KOMİSYON KONUŞMASI

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Çok teşekkürler.

Nihayet söz sırasının bana gelmiş olması... Komisyon üyesi olmak Dışişlerinde gerçekten ayrıcalıklı bir statü imiş çünkü 1, 2, 3, 5 kez konuşabiliyorlar.

Evet, ben Dışişleri Komisyonuna ilk kez katılıyorum. Cumhuriyet Halk Partisi Anayasa Komisyonu Sözcüsüyüm. Bu Komisyona katılmamın nedeni, bu sözleşmenin, Paris İklim Sözleşmesi'nin öneminden kaynaklanıyor ve bu sözleşmenin özellikle benim çalıştığım alanla, Meclis dışında gerek üniversitede gerek uluslararası alanda ve Meclis içerisindeki faaliyetlerimle doğrudan örtüşüyor olması.

Aslında, tabii, iklim krizi anayasalara girmeye başladı yani maddeler olarak iklimle ilgili maddeler anayasalara girmeye başladı; bu da yeni bir süreç, 21'inci yüzyılın süreci ama ondan söz etmeyeceğim. Bu uluslararası boyutu Bakan Yardımcıları anlattılar, üyeler de bahsettiler. O bakımdan, aslında çevre hukukunun uluslararası ilkeleri açısından, sorumluluk, kirleten ve yaptırım dengesi açısından bu konuyu ele almak isterdim ama ilerleyen zaman ve zamanın sınırı nedeniyle ben daha çok iç hukuka dönük birkaç hususa değinmek istiyorum çünkü bu komisyonlarda, gerek sabahleyin yapılan Çevre Komisyonunda gerek burada yapılan konuşmalar gerekse Genel Kurulda yapılacak olan konuşmalar aslında Paris İklim Sözleşmesi'nin Türkiye'de etkililiğini sağlamaya yönelik birtakım somut önerileri, somut söylemleri yansıtmalıdır diye düşünüyorum.

Türkiye'nin uluslararası sözleşmeler açısından politikası, yaklaşımı ve bu sözleşmeler içerisinde özellikle çevre sözleşmeleri ve çevre sözleşmelerinin etkililiği bakımından konuya yaklaşım önem taşımaktadır. Bazen aşırıya gidiyor Türkiye, mesela on yıl öncesine gittiğimiz zaman Rusya'yla yapılan bir Akkuyu Nükleer Santrali Anlaşması var ki henüz Rusya'da özel bir şirket kurulmadan yapıldı bu sözleşme ve Anayasa Mahkemesi denetiminden kaçırmak için yapıldı kırk dokuz yıllığına ve dikkat edin, uçak krizi doğdu Rusya'yla, Putin Türkiye'ye çok yaptırım uyguladı ama tabii, Rusya'ya bu kadar ayrıcalık tanıyan bir projeye kesinlikle dokunmadı.

Bir uluslararası sözleşme bu Meclisten geçtiği için ve Anayasa Mahkemesi de hâliyle, haklı olarak denetleyemediği için bunu özellikle belirtmek istedim ama uluslararası çevre hukukuna ilişkin uluslararası sözleşmelerin etkililiği Türk hukukunda, iç hukukta, özellikle doğrudan etkiye sahip olduğu hâlde yani 90'ıncı maddeye göre bunu onayladığımız andan itibaren iç hukukun bir parçası hâline gelecek olmasına karşın ciddi bir etkililik sorunu karşısında bulunuyoruz. Şimdi, bu etkililik sorunu, büyük ölçüde, Anayasa'nın saygı görmeyen, özellikle ülkesel ögeleri düzenleyen, çevre haklarını düzenleyen hükümlerine saygı gösterilmemesi, o hükümlerin etkisizliği sonucudur, onlarla paralellik arz etmektedir diye düşünüyorum. Anayasa'mızda, her şeye karşın, Türkiye ülkesine ilişkin, kıyılardan ormanlara kadar çok sayıda ve çok önemli hükümler bulunmakla birlikte, esasen doğrudan iklim krizinin bağrında yer alan bu hükümlerin çok büyük ölçüde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ihlal edildiğine, yürütme tarafından ihlal edildiğine, kimi zaman yargı tarafından da yeterince değerlendirilmediğine tanık oluyoruz.

