| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/283) ile 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi'nin (1/282) ve Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 26 .10.2021 |
NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, bürokratlar ve basının değerli mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Aslında, sabahtan beri herkes işte bütçeyle ilgili görüşlerini paylaştı, aktardılar, birçok konuya değinildi. Ben biraz daha farklı bir şekilde, arkadaşlarımdan özellikle Sevgili Paylan ve Katırcıoğlu'ndan sonra bazı eklemeler yapacağım. Kadın arkadaşlarımız daha çok kadın meselesi yönünden de bütçeyi ele aldılar.
Dünya, evet, bir pandemi sürecinden geçiyor, çok zor bir dönemden geçiyor. Dünya bir taraftan pandemiyle nasıl baş edebileceğini konuşuyor, -hâlâ bir tedavisi yok- aşıyla ilgili konuşmalar var; kimi yerde bir sükûnet var, kimi yerde bir alevlenme var ama dünya gıda krizini de konuşuyor, dünya iklim krizini de konuşuyor, dünya giderek işsizliği ve istihdam problemlerini de konuşuyor. Dünyanın en büyük problemlerinden birisi makasın açılması, eşitsizliklerin artması ve buna yönelik neler yapabiliriz?
Bütçe dediğimiz, aslında -arkadaşlarımız sabah da söylediler- tercihtir. Topladığınız vergileri hangi tercihler doğrultusunda harcarsınız, neler yaparsınız? Normalde, aslında en iyi yapılması gereken büyük çoğunluğa harcamak gerekiyor ve önlemek, korumak gerekiyor. Tıpta bir kavram var; "Önce zarar vermeyeceksin." diye -Latinceden geçen bir deyim- önce zarar vermemek lazım ama biz baktığımızda, Türkiye'deki bütçenin gidişatına ve bu son dönemdeki krizlerle beraber yaşadığımıza, daha çok zarar veriyoruz. Nasıl zarar veriyoruz? Yoksulluk artıyor, işsizlik artıyor, enflasyon artıyor, insanlar umutsuz oluyor.
Mesela, az önce sevgili arkadaşımız gençlerden söz etti. Türkiye'de son üç yılda yapılan bütün anket çalışmalarında, bütün bilimsel çalışmalarda "Gençler mutsuzdur." deniyor ve hiçbir genç Türkiye'de kalmak istemiyor. O zaman, bizim kendi kendimize sormamız lazım: Bizim yirmi yıllık bir hikâyemiz varsa, yirmi yıllık bir süreçten söz ediyorsak bu gençler niye yurt dışına gitmek istiyorlar, niçin kaçmak istiyorlar, niçin mutsuz olmak istiyorlar?
Az önce Ağrı'yla ilgili konuştuğumuzda, biz Ağrı'ya gittiğimizde, Ağrı'da resmî verilere göre -bize ifade edilen- 10 binin üzerinde Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada'ya giden gençten söz ediliyor. İstanbul, İzmir değil ve şebekeler onları götürüyor, emniyetin kayıtlarında bunlar var. Şimdi, böyle ise bunu araştırmak lazım, "Niye Ağrılı gençlik kendi toprağında, kendi yerinde durmuyor da geçmişte İzmir'e, İstanbul'a giderken şimdi başka yere gidiyor?" bunu sorgulamak lazım, o yüzden önlemek ve korumak lazım.
Ve bütçenin ne olması lazım? Önce şeffaf olması lazım, verilerin düzenli olması lazım, verilere güvenmek lazım, kurumlara güvenmek lazım ama öyle bir hâle geldik ki verilere güven yok, kurumlara güven yok ve bu güvensizlikle beraber hep güvenlikten söz ediliyor ve giderek bir belirsizlik söz konusu.
Ve yeni sistemle beraber aslında birçok konuyu da biz bilmiyoruz yani neler nasıl harcanıyor, ne yapılıyor? Çünkü denetimden yoksun, Meclisin önüne gelmiyor; kimi zaman da kalemler, veriler sağlıklı olmadığı için göremiyoruz. Şeffaflık deseniz, tam anlamıyla yok ama bir taraftan bir çürüme gibi, yolsuzluk gibi, yoksullukla beraber paralel giden, işte mafyaların, herhangi suç şebekelerinin yaptığı açıklamalar, usulsüzlükler ve bunlarla ilgili hiçbir işlemin yapılmaması, bu iddialarla ilgili.
