterim.

Bu bakımdan, bu sözleşme, Paris Sözleşmesi vesilesiyle belki etkililik konusunu da uluslararası sözleşmelerin iç hukukta etkili kılınması sorununu da gündeme getirmemiz gerekir. Evet, Paris Sözleşmesi'ni onaylayalım ama 90'ıncı maddeye göre hemen iç hukukun bir parçası oluyor, yasalar derecesinde etkisi var, Anayasa Mahkemesine başvurulamadığı için yasa üstün nitelikte, doğrudan etkisi var ama bunu uygulayıcılar ne kadar iç hukukun parçası olarak yükümlülükler açısından alacaklar ve Çevre Komisyonu Başkanı olarak size sesleniyorum ve Çevre Bakanlığı adına yanımızda bulunan Çevre Bakan Yardımcısına sesleniyorum başta: Bizim çevre hukuku mevzuatını elden geçirmemiz gerekir, gözden geçirmemiz gerekir yani biz Türkiye ekosistemini eğer korumak istiyorsak, Türkiye'de büyük yangınların, büyük felaketlerin, sel felaketlerinin meydana gelmesinin yaşanmasını istemiyorsak aslında İklim Kanunu önemli, Su Kanunu önemli fakat Çevre Kanunu'ndan başlamak durumundayız ve Turizmi Teşvik Kanunu, aslında Türkiye ekosistemini bozacak olan, Türkiye'yi çölleştirecek olan... Bakan Yardımcısı da değindi, siz de değindiniz, Murat Bakan da değindi. Biz bugün Afganlara diyoruz, Suriyelilere "Ya, ülkemiz doldu." diyoruz ama yarın iklim etkisi nedeniyle milyonlarca insanın gelmesi değil, biz kaçacak yer arayacağız, biz kaçacak yer arayacağız ama bulamayacağız.

İzninizle Sayın Başkan, yirmi beş yıl kadar önce, yaklaşık otuz yıl kadar önce -umarım hayattadır- Tahsin Tokmanoğlu Hoca -Orman Fakültesinden emekli- İstanbul'da, 1993 yılında bir panelde gür sesiyle şöyle hitap etti izleyicilere: "Yapmayın, bu ülkeye kıymayalım." dedi. "Biz yaka yıka Orta Asya'dan geldik, nereden geçtikse çevresini yok ettik, yağmaladık. Anadolu'ya geldik, artık dayandık, bundan böyle gidecek yerimiz yok, Avrupa zaten bizi almaz. Ne olur, ne olur ülkemizin doğasının, çevresinin, sularının, ormanlarının değerini bilelim, muhafaza edelim ve gidecek yer aramayalım çünkü artık gidecek yerimiz kalmadı." biçiminde tok ve gür sesiyle haykırmıştı ama otuz yılda ilerleme yerine ne kadar gerilediğimizi hep birlikte görüyoruz; tanıklık ediyoruz. Hiç değilse içten dileğim odur ki bu disiplini uluslararası ölçekte de ele almış, derslerini vermiş ve o düzlemde birçok bilimsel araştırmaya katılmış kişi olarak ülkemiz için gerçekten ikiyüzlülük yapmadan eş güdüm çerçevesinde ve saydamlık sürecinde bundan böyle emeklerimizi ve enerjilerimizi birleştirelim derim, hepinize, emeklerinize teşekkür ederim.