KOMİSYON KONUŞMASI

HAYRETTİN NUHOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Aslında ifade ettiğiniz gibi gerçekten çok tempolu bir çalışma yürüttük ve Komisyon üyelerinin birçok konuda birbiriyle benzer görüşlere yaklaşması da bu sayede gerçekleşmiş oldu. Yoğunlukla tabii sahadaki çalışmalar, Marmara Denizi etrafındaki yerel yönetim mensuplarıyla görüşmeler ve Komisyonumuza gelen resmî yöneticiler, sivil toplum kuruluşları ve üniversite mensuplarımız ile bu konuda tebarüz etmiş bilim insanlarının hepsini dinledik. Önemli çalışmalar oldu ama benim hâlen kafama takılan, eksik gördüğüm bazı hususlar var; onları dile getirmek için söz aldım.

Şimdi, bu "müsilaj" dediğimiz deniz salyası olayı çok basit ifadeyle üç sebebe dayandırıldı: Isınan su, hava; durgun su ve kirlilik. Tabii, ilk ikisi her zaman görülen, görülecek olan pek çok yerde de görülen faktör olmasına rağmen kirlilik -öne çıkması gereken- ki nerede bu etkili olduysa orada bu deniz salyasının çok net göründüğü artık anlaşılmıştır. Şimdi böyle olunca biz buna yoğunlaştık ama bazı kısımlar sanki eksik kaldı. Mesela organize sanayi bölgelerini gezdik ama tekil sanayi tesisleriyle ilgili illerdeki çevre ve şehircilik il müdürlerinden hiçbirini dinlemedik. Ben öyle sanıyorum ki bu kirliliğe sebep olan sadece organize sanayi bölgeleri değil, tekil sanayi kuruluşları daha ağırlıktadır. Yani söz gelimi, örnek olarak Yalova'yı gördük ve de beğendik çalışmalarını üstelik ama Yalova'nın Karamürsel'e kadar olan bölümünde Türkiye'nin en eski ve en köklü sanayi kuruluşları var bunların ne yaptığını bilmiyoruz. Bunun gibi illerde çevre ve şehircilik il müdürlerinin bu konuları takip ettiğini ki Yalova'da sorduğumuz bir soruya karşılık aldığımız cevaptan böyle bir sonuç çıkartmamız mümkündür ama bence eksik kaldı bu taraf. Eksik kalan diğer bir taraf da tarım havzalarını hiç inceleyemedik. Yaptığımız bu çalışmalardan... Ferdî olarak benim şahsen görüştüğüm çok sayıda, çok geniş bir kesim de üstelik bu zeytin ve peynir altı sularının sanayi atığı olarak kabul edilmesine rağmen geriye kalan kirliliğin yüzde 20 civarındakinin tarım havzalarından kaynaklandığını ifade ediyor. Dolayısıyla tarım havzalarının bu kirliliği nasıl yaptığını ve nasıl önlenmesi gerektiğini tam olarak inceleyemedik. Belki her birimizin kafasında bazı çözüm önerileri vardır ama bunların hem orada, Komisyon raporunda olmasını isteriz yoksa şerh yazarız ya da Genel Kurulda konuşuruz; elbette ki bir sürü imkânımız var ama bir bakan gelecek belki bakana sorularla bu eksikliğin bir kısmını karşılayabiliriz. Ben onun için belirtmekte fayda gördüm.

Bir de güncel oldu hemen hemen bu konu; balık çiftliklerinin etkisi ne kadardır? Bu konuda da bilgi sahibi değiliz tam olarak. En son Trabzon'un Sürmene ilçesi Çamburnu mevkisinde ressam Gökçe'nin -belki takip edenler izlemiştir- evi yandı. Evi yandı, benim tanıdığım bir aile olduğu için, yakın ilgilendiğim için detayını biliyorum; evinin yanmasına çok üzüldü, yıkıldı ama ondan daha ziyade o bölgede kurulmakta olan balık çiftliklerinin kurulmamasının daha önemli olduğunu ifade etti. Ulusal basına yansıdı, yer aldı televizyonlarda; izleyenler görmüştür belki. Gökçe örneğini öne çıkartmamın sebebi, çok aydın bir kızımız; Mimar Sinan Üniversitesi mezunu, ressam ve dedesinden kalan yüz elli yıllık evi, kendi elleriyle, kendi ustalığıyla, yanında çalışanlarla beraber onardığı evi içinde bir sürü antika ve tarihî eşyasıyla ve meydana getirdiği tablolarla birlikte yanıp kül oldu ama o yangın olayı çıktığı saatlerde bu balık çiftliklerinin Karadeniz'i önemli ölçüde kirleteceği ve bu kirliliğin önüne geçmek için balık çiftliklerinin orada kurulmaması konusunda bir basın açıklaması yapmaya hazırlanıyordu, bir toplantıya hazırlanıyordu. Dolayısıyla bu işi takip edeceğiz, işin o tarafı ayrı yani bu kadar tesadüf nasıl oldu diye ama bu balık çiftlikleri sadece orayı değil Ege'yi de çok ilgilendiren bir konu. Biz başta Marmara Denizi diyoruz ama diğer denizleri de bu kapsamda hep değerlendirdik, konuştuk. Onun için bu balık çiftlikleri konusunda da bir eksiklik görüyorum, nasıl giderebiliriz bilmiyorum.