Ve geldik, -işte arkadaşlarımız söyledi- ayrışma olmaması lazım, iyi bir dil tutturmak lazım. Eğer biz Türkiye'de yaşıyorsak, Türkiye'nin geleceğini düşünüyorsak bazı sorunları da biz görmezlikten gelemeyiz, görmemiz lazım, konuşmamız lazım, çözüm üretmemiz lazım.
Neydi? Ya, arkadaşlar, biz geçen yıl da tekrar böyle başlamıştık, tekrar en başta Naci Ağbal gelmişti, sonra ikinci oturumumuzda Merkez Bankası Başkanı olarak gelmişti, şimdi yok. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle beraber... Şimdi, Sayın Durmuş Yılmaz da burada, geçmişte beş yılda bir yılda Merkez Bankası Başkanı değişiyordu, sanıyorum Amerika'da son otuz yılda dört veya beş başkan değişmiş, Avrupa Birliğinde herhâlde Merkez Bankası yöneticileri sekiz yılda bir değişiyor. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle beraber birçok şey değişecekti ve ekonomiyi en iyi bilenler ekonomiyi rahat yönetecekti, bağımsız kurumlara karışılmayacaktı. Bu süreçte, bir Merkez Bankası yöneticisi on beş ay orada oturmamış Cumhurbaşkanlığı sistemiyle beraber, dört ayda bir, beş ayda bir değişmiş. İyi de hep bunlar mı sorumlu oluyor? Hayır. Peki, bu süreçteki bu dövizin oynamasında neler oluyor? Bunlar bilinmiyor ama bildiğimiz şu: Her 1 kuruş oynadığında dış borç kadar hepimizin cebinden bir miktar azalmış oluyor.
Ne oldu Cumhurbaşkanlığı sistemiyle beraber? Dolar 4,70'ti, 9 küsur oldu, işsizlik arttı, yoksulluk sınırı arttı ve açlık sınırı arttı. "Asgari ücretin vergisi düşürüldü, düzenleme yapıldı." deniliyor ama insanlar asgari ücretle, geçmişte biraz evinin kirasını, çocuğunun masrafını çıkartabilirken şimdi hiç geçinemiyor. Nasıl ki ülke borçlanıyorsa yurttaş da borçlanıyor. Biz icra dosyalarına bile baksak bunlar çok açıkça ortaya çıkmış olur.
Şimdi, geldiğimiz bir diğer konu, Türkiye'deki bazı konulara baktığımızda, bazı sorunlara değindiğimizde -sabahtan beri konuşuyoruz- aslında, biz sokağa çıktığımızda, herhangi bir kıraathaneye gittiğimizde veya Meclisin içinde bile konuştuğumuzda, birçok yerde, siyasi partiler konuları ele aldığında parti dışındaki sivil toplum örgütleri, demokratik kitle örgütleri, kanaat önderleri ele alındığında, Türkiye'nin başlı başına sorunları ne, neler konuşuluyor? Şimdi, siz Kürt meselesini konuşmazsanız, barış meselesini konuşmazsanız, istikrarı konuşmazsanız, insanların hangi şartlarda yaşadığını konuşmazsanız bütçeyi de sağlıklı yapamazsınız. Niçin? Geçen hafta, Sayın Fuat Oktay burada bu sunumu yaptığında bu kitapçıkla, ben PDF'ini alıp araştırdım, Sayın Oktay ve ekip bunu hazırlamış. Burada baktım, kitapta hiç bir yerde bir "barış" kelimesi geçmiyor, sıfır. Evet, bütçe, evet bütçeyle ilgili kalemler, programlar, bir tane yok. "Özgürlük" kelimesi, 1 tane "özgürlük" kelimesi geçmiyor, 1 tane. Zaten "Kürt", "Kürtçe" geçmiyor, mülteci yani sığınmacı... Türkiye'de ciddi bir sığınmacı nüfus var, ciddi bir mülteci sınıf, mülteci kesim var ve her gün büyük sıkıntılar yaşıyorlar. 1 tane "mülteci" kelimesi geçmiyor, "sığınmacı", "göçmen" kelimesi geçmiyor, "öğretmen" kelimesi geçmiyor. Orman yangınlarından söz ettik "orman" kelimesi geçmiyor. "Eşitlik" kelimesinden söz edelim, bir yerde geçiyor, o da "Vergide eşitlik sağlanacak." deniliyor. "İnsan hakları" kelimesi bir yerde geçiyor, hukukun üstünlüğünden ve insan haklarından söz ediliyor ama biz, Mecliste İnsan Hakları Eylem Planı'nı açıklayabiliyoruz. "İşçi" kelimesi, asgari ücretin geçtiği yerde "Onlarla ilgili düzenleme yapılacak." deniliyor. "Yoksulluk" bir yerde geçiyor ve buna benzer bu rakamları çoğaltabiliriz. "Kadın" kelimesi üç yerde geçiyor, kadının eşi öldüğünde destek olmak, işte güçlendirmek, korumak ama kadınlara şiddet, kadınların öldürülmesi, bunlar hiç gündeme gelmiyor. "İşsizlik" kelimesi yine üç yerde geçiyor, "İşsizlik verileri düzeltilecek." deniliyor ama biz baktığımızda, Türkiye'de bunlar her gün konuşuluyor.
