KOMİSYON KONUŞMASI

EMİNE GÜLİZAR EMECAN (İstanbul) - Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, değerli bürokratlarımız, çok değerli milletvekili arkadaşlarım, değerli basın emekçileri; öncelikle hepinizi saygıyla sevgiyle hürmetle selamlıyorum.

Bugün, Millî Eğitim Bakanlığımızın bütçesini görüşüyoruz.

Sayın Bakan, öncelikle, yeni görevinizde başarılar dilemek istiyorum size, hayırlı uğurlu olsun. Umarım bir farklılık yaratırsınız diyerek sözlerime başlamak istiyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlar, Sayın Bakan; AKP iktidarı dönemini değerlendirerek başlayacak olursak Türkiye'de en çok sorunun yaşandığı alanlardan birisi şüphesiz eğitim alanı olmuştur. Bu durum hem temel eğitim alanında hem de üniversite eğitiminde yaşanmıştır.

Şimdi, çocuklarımızın sosyal, kültürel ve akademik anlamda geleceğe hazır hâle gelebilmeleri için aynı zamanda da dünya ülkeleriyle gençlerimizin rekabet edebilmeleri için kaliteli bir eğitim ve öğretime erişebiliyor olmaları da zorunludur. Hem toplumsal hayatta hem de ülkemizde istihdam, üretim ve ekonomik refahın sağlanmasında da kritik derecede öneme sahiptir tabii ki eğitim. Ancak yıllardır, eğitim sisteminin sürekli bir geriye gidiş içerisinde olduğunu görüyoruz. Tabii, burada iktidar partisi milletvekili arkadaşlarımız hep eğitimin ne kadar ileriye gittiği, olumlu olduğu, ne kadar başarılar hanesine yazıldığıyla ilgili değerlendirmeler yaptılar ama bizim de bu noktada söyleyecek çok sözümüz var. Yaşananları zaten vatandaşlarımız da kendi çocuklarıyla, kendileriyle yaşıyorlar. Bu değerlendirmeleri onlar da mutlaka yapıyorlardır.

Şimdi, tabii, bir anlamda küresel dünyadaki rekabetimizi de eğitimdeki gerileme olumsuz yönde etkilemekte. Bu bağlamda ben, önce biraz üniversitelerimizle ilgili bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Şimdi, 2004 yılından itibaren üniversite sayılarımız hızla arttı; 207'ye ulaştı şu anda, 207 yükseköğrenim kurumumuz var ancak akademisyen sayısı artışına baktığımız zaman üniversite sayısının artış hızına akademisyen sayısının çok yetişebildiğini de söyleyemeyiz. Kolay değil tabii ki, sonuç olarak saksıda domates yetiştirmiyoruz. Büyük bütçelerle, büyük zaman harcayarak, büyük emeklerle akademisyen yetiştiriyoruz. Bu bağlamda da bu hıza yetişememesi tabii ki normal. Örneğin, üniversitelerimizdeki öğretim görevlilerinin sayısına baktığımızda yani öğretim görevlisine düşen öğrenci sayısına baktığımızda diğer ülkelerle birkaç kıyaslama yapacak olursak mesela, Almanya'da bir öğretim görevlisi başına 12, Fransa'da 16, İtalya'da 20, Portekiz'de 14, diğer ülkelerde de benzer sayılarda öğrenci düşerken şu anda Türkiye'de 45 öğrenci düşüyor. Şimdi, akademisyenlerin sayısı artarken, tabii, niteliklerinin de artıyor olması gerekiyor ki öğrencilerimize doğru eğitimler versinler. Akademisyenlerimizin akademik çalışmalarını özgürce yürütecekleri ortamlar maalesef giderek yok edildiği için bu çalışmaları da çok özgür bir şekilde yapabildiklerini, yeterli şekilde yayın çıkarabildiklerini de söyleyemeyiz. Bu yayın sayıları, atıf sayıları da gittikçe düşüyor, bunları görüyoruz. Aynı zamanda, tabii, akademisyenlere ve öğrencilere yapılan baskıları da herhâlde burada uzun uzun anlatmama gerek yok. En basiti, Boğaziçi Üniversitesinde yaşananları buraya bir not olarak düşebiliriz.

Şimdi, tüm bunlar yaşanırken tabii, üniversitelerde bir yandan da iktidarın, maalesef kendi ideolojisine uygun bir kadrolaşmaya gittiğini, kadroları atamaya dönük bir eylem içerisine girdiğini görüyoruz. Şimdi, mesela, Sayıştay raporlarına baktığımızda 2019 yılı raporlarında da bu yer almaktaydı, yine 2020 yılı içinde de ilan verilen mesela, toplam 65 öğretim üyesi kadrosunun yalnızca 4'ü için sadece 2 kişinin, geriye kalan 61'i için ise sadece 1 kişinin başvuru yapabildiği söyleniyor. Şimdi, bu eleştiriliyor ve öğretim üyesi ilanlarında yer verilen koşulların eşitlik ve liyakat ilkeleri doğrultusunda, belirli bir kişiye tekabül etmeyecek şekilde tespit edilmesi gerektiği öneriliyor tabii ki. Ben, hem YÖK Başkanımıza hem Milli Eğitim Bakanımıza sormak istiyorum. Şimdi, bir iki de örnek vereceğim ben yani etik dışı yollarla üniversiteye hoca olan kişilerin, öğrencilerimize ne faydası olacak, hangi eğitimi verecekler? Bakın, mesela, ben bir tane üniversiteden örnek vereceğim: Trakya Üniversitesi; bu ara sosyal medyada biraz basında da yer aldı. Rektörünün üniversitede baldızına kadro vermesi, aynı üniversitede Rektör Yardımcısı Profesör Ahmet Hamdi Zafer'in eşinin uygun kadro ilanıyla kadroya alınması, yine aynı üniversitede kırtasiye işleriyle uğraşan bir şahsın -şu an ismi aklıma gelmedi- kızının kadroya alınması yani bunlar aslında sırala sırala bitmez, burada da benim sürem yetmez.