O bakımdan, Bakan Yardımcılarımızın konuşmaları çok çok önemli tabii ki geleceğe yönelik olarak. Gerçi, girmeme sözü verdim, gelişmekte olan ülke beyanı ne kadar geçerli; o konuda kendileri de kuşku sahibiler ama beni şu anda ilgilendiren, biz Türkiye'de bunu yani iklim değişikliği bağlantılı, Türkiye ekosistemine ilişkin Anayasa hükümlerini ve çevre mevzuatını nasıl uygulayacağız, ne ölçüde amacına uygun bir biçimde uygulayacağız?

Şimdi bir örnek olarak belirtiyorum, 7334 sayılı Yasa, Turizmi Teşvik Kanunu -torba kanun- tam tamına son yasa olarak çıktı yani 27'nci Yasama Dönemi Dördüncü Yasama Yılının son yasası olarak çıktı, bu ise ilk yasa. Kara yasa ve tabii, kara yaz birlikte geldi. Ben ona "Bu da hayırlı." diyorum yani iki buçuk ay sonra bu yasayı oylayacak olmamız hayra alamet olmalı ve olumlu bir başlangıç olarak ele alınmalı diye düşünüyorum çünkü o yasanın... Hazır Bakan Yardımcımız da bir kez daha huzurumuzdayken, ne kadar duyarlı olduğunu biliyoruz; Çevre Komisyonu dışlandı, ısrarlarımıza rağmen Çevre Komisyonu tümüyle dışlandı ve sadece İmar ve Turizm Komisyonunda görüşüldü. 1 Nisanda Komisyonda başladı görüşmeler, tam dört ay sonra 18 Temmuz Pazar günü saat 14.30'da sona erdi.

Sayın vekiller, değerli Bakan Yardımcıları, başkanlar, değerli Dışişleri Komisyonu üyeleri; bu vesileyle ben o sırada dile getirdiğimiz Anayasa maddelerinden birkaçını doğrudan doğruya; Türkiye yasası, Türkiye ekosistemini ihlal edecek olan yasa şeklinde nitelendirmiştim ki tam da bu konu iklim kriziyle bağlantılı bir yasa. Anayasa'mızın hükümleri, Sayın Cumhurbaşkanının BM'deki konuşmasıyla da bağlantılı olmak üzere, düzenli ve planlı kentleşme (Anayasa madde 23 ve 57) kamu yararı gereklerinden olan hükümler, kıyılardan yararlanma, toprak mülkiyeti ve tarım, hayvancılık gibi alanlar kamu yararından olarak düzenleniyor. Tarih, kültür, tabiat varlıklarının korunması, doğal kaynaklar, ormanlar, planlamaya ilişkin hükümler olmak üzere aslında madde 56'nın devlete yüklediği önlemek, korumak ve geliştirmek biçimindeki hükümlerinin ana sistematiğini oluşturduğu anayasal düzenlemelerin tam da bağrında yer aldığı bir yasa idi. Biz başından itibaren buna itiraz ettik. Böyle bir yasanın, bu Türkiye yasasının bir çevresel etki değerlendirmesi olmalıdır mutlaka dedik; dört ay geciktirildi, 1 Nisandan 18 Temmuza kadar ama çevresel etki değerlendirmesi bile yapılmadı. Anayasa'ya aykırıdır dedik. Neden aykırı olmadığını hiçbir biçimde açıklamadılar ve yirmi dört saatlik maratonun ardından iki bayram arası, 15 Temmuz ile Kurban Bayramı arası, hafta sonu, televizyonlardan uzak bir biçimde bu yasa oylatıldı ve tam tamına 28 Temmuzda yürürlüğe girdiği gün Türkiye yangın felaketiyle yüz yüze geldi. Şimdi, siz "1 Nisan şakası" mı dersiniz buna yoksa "28 Temmuz" hüznü mü dersiniz? Ben o yangınlara tanıklık ederken acaba bu yasaya olumlu oy veren vekiller orada yanan flora, fauna ve tabii ki homo sapiens dâhil olmak üzere Türkiye adına ne hissediyorlar diye ...

Şimdi, bu gerçekten çok ciddi bir zaaftır, Türkiye Büyük Millet Meclisinin düştüğü ciddi bir yanılgıdır. Gece yarılarında benim yanıma gelen Cumhur İttifakı'na mensup vekiller bana "Olmamalıydı, siz haklısınız." dediler çünkü sabahlara kadar haykırdık, âdeta ağladık, yalvardık, yapmayın dedik ama oldu, ama oylandı.