Peki, ekonomi meselesine dünyada nasıl bakılıyor, bütçe meselesine? Dünyada tabii, kendine ait işte kalemler, programlar çıkartılıyor ama dünya bütçeyi ele alırken -özellikle son dönemde- makro düzeydeki veriler dışında şuna bakıyorlar: Siyasi ve ekonomik olarak nasıl kalkınma sağlayabiliriz, nasıl gerçekçi bütçe yapabiliriz? Barış ortamının olması lazım, şiddet ortamının olmaması lazım, ortak bir dil kullanılması lazım, ayrımcı, kutuplaştırıcı, nefret dolu söylemlerden kaçınmak lazım. Herkesin ülkesine, bulunduğu yere, çevresine katkı sunması lazım. Şimdi, arkadaşlarımız konuşuyor, dönem dönem karşı çıkıyorlar, bazen "Bir rüya gibi, nereden nereye geldik." diyorlar. Kürt meselesi konuşulurken şimdi konuşulmamaya başlandı, bazen "sorun" diye tanımlanıyor, bazen tanımlanmıyor ama bildiğimiz bir şey var yani olağanüstü hâl bir şekilde devam edebiliyor, kayyum meselesi bir şekilde devam edebiliyor, baskı meselesi bir şekilde devam edebiliyor, özgürlüklerin kısıtlanması bir şekilde devam edebiliyor ve her seferinde "Bitti, bitirdik, her şey bitti." denilirken ama ülkenin bir bölgesinde sanki bunlar yaşanmamış gibi oluyor, bunları da birazdan örnekleriyle açıklayacağım ben.
Etnik, dilsel, inançsal, kültürel açıdan aslında Türkiye çok zengin bir yer, Türkiye bunu koruduğu sürece de çok önünü açabilir ve dünyaya örnek olabilir. Yeter ki niyeti aşmak üzerine olsun, barış üzerine olsun.
Siyasette sertleşme ve kutuplaştırıcı dilden kaçınmak lazım ama nedense Türkiye'de siyasetin kullanması gereken doğruları söylediğinizde çok hedef hâline getirilebiliyorsunuz ve neredeyse yok edilmeye çaba harcanıyor.
Evet, dünyadaki iktisat profesörleri, akademisyenler barış meselesini konuşurken de şöyle diyorlar: "Çatışma süreçlerinin doğrudan maliyete etkisi var, artı, yatırımların azalmasına neden oluyor, artı, turizm gelirlerinin azalmasına neden oluyor ve yabancı sermayenin girişi az oluyor." Mesela Sayın cumhurbaşkanı yanılmıyorsam şunu söyledi üç gün önce veya dört gün önce: "Sermayenin inancı yoktur, sermayenin milliyeti yoktur, sermayenin rengi yoktur; gelsinler." Ama sermayeye özgürlüklerin olduğu yere, sermaye eşitliklerin olduğu yere, sermaye sorunların olmadığı yere gidiyor. Nasıl ki sigorta şirketlerine gittiğinizde, aracınıza sigorta yapmak istediğinizde Batman'da, Diyarbakır'da, Siirt'te size çeşitli engeller çıkartılıyorsa, nasıl ki adında "ziraat" kelimesi geçiyor, kendi köylüsünün tapusunu yeterli görmüyor, diyor ki: "Büyük bir kentte konut ipoteği ver." O zaman burada bir problem var, buna da yönelmek lazım, bunu ortaya çıkarmak lazım.