Diğer taraftan, arıtmada biz öyle bir noktaya geldik ki ben şahsen çok mutluluk duydum, bunu da ifade ettim birkaç defa. İleri biyolojik arıtma tesisleri sisteminde yani "Derin deşarj neymişten bu olmadan olmaz." noktasına geldik ki bu, çok önemli bir başarıdır Komisyonumuz adına ama aklıma şu takılıyor: Bir konuşmamda da gene kısaca ifade etmiştim, acaba daha başka, daha yeni metotları biz araştırabilir miyiz, teşvik edebilir miyiz; bunu biz zaten "öneriler" bölümüne de belki koymalıyız çünkü derin deniz deşarjı sistemi konuşulduğu zaman o günkü bilim insanları onun köklü bir çözüm olacağını zannediyorlardı oysa gördük ki böyle bir şey yok, tam tersine bugün biz derin deniz deşarjının bile denizi kirlettiğini biliyoruz. Dolayısıyla acaba böyle sistemler var mı? Burada gene bir toplantıda kısaca bahsetmiştim, elektronik kimyasal arıtma sistemi diye bir sistem var. Bu sistemi kuran kişiyle ben görüştüm. Bu kişi en son Söğüt Belediyesinde kurmuş bu tesisi. Daha önce o dönemki Söğüt Belediye Başkanıyla da konuştum, çok uzun boylu konuştum. Ayvalık'ta kurulmuş önce, aynı kişiler kurmuşlar sonra gidip görmüşler incelemişler ve Söğüt'te de kurmuşlar. Üstelik arazi sıkıntısı yok çünkü çok küçük bir arazide kurulabiliyor. Maliyet çok ucuz, büyük bedeller gerektirmiyor yani çok küçük rakam olduğu örneğini dikkatlerinize sunmak için söylüyorum. Söğüt'teki tesis sadece 3 milyon 200 bin liraya kurulmuş, öyle milyarlar, 10 milyarlar söz konusu olduğu için konuştuğumuz zamanlar özellikle bu bedeli vermek istedim ve zaman içerisinde değişiklikler gerekince de değişken kısımlar da büyük bedellerle olmuyor daha küçük bedellerle oluyor ve debi de çok iyi temizlenen debi ve aynı şekilde oradan çıkan suyun gri su olarak kullanılmasının da mümkün olduğu ifade ediliyor. Biz keşke bunu da bir dinleme imkânı bulsaydık. Bir ziraat mühendisi bunun hem kuruluşunu sağlıyor hem işletilmesinde danışmanlık yapıyor ve Türkiye'de de örnekleri oluşmuş.

Şimdi, tabii, bu Marmara Denizi söz konusu olunca da her birimiz biraz daha fazla dikkatli davrandık ama bu toprak kazılarının ne kadar etkili olduğunu da tam olarak anlayamadık; bazıları Çanakkale Köprüsü'nden çıkan hafriyatın çok etkili olduğunu söyledi. Tabii, ondan önce de bu kazılar devam ediyordu. Nitekim tasarlanan Kanal İstanbul'la ilgili çıkacak olan kazının Marmara Denizi'nin kuzey kıyılarında yayılarak orada yeni alanlar oluşturacağı, adacıklar oluşturulacağı fikrinden bunun için vazgeçilmiş olabilir çünkü bu Marmara Denizi'ne geriye dönüşü olmayan büyük bir tehdit söz konusu olabilir diye Karadeniz'e kaydırıldı ÇED raporunda.

Şimdi, 3 tane derin çukur Marmara Denizi'ndeki "Bu çukurlar nasılsa dolabilir, dolarsa bir şey olmaz; orada yüzlerce, binlerce yıl biriken o tabaka kapatılmış olur ya da oradaki çıkan o atıklar alt akıntıyla Karadeniz'e gider." gibi varsayımları olanlar da oldu ama bu kazı atıklarının olumsuz bir etkisi olduğu kesin olarak anlaşılırsa Marmara Denizi'ne artık bu kazı atıklarının dökülmemesi gerektiği sonucuna varmak da mümkün olabilir.

Şimdi, tabii, sonuç itibarıyla ben her ne kadar gerçekten çok mutlulukla bu görevi yaptıysam herkesin sayesinde oldu; kurulumuzu oluşturan üyeler ve Başkanımız sayesinde oldu. Görev süremiz bitiyor ama şöyle bir temennide bulunmak istiyorum: Biz raporumuzu oluşturacağız. Biraz evvel ifade ettiğim gibi benim bazı isteklerim o raporda yer almazsa bile şerhte yazarım, orada da yoksa Genel Kurulda konuşurum, orada bir sıkıntı yok ama bizim önerilerimiz öyle görünüyor ki birbirine benzer şekilde Komisyon raporuna yansıyacak ve iyi bir rapor çıkacak ama o rapordaki önerilerimizin uygulanması rapordan daha önemlidir. Çünkü ben deprem komisyonunda da aynı şeyleri gördüm ve hem şerh yazdım hem de Genel Kuruldaki konuşmamda ifade ettim. Bu hususu çok önemli görüyorum çünkü konuşulduğu yerde kalıyor; raporlarda yer alıyor, birtakım ilgili kurum ve kuruluşlara gidiyor ama bunu takip eden yok. Takip edilmedikçe ve çalışmaların da koordinasyonu yoksa sonuç almak mümkün olmuyor. Üzülerek ifade ediyorum ki Türk milletinin sıkıntısı da her sahada böyledir. Onun için ben özellikle bu konuyu... Bir yetkilinin olması lazım; bu yetkili mevcut sistemde bir bakanlık mı olur, işte iklimlendirmenin ilave edildiği gibi deniz ve su bakanlığı mı oluşturulur ya da ilave edilir ve parlamenter sisteme dönüldüğünde de münhasıran bu konuyla ilgili bir müsteşarlık kurulmasının çok yerinde olacağını düşünüyor ve teklif ediyorum. Şimdilik bu kadar.

Teşekkür ederim.