Yine, mesela, başka bir şey, dekan atamalarına yönelik usulsüz işlemler Sayıştay raporuna konu edilmiş; bu atamaların asaleten değil vekaleten yapıldığı. Örneğin, bir üniversitede 12 dekanın 10'u bu şekilde atanarak "Mevzuatın izin vermediği bir atama usulü fiilî bir durum hâline getirilmiştir." deniyor.

Şimdi, ben yine sormak istiyorum: Eğitimi, biz, bu ülkede, bu kadrolarla mı şahlandıracağız, bu kadrolarla mı ilerleteceğiz? Burada Millî Eğitimin, üniversitelerin bütçesini konuşuyoruz. Bütçe hakkı milletindir ve tabii ki, bu bütçe, gençlerimizin, öğrencilerimizin, çocuklarımızın eğitiminin niteliğinin, kalitesinin arttırılması için harcanacaktır ama bu koşullar hiç de bu şekilde harcanmadığının birer de kanıtıdır diyebiliriz. Yine, aslında, agresif bir şekilde üniversitelerin açılması üniversitelerde niteliği de düşürüyor aynı zamanda. Baktığımızda, yine, birçok üniversitede -tek tek nasıl sayayım bilemiyorum- öğrenci bulunmayan bölümler var, mesela, Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Teknoloji Fakültesinde, Muş Alparslan Üniversitesi İletişim Fakültesinde, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinde, Sinop Üniversitesinde öğrencisi olmadığı için eğitim faaliyeti yapılamıyor. Yani siz, şimdi, burada doğru bir planlama yapıldığını hakikaten söyleyebilir misiniz, bilemiyorum yani sadece üniversite eğitiminde şöyle söyleyebilirim, bunlara son verilmesi gerekiyor bir an önce.

Şimdi, YÖK Başkanımız da değişti, hayırlı olsun, hayırlı uğurlu olsun, Milli Eğitim Bakanımız değişti. Ben, sorunun kişilerle ilgili olmadığını, sistemle ilgili olduğunu, daha doğrusu değerli arkadaşlar, sizin iktidarınızın anlayışı ve zihniyetiyle alakalı olduğunu düşünüyorum çünkü daha önceki Millî Eğitim Bakanı da çok büyük iddialarla geldi. Ne oldu, elimizde ne var, ne kadar yol alabildi? Şimdi, Sayın Bakan, göreceğiz, siz de neler yapacaksınız ama çok fazla bir şey yapamayacağınız da açıkçası ortadadır.

Şimdi, az bir sürem kaldığı için biraz Millî Eğitim bütçesiyle ilgili, Sayıştay raporlarıyla ilgili de birkaç değerlendirme yapmak istiyorum. Çok değinildi, ilçe Millî Eğitim müdürlüğü kadrolarına mevzuatta öngörülen şartları sağlamayan kişilerin atanması. İşte bu da yine liyakatsiz. Nedir? Hızla müdürlük kadrolarına o kadroları hak etmeyen kişilerin kısa yoldan getirilmesi için uygulanan bir yöntemdir bu. İşte, eğitim bu nedenle çöküyor, sizin söylediğiniz gibi ileriye gitmiyor maalesef. Mesela, FATİH Projesi. FATİH Projesi çok büyük umutlarla getirildi değil mi? Ne zaman geldi bu? 2015 yılında, MEB ile TÜRK TELEKOM arasında bir protokol imzalandı ve protokole göre tüm altyapısı, okullardaki tüm internet altyapısı TÜRK TELEKOM tarafından karşılanacaktı, oluşturulacak yapı MEB tarafından yönetilecekti. Ne oldu? 2 kere bu protokol revize edildi arkadaşlar, kapsamı daraltıldı. Yine, Sayıştay raporlarına göre bu erişim hizmeti konusunda bir bedel öngörülmüyordu daha önce ancak revize protokolde altyapı sağlanacak okul tanımı değiştirildiği için, ödemelere ilişkin de yeni hükümler getirildiği için, hem okul sayısı azaldı hem de yeni eklerin maddi yükümlülükler getirdiğini Sayıştay raporu da bize söylüyor. Yani bir anlamda büyük reklamlarla, büyük bir proje olarak tanıtılan FATİH Projesi de elimizde patlamış bulunuyor.

Şimdi, bütçemize baktığımız zaman sürekli küçülen, sürekli azalan, özellikle de son beş yıldır azalan bir bütçemiz olduğunu görüyoruz.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Süreniz doldu Emine Hanım, teşekkür ediyorum. Son bir cümle alayım.

EMİNE GÜLİZAR EMECAN (İstanbul) - Son o zaman Sayın Başkan.

Son olarak şunu söyleyeyim: Tüm bu aksaklıklar, bu yönetim anlayışıyla ne millî eğitim ne yükseköğretimde bu bütçelerle pek bir şey yapabileceğinizi düşünemiyorum, olan çocuklarımıza oluyor, olan gençlerimizin geleceğine oluyor, olan yine de ülkemizin geleceğine oluyor aslında. Bu kısıtlı bütçeyle ben yine de size başarılar diliyorum, teşekkür ediyorum.