Barışla ilgili, dünyanın neresinde olursa olsun yapılacak her türlü şey ülkenin geleceğiyle ilgilidir. Peki, Türkiye'nin tarihine baktığımızda nedir durum? Hepimiz yaşadık, burada, muhalefeti, iktidarı; 12 Eylül'ü yaşadık, baş örtüsü meselesini yaşadık, birçok hukuksuz süreçleri yaşadık, demokratik kitle örgütlerinin kapatıldığını yaşadık, partilerin kapatıldığını yaşadık ama bu ülkede biz geleceği iyi kurgulayabiliriz, bunu yapmadığımız sürece daha da problemler artabilir. Her meseleyi asayiş meselesi gibi görürsek meselenin özünü kaçırmış oluruz.
"Hukukun üstünlüğü" diyoruz ama hukukçulara talimat veriyoruz, hukuku yerle bir ediyoruz. O zaman güven de azalıyor, o zaman sermaye de gelmez, hiç kimse de gelmez.
En önemli şey, burada maliyet ne, Türkiye'de yaşanan bu olayların maliyeti ne? Bu konuda ciddi bir veri eksikliği var çünkü veriler bilinmiyor. Savunma harcamaları nasıl, verilen farklar nasıl, bir uçak uçtuğunda fiyatı ne, helikopter uçtuğunda ne, üretim ne? Bunların hiçbirisi hesaplanmamış, birçok alanda hesaplanabilir ama biz biliyoruz ki zamanında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan "250 milyar." demiş, Cemil Çiçek "300 milyar dolar." demiş, 2011'de Faruk Çelik bakan iken "400 milyar" demiş, Numan Kurtulmuş 2013'te "620 milyar." demiş ve Binali Yıldırım yerel seçimlerden önce 2019'da 1,5 trilyon dolardan söz ediyor. Bu para, bütün Türkiye'de yaşayan herkesin cebinden çıkmış paradır ve bu konuyla ilgili bazı şeyler de düşünülmüştü, yapılabilirdi. Niçin yapılmasın? Yapılırsa, biz o zaman sınırlarımıza değil duvar örmek, duvarları sökeriz, mayınları sökeriz ve o geniş arazileri insanların üretimine açarız.
Şimdi, arkadaşlarımız söylüyorlar, her seferinde de söylüyorlar, hiç mi doğru şeyimiz yok? Ya muhalefette olduğumuzda muhalefettekiler söyleyecek. Nedir? Adalet ve Kalkınma Partisi 14 Ağustosta kuruldu, değil mi? Ve kurulduğu gibi Mecliste bir grup oluştu ve ben araştırdım grup kurulduğunda neler konuşulmuş, neler yapılmış diye. Arkadaşlarımızla beraber üstünde çalıştığımızda, o dönem DSP-ANAP-MHP koalisyonu iktidarda, 59 vekille Adalet ve Kalkınma Partisi temsil ediliyor, Genel Kurulda en çok dikkat çeken konuşmalardan birisi, demokrasi, hukuk ve olağanüstü hâl, konuşan Mehmet Ali Şahin: "Bize göre sorun, eksik demokrasiyle yönetilmesi ve bu sorundan dolayı demokrasi yerine devleti birey karşısında aşırı güçlendiren, insan haklarını dar çerçevelere hapseden, hukuk devletini, yargı bağımsızlığını daha da bozan ara dönem dayatmalarıyla, sıkı yönetimlerle, olağanüstü hâl rejimlerinde sorunların çözüleceğinin zannedilmesi; çözülemedi, çözülemeyecek." Ya, nereden nereye? Hani, siz diyorsunuz ya "Nereden nereye?" diye, insan kendi tarihine bakar.