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Ateşin Çocukları yaptı, hesabı da sorulacak.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - O 25 maddenin 15 maddesini Anayasa Mahkemesine götürdük; 150 sayfalık bir başvuru, bir kitap kadar. Yani hep gelecek kuşaklardan söz edildi, gelecek dendi. Sayın Başkanlar, değerli üyeler, Sayın Çevre Bakan Yardımcısı; bunu vurgulamamın nedeni, bu yasanın, bu 7334 sayılı Yasa'nın Anayasa Mahkemesinin kararı beklenmeden bu Meclis tarafından düzeltilmesi gerekiyor. Bu, bizim için tarihsel bir görevdir. Bu, sadece Anayasa'ya aykırı olduğu için, uluslararası sözleşmelere aykırı olduğu için, kamu yararına aykırı olduğu için değil; bu, ülkemizin bugünü ve geleceği, Türkiye'nin ekosistemi açısından yaşamsal olduğu için.

Buna gelince, Paris İklim Sözleşmesi'ne gelince biz bununla tutarlı olmak istiyorsak yani bu Sözleşme'nin önemini burada sürekli dillendiriyorsak -ki dillendiriyoruz, partiler arasında bir ayrım bulunmamaktadır, oy birliğiyle kabul edeceğiz bunu- o zaman buradaki konuşmalarımız ile bunun uygulamaya konması arasında bir tutarlılık olması gerekiyor, doğrudan ilişki bulunması gerekiyor çünkü bunun oylanması, yürürlüğe konulması değil, bunun etkili olması önem taşıyor. Bu bakımdan, sadece bu yasanın uygulanması değil; tabii ki iklim ve su kanunlarının birlikte yapılması, müzakere, ortak akılla yapılması ve yapılırken bu sözleşmenin ve Anayasa'nın "ülkesel anayasa hukuku" dediğim hükümlerine uyumlu bir biçimde yeniden düzenlenmesi gerekiyor. O da yetmiyor, Çevre Kanunu'nun elden geçirilmesi gerekiyor.

Şimdi, ben Sayın Cumhurbaşkanının BM'deki konuşmasını dinlerken heyecanlandım da açıkçası, sözleri bir umut ışığı yarattı. İlk aklıma gelen, Kanal İstanbul'dan vazgeçiliyor dedim çünkü gerçekten bir ağaç bile, bir yaprak bile İklim Sözleşmesi'yle doğrudan ilişkili. O zaman kentleşme politikasından vazgeçiliyor dedim çünkü kendisi de zaten söylemişti "Dikey mimariden vazgeçiyoruz." biçiminde. Sayın vekiller, bütün bunlar, Türkiye'de toprağa vurduğumuz bir kazma, kestiğimiz bir ağacın doğrudan doğruya iklimle, doğrudan doğruya ekosistemle olan ilişkisini bildiğimize göre, bunu sizlere tekrar etme gereği bulunmadığına göre, bu konuda ciddi olmak gerekiyor.

Üçüncü olarak, Cumhurbaşkanının sözlerinden kısaca şunu çıkardım: Çevre politikamızı değiştiriyoruz çünkü böyle bir konuşma...

BAŞKAN AKİF ÇAĞATAY KILIÇ - Değerli Vekilim...

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - ...Paris Çevre Sözleşmesi'nin imzalanması Türkiye'nin çevre politikasını değiştireceği anlamına geliyor. Tabii, her birimizin yaşam tarzını değiştirmesi, kuşkusuz, bu bir bireysel ve toplu, kurumsal, ilkesel...

BAŞKAN AKİF ÇAĞATAY KILIÇ - İbrahim Bey, yavaş yavaş sözleri toparlayabilirsek sevinirim.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Tabii, ben de zaten toparlıyordum ama bir kez daha lütfen müdahale etmeyin çünkü bu kadar bekledikten sonra bu tür müdahaleler tahrik edici olabiliyor o bakımdan. Ben zaten toparlıyordum.

Sonuç olarak, bu İklim Sözleşmesi'ni hepimiz önemsediğimize göre, bugün 2 ayrı komisyonda bunu görüştüğümüze göre, aslında yarın da Genel Kurulda görüşeceğimize göre, sayın üyeler, bu sözleşmenin Anayasa'mız, Türkiye'nin taraf olduğu diğer uluslararası sözleşmelerle ilişkili olduğu hususlar ve bizim mevzuatımızla bağlantılı olarak bundan böyle yasama, yürütme ve yargı organları olarak bunlarla tutarlı bir söylem, politika ve uygulama geliştirmemizin çok önemli olduğunu belirtir; hukukun etkililiği adına, bu konuyu hepinizin ciddiye alacağı inancıyla hepinize saygılar sunarım.

Teşekkür ederim.