Hüseyin Çelik: "Değerli arkadaşlarım, ne yapıp yapıp düşünce ve düşünce ifade etme yönündeki engelleri kaldırmak zorundayız. Bakınız, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10'uncu maddesinde sarsıcı, şok edici, altüst edici fikirlerin bile ifade edilmesine müsaade ediliyor ancak bunların eyleme dönüştürülmesine karşı çıkılıyor."
Arkadaşlar, değil eylem, düşünce suçu nedeniyle insanlar cezaevinde. Nereden nereye geldiniz?
Yahya Akman, "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin güvence altına aldığı haklar 17'nci maddede çok kısa ve öz biçimde tarif edilir." Bunlarla ilgili, Avrupa Birliğiyle ilgili burada bir kelime yok.
Tekrar devam edelim, basınla ilgili birçok konuda... Peki, o dönem muhalefetteyken ne yapılmış? Yarın da ben konuşacağım Meclis bütçesinde. Sizin getirdiğiniz kanun teklifleri hep gündeme alınıyormuş, konuşuluyormuş, tartışılıyormuş; şu anda bir itiraza tahammülünüz yok. Ne oldu? Öyle bir hâle geldi ki bunları söylediğinizde... Bakın, şehir hastanesinde bir kadın hekim trafik kazası geçirdi, onunla ilgili Türkiye'de bütün sağlık çalışanları bir protesto yaptı. Van'da protesto yapan Van Tabipler Odası Başkanı gözaltına alındı. Niçin biliyor musunuz? 2016'dan beri Van ve Batman'da olağanüstü hâl devam ediyor. On beş günde bir kes kopyala "Basın açıklaması yapamazsınız, yan yana gelemezsiniz, oturamazsınız, hiçbir şey yapamazsınız." Ya, hiç mi vicdan yok? Bir arkadaşınızı trafik kazasında kaybedeceksiniz, bütün Türkiye'de kınanacak, Van'da, Batman'da kınayamayacaksınız. Ya, demezler mi size "Sayın Vali, o zaman orada oturmayın, siz on beş günde bir yasakları uzatıyorsanız, yönetemiyorsunuz." Siz bunu konuşmadığınız sürece o zaman memleketin bir kısmını uzatmış olursunuz, uzatırsınız.
Bir başka örnek: Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı burada, arkadaşlara sordursun. Şu anda Batman'ın 7 köyünde su yok. Su olmamasının gerekçesi elektrik borcu. Elektriğini kesin, hanelerin elektriğini kesin, köyün suyunu niye kesiyorsunuz? Bayramda kestiler, pandemide, o sıcakta, 50 derece -Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı- sıcaklıkta suyu kestiler. Biz defalarca bakanlıkları, yetkilileri aradık. Ya elektriği kesin, suyu niye kesiyorsunuz? Su insan hakkıdır. Siz suyu keserseniz oradaki insan size güvenmez, oradaki insan ayrımcı olur. Nedir? DEDAŞ devlet olmuş. Mardin'de, gidin, insanların sabıka kaydı yerine "DEDAŞ'a borcu yoktur." kâğıdını almaları daha makul. Sabıka kaydını alırsın almazsın ama "DEDAŞ'a borcu yoktur." kâğıdını almak bir felakete dönmüş. Eğer siz yurttaşların yanında yer almıyor, şirketin, sermayenin yanında yer alıyorsanız vatandaş size güvenmez ve o DEDAŞ şirketi jandarmasıyla, polisiyle sabah altıda gelip senin kapına dayanıyorsa vatandaş güvenmez. Ve ne diyoruz: "Yoksulun elektrik faturalarına destek olacağız." Evet, destek olalım. Biz de diyoruz, elektriğine, suyuna, internetine destek olalım ama çifte standart olmaz, şirketin yanında yer alınmaz ama "Beş, beş..." deyince şirket şeyine dönüşmüş. Şırnak'ta kömürü vermişsiniz şirkete, Mazı Dağı'nda fosfat yataklarını vermişsiniz şirkete, özel demir yolu düşünüyorsunuz; vatandaş bunu görünce kendisinin hakkının gasbedildiğini düşünüyor.
Şimdi arkadaşlar, kayyum meselesi. Ya iki yıl oldu şehirler kayyumlarla yönetiliyor ve kayyumlar birinci kayyum, ikinci kayyum... Kaymakamın tayini çıkıyor, yeni gelen kaymakam sanki kayyum gibi görevini alıyor. Kayyum öyle değil ki. Birisini atarsınız, işlemi yaparsınız, soruşturma yaparsınız. Bu böyle sürekli gitmez. Bunu normal bir yaşama dönüştürürseniz hepimize yazık, bu ülkeye yazık, demokrasiye yazık. Bunu yaptığımız sürece biz başarıya ulaşamayız. Ne olur o zaman? İşte, kayyum suyu kesilen köye gidemez, şirketin yanında yer alır ve... O köyde, 50 derece sıcaklıkta Batman'daki 9 köyde bayram öncesi su yoktu. Biz buradaki Adalet ve Kalkınma Partisindeki milletvekilleriyle konuştuk, bu işi çözelim diye ama Vali bile gidemedi oraya, kayyum da gidemedi oraya. İşte, seçilmiş ve atanmış arasındaki fark bu.
Nedir bir diğeri? Nasıl ki bu kayyumlarla ilgili...
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Sayın İpekyüz, bu konuda sizi utandırabilirim.
NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Utansınlar, utansınlar. Soruşturma yapmayanlar da yerin dibine girsin. Bakın, Ekrem Bey, Mardin kayyumu 38 tane araç kiralamış, Emniyet Genel Müdürlüğü kayıtlarında 3 tanesi Mardin'e girmiş, 35 tanesi girmemiş. Kim o arabaya binmişse, kim o arabayla gitmişse, Mardin halkının rızkından kesmişse lanet gelsin. Kim ki bu ülkede terörle vatandaşları mağdur ediyorsa, yolsuzlukla mağdur ediyorsa, yoksulluğa mahkûm ediyorsa lanet gelsin. Bunları konuşmak lazım ama bunlarla ilgili konuşmayıp kayyumu bir standarda dönüştürdüğümüzde olmaz.
Ne oldu? Bakın, nereden nereye geldik.
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Bakın...
NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Şimdi, Şırnak fotoğrafı gösterirseniz ben de size Ağrı fotoğrafı gösteririm. Ekrem Bey, Ağrı'ya beraber gidelim meydana. Ne olursunuz beraber gidelim, ikimiz kol kola gidelim -Kürtçesiyle- Patnos'a gidip konuşalım, beraber gidelim yani eskiden insanlar 1 kilo etle 3 çuval yem alıyordu, şimdi 4 kilo etle 1 çuval yem alamıyor.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Necdet Bey, süreniz doldu, tamamlayıcı cümlelerinizi rica ediyorum.
NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Sayın Başkan, benimle ilgili cümleler olduğu için cevap vermek istiyorum.
NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Şimdi, bakın, şuna bakın: Sefalet endeksi. Sefalet endeksi nedir?
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Yalnız toparlayıcı cümleler rica ediyorum Necdet Bey.
NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sefalet endeksi? Bakın, bu bir ülkedeki enflasyon, işsizlik ve faiz oranını gösterir. Venezuela girmemiş çünkü 3.000'lerde; Arjantin, İran, Afrika, Nijerya sonra Türkiye yani şimdi insanlar basın özgürlüğüne, diğer özgürlüklere -endeksler var- oraya bakıp onlara göre yorum yapıyor. Biz bunu görmeden olmuyor.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Teşekkür ediyorum Necdet Bey.
NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Şimdi, ben... Son, tamamlıyorum Cevdet Bey.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Daha bir aylık süremiz var, başka konuşmalarınızda da başka konulara...
NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Her seferinde bu konuşuluyor. Kürtçeyle ilgili işte "Cezaevlerinde konuşulmuyor." Evet, Kürtçeyle ilgili çok ciddi düzenlemeler yapıldı, bunu da kabul etmek lazım. Yeterli mi? Değil. Bugün hâlâ Kürtçe oyunlar yasaklanıyorsa, Mezopotamya Kültür Merkezinde 30'uncu yıl etkinlikleri yasaklanıyorsa, Mardin'de aşıyla ilgili -Kızıltepe'de- Kürtçe afişler, broşürler yasaklanıyorsa çifte standarttır.
Teşekkür ediyorum.